Ýsim söylemeye ne hacet. Bu siz de olabilirsiniz; komþu dükkanda çalýþan üstü baþý talaþa bulanmýþ bir marangoz kalfasý da. Bu kiþi oturduðunuz evin karþýsýndaki tamircide yüzü karalara boyanmýþ bir çýrak da olabilir. Bunlar da olmayabilir. Belki babanýz, belki abiniz, belki de teyzenizdir. Ya da fatura ödemesi için gittiðiniz belediyede bir memur veya nohut dürümü kuyruðunda pijamasýyla bekleyen uzaktan tanýdýðýnýz da olabilir. Daha ötesinde muayene olduðunuz bir doktor da aþaðýda hatýralarý anlatan kiþi olabilir. Kimi yakýþtýrýrsanýz yakýþtýrýn; adýna ne derseniz deyin. O hayatýn tam kalbinden, özünden gelen birisidir. Özetle, sizin hayat pencereniz her nereye bakýyorsa bu yazýnýn kahramanýný gerçek ya da hayali birisi olarak görebilirsiniz. Mevzuyu uzatmaya ne gerek var. O der ki:
“Okuduðum yazýlarýnýzda kendimi buluyor, hayal gemisine binip yaþadýðým günlere dönüyorum. Mahalle mahalle geziyorum, çýkmaz sokak levhalarýna aldýrmadan onlara da giriyorum. Soðuk kýþ akþamlarýnda düþlerime esen fýrtýnalara aldýrmýyorum. Bahar sabahlarýnda kuþlarýn türkülerine eþlik ediyorum. Hasretim kabarýyor.”
Bu nasýl bir hasret ki avutmuyor onu. “Abi” diyor:
“Eski günleri anýp da ah çekmemek, hey gidi günler hey dememek elde mi ki?”
Çok uzaklara gitmiyor. Yani elli, yüz yýllýk bir hasret deðil onunki. Ýçinde, iliklerine kadar iþlemiþ sadece otuz yýllýk bir hasret var. Siz bu hasreti nasýl adlandýrýrsanýz bilmem ama hoþ, narin, kibar bir hasret bu.
“85’li yýllarda her sokak bir aile gibiydi. Hoþgörü, sevgi, saygý içinde kardeþçe geçen çocukluk günlerimiz vardý. Kötülük, kýskançlýk nedir bilmezdik. Saf, tertemiz, aydýnlýk gönüllerimiz vardý.”
Bir çok þeyin eksikliðini, gediðini yaþamanýn mutlu olmak için engel olmadýðýný aynen þöyle anlattý:
“Ayaðýmýzdaki lastik çarýðýn bir kenarý koptuðunda kaynakçý ‘Habeþ’ ammiye leðen parçalarý ile kaynak ettirirdik. Tamirci elinden geçmiþ ayakkabýyý giydiðimizde sanki yeni bir ayakkabý giymiþ gibi olurduk. Yamalý ayakkabýmýzla, yokluðu, yoksulluðu görsekte mutlu idik.”
Onun bir de esaslý hasreti vardýr. O da gidipte bir daha bu yaþadýðýmýz aleme dönmeyecekleredir:
“Büyüklerimiz, yaþýtlarýmýz arkalarýna bakmadan çok uzaklara gittiler, bizleri kendilerine hasret býraktýlar.”
“Babam çok gençti. Kimseye demeden öyle bir öldü ki.”
Nasýl öldüðünü anlatmaya baþlamadan, aklýna ilk gelen hatýrasýný araya sýkýþtýrýr:
“Benim ensemi hep o týraþ ederdi.”
Babanýn çocuðunun baþýný özenle traþ etmesi üç beþ kuruþ paradan tasarruf için olsa da onun þefkatli ellerinin baþta dolaþmasýndan daha ne güzel olabilir.
“Babam bedestende çalýþýyordu. Ýþten dönerken alýþveriþ yapmýþtý. Yolda bir dükkan önünde yýðýlýp kalmýþ. Elindekiler etrafa yayýlmýþ. Eve telefon geldi. Hastaneye götürmüþler. Hastaneye ayaðýmdaki yamalýklý çarýkla nasýl koþtuðumu anlatamam. Anam da peþimden. Öldü dediler. O an ikindi güneþi hepten söndü. Koca bir çýnar ansýzýn devrilmiþti abi.”
