iki günün kü daha güzel oluyordevamını yarın okuruz inş...
iki günün kü daha güzel oluyordevamını yarın okuruz inş...
Aşkı Ya Yaşarsın Yada Yazarsın...
Diyen Şair Sonra da
Ne Yaza Bildik... Ne de Yaşayabildik...
Demiş...
SaRıma LaRciverRt Ol...
82-83-84-
bir tabloydu ki yaşadıkları. Soğuğu hiç hissetmediler. Sevgi hayatında ilk kez birinden çiçek alıyordu. Nasıl teşekkür edeceğini bilmediğinden annesinin tavırlarını gözledi. Annesi Ahmet’in verdiği gülü öpmüştü. O da annesini taklit ederek elindeki çiçek demetini öptü.
“Seni seviyorum” diyerek Ahmet’e bakışını izledi onun.
Bir taksiye bindiler. Perihan hanımları bıraktılar evlerine. Ana kız uzun zamandır böylesi bir mutluluk tablosuna şahit olmamış, böylesi eğlenmemişlerdi. Ahmet’e bin bir teşekkürle evlerine girdiler.
Ana, kız birbirlerine baktı eşikten girince. İkisinin de aklından geçen aynı şeydi.
“Kısmet kızım... kısmet. İnşallah bu eşikten Ahmet gibi birisi de bizim eve girer” diyerek Perihan hanım, utanan kızının saçlarını okşadı.
Ahmetler evlerine döndüklerinde, yarı uykulu olan Sevgi’yi yatırdı annesi yatağına. Ahmet’in yanına tekrar gittiğinde, Zehra’yı aklından geçiriyordu. Onunla kendisini kıyaslayıp minnetle Ahmet’in yüzüne baktı.
“Bana yeni bir dünya verdin. Seni karşıma çıkaran her şeye minnet borçluyum” diyerek, koluna yaslanıp sıcaklığını duymak istedi.
“Dur, daha ne gördün! En güzel günlerimiz ilerde. Bebeğimiz getirecek bize o günleri. Kızımız, bebeğimiz ve sen, yıkılmış bir Ahmet’ten yeni bir Ahmet yarattınız. Güçlü ve dünyayı ayaklarınıza serecek bir Ahmet” dedikten sonra Ayşe’nin yaşaran gözlerinden öptü.”
“Ne yaptın. Ayrılık getirir!”
“İnanma öyle boş şeylere. Sevdiğine bakarken yaşaran gözler öpülmez mi hiç” diyerek elini artık iyice belli olan karnına götürdü Ayşe’nin. Sonra heyecanla “Kıpırdıyor mu ne!!” dedi.
“Duydu seni. Evet... evet!” diyerek sarıldı ona Ayşe. Müziğe gerek duymadan, karnındaki kıpırtıya uyarak dans eder gibi dolandılar birkaç adım.
Yatağa girdiklerinde, gece bitmesin istiyorlardı. Zevkten kelebekler gibi kanatlanmış, denizler gibi coşuyorlardı.
Ahmet işe gitmek için kalktığında Sevgi ve Ayşe henüz uyanamamışlardı. Eğildi öptü Ayşe’yi. Sobayı yaktı. Çaydanlığı doldurup üzerine koydu ve çıktı aceleyle. Bakkaldan bir koşu ekmek alıp geldi. Masaya bırakarak sessizce kapıyı çekip işine gitti.
Ayşe uyandığında saat ona geliyordu. Sobanın yakılmış olduğunu görüp huzur duydu. Oda sıcacık olmuş, çaydanlıktaki su kaynamaya başlamıştı. Sevgi kendisinden önce uyanmış, annesine kahvaltı için bardak tabak bile koymuştu masaya. Tabakların acemice dizilmiş olması masayı Sevgi’nin hazırlamaya çalıştığını belli ediyordu. Televizyona dalmış olan kızını bir süre seyretti uzaktan. Sonra, “Annesinin gülü kalkmış, masa hazırlamış öyle mii!” diye onu kucakladı. Sevgi elinden tuttu annesinin odasına götürdü onu. Ayşe, kızının ilk defa odasını toplamış, kitaplarını rafa dizmiş olduğunu görüp duygulandı.
“Tertipli, düzenli kızım benim. İnşallah iyileşecek, okuluna da başlayacaksın” dedi. İçinden, “bir konuşsan kızım... ah bir konuşsan” diye geçirdi.
“Hadi Fatma teyzeyi de çağır. Birlikte kahvaltı yapalım. Senin ne hamarat kız olduğunu da görsün” diyerek Sevgi’yi üst kata gönderdi.
