serdar tuncerin satýr arasý hikayelerinden alýntý yapmaya çalýþýcam bunun yaný sýra paylaþmak istediðiniz satýr aralarýný yazabilirsiniz...
kaynak=
serdar tuncerin satýr arasý hikayelerinden alýntý yapmaya çalýþýcam bunun yaný sýra paylaþmak istediðiniz satýr aralarýný yazabilirsiniz...
kaynak=
Konu Mustafa Bilici tarafýndan (07.05.07 Saat 19:36 ) deðiþtirilmiþtir.
Anzakli ÖmerÝn HÝkayesÝ
Türk olmanýn nasýl bir þey olduðunu unutanlara hatýrlatmak için, Türk olmanýn tadýna varmak için, lütfen okuyun.
Bu hakiki hikayeyi aktaran, sayýn Dr. Ömer Musoðlu 85 yaþýndadýr ve halen MODA/ Ýstanbul'da oturmaktadýr.
Anzaklý Ömer'in Hikayesini 1957 Yýlýnda Ýstanbul Týp Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Muþluoðlu, görev yaptýðý hanede baþýndan geçen çok enteresan bir hadiseyi þöyle anlatýyor:
Amerika 'ya gittiðim ilk yýllar.. New York'da Medical Center Hospital'da görev almýþtým. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi iþler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direkt olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor .Diðer zamanlarda da laboratuarda çalýþýyorum. Bir hastaya gittim. Yaþlýca bir adam, tahminen yetmiþ beþ yaþlarýnda..
-Kan vereceðim kolunuzu açar mýsýnýz?" dedim.
Adamcaðýz kanserdi ve ayný zamanda kansýzdý.. Kolunu açtým, baktým pazusunda bir Türk bayraðý dövmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:
-Siz Türk müsünüz?
-Kaþlarýný yukarýya kaldýrarak "hayýr" manasýna bir iþaret yaptý.
-Ama ben hala merak ediyorum. "Peki bu kolunuzdaki Türk bayraðý nedir?"
-Aldýrma öylesine bir þey iþte, dedi.
Ben yine ýsrarla:
-Fakat benim için bu çok önemli, çünkü bu benim milletimin bayraðý, benim bayraðým...
Bu söz üzerine gözlerini açtý. Derin derin yüzüme baktý ve mýrýltý halinde sordu:
-Siz Türk müsünüz?
-Evet Türk'üm...."
Ýhtiyar gözlerime tanýdýk bir göz arýyor gibi baktý.. Anlatmaya baþladý:
"Yýl 1915. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de..Orada savaþmak üzere bütün Hýristiyan devletlerden asker topluyorlardý. Ben, Avustralya Anzaklarýndaným. Ýngilizler bizi toplayýp dediler ki:
-Barbar Türkler Hýristiyan dünyasýný yakýp yýkacaklar. Bütün dünya o barbarlara karþý cephe açmýþ durumda.. Birlik olup üzerine gideceðiz. Bu savaþ çok önemlidir. '
Biz de inandýk sözlerine ve savaþmak isteyenler arasýna katýldýk.. Beynimizi yýkayan Ýngilizler Türklere karþý topladýðý askerlerin tamamýný Çanakkale'ye sevk ediyormuþ. Bizi gemilere doldurup Mýsýr'a getirdiler, orada birkaç ay talim gördük, sonra da bizi alýp Çanakkale'ye getirdiler.
Savaþýn þiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düþen gülleler sularý metrelerce yukarý fýþkýrtýyor, gökyüzünde havai fiþekler gibi geceyi gündüze çeviriyordu. Her taarruzda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatýnýn baharýnda can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti gördükçe þaþýrýyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduðumuz gibi sayý bakýmýndan da fazlaydýk. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren þey neydi? Ýlk baþlarda zannediyordum ki Ýngilizlerin bize anlattýðý gibi Türkler barbarlýktan böyle saldýrýyorlar. Meðer bu barbarlýktan deðil, kalplerindeki vatan sevgisinden kaynaklanýyormuþ.
