iyi akşamlar..... işte yine burdayım..mardin ,hasankeyf ,midyat, harikaydı ...tavsiye ederim görmeyenlere......arkadaşlar
iyi akşamlar..... işte yine burdayım..mardin ,hasankeyf ,midyat, harikaydı ...tavsiye ederim görmeyenlere......arkadaşlar
Hocam, fotoğraflarınızı ve gesi anılarınızı ayrı bir konuda paylaşmanız bizi mutlu edecektir.
Görüşleriniz bizim için önemlidir
0342 5171254
hocam yolcunun hikayesi bittimi?
Aşkı Ya Yaşarsın Yada Yazarsın...
Diyen Şair Sonra da
Ne Yaza Bildik... Ne de Yaşayabildik...
Demiş...
SaRıma LaRciverRt Ol...
bitmedi bitmesinede ....ben bu sene leyleği havada gördüm galıba .....izmire düğüne gittim tabi oradan yazamadım....hemen durumu telafi edeceğim ....saygılar
63-64-65-
Sevgi döndü annesinden tarafa, yüzüne baktı, baktı. Sonra oyununa devam etti. Hâlâ konuşmuyordu. Ayşe kızını öptü. Çıktı odadan.
Ahmet ve Ayşe, Perihan hanımın elini öperek çıktılar evden. Dış kapıya kadar onları yolculayan Perihan hanıma,
“Sizin hakkınızı nasıl ödeyeceğim! Helal edin!” diyerek, Ahmet’in koluna girip ağır adımlarla oradan uzaklaştılar. Kendi evlerinin önünden geçerlerken durakladı Ayşe:
Gördün mü? Canım evim... hatıralarım. Halam, Hasan’ım... her şeyim kül oldu.”
Ahmet onu usulca itti. Daha çok üzülmesini istemiyordu.
“Hadi, geç kalıyoruz. Dinlenmen lazım!”
Sokak başında bir taksi çağırdı Ahmet. Eve geldiklerinde onu oturma odasındaki divana oturttu. Kendi pijamalarından bir tanesini getirip ona giydirdi. Sonra bir yastıkla bir battaniye aldı divana yatırdı onu. Üzerini örttü. Yanına elektrikli sobayı yaklaştırdı, televizyonu açtı. Onun saçlarını düzeltip alnına bir öpücük kondurdu.
“Sen yat, ben bir şeyler alıp geleyim...” dedi ve çıktı.
Ayşe divanda yatarken başına gelenleri düşündü. Ne kadar acı şeyler yaşamıştı. Aklını kaçırmadığını şaşıyordu. Ya kızı! Acaba konuşacak mıydı?.. “Geçer, şok geçiriyor” demişti doktor. Ama korkuyordu. İnşallah konuşup tez günde sağlığına kavuşurdu.
Televizyon çalışıyordu. Bir uzun hava dertli dertli çalmaya başladı. Ay ışığı o kadar etkilemişti ki, ağlamaya başladı. Türkü içini dağlamıştı. Ağlayarak uykuya daldı. Ahmet’in sesiyle gözlerini açtı. Vakit bir hayli ilerlemişti.
Ahmet bir sürü paketler getirmişti. Getirdiği paketleri masanın üzerine indirdi.
“Uyandın mı canım? Hadi gel bak, sana neler aldım.” Paketlerden bir kaçını alıp yatağın üzerine koydu. Teker teker açmaya baladı. Açtığı paketlerden bir pantolon, bir kazak,, bir iç çamaşırı, büyükçe olan paketten ise bir pijama, bir çift terlik, ayakkabı, hırka ve saçları için güzel bir toka ile saten bir kordela vardı.
“Haydi giy bunları bakalım, beğenecek misin?” Ayşe hiç sesini çıkartmadı. Ayşe yi yattığı yerden kaldırdı.
“İstersen bir duş al...” Gel seni götüreyim...” dedi. Elbiseleri ve havluyu alıp onu banyoya soktu. Sıcak su hazırdı. Buhar banyoyu doldurmuştu. Ayşe soyunmaya çalışıyordu. Ahmet ona yardım etti. İyice soyunup suyun altına girdi.
“Yardım ister misin? diye sordu Ahmet..
İlk defa konuştu Ayşe.
“Hayır ben yıkanırım...”
Ahmet dışarı çıktı. Ayşe hem ağlıyor hem sabunlanıyordu.
Ahmet sofrayı hazırladı. Fırına sürdüğü balık pişmişti. Yemeğin yanına salata da yaptı.
Mutfaktan güzel yemek kokuları geliyordu. Eee, balıktı bu... şarapsız gider miydi?.. İki kadeh doldurdu, masaya koydu. Aldığı nergisleri küçük bir vazoya koyarak onu da masanın ortasına yerleştirdi. Nergisi eskiden beri severdi.
