I
Zamanýn kurak tarlasýna ekilmiþiz, suyumuz yok! Üstümüzde güneþ, her taraf cehennem ateþi gibi yanmakta; kavruluyoruz. Bize yaþam verecek her damlaya muhtacýz. Yüzyýllardýr ayný tarlalarý sulayan kaynaklar kurumuþ. Þimdi, nereden estikleri belli olmayan rüzgârlarýn kölesi olan bulutlarýn elinde hayatlarýmýz…
Öyle bir haldeyiz ki, kandillerimizden yayýlan ýþýk sadece kendi önümüzü aydýnlatýyor. Akýl körleþmiþ, vicdan saðýr. Hakikat için sefere çýkmak yerine, hayatýn anlamsýzlýk zemini üzerinde doðrular için kaleler inþa ediyoruz.
II
Ne garip deðil mi? Her ikisi de insan elinden çýktýðý halde, kaleleri kendi doðrularýný savunmak, mabetleriyse gerçeði aramak için yaparýz. Kaleler doðrularýmýzýn saklandýðý, mabetler gerçeklerimizin yaþadýðý yerlerdir. Kaleler þiddeti ve korkuyu, mabetler ise iyiliði ve huzuru barýndýrýr. Bu yüzden olmalý ki, kalelerimizi mümkün olduðu kadar yüksek ve kalýn duvarlarla, mabetlerimizi de birer sanat harikasý veya huzur abidesi olarak inþa ederiz.
III
Hayatta pek az kiþi hayal kurmaya devam eder; sadece umut için… Umut, yolunu yalnýz þairlerin bildiði bir mabettir. Ýnsanlýðýmýzý, insan olmanýn anlamýný bu mabette buluruz. Anlam için umut eder, anlam için hayal kurarýz… Hayal eder þiirler yazarýz, hayal eder mabetler inþa ederiz… Hayali alýn insanýn elinden; geriye ne kalýr ki, bir hayvan postundan baþka!
alýntý...