Biz karaya çýktýk. Taarruz edeceðiz, bizi püskürtüyorlar.. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi gene püskürtüyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz..
Derken böyle bir taarruzda baþýmdan yediðim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmiþim. Gözlerimi açtýðýmda kendimi yabancý insanlarýn arasýnda buldum. Nasýl korktuðumu anlatamam. Ýngilizler bize Türkleri barbar, vahþi kimseler olarak tanýttý ya... Ama dikkat ettim, bana hiç de öfkeli bakmýyorlar, yaralarýmý sarmýþlar. Ýyice kendime gelince bu defa çantalarýnda bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. Ýyi biliyorum ki onlarýn yiyecekleri çok çok azdý. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardý. Þok olmuþtum doðrusu..
Dedim ki kendi kendime:
-'Bu adamlar isteseler þu anda beni öldürürler, ama öldürmüyorlar... Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi.. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler..' Biz esirlere misafir gibi davranýyorlardý. Bu duygularla 'Yazýklar olsun bana' dedim. 'Böyle asil insanlarla ben niye savaþýyorum, niye savaþmaya gelmiþim? Bu Ýngiliz milleti ne yalancýymýþ, ne kadar Türk düþmanýymýþ' diyerek piþman oldum.. Ama bu piþmanlýðým fayda etmiyor ki... Bu iyiliðe karþý ne yapsam diye düþündüm durdum günlerce.. Nihayet bizi serbest býraktýlar. Memleketime döndüm. Ýþte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu Türk bayraðý dövmesini yaptýrdým. Bu bayraðýn *****ý bu iþte.."
Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: Talihin cilvesine bakýn ki, o zaman ölmek üzere iken yaralarýmý iyileþtirerek, sýhhate kavuþmama çaba sarf eden Türkler idi. Þimdi de Amerika gibi bir yerde yýllar sonra yine iyileþtirmeye çaba sarf eden bir Türk... Ne garip deðil mi? Avustralya'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karþýlaþacaðýmý hiç tahmin etmezdim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsýnýz. Bizi hep kandýrmýþlar, buna bütün kalbimle inanýyorum. Peþinden nemli gözlerle
-Bana adýnýzý söyler misiniz? dedi.
"Ömer" cevabýný verdim.
Merakla tekrar sordu:
-Peki niçin Ömer ismini vermiþler sana?"
-Babam Müslümanlarýn ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Ömer adýný vermiþ.
-Senin adýn Müslüman adý mý?
Ben
-Evet, Müslüman adý" deyince yüzüme baktý,doðrulmak istedi. Onun yatakta oturmasýna yardým ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki:
-Senin adýn güzelmiþ. Benim adým þimdiye kadar Josef Miller idi, þimdiden sonra "Anzaklý Ömer" olsun.
-"Olsun" dedim.
-"Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?"
Þaþýrdým, nasýl da birdenbire Müslüman olmaya karar vermiþti. Meðer o bunu hep düþünüyormuþ da kimseyle konuþup soramadýðý için gerçekleþtirememiþ..
-"Tabii" dedim.. "Müslüman olmak çok kolay." Sonra kendisine imanýn ve Ýslam'ýn þartlarýný anlattým, kabul etti. Hem kelime-i þahadet getiriyor, hem de aðlýyordu.. Mýrýldandý:
-Siz Müslümanlar tespih çekersiniz, bana da bir tespih bulsan da ben de yattýðým yerden tespih çekerek Allah'ýmý ansam olur mu?
Bu sözden de anladým ki dedelerimiz savaþ esnasýnda Hakk'ý zikretmeyi ihmal etmiyormuþ. Hemen bir tespih bulup kendisine getirdim. Hasta yataðýnda tespih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gün yanýna gittiðimde samimi bir þekilde rica etti.
-Beni yalnýz býrakma olur mu?"
-Ne gibi Ömer amca?