Bu arada Ayşe banyodan çıktı. Yeni alınan pijamayı ve terlikleri giymişti. Saçlarını toka ile tutturmuş, kırmızı kordelayla da büyük bir fiyonk yapmıştı.
Ahmet onu çabucak karşısında görünce şaşırdı.
“Ne çabuk çıktın!* Tabii halin yok, yıkanamadın.”
“Hayır, yıkandım ama fazla uzatmadım.”
“Gel öyleyse masaya. Otur, acıkmışsındır. Bak sana neler yaptım. Önce çorba, sonra balık, salata ve şarap...”
Çorbaları koydu Ahmet, Bekar yaşadığı için ev işlerinden, yemekten çok iyi anlıyordu.
Yemeğe oturduklarında Ayşe pek neşesizdi. Ahmet onu neşelendirmeye çalışıyordu. Yemek bittiğinde Ayşe, kendini biraz rahatlamış hissetti. Bulaşıkları öylece bırakıverdiler.
“Yarın yıkarım...” dedi Ahmet. Yatağa girdiler.
Yatakta Ayşe pek utangaç ve ürkek davranıyordu. Ahmet onu anlayışla karşıladı. Kırılacak bir eşyaymış gibi onu incitmemeye dikkat etti. Sadece ona sarıldı ve öylece uyudular.
Sabah olduğunda Ahmet erkenden kahvaltıyı hazırladı, sobayı yaktı, birlikte kahvaltı ettiler.
“İşe gidiyorum aşktım, bir şey istiyor musun?” diye sordu Ahmet ayrılırken. “Sen yat, rahat et...” Eğilip Ayşe’yi öptü.
Ahmet evden çıktıktan sonra Ayşe televizyonu açtı. Müzik dinleyerek etrafı toplamaya başladı. Evi baştan aşağı silip süpürdü. Her şeyi yıkayıp temizledi. Evi pırıl pırıl etti. Bir köşeye çekilerek şöyle bir süzdü. Eksik bir şey kalmadığına kanat getirdikten sonra kendine bir kahve yapıp televizyonun karşısına oturdu. Çok yorulmuştu. Televizyon izlerken televizyon dolabının alt
66-67-68-
gözünde bir albüm gözüne ilişti. Açtı albümü, oturdu tekrar yerine. Bakmaya başladı.
Ahmet’in çocukluğu, annesi, babası ve akraba resimleri yanında bir de düğün resmi vardı. Ahmet’in yanındaki kadın ne kadar da güzeldi. Bir an ona karşı içinde bir öfke kabardığını hissetti. Kıskanıyordu sanki onu. Ahmet’e sarılmış olan bu güzel kadın karısı olmalıydı. Sonra albümü kapatıp yerine koydu.
Ahmet kimdi, nereliydi, ailesi var mıydı, yok muydu?.. Onun hakkında hiç bir şey bilmiyordu. Sadece onun iyiliğine vurulmuştu. Geçmişi kendisini ilgilendirmiyordu. Hasan’da sonra bir başkasını seveceği hiç aklına gelmezdi. “Canım Hasan’ım” diye mırıldandı. “Bu kalp ölene kadar senin için çarpacak.”
Akşam yaklaşıyordu. Mutfağa geçti, bir yemek yapmalıyım diye düşündü ve dolabı açtı. Ne yapılabilirdi? Dolapta her şey vardı. Biraz kıyma çıkartarak et köftesi yapmaya karar verdi. Yanına pilav ve ayran iyi giderdi. İşi bittikten sonra sofrayı hazırladı, sobayı karıştırıp biraz odun attı, içeriyi ısıttı.
Pencerenin önüne geldi. Dışarıya baktı. Kar yağıyordu. Evlerin çatıları bembeyaz olmuştu. Bacalardan gri dumanlar çıkıyordu.
O sırada pencereye bir serçe gelip kondu. Soğuktan titriyordu. Tık tıkır cama vurdu. Belli ki açtı. “Tıpkı benim gibi sığınacak yer arıyor” diye düşünüp mutfağa girdi. Bir parça ekmekle döndü. Çamı açıp ekmek parçalarını ufak parçalar halinde oraya bıraktı. Serçe uçmuştu. “Yazık, korktu” diye düşündü. “Ama asıl olsa ekmeği görür, geri döner” diyerek camı kapattı.
Bulundukları çatı katı çok yüksek bir binadaydı. Aşağıya baktı. Arabalar oyuncaklar gibi gözüküyordu. Biraz sonra camda serçenin yanına bir kaç arkadaşını daha alarak geldiğini gördü. Çok sevindi. Onların da karnını doyurmuştu.
Bu arada kendi yavrusu Sevgi geldi aklına. “Zavallı yavrum, nasıl acaba?.. Ahmet gelsin, gidip bir bakalım...” diye düşündü.
