Şehrimizin en ilginç ve dikkate değer şahsiyetlerinden birisi de elbette Abid Hoca’dır.
Bundan yıllar önce Çarşı Camii ve etrafında gezinenler muhakkak rastlamıştır kendisine.
Veya az buçuk Nizip’teki olaylara kulağı açık olanlar, Abid Hoca’yla ilgili bir şeyler duymuştur.
İri yarı gövdesi, uzun boyu, gür sakalı, heybetli duruşu ile onu bir defa görenin unutması mümkün değildir.
Onun haline bakarak bir meczup, bir deli veya bir veli demek mümkündür.
Hani kimi insanlar vardır; bazı davranışlarını anlamlandıramaz, akıllı bunu yapmaz dersiniz. Ama deli demeye de diliniz varmaz, çünkü bildiğimiz anlamda bir deli olmadığını çok iyi bilirsiniz. Öyle ilginç, enteresan, hikmetli, sıra dışı hallerine şahid olursunuz ve bu adam bir ermiş dersiniz. Yani karmakarışık duygular içinde kıvranır durursunuz.
İşte Abid Hoca, kabul edin veya etmeyin, benim için böyle biri.
Abid Hoca Kimdir?
Abid Taşdemiş Nizip’te doğdu.
Aslen Akçakentli.
Babası Köse Şerif’in oğlu Hüseyin, annesi Nesibe Hanım.
Babası zamanında durumu hayli iyice olup, oğlu Abid dünyaya geldiğinde muazzam bir ziyafet vermiş.
Kardeşleri; Hacı Ali, Hacı Şerif, Fatma, Bayzer, Hacı Miniredir.
Abid Hoca iki evlilik yapar. Birinci hanımdan iki oğlu, iki kızı olur.
1965’lerde Salih Ekmekçi’nin evinin karşısında bir kahve açar. Uzun Çarşı’nın sonunda, Sabancı Pazarının yanında. Kahveyi iyice döşer, tarlasını 30 bin’e satarak hepsini harcar. Üstelik gelenlere gereken ikram yapıldıktan sonra beş kuruş para da almaz gönderir. Tabi sonuç malum…
Abid Taşdemir, çok ciddi bir İslami eğitim görmese de bir şeyler öğrenmiş olacak ki, fahri de olsa bazı köylerde imamlık yapar. Özellikle ilk dönemlerde çok normal biridir, camide namaz kıldırır, vaaz verir (hem de çok etkili vaazlar). Ancak ne olduysa sağlığını yitirir, davranışları değişmeye başlar ve kamuoyunun bildiği ikinci dönem Abid Hoca faslı başlar.
Bu yeni süreçte onu, Çarşı Cami ve çevresinde sıkça görürüz.
Yaz kışdemeden onu havuzda yüzerken, on parmağında on sigara, iki de burun deliğinde keyifle gezinirken, insanları tenekeyle sahura kaldırırken, güzel sesiyle bir ilahi çağıldarken, cenazede irticalen dua ederken duyabilir, yaz aylarında wc’nin damında yatarken, heykelin yanında, üstünde oturmuş, “ben senin misafirinim atam” diyerek ünsiyet kurmuş olarak görebilirsiniz. Heykel deyince Antep’te yaşadığı bir olayı aktaralım hemen: İlimize gittiği bir gün, soluğu heykelde alır. Bin bir zahmetle üzerine çıkar. Görenler önce anlam veremez ancak güvenlik kuvvetleri kısa bir müddet sonra gelerek indirmeye çalışırlar. Uyarılar tehdite dönüşse de fayda vermez. Onun derdi ayrıdır.
“Ordular, hazırlanın, Antep’i kurtaracağız! Hücuuum!... Seni kurtaracağız Antep!”
Ancak bir zaman sonra itfaiye ekipleri gelir ve zorlu bir mücadeleden sonra indirirler.
“Atam, bunlar beni senden ayırıyorlar.” diye inlemesine aldırış eden olmaz…
Elazığ’da…
Biz küçükken birisini kızdırmak istediğimizde şöyle seslenirdik:
“Haydi Elaziz’e, bir, iki, Elaziz…”
Tabi Elazığ’a normal bir seyahat değil burada söz konusu edilen. Orada bölge insanına hizmet eden ruh ve sinir hastalıkları hastanesi (yani akıl hastanesi)’ne güle güle, sağlığın yerinde değil, oraya git de tedavi ol, anlamına geliyordu.
Tabi Allah kimseyi şirin akıldan etmesin, Nizip’ten oraya gidenler oluyordu.