-Ara sýra gel de bana Ýslamiyet'i anlat!.. Sen çok güzel þeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahlýyor." O günden sonra her gün yanýna gittim, bildiðim kadarýyla dinimizi anlattým. Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatýrlamýyorum, hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum;
"Doktor Ömer, lütfen 217 numaralý odaya gidin!
Hemen yukarý çýktým. Ömer amcanýn odasýna vardýðýmda gördüðüm manzara aynen þöyleydi: Sað elinde tespih, açýk duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayraðý, göðsünde imaný ile koskoca Anzaklý Ömer son anlarýný yaþýyordu. Hemen baþucuna oturdum, kendisine kelime-i þahadet söylettirdim, o þekilde kucaðýmda ruhunu teslim etti...
Bir Çanakkale gazisi görmüþtüm. Yýllar sonra da olsa Müslüman Türk Milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuþtu. Ne yalan söyleyeyim, aðladým... "
Madem ki; düþünceyi zindana koymayan, hakikat sevgisini zincire vurmayan bir millet, o cesur ve adil Türkler var, üzerinde hakikatin, adaletin ve hürriyetin hüküm sürdüðü bir güneþ ülke neden vücut bulmasýn..."
Kerpicin Etkisi
Bir inkarcý, alimin birine þu üç soruyu sorar:
1- Allah varsa bana göster.
2- Her iþi Allah yaratýyor da neden suçlu ceza görür?
3- Þeytan ateþten yaratýldýðý halde ona cehennem ateþi nasýl etki yapabilir?
Alim bu sorularý soðukkanlýlýkla dinler. Sonra da yerden bir kerpic parçasý alýp inkarcýnýn baþýna vurur. Baþý yarýlan inkarcý soluðu mahkemede alýr. Hakim, alime sorar:
- Bunun baþýna kerpic vurmuþsun öyle mi?
- Bana üç soru sormuþtu, ben sorularýna karþýlýk kerpici vurdum.
- Nasýl?
- Anlatayým. Allah varsa bana göster demiþti. Baþýnýn aðrýdýðýný iddia ediyorsa göstersin. Ýkinci olarak da her þeyi Allah yaratýyorsa suçlu neden ceza görsün dedi. Madem ki niçin beni mahkemeye veriyor. Üçüncü olarak da ateþten yaratýlan þeytana cehennem ateþi nasýl etki yapar diye sordu. Cevabýný aldý. Topraktan yaratýlan kendisine, yine topraktan olan kerpic nasýl etki yapýyor?
Bu cevaplardan sonra alim beraat eder.
DERMAN KÝMDEDÝR?
Adam amansýz bir derde tutulmuþtu. Günden güne eriyip tükenmekte, artýk Azrail Aleyhisselam'ýn yolunu gözlemekteydi.
Gittiði bütün tabiplerden eli boþ dönmüþ, çaldýðý her kapý yüzüne kapanmýþtý. Yemeden içmeden kesilmiþ, bir deri bir kemik kalmýþ, gözleri günlerdir uyku görmemiþti. Bir tek, filan yerde bir hekim daha var, dedikleri vakit dizlerine biraz derman geliyor, son bir ümitle gidiyor ama oradan da bir çare bulamýyordu. Bütün hekimler aðýz birliði etmiþti sanki. Bu hastalýðýn çaresi yok, diyorlar, baþka bir þey demiyorlardý.
Boynunu büküp kaderine razý olmaya çalýþtýðý sýrada Lokman Hekim'i duydu. Kimsenin derdine çare bulamadýðý hastalar onun elinden þifa buluyor, ölümün pençesinde kývrananlar onun ilaçlarýyla yeniden doðmuþ gibi oluyorlardý. O hekimlerin hekimiydi.
Adamýn ne nefes almaya mecali vardý, ne de yürümeye takati. Daðlarýn ardýndaydý Lokman Hekim. Ama ne yapýp-edip, ölüm gelmeden bir de ona gitmeliydi.
