Yer sofralarýnda büyüdüm. Yer sofralarýnda rahat ettim. Dedemin dizlerine yaslanýp yemek yemeyi, ayný kaþýðý iki kiþiyle paylaþmayý, sofradaki tek bir leðende çorba içilmesi gerektiðini, pirinç pilavý bilmezken iri taneli bulgur pilavýnýn açma ekmekle lokma yapýlýp yenilmesi gerektiðini ve bir tasta su içmeyi o sofralarda öðrendim. Daha yemek adlarýný yeni öðrenmeye baþlamýþken, yemeðe nasýl baþlanýlacaðýný, hangi elin kullanýlmasý gerektiðini biraz dedemden, çoðu zaman da nenemden öðrenmiþtim. Soðanlý, salçalý, yumurtalý makarnayý, ince bulgurdan yapýlan yaðlý köfteyi, sadece kurban bayramlarýnda yenilen kebaplarý, bir yer sofrasýnda yemedeki lezzeti çoðu zaman dokuz kiþiyle o sofrada yaþadým. O sofralarda bereketi ve bazen de yokluðu yaþadýmsa da elde olana þükür edilmesi gerektiðini o sofralar bana öðretmiþti.
Bir sýr vardý o sofralarda. Eksilmeyen bir bereket yaðmuru yaðardý sanki. O sofralarda babamýn “þu yemek tuzlu, ya da þu yemeðin yaðý fazla olmuþ” diye hiç bir þikayetini duymadým. Dedemin hoþlandýðý yemekler için söylediði “Haným eline saðlýk, yemeðin fýstýklý baklava gibi olmuþ” cümlesini babam hiç ifade etmemiþ olsa da sevmediði yemeði asla belli etmezdi. Zaten sofraya ve sofraya konulana laf edilmemesi gerektiðini herkes bilirdi.
Babam, sabahlarý iþe erken gitmeden önce çoðu zaman mutfaktaki tel dolaptan sahana biraz pekmez ve yoðurt koyup ekmekle büyük bir iþtahla yerdi. Ýki iþte birden çalýþmasýnýn enerjisini bu karýþýmdan alýrdý sanki. Rafadan ya da kayýsý kývamýnda piþirilmiþ yumurta onun midesinin ve aklýnýn derdi asla olmamýþtý. Þayet tel dolabýmýzda hiç birþey bulamazsa, þeker þerbeti hazýrlar, içine ekmek doðrayýp yerdi. Üniversite yýllarýnda da þeker þerbeti içine ekmek doðrayýp benim de yediðimi çok olmuþtur. Hakiki boz fýstýktan yapýlmýþ en güzel baklavaya, doðum günlerinde yenilen meyveli pastaya deðiþemeyeceðim þeker þerbetli ekmek tatlýmýz, yokluk günlerinin sahte ama gerçek lezzetin tam kendisiydi.
Tek odalý bir evi paylaþan bütün aile fertleri uzun uzadýya yer sofrasýnda oturmaz, sofralarda sevmediðimiz yemeðin, içeceðin tadýný týpký babamýn yaptýðý gibi birbirimize nedense hiç söylemezdik. Oysa bizim yöreye has tarhana çorbasýnýn tadýný, neden o zamanlar paylaþýp dakikalarca konuþmadýðýmýza þimdi hayret ederim. O çorbaya sert kokulu nane yaðda yakýlýp konulmuþsa sofrada baþka bir þey olmasýna gerek yoktu; zaten soframýzda her öðün, tek çeþit olurdu.
Sadece tarhana çorbamýzý deðil topaçlý bulgur aþýný, bayramlýk yuvarlama yemeðini, mercimek ve bulgurdan yapýlan lapayý, erik veya has (marul) yemeði üzerine neden uzun uzun konuþmazdýk? Lezzeti mi kaçardý acaba?
Ya tatlýmýz? Niþasta, þeker ve yaðdan yapýlan, içine beþ on tane ceviz içinin konulduðu “niþe tatlýsý” nýn lezzeti çocuksu damaklarýmýza ayrý bir lezzet katardý. Ýkindi serinliði okul dönüþlerimizde, zaman zaman evimizin hayatýnda* bakýr tava içinde soðumaya býrakýlmýþ bu tatlýyý görünce birbirimizi beklemeden ucundan kýyýsýndan yavaþ yavaþ yemeye baþlardýk. Bütün kardeþler bir araya gelince “Eline saðlýk anneciðim, ne kadar güzel olmuþ.” cümlesini kullanmadan tatlýyý hýzlýca kaþýklar, aldýðýmýz enerji ile sokaða taþtan gülle, çizgi, çelik çomak gibi þimdilerde çocuklarýmýzýn adýný bilmediði ve duymadýðý sokak oyunlarýný oynamaya çýkardýk. Kýþlarý özel tatlýya gerek yoktu. Bastýðýmýz dilmemiz hep vardý. Baklava yerine bastýðýn üçgen þeklinde yapýlýp içine dövülmüþ fýstýk konulmuþu, ekmek günlerinde anamýn zeytinyaðý ve þekerden yaptýðý bize has katmerimizin yanýnda, tatlý niyetine yediðimiz pekmezimiz ise hep vardý.