Fatma teyze içeri girdiğinde, “Günaydın kızım. Ayşe bir şeyler geveleyip, elimden tutup getirdi. Hayırdır inşallah” dedi.
Ayşe güldü ve “seni kendi elleriyle hazırladığı kahvaltı sofrasına davet ediyor Fatma teyze” diyerek onu buyur etti.
Fatma teyze, görmüş geçirmiş bir kadındı. “ben de evden bir şeyler getireyim” diyerek kalkmaya yeltendi. Oturttu onu yerine Ayşe.
“Senin hoş sohbetin gerek bize teyzeciğim. Her şey hazır zaten”
Konuşup güldüler. Hoşça vakit geçirdiler o gün.
Günlerden bir gün Ahmet bir arabayla geldi eve.
“Kızlar, size bir sürprizim var!” diyerek girdi içeri ve kapıdaki arabayı göstererek, “arkadaşımın arabasını aldım. Pazartesiye kadar bizim. Sizi yarın pikniğe götürüyorum” diye ekledi.
“Aaa! Delirdin mi! bu karlı havada piknik mi olur?”
“Olur tabii... mangal yaparız., kar topu oynarız.”
Ertesi gün erken kalktı Ahmet. Onlar uyanmadan her şeyi hazırladı.
Yerde kar vardı ama, hava güneşliydi o gün. Ağaçlıklı bir yer buldular. Karlara hiç basılmamış, insanı gel üstüme bas diye tahrik ediyordu. Koştular, yuvarlandılar karda yamaçtan aşağı. Kovalamaç, kartopu oynadılar. Sevgi kar topağı yuvarladı. Kardan adam yaptılar Ahmet’le. Kömürden ağız göz yaptılar. Sevgi kardan adamını topa tutarken, Ayşe ve Ahmet biraz uzaklaşıp sohbete daldılar.
MEMET BEY valla sonucu beklemek zor biliyorum
ama biraz heyecan iyi oluyor....
85-86-87-
Bir ara Ayşe, karlar arasından başını çıkartmış bir kardelen çiçeği gördü. Ne kadar güzeldi! beyaz karlar arasında doğmuş sarı bir güneş gibiydi.
“Bak, kardelen çiçeği!” diye bağırdı. Bunu Sevgi de görsün istiyordu. Ona da seslendi. “Sevgi, gel kızım bak! Çiçek çiçek!”
Kız, koşarak geldi. Hiç bu mevsimde çiçek mi açardı!? Şaşırdı görünce. Sevinç çığlıkları attı. Ellerini çırparak çiçeğe doğru eğildi.
Bu arada onlar çiçekle oyalanırken Ahmet mangalı yakmış, pirzolaları üzerine dizmişti. Et kokusu her yere yayılmıştı. Kokuyu alan anne-kız acıktıklarını anladılar. Çok da üşümüşlerdi. Mangalın yanına doğru gittiler. Önce ateşte ellerini ısıttılar sonra Ahmet’in kendileri hazırladığı ekmek arası pirzolaları atıştırmaya başladılar.
Ahmet, nöbetçi bir asker gibi mangalın başında bekliyor, lokması bitene “daha ister misin” diyerek yenisini hazırlıyordu. Bir yandan da, “Yiyin yiyin, böyle bir havayı ve böyle lezzetli eti bir daha zor buluruz.”
Dönüş için toparlandıklarında yorgunluklarını iyice hissetmişlerdi. Arabaya binerlerken Ayşe, “Kızıma ve bana böyle güzel bir gün yaşattın, seni çok seviyoruz!” dedi ve Ahmet’in yanağına bir öpücük kondurdu.
“Hoop, ağır ol, çocuğun yanında ne oluyoruz hanımefendi! Hesapları evde tahsil ederiz...”
Amaan, sen de!” diyerek utangaç bir şekilde güldü Ayşe. Bu arada onları seyreden Sevgi de, kıkır kıkır gülmeye başladı. Ahmet’e alışmıştı artık. Onu seviyordu.
Evet geldiklerinde, Sevgi hemen yatmak istedi ve odasına çekildi. Soba çok güzel yanıyordu. Ahmet divana oturdu. Ayşe de yanına geldi. Çerezlerini yiyip film seyretmeye başladılar.