Yol azýðýný, asasýný, dostlarýnýn dualarýný aldý yola koyuldu. Mecali kalmayýp yere yýðýldýðý zamanlarda Lokman’ýn þifalý elleriyle iyileþeceðini düþünerek tekrar kalktý. Her adýmda dermana biraz daha yaklaþtýðýný hissederek güç-kuvvet buldu. Yaklaþtýkça ümidi arttý Lokman Hekim'e dualar etti, o olmasaydý ne yapardým diye düþündü, gülümsedi, yürüdü daðlar boyunca.
Lokman Hekim'in kapýsýna geldiðinde yolculuðunun yedinci günü bitmek üzereydi. Son bir gayretle kapýnýn eþiðine geldi, oracýða yýðýldý kaldý. Lokman Hekim onu içeri aldý, dinlenmesi için yer gösterdi. Adam kurtarýcýsýnýn yüzüne güldü, solgun dudaklarýný kýpýrdatýp, fýsýltýyla dualar etti.
Hekimlerin Hekimi adamý muayene etti, sorular sordu, ne olduðunu anlamadýðý bir þeyler yaptý. Sabaha doðru hastasýný incelemeyi býrakýp alnýndaki teri sildi, bir köþeye oturdu, düþünceye daldý. Adam gözlerini aralayýp yalvararak kurtarýcýsýna baktý. Bir güzel söz bekledi, bir ümit kýrýntýsý, yaþayacaðýna dair bir tek söz, bir tebessüm hiç olmazsa...
Oturduðu yerden yavaþça doðruldu Lokman Hekim, hastasýnýn elini tuttu, gözlerini gözlerine dikti. Adam yalvarýrcasýna bakmaya devam ediyor, gözleri yaþlý, nefesini tutmuþ bekliyordu.
— Evlat, dedi Hekimlerin Hocasý, senin derdinin dermaný bende yok!
O anda zaman durdu sanki, hasta adam bir ah çekti, boynu yan tarafa düþtü.
Öðleye doðru kendine geldi, zorlukla ayaða kalktý hiçbir þey söylemeden asasýna dayanarak kapýdan çýkýp gitti. Nereye gittiðini bilmiyordu, nereye kadar gidebileceðini de... Burada, son ümidini de yok eden bu adamýn yanýnda kalmak istemiyordu, o kadar. Ölüme gidiyordu adam.
Akþamüstüne kadar hiç durmadan yürüdü. Dizlerinde derman tükenince bir aðaca doðru sürünerek ilerledi, sýrtýný aðaca yasladý. O anda uyku hücum etti gözlerine, direndi. Gözleri kapanýrsa bir daha açýlmayacak gibi geliyordu. Biraz ilerideki koyun sürüsünü izlemeye baþladý. Kuzulara baktý, annesinin etrafýnda oynaþan kuzulara. Gözünün önüne çocuklarý geldi, gözlerini aralamaya çalýþtý. Peh, dedi, Lokman Hekim'miþ, güya hocalarýn hocasý!..
Kuzularý seyretmeye koyuldu tekrar. Göz kapaklarýný ellerinin yardýmýyla açýk tutmaya çalýþýyordu ki, o da ne, simsiyah bir yýlan kuzularla beraber kara bir koyunun memelerinden süt emiyordu. Gözlerini ovuþturdu, daha dikkatli bakmaya çalýþtý, evet öyleydi. Adam þaþkýnlýk ve merakla seyrederken, karayýlan kara koyunun memelerinden emeceði kadar emdi, kývrýla kývrýla sürüden uzaklaþtý, sonra ak bir taþýn üstüne emdiði bütün sütü kustu.
Düþündü adam. Bu bir iþaret miydi? Belki... Ölümü beklemek, ölüme gitmekten daha zordu. Sürünerek ak taþýn yanýna vardý, kararýný verdi, yýlanýn kustuðu sütü içip ölecekti. Taþýn üstündeki siyahlaþmýþ süt birikintisine baktý, bir an durakladý, sonra içiverdi. Lokman'mýþ, dedi, Lokman!.. Bir daha içti. Gözleri kapanýyordu, engel olmadý gözlerine, kuzulara baktý son kez, baþý dönüyordu. Ak taþýn üstüne yýðýlýp kaldý adam.