O zamanlar yokluðun kahvaltý sofrasý nasýl kurulur çok iyi bilirdik. Þehire taþýndýktan sonra sabahlarý erken kalkýp adam baþý týrnaklý dediðimiz küçük pide ekmeðini fýrýndan almaya genelde en küçüðümüz giderdi. Bez soframýzýn tam orta yerine adam baþýna sadece bir küçücük baþ peynirin olduðu sahanýn konulmasý gerektiðini ve yanýnda evde tatlandýrýlmýþ bir küçük bakýr tas içine konulan zeytinin yer alacaðýný evdeki dokuz kiþinin de adý gibi ezberindeydi. Tek lüksümüz týrnaklý çarþý ekmeðiydi. Bu ekmekten bir parça koparýp çiðnerken peynirden de bir kýdým diþimizle koparýr yerdik. Kahvaltýlarda sadece bir iki ay süren bir reçel lüksümüz de olmuþtur. Bildiðimiz tek reçel koyu renkli ayva reçeli idi. Yýllarca kahvaltýda yenilen reçel olarak onu bildik. Miþmiþi reçeli yapýldýðýnda ise ömrü uzun olmazdý.
O sofralarda beyaz renkli bulgur pilavlý sahurlar geçirdik. Annam bu pilavý, bulgurun en incesinden yapardý. Babam bu pilavý yediðimiz zaman zor acýkacaðýmýzý söyler ve bize uykulu halde bu pilavý yedirirdi. O aþa, olursa yumurta konulurdu ki, bu da lüks idi. O vakitlerde kanal kanal dolaþýlan uzaktan kumandalý televizyon ve dolayýsiyle sahur programlarýnda dahi yapýlan yemek programlarý yoktu. Tek kanallý radyomuzda ise yemek tarifi hiç mi hiç duymadým.
Yazlara denk gelen iftar sofralarýmýz da oldu. Telli helva almak için insanlarýn kuyruða girdiði zamanlarda biz sadece kuyruðun uzunluðuna bakardýk. Bilirdik ki arkasý yamalý lastik ayakkabýmýz varken hiç bir zaman o helvadan alamaz ve tadamazdýk. Meyan kökünden yapýlmýþ buyan þerbeti alýndýysa, baþka þeye gerek olmadýðýna kendimizi ikna ederdik.
Zaman geldi biz ergen olduk; soframýz da ergenleþip deðiþim içine giriyordu. Soframýzdaki baþkalaþým ilk olarak sofra bezinin muþambaya dönüþmesinde baþladý. Ýlk zamanlarý sadece misafir için serilen bu muþamba sofra, eskidikçe bizim önümüze serilir; kendimizi ayrýcalýklý hissederdik.
Sonralarý tatlýlarýmýz da deðiþmeye baþladý. Özellikle zeytin topladýðýmýz günün akþamýnda eve geldiðimizde, anamýn odun sobasý üzerinde hazýrlamýþ olduðu fýstýklý veya cevizli künefeyi yemek sonrasý hemence kaþýklamak, niþe helvasýndan sonra tatlý devriminin ta kendisiydi.
Bizim künefe tatlýsýndan baþka tatlýlarýmýz elbette oldu. Tatlýcýlardan tatlý almalarýmýz tulumbanýn bir çeþidi olan halka tatlýsýndan baþladý. Sonra ambalaj içinde satýn alýp yaptýðýmýz sahte meyve kokulu pudingler, adýna neden þekerpare denildiðini anlamadýðým þerbetli tatlý, revani ve þimdilerde çocuklar için her doðum gününde yediðimiz doðum günü pastasý gibi tatlýlar sofralarýmýzý iþgal etmeye baþladý. Tatlýlarýn adý ne olursa olsun, ben bakýr tencerede þerbeti kaynatýlmýþ künefe tatlýmýzý dokuz kiþiyle kaþýkladýðýmýz günleri on beþ katlý bir apartman dairesinde beyhude arýyorum.
Kýrklý ya da ellili zamanlardayýz. Çocukluðun ve gençliðin buðulu zamanlarý çoktan geçti. Þimdilerde yer sofralarýmýz bazen kurulur. Çoðu zaman çeþit çeþit yemekler arzý endam eder. Kahvaltý soframýzda üç kiþi için deðil de sanki on beþ kiþi yiyecekmiþ gibi hazýrlanýr. Özel kahvaltýlýk servis tabaklarýna peynirler kibrit kutusu yarýsý kadar konulmaz; kalýp halinde ve kocaman dilimlenmiþtir. Çatalla yersin. Elle yemek ayýptýr. Önce ekmekten ýsýrýp daha sonra da peynirden ufak bir parça koparma devri geçmiþtir. Þimdi peynirin az yaðlý, ya da çok yaðlý olup olmadýðýný tartýþýrýz. Ve illa ki yediðimiz her þey taze olacaktýr. Reçelleri kavanozlarla marketlerden alýrýz. Helvalar yazlýk ve kýþlýk olmuþken, pekmezimize tahin karýþmýþtýr. Mevsimli ya da mevsimsiz bir de sofraya domates salatalýk dilimlenip konulur. Hele bir de hafta sonu kahvaltýlarýmýz var ki ...
Derdim kýrk elli ve daha ötesi sofralara tekrar dönmek, kimine göre yokluk günlerini iþaret etmek ya da o günlere olan gizli hasretimi satýr aralarýnda göstermek deðil. Kýrk-elli yýl öncesinin varlýk ve yokluk aynasýnda o günleri bilenler bilir. Bilenlerle kesiþme noktasýnda olmanýn, o anlarýn unutulmaz lezzetini þimdilerde kadayýf tadýnda paylaþmaktan öte bir kaygým da yok zaten. Sadece ve ancak o günlerin sade, katýksýz ve hiç eksilmeyen bereketli tatlarýný þimdilerde de bulur muyum diye kývranmaktayým.
Kýsaca o sofralara öyle ya da böyle dönüþümüz zor gayri.
Þayet o sofralara karþý hata ettiysek, huzurunu bozduysak ve hele bir de þükrümüzü hakkýyla yapmadýysak o nimetlerin Sahibi bizleri af etsin.