Yaþanýlan o aný, o dakikalarý ancak babasýný annesini kaybedenler anlar. Keþkeleri vardý:
“Babam hastaneye gitmeyi aslýnda hiç sevmezdi. Bir defasýnda ciddi rahatsýzlandý Antep’e beraber gittik. Tahlilleri inceleyen doktor ‘Sizde þeker, tansiyon ve de kalp rahatsýzlýklarý var, dikkatli olun’ deyince þakayý çok seven babamýn o hep tebessüm eden gözlerinden yaþlar boþanmaya baþladý. Bana döndü ve ‘Oðlum bunlarýn hiç biri bende daha önce yoktu.’ dedi. Yaþým sekizdi. Tansiyon, þeker nedir bilmiyordum. Babamýn ilk defa aðladýðýna þahit oluyordum. Gözyaþlarýnýn donup kalmasýný istiyordum. Doktor tahlillere son kez bakýp ‘Dikkatli olmazsan, sigaraya devam edersen felç ya da ölüm’ deyince odadaki ýþýklarýn hepsi sanki sönmüþtü. O zaman meselenin ciddiyetin anlamýþtým. Doktor ‘ölüm’ demiþti. Babam gözlerimin içine baktý. Þefkatini en doruk noktaya çýkarmýþtý sanki ‘Eve bir þey deme Hasan’ dedi. ‘Bir þey deme’ diye söylemesi beni daha da bitirmiþti. Biz baba-oðul deðil kardeþ gibiydik. Hastaneden çýktýktan sonra yol boyunca hiç konuþmadýk. Kýsa bir süre sonra da babamý ahrete yolcu ettik. Zor günlerdi abi. Çok zor.
Bu hatýra bir paragrafa sýðacak gibi deðil. Bir çocuðun yanýnda babasýnýn hastalýðýnýn ölümle biteceðini duymasý esnasýnda hissettiði duygularý anlatmak sayfalar almasý gerekirdi; fakat hatýralarý o kadar çok ki... Baba kaybýnýn hüznünü biraz yumuþatma için baþka hatýralara dalmakta fayda var. Yaþadýklarýnda bir de top maceralarý vardýr. Anlatmaya þöyle devam eder:
“Abi mahalledeki bütün çocuklar biraraya gelir harçlýklarýmýzý ortaya ko[LEFT_RIGHT="right"]yardýk. On beþ kiþinin parasý ancak bir lastik top almaya yeterdi. Bu top ancak bir iki maçlýk idare ederdi. Altý üstü lastik top. Sivri bir taþa gelse hemen patlardý. Futbolcularýn oynadýðý toptan almayý ise hep hayal ederdik.”
Bir de mahallenin yaþlý kadýnlarý vardýr. Bunlarýn da topla alakasý vardýr. Bakýn bizim Hasan onlarý nasýl anlatýr:
“Bizim sokakta on taneye yakýn yaþlý kadýn vardý. Gelen geçeni seyrederlerdi. Her ne kadar dedikodu yapýyorlar deseler de onlar mahallenin kadýn konseyiydi. Top oynarken topumuz onlarýn yanlarýna ya da ortalarýna düþtü mü ‘Dert tutmayasýzcalar oynayacak baþka bir yer yok mu” derler bize tatlý sert çýkýþýrlardý. Biz aldýrmaz; top oynamaya devam ederdik. En büyük korkumuz topun Fatma Garisi’nin evine düþmesiydi. Hemen bir kýyýk* ya da mýh* bulur topumuzu acýmasýzca patlatýrdý. Aramýzda para toplayýp -ne hallerde- aldýðýmýz top güme giderdi.”
Hatýralar akýn etmiþcesine Hasan’in ne kadar da çok anlatacaðý hatýralarý varmýþ. Bir de karþýlaþtýrmalar yapar bizim Hasan. Þunun þurasýnda geçen otuz yýldýr.
“Þimdi herþey ucuz oldu, hayaller kurulmuyor artýk. Evimizde lahmacun belli zamanlarda olurdu. O günün gelmesini gün gün sayardýk. Fýrýndan evimize üzerinde dumanlarý tüten sýmsýcak lahmacun gelmesi olaydý. Her gün sofrasýnda tek çeþit yemek olan bizler için kokusu farklý, tadý farklý bir yiyecekti lahmacun. Þimdi çocuklarýmýz için lahmacun neredeyse sýradan oldu. En azýndan bayramdan bayrama yemiyorlar.”