Güneþin ilk ýþýklarýyla gözlerini açtý, etrafýna bakýndý. Akþam neler olmuþtu? Ak taþa iliþti gözü, hatýrlamaya çalýþtý. Ölmeyi bile becerememiþti.
Aðaca doðru yürüdü, eðilip asasýný aldý, dönüp bir ak taþa, bir asaya baktý. Ama aðaca kadar asasýna dayanmadan nasýl yürüyebilmiþti? Nasýl olurdu bu? Kendini þöyle bir kontrol etti, nefes alýp verdi, bir baþkalýk vardý vücudunda, iyi hissediyordu kendini.
Köyüne doðru yürümeye baþladý. Yürüdükçe açýldý, açýldýkça kendine geldi, asayý attý. Eskisi gibiydi. Sanki dün akþam sürünerek ölüme giden adam kendisi deðildi. Elindeki çýkýný fýrlatýp attý, sevinç içinde köyüne, çocuklarýna doðru koþmaya baþladý.
O anda Lokman Hekim aklýna gelince durdu, dönüp geldiði yola baktý, kararýný verdi, geri dönüp onu görecekti. Hani benim derdimin dermaný yoktu, hani sen hekimlerin hocasýydýn, bak iþte sapasaðlamým diyecekti. Sen de tabipsin öyle mi, hadi caným!.. Bak bir yýlanýn zehri... Yok yok, söylemeyecekti nasýl iyileþtiðini, bilmesin di o kendini hekim zanneden adam. Lokman Hekim'le nasýl alay edeceðini düþündükçe dizleri daha bir kuvvetleniyor, adýmlarý hýzlanýyor, vücudu biraz daha canlanýyordu.
Lokman Hekim'in evinin önüne gelip durdu. Bu defa baþkaydý, eþiðe baktý, kahkaha attý, var gücüyle kapýyý çalmaya baþladý. Lokman'mýþ, dedi bir kez daha, daha hýzlý çaldý kapýyý. Lokman kapýyý açtý nihayet, içeriye buyur etti. Adam kapýyý omuzlarcasýna girdi içeri.
— Bak, diyordu vücudunu göstererek, oradan oraya zýplýyor, yerinde duramýyor, hey Lokman Hekim, diyordu, bütün dertlerin dermaný varmýþ sende! Bir de beni muayene etsen, hocalarýn hocasý, hah hah ha...
Lokman Hekim adama yaklaþtý, omuzlarýndan tuttu, dudaklarýnda belli belirsiz bir gülümseme, tane tane konuþmaya baþladý:
—Ah evlat ah, senin derdinin dermaný bende yok dedim, ben nereden bulaydým karayýlaný, kara koyunu, kendi rýzasýyla nasýl emzirseydim, ak taþýn üstüne nasýl kustursaydým...
Adam þaþýrmýþtý, gözlerini yerden kaldýramýyordu, ellerine sarýldý Lokman Hekim'in, af diledi yüreði yanarak.
Dermanýn sahibini bilmiþti adam. Gerçek derdi bilmiþti...
Made Ýn NizipLi
PAPAZI DÖVDÜRMEYECEKTÝK
Üç arkadaþ var. Bu üç arkadaþ bir yaz günü yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalýyorlar. Biri Türk, biri Kürt, diðeri de Ermeni. Ama Ermeni olan ayný zamanda papaz. Sýcak, bir süre sonra yolda susuyorlar. Etrafta su yok. Baðlarýn olgun zamaný. "Ýki salkým üzüm yiyelim de aðzýmýz ýslansýn," diye bir baða giriyorlar. Baðýn sahibi bir Türk ama onu görememiþler. "Kaç paraysa veririz," diyerek yemeye baþlamýþlar. Bu sýrada baðýn sahibi gelmiþ. Bakmýþ üç kiþi üzümünü yiyorlar. Fena bozulmuþ ama üç kiþiyle de baþa çýkamayacaðýný düþünmüþ. Birine bakmýþ, kýyafetinden Ermeni ve papaz olduðu belli. Diðerine bakmýþ, konuþmasýndan Kürt olduðunu anlamýþ. Üçüncüsü de Türk.