Tam bu sırada kapının zili çaldı. Ahmet gelmişti. Kapıyı açan Ayşe onu elinde bir kucak dolusu çiçekle gördü. Elinde bir kaç da paket vardı. Ayşe birden heyecanlandı, onun boynuna sarıldı.
“Hoş geldin canım,” dedi.
Ahmet ummadığı bu ilgi karşısında şaşırdı.
“Dur, dur! ne yapıyorsun, paketleri düşüreceksin! Çiçekleri ezdin!”
“Özür dilerim... Birden heyecanlandım” diyerek çiçekleri ve paketleri aldı, divanın üzerine bıraktı Ayşe. Paketleri açmaya başladı. Paketlerden gömlek, kazak, çorap, iç çamaşırı, parfüm, tarak, fırça, daha neler neler çıktı.
Ayşe hangisine bakacağını şaşırmıştı. Ahmet’in yanağına bir teşekkür öpücüğü kondurdu.
Sen neler yaptın bakalım?”
“Hiç, biraz sağı solu topladım, yemek yaptım, bir de kuşları besledim.”
“Ne kuşu, hayırdır?”
“Penceredeki kuşları canım...”
“Pencerede kuşlar mı var? Hayret, ben niye görmemişim hiç? “ Bunları söyledikten sonra gözleriyle odayı baştan aşağı taradı.
“Ooo!... Bakıyorum da, kadın eli değdiği besbelli! Her taraf çiçek gibi olmuş.”
“Hadi, sofra hazır, hemen oturalım ve yemekten sonra mümkünse kızımı getirelim” dedi.
“Olur... Fakat yollar çok buzlu. Hava çok soğuk? Ben zorla geldim eve. İstersen yarın gidelim.”
“Olur, sen bilirsin. Ama kızımı çok özledim.”
“Tamam hayatım, olur.. Bir gün daha sabret.”
O akşam yemeklerini şakalaşarak yediler. Vakit epey ilerledi.
“Yatalım istersen, ben çok yorgunum. Sen de dinlenmiş olursun...” dedi Ahmet.
“Olur...”
Ayşe masayı toplarken Ahmet de yatağı hazırlıyordu.
Artık yatak küçük geliyor, değiştirmem gerek...”
Bir şey mi söyledin, duymadım.
Yatağı diyorum, değiştirsek. Sığmıyoruz.
Olsun... Be seninle her şeye razıyım. Sen olmasan bu sıkıntılı günümde nasıl yaşardım?
“Biliyor musun senin aşkındır beni yaşatan.”
Sonra soyunup yatağa girdiler. Artık sınır tanımıyorlardı. Ahmet’in her dokunuşu, Ayşe’nin içini kıpırdatıyor, tüyleri diken diken oluyordu. O kadar mutluydu ki... Kendini Ahmet’in güçlü kollarına teslim etti. Ahmet’se, onun şahane vücudunun her santimetrekaresini öpüyor, aşkın kucağında ikisi de rüzgara kapılmış bir yaprak gibi sürükleniyorlardı. Bu sürükleniş, onları zevkten göklere çıkartmıştı. İkisinin de ayakları yerden kesilmiş, bulutları üzerinde uçuyorlardı.
Yorgun düştüler. Sarmaş dolaş uykuya daldılar.
iyi okumalar..
69-70-71-
Aradan haftalar geçmişti. Hava hala çok soğuktu. kar fırtınası sürüyordu. Sevgiyi ha bugün ha yarın diye diye getirememişlerdi henüz. Fakat Perihan hanımla telefonla görüşmüşler, Perihan hanım Sevginin iyi olduğunu., merak etmemeleri gerektiğini söylemişti.
Son telefon görüşmesinde sen biraz kendini toparla kızım, düzelince gelir alınsın kızını. Sevgi biraz toparlanmalı. Hâlâ konuşamıyor. Onu doktora götürdüm. Doktor “ilerde konuşur Şimdilik üzerine düşmeyin” dedi.
Perihan hanım çok iyi bir insandı. Sevgi’nin Zehra’yla çok iyi arkadaşlık ettiklerini söyleyip onu rahatlatmıştı.
Bu arada Ahmet de çok mutluydu. Her gece ve gündüz yeni evliler gibi çok tatlı anlar geçiriyorlardı. Birbirlerini tanımaya çalışıyorlar, gelmişten geçmişten konuşuyorlardı.
Artık havalar düzelmişti, Ahmet işe gidince Ayşe hazırlandı ve dışarı çıktı. Biraz yürümek istiyordu. Hem gezerim, hem de kızımı görürüm..” diye düşünüyordu.