Ayşe, Ahmet’in yüzünü yandan yandan derinlemesine inceliyordu. “Ne kadar iyi bir insan! O da bizim gibi mutluluğu hep aramış...” diye düşündü. İri kahverengi gözleri, üzerine uzun kirpikleri sanki sürme çekmiş gibi simsiyah duruyordu. Çok büyük olmayan bir burun, kalın etli dudaklar üzerinde ince bıyığı, iki yanağında gamzeleri vardı. Kendince yakışıklı bir erkekti. Ya yüreği! İşte o hepsinden güzeldi...
“Bakma, ne bakıyorsun! Şimdi nazarın değer! Yeni mi görüyorsun beni!” diye ona takıldı Ahmet.
“Hayır, gittikçe sana aşık oluyorum...” diye konuştu Ayşe. “Bilirsin, zor karar veririm. Seni bu yüzden yıllarca beklettim. İşte ben sevmeye karar verdim mi, böyle tam severim.”
Ahmet daha fazla dayanamadı ve “Gele bakalım, sen artık çok oluyorsun. Şu hesabı öde...” dedi ve onu kendine çekti. İyice göğsüne bastırıp sıktı onu.
“Hadi kalk, yatalım, biraz da kuduralım” diyerek ayağa kalktı.
Ayşe, “Amaan sen de...” demesine rağmen, ondan daha önde yatak odasına doğru yöneldi. gülüşerek odaya girdi ve kapıyı kapattılar.
Pazartesi sabahı sıradan sabahlardan biriydi. Ahmet işine gitti. Ayşe Sevgi ile ilgilenmeye başladı. Sonra birden aklına sevgiyi uzun zamandır doktora götürmediği geldi. Hava güzeldi.
“Bu gün doktora uğrayalım mı? Hem biraz da birlikte dolaşmış oluruz. Hıı... ne dersin!?” Sevgi başını salladı.
Doktor daha da umutlu konuşmuştu bu sefer. Sevgi’nin yüzünde gülücükler açıyordu çünkü. Bu aşırı sevinç onun dilini hiç beklenmedik bir anda açıverir, diye düşünüyordu.
Akşam olduğunda, yaşadıklarını Ahmet’le paylaştılar.
“Yarın nikahımız kıyılıyor!” diyerek Ahmet, onların sevinçlerini bir kat daha artırdı.
“Bu kadar uzatmazdım bu işi ama, nüfus cüzdanı çıkartma işi yordu beni biraz. Neyse, çocuk nikahsız doğmayacak!” diye de ekleyerek şaka yaptı ve devam etti konuşmasına:
Perihan ablanı da çağıralım. ben de bir iki arkadaş alırım yanıma, nikah şahidimiz olurlar. Artık karım sayılırsın”
“İlk günden beri karındım senin.”dedi demesine de gözleri de doldu aniden. Bunu nasıl bu kadar rahat söyleyebilmişti. Hasan’dı onun kocası. Hasan’la da böyle heyecanla nikah gününü beklemişlerdi. Hasan da onu kollarına aldığında kalbi duracak gibi olmuştu. Ne günlerdi o günler. kader onlara çok kötü bir oyun oynamıştı. Birbirlerine doyamadan ayrılmak zorunda kalmışlardı. “Allahım, nasıl ayırdın bizi! Ne kadar masum, temiz bir aşktı yaşadığımız” diye içinden geçirdi. sonra, döndü, Ahmet’in yüzüne baktı. Gözlerinden yaşlar iyice akmaya başladı. Ahmet ondaki hüzünlü dalgınlığı izlemeye almış, belli etmeden onu izliyordu.
“Gene mi ağlıyorsun. Seni anlayamıyorum, sevince ağlarsın, üzüntüye ağlarsın. Düşünürken ağlarsın, sevişirken ağlarsın. Hatta gülerken bile ağlarsın... nedir senin elinden çektiğim!”
slm.....iyi okumalar
88-89-90-
Ayşe ağlarken gülümserken, Ahmet de yandan yandan onun göz yaşlarını silmeye çalışıyordu.
“Söz, artık ağlamayacağım. Sen varsın artık hayatımda. Kızım var, bebeğimiz var.”
“Hah işte şöyle! Benim sevdiğim kadın güçlü olmalı. Hadi kalk, yarın çok önemli bir gün” diyerek Ahmet, sarıldı onun beline ve girdiler yatak odalarına.
“Nikahtan önce olmaz!” demesi Ayşe’nin son nikahsız gecelerinin en büyük esprisi ve en neşeyle söylenmiş sözüydü.