Bunlardan biri de Abid Hocamız idi.
Başka bir yere gideceklerini söyleyerek götürürler.
Orada ne kadar kalır bilemeyiz ama bir gencin kendisine sorduğu tüm sorulara doğru cevaplar vermesi herkesi şaşkına uğratır.
…
Elazığ’da kaldığında hastane arkadaşlarına liderlik de yapar.
Bir defasında arkadaşlarını toplar, her birine bir meyve ismi verir. Sonra;
“Haydi ağaca çıkın bakalım!” der.
Herkes ağaca çıkar.
“Kimin ismini söylersem, ağaçtan atlayacak” diye talimat verir.
Birer birer seslenir ve ismini söylediği herkes atlar. Birisi de isminin söylenmesini beklemeden atlayınca, onu tekrar çıkartır.
“Sen daha hamsın, biraz olgunlaş da öyle düş, hiç ham meyve dalından düşer mi?” der.
Tabi atlayanların yarısının bir yerleri kırılır.
Olgunlaşmanın tabi ki bir bedeli vardır…
Şeyh Efendi
Kardeşinin oğlu anlatıyor:
Ben İstanbul’da askerdim.
Bizim kışlanın karşısında bir şeyh efendi’den bahsetti arkadaşlar. Onun duasını alanların, erken teskere aldığını söylüyorlardı. Çarşı iznine çıkan askerler, Şeyh Efendi’nin duasını almak için yanına gidiyorlardı. Ben de gittim. Bir de ne göreyim: Amcam Abid Hoca değil mi Şeyh Efendi!
Beni görünce o da şaşırdı, beni yanına çağırarak kulağıma eğildi:
“Oğlum sakın sesini çıkarma, yoksa senin tezkeren gelmez!”
Ben de duasını alıp çıktım, kimseye de bir şey demedim.
…
Ancak şu ilginç olayı nasıl yorumlamalı bilemiyorum?
Kilisli Mehmet Gürses anlatıyor:
Ben kendi gözlerimle gördüm. Nizip Belediyesi’ne ait somun fabrikası çalışıyordu. Ocakta alevler yükseliyordu. Abid Hoca gözlerimizin önünde, hepimizin hayret dolu bakışları arasında fırına daldı, bir müddet kaldıktan sonra dışarıya çıktı, bırakın kendisine bir şey olmayı, alnında bir damla bile ter yoktu.
İşte böyle biriydi Abid Hoca.
Final
Artık bir efsaneye dönüşen, benim, olayı yaşayanlardan da bizzat dinlediğim kadarıyla, ibret verici, düşündürücü bir son olay yaşamıştır.
“Biz arkadaşlarla Çarşı Camiin yanında oturuyorduk. Karanlıktı. Bir inleme sesi duyduk. Önce, bir sarhoş inlemesidir diye pek oralı olmadık. Ses artınca mecburen kalkıp baktık. Caminin altındaki tuvaletten geliyordu. İçeri girdiğimizde dehşetle irkildik: Abid Hoca, yerde, kanlar içinde kıvranıyordu. Hemen ambulans çağırdık, hastaneye kaldırdık. Daha sonra öğrendik ki, Abid Hoca, tenasül uzvunu kesmişti.”
Evet, Abid Hoca gerçekten de öyle yapmıştı.
Belki de bize bir mesaj bırakmak istiyordu.
İnsanın helal-haram anlamında dikkat etmesi gereken bir uzvuna, keskin bir mesajla uyarıda bulunuyordu.
İnsanın, kadın olsun erkek olsun insanın, bu uzvuna sahip çıktığı takdirde iffet ve haya sahibi olacağına, sınır tanımadığı zaman, şehvetine yenik düştüğü zaman ne rezillikler, iğrençlikler yapabileceğine, en son Şiirt’te yaşanan insanlık dışı hallerle de anlaşılacağı üzere, bize köklü bir mesaj vermek istiyordu, kim bilir?!...
Ama bu olaydan sonra şunu söylediği kesin:
“Ben senin yüzünden çok sıkıntılar yaşadım, artık senden kurtulmam gerekiyordu, işte kurtuldum ve rahatladım.”
Birkaç dakikalık zevk (?) uğruna, gencecik yavrularımızın geleceğini karartan, dünya ve ahiretlerini berbat eden, genç yaşlı nice yaratıkların ortalıkta insan ve akıllı olarak gezdiği dünyamızda, Abid Hoca’ya deli gözüyle bakabilir miyiz?
Ne diyelim, Allah rahmet eylesin.***