Yolda vitrinlere bakarak yürümeye başladı. Özlemişti vitrin seyretmeyi. Epeydir dışarı çıkmamıştı çünkü.
Dalgın dalgın yürürken yabancı olmayan bir sesle irkildi.
“Günaydın Ayşe hanım, nasılsınız efendim.
Ayşe döndü ve ürperdi. Karşısında eski ustabaşı duruyordu. Pis pis sırıtarak bakıyordu ona.
“Lütfen rahatsız etme beni, Çekilir misin yolundan!”
“Bana o güzel, şehvetli dudaklarından bir öpücük vermezsen seni affetmem. Beni işten attırdın. Ahmet’e veriyorsun, ben de isterim. Eli şapur şupur, bize yok mu kızım?”
“Defol, şimdi polis çağırırım.”
”Hey, bana bak! Bu sefer kurtulamazsın.”
Ayşe eğildi, yerden bir taş aldı.
“Çekil, şimdi kafana yersin!”
“At kızım, senin elinden taş bile yenir.”
Adam uzanıp tam onu öpecekken Ayşe var gücüyle bağırdı. Çevreden koşup gelenler olunca adam
“Sonra gene görüşürüz, bunu unutma” diyerek oradan koşarak uzaklaştı.
Ayşe çok korkmuştu. Bir arabaya binip Perihan hanıma gitti. Yukarı çıkarken hala bacakları titriyordu. Güzelim evinin bulunduğu kata gelince, içi sızladı.
“Ne var Tanrım, bütün bunlar yalan olsaydı! Hiç yaşanmasaydı! Neler vermezdim neler!” diye söylendi.
Evinin yıkık kapısından içeri girdi. Kendi kendiyle konuşmaya devam etti.
“Güzel evim, tatlı evim, neydi bu başımıza gelenler!”
Antrenin ortasına vardığında, evde yalnız olmadığını anladı. Apartman sahibi işçi tutmuş, evin içine temizlettiriyordu. İşçiler yanmış eşyaların enkazını taşıyorlardı.
Evin her tarafını son bir kez daha dolaşıp, eski günleri yad etmek istedi. İşçilerden biri odadan çıkarken, eşyaların arasında yere bir kutu düşürdü.
Bu kutuyu hemen tanıdı Ayşe. Üzerinde çiçeklerle süslü bir teneke kutuydu bu. Üzeri yanmış, simsiyah olmuştu. Eğildi, aldı, içini açmak için uğraştı. Zorlayarak açtı. Bunun içine Ahmet’le geçirdikleri mutlu günlerinin fotoğrafları vardı. Erimiş, bir siyah yumak haline gelmiş olan fotoğraflar kendisi gibi kavrulmuştu. Attı yere. İşçi gelip kutuyu götürdü. Ayşe’nin gözleri dolu dolu oldu. Evden koşarcasına çıktı.
Perihan hanımın kapısını hızla çaldı. Kapıyı açan Perihan hanım
“O, Ayşe hoş geldin! Sevgi kızım, annen geldi!” diyerek içeriye seslendi.
Ayşe içeri girdi. Kızı odanın ortasında oturmuş, eline aldığı oyuncak bir bebekle oynuyordu.
Koştu boynuna sarıldı.
“Canım kızım annem geldi, hadi bak bana!” Sevgi hiç tepki vermiyordu. Annesini affetmiyordu çünkü. Yangın gecesi yanlarında yoktu. O aşkı seçmiş, kendisini yalnız bırakmıştı.
“Kızım seni almaya geldim. Yeni evimiz, yeni yuvamız bizi beklemiyor. Göreceksin, Ahmet’i de çok seveceksin. O çok iyi bir insan. Sevgi başını sallıyor, gitmek istemiyordu.
Ayşe ona saatlerce yalvardı.
“Perihan abla, kızımın mantosu nerede? Sevgi gitmemek için direse de onu götüreceğim.”
Ayşe kızını zorla da olsa giydirdi. Ayrılırken Perihan hanıma yaptıklarından dolayı bir kez daha teşekkür etti.
Kapının önünden bir taksi çevirip bindiler. Yarım saat geçmişti. Beraber daracık merdivenleri çıkıyorlardı. Sevgi merdivenleri zorla isteksizce çıktı. Devamlı huysuzluk yapıyordu. Ama evden içeriye girdiklerinde merak ve şaşkınlıkla bir süre evin içini dolaştı. Yolda üşümüşlerdi. Sobayı yaktı. Kızının mantosunu çıkarttı. Bir yandan da tatlı sözler söylüyor, onun inadını kırmaya çalışıyordu.
iyi akşamlar
72-73-74
Ayşe mutfağa geçti. Kızının sevdiği bir yemek. Arkasından da düzenli bir masada servis. Isıtmaya çalıştığı Sevgi ile Ahmet’in hoşlarına giderdi.