İkinci Evlilik-İkinci Acı
Nikah masasına oturduklarında çok heyecanlıydılar. Perihan hanım, Zehra ve Ahmet’in arkadaşları ve tabii Sevgiden başka hiç kimse yoktu nikahlarında. Hepsinin yüzünde en yakınlarını evlendirenlere has heyecan dalgası seziliyordu. Hele Sevgi, bir çiçek gibi açılmıştı.
İmzayı attılar. Şahitlerin alkışları sessizliği bozdu.
Artık evliydiler. Ayşe elindeki çiçeği Zehra’nın başına atarak, “darısı başına can arkadaşım” diyerek gülümsedi ona. Herkes çok mutluydu. Ayşe karnındaki hafif şişlik dışında bir genç kız gibi duruyordu. Ahmet onu alnından öptüğünde gerçekten tazecik bir kızmış gibi utandı. Ona, “Bizim için yaptıklarına binlerce teşekkür” dedi ve Perihan ablasına doğru dönerek onun eline sarılıp öptü. Zehra’yla sarıldılar bir süre sıkıca tuttular birbirlerini. Ahmet’in arkadaşlarıyla tokalaştı ve Sevgi’nin önünde çömelip, onun ışıldayan mavi gözlerine daldı bir süre ve onu, öptü, öptü,öptü...
Müzikli bir restoranda dostlarıyla bir kutlama yemeği yedikten sonra vedalaşıp ayrıldılar onlardan.
Zifaf yataklarında her zamanki coşkularının aksine, sakin bir sohbetle vakit geçirdiler. Yeni tanışmış da konuşmaya , birbirlerini iyice tanımaya ihtiyaçları varmış gibiydi.
Ayşe, “Hayatıma Hasan ve sen girdiniz. İkinizi de deli gibi sevdim. Bir insan iki kişiyi nasıl sevebilir, diye çok düşündüm. Mümkün değil, bunda bir yanlışlık var, diye düşündüğümden seni yıllarca beklettim. Mümkünmüş, öğrendim. Onu unuttuğumu söyleyip, seni aldatamazdım. Hasan kalbimin bir köşesinde hep var olacak. Çünkü kızımın babası o. Ama artık yaşamıyor. Bebeğimin ve kızımın babası sensin artık. Hepimizi birbirine kaynaşmış gibi düşünmeden edemiyorum. Hiç kimseyi bu hamur yumağının dışına, istesem de çıkaramam artık. İşte böyle sevgilim!”
Ahmet bu uzun konuşmayı onun sözünü hiç kesmeden dinledi.
“Sizleri çok seviyorum. Hepiniz için canımı veririm” diyerek kesti konuşmasını.
O gece hayatlarına temiz bir sayfa açmışlardı. Sabahı ettiklerinde çok huzurluydular. Birbirlerini diğer gecelerin aksine, geleceklerini de kucaklıyormuşçasına kucaklamışlardı. Bir başkaydı nikahlı olarak bir yatakta yatmanın tadı. Sorumlu, ağır başlı, ciddi ve ciddiyetin bütün güzellik ve heyecanlarıyla süslü...
Hayatları nihayet normale dönmüş, düzenli günlük yaşantılarına başlamışlardı. Bu duruma gelinceye kadar az mı yol kat etmişlerdi. Kolay mıydı yeni ev kurmak, yeni düzen tutturmak...
Ayşe’nin tek derdi kızının bir türlü konuşamıyor oluşuydu. Allah bir sabır vermişti ki ona, kızına her gece masallar okuyor, hikayeler anlatıyordu. Hep onunla uğraşıyordu. Ara sıra bunaldığında Perihan ablasına gidiyor, pazardan aldığı rengarenk yünlerle patikler örüyorlar birlikte. Sevgi de memnundu bu işten. Hem gezmiş oluyor, hem de mini bebek giysilerine bakıp bakıp eğleniyordu.
Bazen de Fatma teyzenin yanında vakit geçiriyorlar, ondan kadınlık tecrübeleri konusunda nasihatler dinliyordu Ayşe. Sevgi de bir yaşlı teyzenin başını okşaması mutluluğunu yaşıyordu.
Ahmet desen çok daha heyecanlıydı. İlk çocuğu doğacaktı. Her gün onu soruyor, onu annesinin karnında yokluyor, onun için dualar ediyordu.
Aradan haftalar geçti. Ahmet işinde gösterdiği başarı ve dürüstlükten dolayı patron onun maaşını artırmıştı. Artık ustabaşıydı Ahmet ama en çok sevindiği maaş artışıydı. Arkadaşları onu çok seviyor ve sayıyorlardı. Ahmet bir gün Allah yüzümüze baktı, borçlarımızdan çabuk kurtulduk,. bebeğimizin rızkı bolmuş, artık rahat ederiz, nihayet çektiğimiz sıkıntılar bitti” diyerek hayatlarının, geleceğinin sağlam temellere oturduğu müjdesini veriyordu.