Dönmüþ Ermeni'ye, "Bak bu adam Türk, yesin malýmý. Benim kanýmdandýr. Helali hoþ olsun. Bu da Kürt'tür ama din kardeþimdir. Sen niye yiyorsun benim üzümümü?" demiþ. Bu laf, üzerlerine sorumluluk yüklenmeyen Türk ve Kürt'ün hoþuna gitmiþ. Adam, papazý bir güzel dövmüþ. Kýpýrdayacak hal býrakmamýþ, yere uzatmýþ.
Bað sahibi biraz sonra Kürt'e dönmüþ. "Müslüman'sýn da niye sahipsiz baða giriyorsun. Bu adam benim kanýmdan yediyse afiyet olsun, çünkü o Türk'tür. Kardeþimdir," diyerek bir güzel onu da dövmüþ ve yere uzatmýþ. Bu durum Türk'ün hoþuna gitmiþ.
Biraz sonra Türk'e dönmüþ ve "Tamam anladýk Türk'sün, ayný kandanýz, ayný dindeniz ama sahibi olmadan baþkasýnýn baðýna girilir mi?" diyerek Türk'e de vurmaya baþlamýþ. Türk yumrukla yere yuvarlanýnca Kürt'e dönmüþ ve "Biz," demiþ "papazý dövdürmeyecektik" .
paylaþýmlar çok güzel.ellerinize saðlýk devamýný bekliyoruz.
TÞKLER FAKAT HEP SÖYLÜYORUM. BU ÝÞLER GOOGLE YAZIP BULUNP KOPYALAMA ÝLE OLMUYOR. ALINTI YAPILAN YERÝN ADINI SON SATIRA YAZALIM. ALINTI DEÐÝL ÇALINTI OLUR
HAYAL DÜNYASI
Bir insan varmýþ.Daima insanca yaþamak için çalýþmýþ.Yaþadýðý dünyayý deðiþtirmek için savaþmýþ.Ve baþarmýþ da.Gerisini siz getirin çünkü böyle bir dünya ve böyle etkili bir insan ne yazýk ki kalmadý...
Keþke mutluluklar,bitmeyen aþklar sadece hikayelerde olmasada gerçek yaþamda olsa sizcede öyle deðil mi?
NERDE TRAK ORDA BIRAK...
FORUMUN EN KARÝZMA ERKEÐÝ BENÝM. ÝTÝRAZI OLAN YAZILI BEYANDA BULUNSUN( TABÝ DÝKKATE ALIRSAM :))
bana gelen maillerde çalýntý mý oluyor?
NERDEN ALINTI YAPILDIÐINI YAZ KARDEÞÝM ZOR BÝ ÝÞ MÝ. ÞURDAN ALDIM ÖRNEK ÞU DERGÝ ÞU SAYI ÇOK MU ZOR. MAÝL FALAN AYNI ÞEY
HAYAL DÜNYASI
Bir insan varmýþ.Daima insanca yaþamak için çalýþmýþ.Yaþadýðý dünyayý deðiþtirmek için savaþmýþ.Ve baþarmýþ da.Gerisini siz getirin çünkü böyle bir dünya ve böyle etkili bir insan ne yazýk ki kalmadý...
Keþke mutluluklar,bitmeyen aþklar sadece hikayelerde olmasada gerçek yaþamda olsa sizcede öyle deðil mi?
NERDE TRAK ORDA BIRAK...