İşi bittikten sonra etrafa şöyle bir göz attı. Sevgi oturmuş televizyon seyrediyordu. O sırada Sevgi yalnızlık hissi duymuş olsa gerek ki, pencereden dışarıyı seyreden annesinin yanına koştu.
Ayşe, pencereden Ahmet’in gelişini görmeyi beklerken yine camın önüne konmuş olan serçelere dalmıştı. Ayşe onları ekmek kırıntılarına alıştırmıştı. Sevgi kuşları görünce yalnızlığını unutup sevinçle ellerini çırpmaya başladı.
Ayşe kızındaki bu sevinci görünce çok mutlu oldu. “İnşallah yavrum düzelir” diye geçirdi içinden.
Hava kararmıştı. Kuşlar son ekmek kırıntılarını da gagalayıp uçup gitmişti. Kapı çalındı. Ahmet, elinde paketlerle içeri girince Sevgi’yi gördü.
“Merhaba Sevgiciğim, hoş geldin! Bak sana ne aldım!”
Sevgi önce çekindi, ters ters baktı. Ahmet’i sevmiyordu. Sebebini bilmese de ona karşı bir kin duyuyordu. belki de annesini paylaşmak istemiyordu.
Ahmet onu kucaklayıp, öpmek istedi.
Sevgi eliyle onu iteledi. Fakat Ahmet ona karşı ısrarla sevecenliğini sürdürdü.
Bu arada Ayşe, birbiriyle kaynaşsınlar diye bir süre onları yalnız bırakarak mutfağa geçti. Tekrar geldiğinde Ahmet Sevgiyi yanına oturmuş, getirdiği paketi açıyordu.
“Bakıyorum ikiniz dost olmuşsunuz bile...
“Bak annesi, Sevgi’ye ne aldım!”
Bu arada paketi açtı. Üzeri meyvelerle süslü pastayı çıkartıp gösterdi.
Ahmet’in, Sevgi’nin geleceğinden haberi yoktu. Pasta alışı tesadüf olmuştu. Şimdi, “Sevgi için aldım” demesi, küçük kızın gönlünü almak içindi.
Ahmet, dolaptan aldığı bir mumu getirip pastanın üzerine dikti. Çakmağını çıkartıp mumu yaktı.
“Gel sevgi! bugün doğum günümüz olsun. Senin, benim, hepimizin!.. Dilek dileyelim birlikte.”
Bu kez onu kırmadı Sevgi. Birlikte dilek dilediler. Küçük kız mumu söndürdü. Hep birlikte alkışladılar.
bu oyun Sevgi’nin çok hoşuna gitmişti. Ayşe,
“Haydi, önce sofraya... Yemeğimizi yiyelim, sıra pastaya sonra gelsin. Birlikte sofraya oturdular.
Masaya oturdular,. Ayşe yine güzel yemekler hazırlamıştı. Sevgi yemekten hemen sonra annesinin kucağına başını koyup hemen uyuması huzuru bulduğunun işaretiydi.
Ahmet, annesinin kucağında uykuya dalan küçük kıza bakıp,
“Yarın, Sevgi’yi bir psikologa götürsek...”
“Sen bilirsin... İstiyorsan götürelim. Bakalım doktor ne diyecek.”
Sevgi’ye divanda bir yer hazırladılar. Onu yatırdıktan sonra kendileri de yatak odalarına çekildiler.
Ayşe ertesi gün günlük işlerini yaptıktan sonra hazırlandı, kızını giydirdi. Beraberce çarşıya çıktılar. Önce alış veriş yaptı. Sevgiye ucuzluktan bir iki kıyafet aldı. Aldığı şeyler fiyatına göre bayağı güzeldi. Hele kızının sevincini görünce, yaptığı alış veriş daha çok hoşuna gitti.
Ahmet’i de düşünmüştü ama ona bir şey alamadı. Çünkü artık üç nüfus olmuşlardı. Ev kiraydı. Biraz kendini toparlasa yeniden çalışmayı düşünüyordu. Hem kızının da iyileşmesi için fazladan paraya ihtiyaç vardı.
Alış veriş bitince hastaneye gitmek için bir vasıtaya bindiler. Hastanede işlemlerini yaptırıp kapıda beklemeye başladılar. Doktor sıraları geldiğinde muayene etti sevgiyi. Fiziki bir rahatsızlığı olmadığını, yangından dolayı psikolojik bunalım geçirdiğini, zamanla düzeleceğini anlatarak onları rahatlattı.
İsterlerse haftada bir gün terapiye gelmesini söylemeyi de ihmal etmedi doktor. Ayşe buna çok sevindi. Doktora teşekkür etti.
