Kelimelerin taşıyamayacağı ağırlıklar olduğunu düşünür. Cümle kuramaz, kurar kurar bozar. Hiçbir cümlenin tam olarak doğru anlamı veremeyeceği kanaati yerleşir içine, her nedense.
Bazen yazmak istemez insan.
Koşmak ister, gece güne, kış bahara dönene kadar. Kapalı hava açılana kadar. Her şey durulana, kelimelere sığana kadar. Bir yazının ahengine ayak uyduracak durgunluğa erişene kadar. Durmadan, yavaşlamadan, anlaşılmaz bir şekilde koşmak ister.
Bazen yazmak istemez insan.
Konuşmak istemez, söyleyeceği her şeyi teker teker susmak ister. Suskunluğa sığdıracaklarının, sözlerle; boş sayfayla ifade edeceklerinin, yazıyla heba olmasından korkar.
Bazen yazmak istemez insan.
Düşünüp içine atmanın, susup içinde saklamanın, söylemeyip sır olarak saklamanın daha doğru olduğuna inanmaya başlar. Belki öyle kabullendiğinden değil, doğru harfin damarlarından parmaklarına doğru bir türlü akmamasından, doğru cümlenin sayfada bir türlü yerleşmemesinden, kelimelerin yerlerini tayinde içine düştükleri kararsızlıktan gelen bir isteksizliktir bu. Söylemek istediği çok şey var da söylemeyi mi beceremiyor, yoksa söylemek istediği hiçbir şey yok, onun için mi susuyor, anlayamaz bazen insan.
Bazen yazmak istemez insan.
Parmakları ile bilgisayarın klavyesi, kalemi tutan eli ile kâğıt arasında bir yabancılık keşfeder. Harflerin yerini ve şeklini unutur bir süre. Bildiği kelimeleri hatırlamaya çalışır, ama başaramaz. Eşyanın isimlerini ne zamandan beri bilmediği kurcalar zihnini, başlangıcını hatırlayamaz.
Bazen yazmak istemez insan.
Yazıyla, sözle anlatacakları olduğu düşüncesine muhalefet edeceği tutar. Yazıyı ve sözü bir başka dünyadan gibi görmeye başlar. Onlarla anlaşacağı noktalar olduğunu inkâr etmez, ama onlarla bir ilişkiye girmenin kendisine bir yarar getirmeyeceğini zanneder. Oturup başını öne eğmek, kalkıp yürümek, derin bir nefes almak, olamayacağı yerlerde olduğunu düşlemek, hayaller kurup ütopyalar üretmek ister.
Bazen yazmak istemez insan.
Ellerine ve diline yabancılaşır, kâğıda ve söze yaklaştığı zaman. Kendisiyle başbaşa kalmanın herşeyi zorlaştıracağı açıktır ona göre. Bazı şeyler sırf düşünülmeli, söylenmemelidir sanki. Bazı şeyler düşünülmemeli bile. Böyle bir yargının doğru olduğundan şüphelidir, ama böyle hissettiği anlar da olur mutlaka.
Onun için bazen yazmak istemez insan.
Bir mecburiyet olarak yazmayı ise hiç istemez. Susmanın mecbur olmasından daha zordur yazmak zorunluluğu. Ne söyleyeceğine kendin karar vermiyorsan daha da zordur elbette. Ama, kendin karar veriyorsan bile, bunun senin kararın olmasının da kolay olmayan bir yanı vardır. Zira, ruhların taşıyamadığını kelimelere yükleme gayretindesindir. Akılların alamadığını gramer kurallarına taşıtırsın. Kalplere sığmayan şeyleri noktalara, virgüllere sığdırırsın. "Ya yapamazsam!" diye korkması makul değil midir insanın? Yazmak istememesi makul değil midir?
Bazen yazmak istemez insan.
Önüne bir kâğıt alıp karalamak ister. Bu çizgilerin içinden anlamlı sözlerin daha çok çıkacağı duygusuna kapılır. Hiçbir şey düşünmeden yürüse, vardığı yerin, yazdıklarıyla vardığı yerden daha güvenli olacağı fikri dolaşır beyninde. Koştuğu zaman yaşayacağı yorgunluk, yazarken yaşadığı zihnî ıztıraptan daha hafiftir muhakkak.
Bazen yazmak istemez insan.
O bir insandır sonuçta. Kalemi kırmak, kâğıdı yırtmak, bilgisayarı devirmek ister bazen. Susmak ister, yorulmak, dağılıp paramparça olmak ister. Büyük bir yorgunlukla derin bir uykuya dalmak, derin bir susuzlukla, kana kana sular içmek, dağılıp yeni baştan dirilmek ister.
Bazen yazmak istemez.
Ama, bazen istemez. Geçecektir, herkes gibi olacaktır. Treni kaçıracak, istasyonda tek başına kalakalacaktır.
Geçecektir.
Bazen yazmak istemez; o kadar.