Hasan’in nasýl bir mahallede ve sokakta oturduðunu fark etmiþsinizdir. Yaþadýðý sokaðý ve evin çerçevesini biraz daha geniþletelim isterseniz. Þöyle anlatýr:
“1979 yýlýndaki evimiz öyle sapa yerde idi ki, Gevence’den saban getirenler evimizi bekçi kulübesi zanederdi. Evimizin sadece iki odasý ve geniþçe bir bahçesi vardý. Bu bahçe babamýn ve anamýn diktiði aðaçlarla bezenmiþti. Ýlkbahardan yaza geçiþ aylarý olan Nisan-Mayýs aylarý en hoþuma giden vakitlerdi. Evimizin önü henüz asfalt deðildi. Ýkindi vakti gölgeler evin önüne düþünce her evin kýzý ya da kadýný satýla doldurduklarý suyla önce yerleri ekmek sular gibi sularlar sonra daðdan bayýrdan koruk zamaný topladýklarý acýmýk süpürge ile toz kaldýrmamaya dikkat ederek süpürdükten sonra çaput minderler sererlerdi. Muhabbetler evin erkeði iþten gelene dek devam ederdi. Akþam üzeri evimizin hayatý da ayný þekilde sulanýr ve süpürülürdü. Dýþarýdaki kilimi içeri alýnýr asmanýn altýna serilir üzerine de bir minder ve yastýk atardýk. Yeni sulanmýþ topraktan gelen o mis gibi kokuya bir de ufak salça kutularýna anamýn ektiði irihan* kokusu eþlik ederdi. Evimizin dýþ kapýsý tahtadandý. Üzerine zeytinyaðý tenekeleri kesilip çivilenmiþti. Kapýmýz gece hariç bütün gün açýk dururdu. Kapanmasýn diye önüne taþ koyardýk. Ýkindi sonrasý camiden dönen yaþlýlar ecime ‘nasýlsýn emo bibi’ diye hatýr sormalarý ayrý bir güzellik ve ayrýcalýktý.”
Ecisi nenesidir. Evin bir parçasýdýr.
“Ecim mahalledeki yaþlý kadýnlara nazaran þýk giyinirdi. O mahallenin ebesiydi. Doðuma gittiði zamanlarýn dönüþünde kuþaðý arasýnda þekerlerle gelirdi. O þekerlerden almak için geliþ saatini dört gözle beklerdik.”
Bir de okul hayatý vardýr:
“Anamdan okul harçlýðý nadiren alýrdýk. Onu da çoðu zaman þehir gazozu için harcardým. Param yettiði zaman okulun kantininden bir de simit alýrdým. Gazozun bitmesini hiç istemezdim. Genel olarak evin büyüðünden devir teslim aldýðýmýz önlüklerimiz çoðu zaman yamalýlýklý idi.”
Bunlar yaþanmýþ ve bitmiþtir. Ya þimdi:
“Abi o evin yerinde artýk dört katlý bahçesiz bir bina var. Kapýlar kapandý. Perdeler çekildi. Aralara duvarlar girdi. Yanýbaþýmýzda duran komþularýmýz da yok artýk. Küçülen koca dünya bahçesinde kimse kimseyi tanýmaz oldu. Evlerimizin önü asfalt olmakla kalmadý insanlarýn gönülleri bile asfaltlandý. Þimdi herkes evinde TV baþýnda. Komþusu ölüyor duymuyor. Teknoloji ile komþuluðu unuttuk. Kapýda oturan Emine Teyzeye görünce hal hatýr sorardýk. Nasýl olduðunu bilirdik.
Komþular bir araya gelir büyük haleler kiralanýr buðdaylar kaynatýlýr hedik ederdik. Domatesler kaynatýlýr salçalar yapýlýr damlara hep beraber serilirdi. Þimdi salçalar kutulara girdi; salçanýn tadý kuru ekmek arasýnda kayboldu tükendi. Ýki sokak ötede hedik* kaynatýldýðýný duyduðumuzda elimizde sahanla gider isterdik. Þimdi hedikler kaynatýlmaz oldu. Kaynatýlan halleler* satýldý, eritilip bakýr oldu. Bir sahen hediðin komþuluðu, dostluluðu beslediðini unuttuk.