Dışarıya çıktıklarında kendini çok mutlu hissetti Ayşe. Kızına sarıldı, “Konuşacak benim sevgim, konuşacak!” diyerek saçlarını okşadı onun. Eve geldiklerinde akşam olmak üzereydi.
Artık haftada bir gün hastaneye gidiyorlar, diğer günler evde ana kız çok güzel vakit geçiriyorlardı.
Günlerden bir gün Ayşe Ahmet’e bir müjde vermek istediğini söyledi. Ahmet tahmin yürütüyordu. Ama bir türlü bulamıyordu Ayşe’nin sürprizini. Ayşe, sonunda
“Sıkı dur söylüyorum, hamileyim! Bir bebeğimiz olacak!” deyince Ahmet onu kucakladı. Evin içinde sevinçle onu fır döndürmeye koyuldu. İkisinin de kahkahalarla evin içinde böyle dolaşmalarını Sevgi hayretle seyrediyordu.
Artık kötü günler bitmişti. Ahmet, sevginin onlara baktığına aldırmadan Ayşe’yi öpücüklere boğdu.
“ Kaç aylık? Sana benzemesini istiyorum.”
“ İki aylık. Ben de sana benzesin istiyorum.”
O gece heyecandan neredeyse hiç uyumadılar. Yatakta konuşup bebek için planlar yaparak vakit geçirdiler.
“Bebeğe beşik almak gerek. Evimizi de değiştirelim. Burası artık dar gelir” dedi Ahmet.
“Hayır, biraz kendimizi toparlayalım. Hemen açılmayalım. Ben de çalışmak istiyorum. Daha doğuma çok var. Biraz para biriktiririz.”
“Hayır, bu halinle hiç olmaz. sen benim evimin kadınısın.Zaten evde yeteri kadar yoruluyorsun. Kötü günler için biriktirdiğim üç beş kuruşum var. Alırım bankadan, harcarız olur biter.”
Ertesi gün Ahmet işten izin alarak eve erken gelmişti. Kapıdan içeri girer girmez, “Hadi hazırlanın. Bir ev buldum. Çok seveceksiniz. Biraz uzak, ama çok güzel. Bahçe içinde. Birazcık tamir istiyor. Ama olsun biz boyar, süsleriz”
Yolda bir yandan yeni evden söz ediyorlardı. Ev, Ahmet’in bir arkadaşının, Ali’nin annesinin eviydi. Kadın üst katta, tek başına kalıyordu evde. Tam kadının aradığı kiracıydılar.
Ahmet, “arada bir yukarı kata çıkarsınız, kadıncağıza can yoldaşı olursunuz. Aylığı uygun. Sevginin oynaması için de kocaman bir bahçe var.” diye övüyordu evi.
Otobüsten inip eve kadar yürürken Ayşe, durakla ev arasının kaç dakikalık yol olduğunu hesaplıyordu içinden.
Ev gerçekten güzel bir bahçe içinde, solmuş pembe boyası ve eskimiş kapılarıyla bakım istediğini belli ediyordu.
slm.........
75-76-78
Ahmet anahtarla kapıyı açtı. Ona, daha önce gezip görmüş olduğu evi oda oda tanıtmaya başladı:
Burası antre. İki küçük oda, bir de salonu var.”
Evi gezip bitirdiklerinde Ayşe’nin morali bozuldu biraz:
“Çok eski değil mi? Nasıl adam edeceğiz bu evi.”
“Sen orasını bana bırak. Ben tamir ederim. Her gün iş çıkışı bu iş için çalışırım bir süre. Sonra, ev sahibiyle de konuştum. eve yapılan masrafın üçte ikisini kabul ediyor. Buraya kadar gelmişken Ali’nin annesini de bir ziyaret ederek, tanışıp öyle gidelim.”
Aklı yatmıştı Ayşe’nin. Hep birlikte yukarı kata çıkıp kapıyı çaldılar. Epey bir süre beklediler kapıda. Tam “ evde yok herhalde.! gidelim” diye düşündüklerinde kapı açılıverdi.
Eli yüzü tertemiz, yüzü nurlu bir kadındı Ali’nin annesi.
“Ne istemiştiniz!?” dedi onlara.
“Aşağıdaki evi tutacağız teyze. Nasılsın, iyi misin? Bunlar da karım Ayşe ve kızımız Sevgi.”
“Buyurun, içeri girin.”
İçeri girip, pencerenin önüne konulmuş divanın üstüne oturdular. Üst katın planı da aşağı katın aynısıydı. Ama, daha bakımlı, temiz ve düzenliydi.
“Çocuklar, sobanın üzerinde ıhlamur var, kaynamış olmalı. size hazırlayayım, birlikte içelim.” Kadının bu sözleri üzerine hemen ayağa kalktı Ayşe. “ Ben hazırlayayım. Yorulmayın siz!”