Ama yanlış düşünüyordu. Sıkıntılı günler bitmemişti, daha yeni başlıyordu. Nereden bilebilirdi ki, kaderin ona daha ne oyunlar oynayacağını...
Günlerden bir gün, Ayşe ile sevgi her zamanki hastane ziyaretlerinden dönmüşlerdi. Eve girdiler, mantolarını çıkardılar, o sırada kapı çalındı. Ayşe:
”Hayret, kim gelir bu saatte? Ahmet’in geliş saati değil.. Kim acaba?” diye merak ederek kapıyı açtı. İşte ne olduysa o anda oldu. Birdenbire Sapık ustabaşı ve iki arkadaşı kapıyı ardına kadar açarak içeriye daldılar. Ayşe kapıyı ne kadar itelese de gücü yetmedi. Adamlar kapıyı arkasından kilitlediler. Aksi gibi Fatma teyze de rahatsızlık nedeniyle bir kaç günlüğüne oğlu Ali’nin yanında bulunuyordu.
“Ben ne yaptım size, lütfen gidin...” diye yalvarmaları hiç kar etmedi. Adamlar hiç laf dinlemiyorlar, her şeyi tekme ile devirip ortalığı dağıtıyorlar, yıkıyorlardı.
İçlerinden birisi, Sevgi’yi yakaladı, Ayşe
“bırakın kızımı!” diye yalvarıyordu. Sevgiyi bir sandalyeye oturtup; ellerini ayaklarını bağladılar. Sobayı, divanı, koltukları hatta duvarda asılı evlilik resimleri dahil her şeyi parçalayıp devirdiler. Ayşe’yi arkasından sarmalamış birisi onu kucağına oturtmuş, göğüslerini sıkıyor, bacaklarını okşuyordu.
Ayşe bütün gücüyle, çırpınmasına, kaçmaya çalışmasına rağmen bir türlü adamdan kurtulamıyordu. Sonra adam onun yeri yatırdı,. ayaklarının üzerine oturdu, bluzunu yırtıp, göğüslerini meydana çıkardı. Bir çılgın gibi onun üzerine abandı.
Ayşe’nin çığlığını kesmek için yumruğuyla kafasına vurmaya başladı. Ağzı burnu kırılmış, kan içinde kalmış, Ayşe’nin üzerine bir cendere gibi sarılarak iyice yapıştı. Sonra beynine kara bir bulut çöktü sanki, “Hasan! Ahmet!...” sözleri son bir gayretle söylediği sözlerdi. Kulaklarının uğuldadığını, gözlerinin kapandığını hissetti.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu kendine geldiğinde. Yerde üstü başı parçalanmış, kan revan içinde yatıyordu. Sürünerek kalktı ve Sevgi!! Sevgi!! diye bağırmaya başladı. Kızı hala sandalyede eli kolu bağlı, gözleri donmuş, ona bakıp duruyordu.
Duvarlardan tutunarak ona kadar ulaştı. Onu çözdü. “Beni affet kızım!” diyerek onu öylece bıraktı olduğu yerde. Mantosunu giydi ve hala donmuş bakışlarla, hiç kıpırdamadan onu seyreden kızına son bir defa daha bakarak kapıyı çekip, dışarı çıktı.
iyi akşamlar
hocam devamını beklıyoruz her zaman kı gibi...
Aşkı Ya Yaşarsın Yada Yazarsın...
Diyen Şair Sonra da
Ne Yaza Bildik... Ne de Yaşayabildik...
Demiş...
SaRıma LaRciverRt Ol...
artık beni unuttular heralde ...dedim sesiniz çıkmayınca
hala okuduğunuza sevindim
yakında sizin çocuk yuvanıza bir ziyaret yapmak istiyorum.gelince belki uğrarız işallah
hocam okuyoruz çok şükür pek yazmasakta okudumuzu takıp ediyoruz![]()
Aşkı Ya Yaşarsın Yada Yazarsın...
Diyen Şair Sonra da
Ne Yaza Bildik... Ne de Yaşayabildik...
Demiş...
SaRıma LaRciverRt Ol...
Çöplükte Bir İnsan
92-93-94
Artık ne kızının, ne de Ahmet’in yüzüne bakamazdı bir daha. Ölmeliydi. Annem öldü demeliydi Sevgi. Ahmet eşinin ölüsünü görmeliydi ancak.