FORUMUN EN KARÝZMA ERKEÐÝ BENÝM. ÝTÝRAZI OLAN YAZILI BEYANDA BULUNSUN( TABÝ DÝKKATE ALIRSAM :))
tamam o zaman ahmet gönderdi falan filan ok...
carlos aslýnda haklsýn ama býzým kendý yazdýklarýmýz belký kýsýsel goruslere ters dusebýlýr
Aþký Ya Yaþarsýn Yada Yazarsýn...
Diyen Þair Sonra da
Ne Yaza Bildik... Ne de Yaþayabildik...
Demiþ...
SaRýma LaRciverRt Ol...
http://aycu20.webshots.com/image/4299/2006253502384344929_fs.jpg[/IMG]
Kuyruk Dik Olunca
Ormanda bir fare vardý.
Havalý, kibirli, her an bir hayvana musallat olan kuyruðu dik fare.
Kuþlarýn yuvasýna pislemediði gün maymunun kuyruðu ýsýrýr, tavþaný korkutmadýðý gün tilkinin baþýný þiþirdi.
Orman hayvanlarý illallah demiþti farenin elinden. Bu böyle devam edemezdi…
Sonunda hayvanlar aralarýnda bir heyet kurup aslaný ziyarete gittiler. Ormanýn kralý oydu, bir çare bulurdu nasýlsa…
Ormanda bir fare vardý.
Havalý, kibirli, her an bir hayvana musallat olan kuyruðu dik fare.
Kuþlarýn yuvasýna pislemediði gün maymunun kuyruðu ýsýrýr, tavþaný korkutmadýðý gün tilkinin baþýný þiþirdi.
Orman hayvanlarý illallah demiþti farenin elinden. Bu böyle devam edemezdi…
Sonunda hayvanlar aralarýnda bir heyet kurup aslaný ziyarete gittiler. Ormanýn kralý oydu, bir çare bulurdu nasýlsa…
Bütün hayvanlarý topladý aslan. Yaþlý kaplumbaðayý dinlediler önce, sonra zürafayý, sonra tavþaný, maymunu, aðaçkakaný, yýlaný, hatta diðer fareleri… Sözü en son kedi aldý:
-Saygýdeðer kralým, dedi býyýklarýný burarak, bu iþi bana býrakýn. Bir onunla ta ezelden düþmanýz.
Aslan diðer hayvanlara baktý, ne dersiniz, diye soruyor gibiydi. Olur manasýna baþlarýný salladýlar.
Kedi göðsünü gere gere yeni görevinin baþýna gitti. Herkes olacaklarý beklemeye koyuldu.
Fare bir aðacýn altýnda, olanlardan habersiz, planlar kurmakla meþguldü. Kuyruðunu dikmiþ kendi kendine konuþuyor, sinsi sinsi gülüyordu. Kedi yavaþça yaklaþtý arkasýndan. Doðrusu bu iþin kolay olacaðýný o da beklemiyordu. Avýna sessizce yaklaþtý, pençesini kaldýrdý, o da ne?! Bu farenin ensesinde gözü vardý sanki. Kedinin gölgesini gören fare þimþek hýzýyla fýrladý. Önde kaçarken bile kuyruðu havada bir fare, arkasýnda görev aþkýyla yanan azimli bir kedi. Görülmeye deðerdi doðrusu.
O köþe senin, bu aðaç benim; o kayalýk senin, bu kovuk benim, öyle bir koþturmaca ki!..
Nihayet düz bir ovaya geldiler. Fare saðýna baktý, soluna baktý, kaçacak yer yok. Karþýda otlamakta olan bir inek gördü. Bütün kuvvetini toplayýp, ineðin yanýna doðru koþmaya baþladý. Nefes nefeseydi. Az önceki sýçrayýþýnda biraz daha aðýr kalsa, neredeyse dik kuyruðunun ucundan yakalanacaktý. Can havliyle bir yandan ineðin yanýna koþuyor, bir yandan da, dur sen, diyordu, bir kurtulayým neler yapacaðým sana, dur sen!..
