Günümüzde pek çok þeyden þikâyetçiyiz. Vaktimizin boþ geçmesinden, dilimizin sarf ettiði kötü sözlerden, ibadetlere karþý tembelliðimizden, bedenimize giren ani hastalýklarýmýzdan, bereketi olmayan kazancýmýzdan, evlatlarýmýzýn itaatsizliðinden, eþlerimizin doyumsuzluðundan, sözlerimizin tesirsizliðinden… Kalbimizin, dilimizin, vaktimizin, kazancýmýzýn, bedenimizin, yediðimiz gýdalarla mutlak bir baðý vardýr.
Temiz gýda ile beslenen organlar, meyveli güzel aðaçlar gibi iyi amellere vesile olurlar. Zira yediklerimizin ve içtiklerimizin manevi hayatýmýza; duygu ve düþüncelerimize, iyilik ve kötülüklerimize, dostluk ve düþmanlýklarýmýza etkisi çoktur. Bunun içindir ki, insanlar yeryüzündeki helal ve temiz olanlarýndan yemekle, haram, þüpheli ve günah olanlardan da sakýnmakla emir olunmuþlardýr.
Öyleyse her birimiz kendi muhasebemizi yapmalýyýz. Kazancýmýz helal mi? Aldýðýmýz, sattýðýmýz, tükettiðimiz veya bize ikram edilen yiyecekler ve içeceklerler dinen temiz mi? Çocuklarýmýza yedirdiklerimiz veya giydirdiklerimiz hoþ ve güzel mi? Evimize getirdiklerimiz hakkýyla çalýþmamýzýn karþýlýðý mýdýr? Soframýzdakiler saðlýða faydalý mýdýr? Giydiklerimizde baþka kimselerin bir hakký var mýdýr?
Helal ve haram hassasiyeti taþýyan ecdadýmýzdan bizlere ulaþan þahika misallerinden birisi de Büyük Ýmam Ebu Hanife’nin (v. 150/767) babasýndan gelen þu olaydýr: Hanefilerin mezhep imamý Ýmam-ý A’zam’ýn babasý Sâbit b. Zûtâ, gençliðinde bir gün dere kenarýnda abdest alýyordu. Tam abdest almaya baþlayacaðý zaman sulara kapýlýp gelen bir elma gördü. Elmayý, nereden geldiðini ve haram veya helal olup olmadýðýný düþünmeden bir defa ýsýrdý, yarýsýný yedi. Hikmet-i ilahi ile bir an düþünen Sabit, hata ettiðini anladý ve mutlaka elmanýn sahibini bulup helal ettirmesi lazým geldiðini düþündü. Suyun geldiði tarafa doðru yürüdü. Elma elinde olduðu halde araya araya elmanýn düþtüðü bahçeyi ve sahibini buldu.
Bahçenin sahibine meseleyi anlatýp elmayý, yanlýþlýkla ýsýrdýðýný ve hakkýný helal etmesini istedi. Bu hareketi, elma sahibinin dikkatini çekmiþti; hakkýný helal edemeyeceðini, hakkýný helal etmesi için bazý þartlarý olduðunu söyledi. Genç Sâbit, ne isterse yapacaðýný, yeter ki hakkýný helâl etmesini isteyip þartýnýn ne olduðunu sordu. Elma sahibi de, hakkýný helal etmesi için iki sene bahçesinde çalýþmasý lazým geldiðinin þart olduðunu söyleyince, takvalý genç, çaresiz kalmýþtý; ahirette ceza çekmektense bu dünyada bir þahsa iki sene hizmet etmek daha iyidir diye düþündü ve þartýný kabul ettiðini söyledi.
Sâbit, bir elmayý yanlýþlýkla ýsýrýp yediði için elmanýn sahibine iki sene hizmet etti ve adamýn iþinde canla-baþla çalýþtý, iki sene dolduktan sonra adama; zamanýn dolduðunu ve artýk hakkýný helâl etmesini istediðini söyledi. Adam yine, “Helal etmiyorum, benim bir kýzým var onunla evlenirsen ancak o zaman helal ederim.” dedi.
Sâbit bu teklifi de kabul etti. Ancak adam, kýzýnýn dilsiz olduðunu, gözünün kör, elinin çolak, ayaðýnýn topal, kulaðýnýn da saðýr olduðunu söyleyip, iyi düþünmesini ve sonra piþman olmamasýný söyledi. Sâbit yine düþündü taþýndý “Ahirette ceza çekmektense bu daha iyidir” deyip kýzla evlenmeyi de kabul etti...
Adam Sâbit’e vermek için kýzýnýn büyümesini beklemiþti... Düðün yapýldý, nikâh kýyýldý, neticede Sâbit gelinin kendisine söylenen özelliklerde biri olmadýðýný görünce bir yanlýþlýk olduðunu zannetti. Yüzünü ondan çevirdi, babasý yalancý olan bu kýzý, almak istemedi. Çünkü gördüðü kayýn pederin söylediðinin aksine her azasý yerinde genç ve güzel bir kýz idi.
Kýzýn babasý bir yanlýþlýk olmadýðýný söyleyerek özür diledi meseleyi þöyle anlattýlar: “Dilsizdir; daima Hakk’ý yâddetti, gýybet etmedi, kördür; mahrem olana, harama bakmadý, sadece Kur’an okudu, elsizdir; kul hakkýný almadý, ayaksýzdýr; kötü olan iþe gitmedi. Ýþte senin hanýmýn odur, Allah mes’ut etsin.” Bunlarý dinleyen Sâbit, ikna olup kýzý nikâhýna aldý.
Daha sonra seneler geçti, bu evlilikten adýný Nu’man koyduklarý bir çocuklarý dünyaya geldi. Annesi Nu’man’ý hocaya ilim okumasý için teslim etti. Altý yaþýnda Ýmam-ý A’zam unvanýna kavuþan Nu’man üç günde Kur'an-ý Kerim’i hatmettiði zaman iffet timsali annesi: “Ah yavrum! Baban o elmayý ýsýrmasaydý, sen bir günde hatmedecektin” buyurmuþtu.
Haram lokma sadece bizim deðil, çocuklarýmýzýn da maneviyatýný etkilemektedir. Farkýna varmadan tükettiklerimiz, fýtratýmýzýn nice güzelliklerini tüketirler. Helal, insaný Allah’a yaklaþtýrýr, haram ise uzaklaþtýrýr. Helal fýtridir, haram þeytanidir. Helal, ruhu iman ve ibadetle coþturur, haram ise þeytanýn ve nefsin peþinden koþturur. Helal, berekettir, haramsa felakettir. Helal her iki dünyada servettir, haram her vakit kalbe ve gönle kasvettir. Helal lezzettir, haram þehvettir.
Firaset sahibi zatlardan birisi þöyle demiþtir: Sabahlarý insanlara bakarým; kimin helâl, kimin haram yediðini anlarým!” Talebeleri merakla bunu nasýl anladýðýný sorduklarýnda þöyle izah etmiþtir: “Her kim sabahleyin kalkar kalkmaz dilini boþ lâf, gýybet ve sövüp saymakla meþgul ederse, bilirim ki bu, haram yemiþtir. Her kim de sabahleyin kalktýðýnda dilini Allah Teâlâ’nýn zikri, kelime-i tevhîd ve istiðfarla meþgul ederse, o kiþinin de helal yediðini bilirim... Çünkü helâl da haram da insanlarýn fiillerine yansýr...”