Bu leke onun sonuydu. Çok sevdiği deniz kıyısına ulaşmaya çabalıyordu. Hasan’ı Bosna’ya yolcu ederken, ufukta kaybolan gemi gibi, o da denizin beyaz köpükleri içinde kaybolmalıydı. Bu Hasan’a ihanetinin bedeliydi beklide... Hasan’ının yanına gitmeliydi.
Akşam karanlığı çökmek üzereydi. Düz yolda yürüyemiyordu. Sokak aralarına dalarak duvarlardan tutuna tutuna yürümeye çalışıyor, arada sırada yoldan geçenlere durumunu sezdirmemek için arada bir hareketsiz duruyor, ortalık sakinleşince tekrar yol alıyordu.
Karnında hafiften duyduğu sancı artmaya başladı. Her tarafı ağrıyor, başı dönüyordu. Hava iyice kararmıştı. Arada bir geçen arabaların ışığı da olmasa göz gözü görmeyecekti neredeyse. Bir iki kişi onu sarhoş zannedip laf attılar.
Hafiften yağmur yağmaya başladı. Bir ara ne yaptığını, nereye gittiğini, hatta kim olduğunu unutur gibi oldu ve şaşkınca baktı etrafına gözleri karardı ve hiçbir şey göremez, düşünemez oldu.
Ahmet her zamanki gibi, kapıyı neşeyle çaldı. Açan olmayınca, uyumuşlardır belki diyerek elindeki paketleri kapının yanına bırakıp anahtarı çıkardı cebinden ve kapıyı açtı. Antrenin ışığını yaktığında bir gariplik olduğunu sezdi hemen. Ortalık darmadağın, yerde kan izleri vardı. Salona doğru uzayan kan damlacıklarını görünce çılgınca “Ayşe, Sevgi!!” diye bağırarak koştu ve aralık duran kapıyı ardına kadar açtığında şaşırıp kaldı.
Sevgi bir sandalyede hareketsiz, donmuş gözlerle ona bakıyordu.
“Ne oldu!!?? Annen nerede!?”bu kulakları tırmalayan sesle irkildi Sevgi ve kalkıp, Ahmet abi, adamlar! diyerek ona koşup sarıldı.
Sevgiyi hiç duymamış gibi diğer odalara koşup baktı Ahmet. Ayşe yoktu hiçbir yerde. Birden Sevginin kendisine cevap verebiliyor olduğunu anlayıp hemen peşinde onunla sarhoş gibi dolaşan kızına, konuşuyorsun. Anlat!!” diyebildi.
“Adamlar. Adamlar. Annemi dövdüler! Çok kötü şeyler yaptılar!! Annem gitti” diyebildi sadece.
Polisler evi inceliyorlardı. Adamların nasıl kişiler olduğunu tarif ettirmeye çalıştılarsa da, Sevgi sadece üç adam, anneme çok kötü şeyler yaptılar” demek dışında bir şey söyleyemiyor, başka bir şey hatırlamıyorum diyordu sadece. Bir de annesinin kan içinde evden çıktığını söylüyordu.
Ahmet onun daha önce yaşadığı bir yangından sonra şok yaşadığını ve bu güne kadar da konuşamadığını açıkladı onlara.
Ahmet, eli kolu bağlı, Sevgi’yi doktor kontrolüne aldırtmak dışında bir şey yapamadan, acı içinde kaldı öylece.
Gün ışımıştı. Garip işe erken çıkmıştı bu gün. Derme çatma, eski ahşap parçaları, sandık tahtalarıyla oluşturduğu kulübesinin kapısını bir iple bağladı her zaman yaptığı gibi ve iki tekerlerli çekçeğini hazırladı. Hava bir türlü ısınmamıştı bu sene. Kış hala karlı buzlu sürüyordu. Elinde tuttuğu kalın, çöpten bulunduğu her halinden belli olan paltosunu giyindi. Saçları uzamıştı biraz. Kadın olduğu belli olmasın diye erkek tıraşı gibi kısa kesiyordu saçlarını. Şapkasının içine sokuşturdu saçlarını. Elini yüzünü biraz daha kire pasa bulandırdı ve uzaklaştı kulübeden.