Kýþýn yakmak için zeytin dalý gelince komþunun kýzlarý gelir hemen yardým ederdi. Þimdi hangi dizinin baþýndan kalacaklarda gelip de yardým edecekler?”
Son noktayý bizim Hasan filozofça koyar:
“Allah bizleri güzel insanlarla karþýlaþtýrsýn. Hayatta her þey biter. Bir gün gelir hayatýmýzda biter. Yeter ki sevgi saygý bitmesin. Demir tava geldi kömür tükendi. Tandýr tava geldi hamur tükendi. Ýþler yoluna girdi ömür tükendi. Biz bizden olduk. Benliðimizi kaybettik. Sevdiðimiz birisi dahi on dakika sonra görüþelim deyince sinirlenen insan olduk. Bir zamanlar askerdeki yakýnlarýmýza cevabý gelmeyeceðini bile bile mektup gönderen bizlere ne oldu da tahammülsüz olduk.
Zorluklar var iken kanaat vardý. Birçok þey kolaylaþtý, istekler bitmez oldu. Bu yüzden doymak bilmeyen nefsimize þu bu olsun derken bir tencere için 30 kupon biriktiren bizlerin ömrü bitiyor haberimiz olmuyor. Koþturmalarýmýz bazen bir tava için, bazen bir araba için, bazen de iki-üç odalý bir apartman dairesi için oluyor. Bir zamanlar siyah beyaz televizyonlara hayran iken þimdi plazma dedikleri televizyonlarý beðenmez olduk.”
Bir hayattan kesitler vermeye çalýþtým. Her birimizin kendine ait hey gidi günleri iyi ya da kötü elbette vardýr. Zaman gelecek þu anýmýza da belki hasret duyacaðýz. Anlarýn kýymetini bilip mili milimine bir hayat yaþamaya çalýþanlara ne mutlu. Sözü fazla uzatmaya ne hacet, sözü son olarak þaire býrakalým:
AN`LAR...
Sil baþtan yaþama þansým olsaydý eðer,
Oturup saymazdým eski yanlýþlarýmý.
Kusursuz olmaya çalýþmaz, rahat býrakýrdým yüreðimi.
Ve elbette çok daha coþkulu olurdu sevdalarým,
Ýçine az buçuk da ciddiyet katýlmýþ.
Bu denli titiz olmazdým hiç, öyle bir þansým olsaydý eðer.
Korkmazdým daha çok riske girmekten
Daha çok yolculuða çýkar,
Gün doðumlarýný kaçýrmazdým asla;
Hele daðlara týrmanmanýn keyfini.
Hiç bilmediðim yerlere giderdim gidebildiðimce.
Doyasýya dondurma yer, boþ verirdim kuru nimetlere.
Öyle bir þansým olsa idi eðer,
Dertlerim de yaþamýn gerçeðini taþýrdý,
Yalnýzca düþlerin deðil.
Ýþte hani onlardan,
Her saniyesini verimli geçirenlerden biriydim.
Ayný anlara geri dönebilseydim eðer,
Yalnýzca iyi ve güzel olanlarý tatmak isterdim yeniden.
Yanýnda termometresi, bir þiþe suyu, þemsiyesi ve
Paraþütsüz yerinden kýpýrdamayanlardan biriydim.
Ama yeni baþtan baþlayabilse idim eðer,
Ýyice hafiflemiþ olarak çýkardým yolculuklara.
Ýlkbahara yalýnayak girer,
Sonbahara dek unuturdum pabuçlarla yürümeyi.
Hiç bilinmeyen yollara dalardým,
Tadýný çýkarýrdým gün ýþýðýnýn,
Çocuklarla daha çok oynardým,
Sil baþtan yapabilseydim eðer...
Ama heyhat, seksen beþindeyim artýk
Ve biliyorum ki...
Ölmekteyim...
Jorge Luis Borges
Bizce Haneklerin Anlamlarý:
irihan: fesleðen çiçeði
halle: buðdayýn veya üzüm þýrasý kaynatýldýðý büyükçe kazan
hedik: buðdayýn kaynatýlmýþ hali