Ayşe az sonra bardakları doldurup getirmişti. Epey sohbet ettiler. Çok sevmişti kadın onları. Yapacakları çok işleri olduğunu söyleyip, izin isteyerek çıktılar. Yolda, evin içinde yapacakları onarımı konuşuyorlardı:
“Önce boyadan başlayalım. Prizler kırık, lambalar yanmıyor.”
“Nasıl kalkacaksın bu kadar işin altından?”
“Minareyi çalan kılıfını hazırlar. Fabrikada elektrik ve su işinden anlayan bir arkadaşım var. daha önce görüşmüştüm. Evi beğeneceğini biliyordum çünkü.”
Arkadaşları Ahmet’i çok severlerdi. Onun evinin tamiri için ellerinden geleni yapmayı seve seve kabul ettiler. Ahmet boya yapıyor, kırık dökük yerleri alçıyla sıvıyordu. Arkadaşları da su tesisatı ve elektrikle ilgili bozukluklarla uğraşıyorlardı.
İki gece içinde o köhne evi pırıl pırıl yaptılar. Üçüncü gece tabanı kalın muşambalarla kaplamış, ve bütün işi bitirmişlerdi.
Fatma teyze geldiğinde, yapılan işi görünce, gözlerine inanamadı.
“Ellerinize sağlık çocuklar, çok güzel olmuş!” dedi.
Diğer taraftan, Ayşe de, pencerelerin ölçüsüne uygun ucuz basmadan perdeler ve tül perdeler dikmişti.
Mutfağına yine üzerinde kırmızı kalp motifleri olan masa örtüsü ve perdeler aldı. Bu deseni çok seviyordu. Yanan evinin perdeleri de böyle kumaşlardandı zaten.
Çok açılmışlardı. Daha sonra sıkıntısını çekmemek için bu perdelerden vazgeçmesi gerekiyordu. Ama dayanamayıp almıştı yine de.
Bir oturma grubu, geniş bir karyola, Sevgi için bir masa, ufak bir iki halı da almışlardı.
Ahmet’in evindeki eşyalardan işe yarayacakları da silip temizleyip getirmişler, kendi eski tek kişilik karyolalarını Sevgi’nin odasına koymuşlardı.
Pazardan aldıkları çok güzel basmadan üzeri pembe gül motifli yatak örtüsü, aynı renklere yakın masa örtüsü ve perdeler ayarladılar.
Sevgi’nin odasında pembe renk hakimdi.
Ayşe, kızının kitaplarını, elbiselerini yerleştirdi. Onun odasını özenle süsledikten sonra kendi odalarına sıra gelmişti.
Yeni bir karyola örtüsü, çarşaf ve yeni yastık yüzleri almışlardı. Halı ve perde de tamamlanınca, odanın dekoru uyumlu ve güzel oldu.
Ahmet:
“Bahçeyi de temizlemek lazım. Bakımsızlıktan kurumaya yüz tutmuş, ağaçlar var...” diyerek eline aldığı bahçe makası ile kuruyan dalları kesti, dökülen yaprakları topladı ve ağaçların dibini belleyerek toprağını havalandırdı.
Bahçede kışın karda bile açar türde güller vardı. Onları budadı. İşini bitirip içeri girdiğinde, dünyanın en iyi ve güzel kadınına bahçeden kopardığı ve arkasında sakladığı gülü uzatarak iç dekorasyon için teşekkür ederim. Bu gül, çalışmanın ödülü. Bütün bu güzel şeyleri sana borçluyum. Şimdi sıkı dur. Asıl sürprizi sona sakladım. Yarın gidiyoruz!”
“Nereye?”
“Yangında yanan nüfus cüzdanını yenilemeye!”
“Acelesi neydi ki?..”
“Nikah dairesine başvurabilmek için gerekli de onun için.!
79-80-81
İşte Ayşe için bundan daha büyük bir sürpriz olamazdı. Sevinçle Ahmet’in boynuna sarıldı.
O gece çok yorgun olmalarına rağmen yeni evlerinde mutluluktan uyuyamadılar.
Ertesi gün, Sevgi’yi de yanlarına alıp nüfus dairesine gittiler. Uzun bir uğraştan sonra cüzdanı çıkarttılar.
Nikah işlemlerini yaptırmak için, fotoğraf çektirdiler. Fotoğrafçı, fotoğrafı ne için kullanacaklarını sordu. Ahmet evlenmek için... dedi.
“Evleniyor musunuz?” diye sordu fotoğrafçı, göz ucuyla Sevgi’ye bakarak..
“Evet.”
Kim bilir neler düşünmüştü fotoğrafçı.
“Düğün de yapacak mısınız?” diye sordu bu defa.
“Sanmıyoruz...” dedi Ayşe.
“Öyleyse durun. Size bir de düğün fotoğrafı çekeyim”
“Buna gerek yoktu... dedi Ayşe, bunun pahalıya mal olacağını düşünerek,.
Fotoğrafçı:
“Bu benden olacak. para vermeyeceksiniz.”
O zaman iki sevgili fotoğrafçıya minnetle baktılar. Adam Ahmet’e bir ceketle kravat, Ayşe’ye de bir gelin duvağı giydirdi ve eline bir demet yapma gül verdi.
Ahmet ceketi giydi, kravatı bağladı. Ayşe, Ahmet'in dağınık saçlarını bir kaç tarak darbesiyle düzeltti.
Fotoğrafçı onları yan yana oturttu. Ellerini birleştirdi. Sonra da fotoğraflarını çekti.
Fotoğraf çekimi bittiğinde Ayşe:
“Müjdeyi vermek için Perihan ablaya uğrayalım mı? Epeydir onu arayıp sorduğumuz yok.”
“İyi olur...” dedi Ahmet de. “Zaten seni önce ondan istemem gerekirdi aslında. Bu görevimi yerine getireyim de, onlar da rahatlasınlar. Seni kızı Zehra’dan ayrı tutmuyor.”
Sevinçle Perihan hanımın evine yöneldiler.
Perihan hanım onları karısında görünce şaşırdı.
“Buyurun çocuklar, hoş geldiniz! Nerelerdesiniz ayol! Gittiniz bir daha görünmediniz. Her şey işiniz bitene kadar mıydı!” diyerek onlara şakacıktan takıldı.
“Ne diyorsun sen abla!” diye sevgiyle baktı ona Ayşe. “Telaşımızdan seni arayacak vakit bulabildik mi ki...”
“Sorma abla, neler yaptık, haberin yok...” diye sürdürdü sonra da sözü Ahmet.
“Hayırdır, ne oldu!” diye heyecanla sordu Perihan hanım.
“Yok canım. Güzel şeyler...” diye güldü Ayşe. “ Evi taşıdık. Yerleştirdik...”
“Oh, çok iyi etmişsiniz.
“Dur, daha bitmedi...” dedi Ahmet. “Sen ne de olsa Ayşe’nin annesi sayılırsın. Allahın emriyle onun senden istiyorum. Biz nikahlanıyoruz!”
“Ay, tebrik ederim çocuklar! Zehra, Zehra, koş bak neler olmuş!”
Zehra mutfakta koşarak geldi.
“Ne var anne!”
“Ayşe ile Ahmet evleniyorlar.”
“Aaa! Çok sevindim. Canım kardeşim, kutlarım!” diyerek Ayşe’ye sarıldı. Onu salonun ortasına çekti ve dans ederek dönmeye başladı.
Sanki bir bayram coşkusu yaşıyorlardı.
“Durun çocuklar, bunu biri ziyafetle kutlayalım! Haydi, giyinin sizi bir restorana davet ediyorum.
Hazırlanıp çıktılar. Gittikleri yer pek ünlü olmasa da oldukça seçkin sayılırdı. Güzel bir masa seçip oturdular.
Renkli ışıklar, tertemiz masalar, hafif bir müzik insanı dinlendiriyordu.
Yemek siparişlerini verdiler. Yemeklerini beklerken derin bir sohbete daldılar.
Saatler geçtikçe sohbet koyulaşmış, içtikleri şarap başlarını döndürmüştü.
Restorandaki müzik giderek dans müziğine dönüştü. Çiftler dansa kalmıştı. Ahmet de Ayşe’yi kaldırdı İkisi dans ederken Perihan abla Sevgiyle ilgileniyor, onunla konuşuyordu.
Sevgi annesinin mutluluğunu gözlerinden okuyor, kendisi de mutlu oluyordu. Artık Ahmet’i eskisi kadar kıskanmıyordu. Hatta onu sevmeye bile başladığını düşünüyordu. Konuşmasa da bunu bakışlarından okumak mümkündü.
Zehra da dans eden çifte dalmış, iç geçiriyor arada bir, “bana da böyle bir kısmet çıksın” diye içinden dua ediyordu.
Vakit ilerlemişti çıktıklarında. Tek tük açık kalan son dükkanlar da kapanıyordu. Ahmet, cadde boyu yürürlerken gözleriyle henüz kapanmamış bir çiçekçi arıyordu kimseye belli etmeden.
“Bir dakika bekleyin beni” deyip ayrıldı yanlarından. Dükkana girdi. Yanlarına tekrar geldiğinde elinde bir demet çiçek vardı. Ayşe’ye kırmızı bir gonca gül, Perihan hanıma ve Zehra’ya birer beyaz gül ve Sevgi’ye bir demet kır çiçeği uzattı. Hava soğuktu. O kadar sıcak
bu iki günlük