Dar sokaklarda, çöplerden geçimini sağlıyordu. Kendisi gibi çöpten geçinenlerden birileri gelmeden civar sokakların çöplerinde para edecek ne varsa toplamalıydı. Aceleyle sokağa girdi. İn cin yoktu henüz ortada. Bir iki sokak dolaştı. Gün bereketliydi. Arabasının üstündeki torba dolmak üzereydi neredeyse. Sokağın öbür ucundaki çöpün yanı başında bir karartı olduğunu fark etti. Çöpün yanına konulmuş olmasından onun eski giysiler olabileceğini düşündü ve torbasındaki kağıtları sıkıştırarak yer açtı eskiler için. Oldukça çokça gözüküyordu.
Yaklaşmıştı çöpe, eski elbiselerin kıpırdadığını fark edince, içinden, “yine bir sarhoş” diye geçirdi ve yaklaştı.
Çöp bidonları yanına uzanmış hareketsiz yatan adama yaklaştı. Belliydi. Yine bildik bir manzarayla karşılaşacaktı. Kusmuğu üstüne yatmış, üstü başı berbat, rahat yatağında yatarmış gibi biri. Ama, birden farkına vardı. Yerde kusmuk değil, kan vardı. Biraz geriye çekilip baktı dikkatle yerde yatana. Sonra heyecanlandı ve seslice, “Aman tanrım, bu bir kadın!” diye gayrı ihtiyari bağırdı.
Eğildi baktı yüzüne. Güzelce de biriydi. Hiç hareket etmiyordu. Oysa uzaktan onun bir ara hareket ettiğini görmüş olduğuna emindi.
“Hemen uzaklaşmalıyım!” diye düşündü önce. Ölmüştür belki, başı belaya girer diye korkuyordu. Tam bunu düşünüp uzaklaşacağı sıra bir inilti duyup tekrar başucuna geldi kadının. Kımıldamaya çalışıyor, kafasını hafifçe sağa sola döndürüyor, fakat gözlerini bile açamıyordu. Yüreğine bir acı saplandığını hissetti Garip. Eğildi. Yüzünü kapatmış olan saçlarını bir yana itti. Yüzü gözü şişmiş, mosmor olmuştu yanakları. “dayak yemiş zavallı!” diye mırıldandı. Yüzüne hafifçe vurarak seslendi ona. Hiç sesi çıkmıyor, sadece inliyordu.
Kararını vermeden önce sağını solunu bir kokladı. Evet, alkol kokmuyordu. Arabasındaki yükü çuvaldan boşalttı çöpe, kadının yerleşebileceği şekilde ayarladı ve onu iki omzundan tutup sürükleyerek arabanın üstüne oturttu. Bir eliyle kadının mantosunun yakasından tutuyor, öbür eliyle arabayı itmeye çalışıyordu.
Onu yakındaki kulübesine kadar taşımayı başarmış, kapıyı açmıştı nihayet. Derin bir nefes aldı. Tenekeden sobasını yaktı. Kulübenin bir köşesinde atılı duran portakal sandıklarından bir kaçını yan yana koyarak altına karton kutulardan katlayarak yaptığı yatağın üzerine zor bela yatırdı onu.
günaydın ....
95-96-97-
Dar sokaklarda, çöplerden geçimini sağlıyordu. Kendisi gibi çöpten geçinenlerden birileri gelmeden civar sokakların çöplerinde para edecek ne varsa toplamalıydı. Aceleyle sokağa girdi. İn cin yoktu henüz ortada. Bir iki sokak dolaştı. Gün bereketliydi. Arabasının üstündeki torba dolmak üzereydi neredeyse. Sokağın öbür ucundaki çöpün yanı başında bir karartı olduğunu fark etti. Çöpün yanına konulmuş olmasından onun eski giysiler olabileceğini düşündü ve torbasındaki kağıtları sıkıştırarak yer açtı eskiler için. Oldukça çokça gözüküyordu.
Yaklaşmıştı çöpe, eski elbiselerin kıpırdadığını fark edince, içinden, “yine bir sarhoş” diye geçirdi ve yaklaştı.
Çöp bidonları yanına uzanmış hareketsiz yatan adama yaklaştı. Belliydi. Yine bildik bir manzarayla karşılaşacaktı. Kusmuğu üstüne yatmış, üstü başı berbat, rahat yatağında yatarmış gibi biri. Ama, birden farkına vardı. Yerde kusmuk değil, kan vardı. Biraz geriye çekilip baktı dikkatle yerde yatana. Sonra heyecanlandı ve seslice, “Aman tanrım, bu bir kadın!” diye gayrı ihtiyari bağırdı.
Eğildi baktı yüzüne. Güzelce de biriydi. Hiç hareket etmiyordu. Oysa uzaktan onun bir ara hareket ettiğini görmüş olduğuna emindi.