Nihayet ineðin yanýna ulaþtý fare. Yalvardý, yakardý, beni sakla diyerek. Ne derse desin inek kabul etmiyor, senden az çekmedim, diyordu, ne halin varsa gör!
Türlü diller döktü, aðladý.
-Ben ettim sen etme inek kardeþ, diyordu, þu kedi belasýndan bir kurtulayým, beni sen bile tanýyamayacaksýn. Nasýl akýllý-uslu olacaðý bir bilsen… Hem bir düþünsene, kuyruðu dik fare ve inek… Asýrlar sonra bile bizi anlatacak kitaplar.
Sonunda;
-Peki peki, dedi inek; uzatma da geç þöyle arkama,
Ve farenin üstüne ‘þey etti’.
Kedi ovaya vardýðýnda acýnacak haldeydi. Ayakta duracak hali kalmamýþtý zavallý hayvanýn. Hemen saða-sola bakýnmaya baþladý. Dümdüz bir ovaydý burasý ve karþýdaki inekten baþka kimsecikler yoktu. Belki de bu inek fareyi görmüþtür diye düþündü. Son takatini toplayarak ineðin yanýna geldiðinde, bir þey sormasýna gerek kalmamýþtý. Kedi gülmeye baþladý.
Manzara þöyleydi: Dümdüz bir ova, bir inek, ineðin hemen arkasýnda taze ‘þey’ kümesi, onun içinde dik bir kuyruk…
Yavaþ yavaþ yaklaþtý kedi, kuyruðundan tuttuðu gibi fareyi parçalayýverdi.
Hazreti Mevlana bu hikayeden üç þey anlamak lazým diyor:
Bir: Sana her ‘þey’ atan senin düþmanýn deðildir.
Ýki: Seni ‘þey’den çýkaran herkes dostun deðildir.
Üç: Bu kadar ‘þey’in içinde kuyruðu dik gezmenin alemi ne?"
Serdar Tuncer
Satýr Arasý Hikayeler
Konu cafe15 tarafýndan (07.05.07 Saat 19:44 ) deðiþtirilmiþtir.
Yolda karþýlaþtýðýmýzda,ezan okuyordu.
__Gel seni camiye götüreyim,dedim.Bugün cuma biliyorsun.Alaycý bir tavýrla: Ben camiye gitmem!...dedi.Boþuna ýsrar etme.
__Peki, dedim.Neden direniyorsun?
___Ne bileyim olmuyor iþte!...diye karþýlýk verdi.Belki çevreninde tesiri var.Hem pantolonumunütüsü bozulup,dizleri aþýnýr diye korkuyorum dedi..Ýster istemez gülerek:
__Herhalde þaka yapýyorsun,dedim.Bunun için cami terk edilir mi?
__ciddi söylüyorum!..dedi.Giyimime çok düþkün olduðumu bilirsin.Özellikle yeþil giydiðimi de...Gerçektende öyleydi.En lüks maðazalardan aldýðý elbiselerini yeþilin farklý tonlarýndan seçer ve her zaman jilet gibi ütülü tutardý.
__Hayatýnda hiç camiye gittin mi?diye sorduðumda:
__Çocukken dedemle gittim,fakat artýk gitmeye niyetim yok!...Söyledikleri beni çok þaþýrtmýþ ve bu konuyu açtýðýma piþman etmiþti.Daha sonra el sýkýþýp ayrýldýk.Onunla sohbetimden iki ay sonra, kendisinin camide olduðunu söylediler.Hemen gittim.Bahçedeki namaz saflarýnýn en önündeydi ve üzerinde yine yeþiller vardý.Yavaþça yanýna yaklaþtým ve kýsýk bir sesle
__Hani? dedim.Camiye gelmeyecektin? Hiç sesini çýkartmadý.
Çünkü musalla taþýnýn üzerinde,yeþil örtülü bir tabut içinde yatýyordu.
ALINTI:http://www.cafeonbes.com/modules.php...ewtopic&t=2860