“Hemen uzaklaşmalıyım!” diye düşündü önce. Ölmüştür belki, başı belaya girer diye korkuyordu. Tam bunu düşünüp uzaklaşacağı sıra bir inilti duyup tekrar başucuna geldi kadının. Kımıldamaya çalışıyor, kafasını hafifçe sağa sola döndürüyor, fakat gözlerini bile açamıyordu. Yüreğine bir acı saplandığını hissetti Garip. Eğildi. Yüzünü kapatmış olan saçlarını bir yana itti. Yüzü gözü şişmiş, mosmor olmuştu yanakları. “dayak yemiş zavallı!” diye mırıldandı. Yüzüne hafifçe vurarak seslendi ona. Hiç sesi çıkmıyor, sadece inliyordu.
Kararını vermeden önce sağını solunu bir kokladı. Evet, alkol kokmuyordu. Arabasındaki yükü çuvaldan boşalttı çöpe, kadının yerleşebileceği şekilde ayarladı ve onu iki omzundan tutup sürükleyerek arabanın üstüne oturttu. Bir eliyle kadının mantosunun yakasından tutuyor, öbür eliyle arabayı itmeye çalışıyordu.
Onu yakındaki kulübesine kadar taşımayı başarmış, kapıyı açmıştı nihayet. Derin bir nefes aldı. Tenekeden sobasını yaktı. Kulübenin bir köşesinde atılı duran portakal sandıklarından bir kaçını yan yana koyarak altına karton kutulardan katlayarak yaptığı yatağın üzerine zor bela yatırdı onu.
Barakanın içi ısınmıştı biraz. Garip, elleriyle dağınık saçlarını düzeltti kadının, “ne kadar da güzelmiş” diyerek mantosunu çıkarmaya çalıştı. Yarı çıplak, elbiseleri paramparça olmuş yer yer morarmış güzel vücudu görünce korkmaya başladı. Bacakları arasından kan sızdığını da görünce iyice paniğe kapıldı.
“Ne yapsam, nasıl etsem. Hastaneye götürsem parayı nerden bulacağım!” diyerek barakanın bir köşesinden bir köşesine gidip gelmeye başladı.
“Acaba, param yok desem, hastaneye parasız alırlar mı?” diye içinden geçirirken, yine oralarda, sokakta yaşayanlardan birisi olan yaşlıca kadına koştu. Anlattı başına geleni ve tutup getirdi kolundan. Kadın baktı hala baygın yatan kadına.
“Bu kadın tecavüze uğramış. Böylelerini görmüştüm daha önce. Bunu bir hastanenin kapısına atıp gel bence. Sonra senden bilirler, başın belaya girer. Bırak kapıya yakın bir yere sen de kaybol hemen!” diye ona nasihatte bulundu.
“Yardım et, birlikte götürelim!” dedi ona.
“Olur, bizim de başımıza böyle ölüm kalım arası bir iş geldiğinde bizim yaptığımızı yapacak birileri de bize rastlar inşallah” diyerek ayağa kalktı.
Hastayı arabaya bindirdiler, ara yollardan giderek hastanenin acil kapısına yakın bir yere indirip kaçıp uzaklaştılar oradan hemen.
Hastane görevlilerini dışarıda yatan hasta için uyaran hastaneye gelen başka hastalar oldu. Kanaması olduğunu söylemişlerdi.
Müdahale ettiklerinde vakit henüz geç değildi. Uzun bir süre sahibini aradılar. Bulamadılar. Hayati tehlikesi vardı ve hemen kürtaj yapabilmek için bir yakınının izni gerekiyordu. Sahibi bulunamayınca, polise haber verildi ve tutanağa istinaden kürtaja aldılar.
Bir gün sonrasıydı. Garip ve arkadaşı hastalarını çok merak ediyorlardı. Garip-güya-biraz temizce giyinip hastaneye gittiler. Onu kapıdaki görevlilere sormaya korkuyorlardı. Ama Garip illa da görmek istiyordu kadını. Sonunda, ziyaretçiler arasına dalarak hastaneye girmeyi başardı.
Kalabalıkla, onlardan biriymiş gibi dolaşıyor, her koğuşa girip çıkarak yüz hatlarını çok iyi hatırladığı kadını arıyordu.
Bu arada Ayşe kendine gelmiş, bir dolup bir boşalan odalardan birinde gelen gidenleri seyrediyordu. Yanına kadar sokulan kirli suratlı birisi eğildi yatağa. Onunla konuşmaya başladı: