Hafız Ahmet Kılıçatan’ın sesi bana oldum olası hüzünlü gelmiştir.
Sebebi nedendir bilmem ama, yalnızlığı, mahcubiyeti, birazcık garipliği anımsatır.
Ben kendimi bildim bileli Nizip semalarında Hafız Ahmet’in sesi yankılanır.
O Hafız İmam’dan sonraki hafızdır. Her ne kadar kendisi Kur’an hafızı değilse de, Niziplilerin, gözleri görmeyenlere verdiği güzel ve onore edici bir sıfatla, hafızdır.
Sesini eskisi kadar pek duymuyorsak bunun bir sebebi vardır: Diyanet’in merkezi ezan uygulaması. Çarşı Camiinden, Belediye hoparlöründen ve bu tekdüze uygulamayı delmek isteyen, İmam-Hatip Camiinin emektar fahri müezzini Hacı Ahmet’in dışında Nizip’te pek farklı ses duyulmuyor artık. Bu yüzden Hafız Ahmet’i de duyamıyoruz.
Duyamıyorsak da tamamen sesi kısılmış değil tabi. Ulu Camiine gittiğiniz zaman Onu görebilir, dinleyebilirsiniz.
Ve biz de öyle yaptık, hem dinlemek hem de görüşmek için.
***
Hafız Ahmet Amca eskiden beri giyimine dikkat eden biridir. Şık giyinmeyi sever.
Çoğu insandan temizdir, titizdir.
Biz kendisini yine öyle gördük.
-Esselamu aleyküm Ahmet Abi
-Ve aleyküm selam.
Bilirsiniz gözleri görmeyenlerin bir özelliği de seslere karşı duyarlılıklarıdır. Duyduğu ses, uzun zamandır işitmediği bir ses ise, arşivi karıştırır, sesi bir dosyadan alıp tanımlandırır.
Bizimki de öyle oldu.
Hafız Ahmet’le küçüklüğümden beri tanışırız, hatta ben İmam-Hatip Lisesini bitirdiğim yıl, yeni açılan Metin Özmen camiinde beraber çalışmıştık. İki ay kadar ben imamlık yapmış, o da müezzinlik yapmıştı. Allah rahmet eylesin, o zaman Mustafa Akpek ağabeyimizin de desteklerini görmüştük. Nur içinde yatsın, cami ehli, hizmet ehli biriydi.
Neticede Hafız Ahmet Abi tanıdı bizi.
-Ben de bugünlerde seni düşünüyordum. Daha önce konuşmuştuk, geleceğini söylemiştin.
-Evet Ahmet Abi. Ancak gelebildik. Cemil Hoca’nın bürosuna gidip konuşmamıza oradan devam edelim isterseniz?
-Bu daha iyi olur. Bu vesileyle Cemil Hoca’yı da görmüş oluruz.
Ve yola koyulduk.
Hafız Ahmet’e oturur oturmaz sorduk:
-Ahmet Abi sizi tanıyabilir miyiz?
-Efendim ben 1937 yılında Nizip’in Fevkani Mahallesinde doğmuşum. Babam, Saha Camiinde müezzinlik yapan, Veyso Hoca’nın oğlu Bekir’dir. Babam da dedem de hocaydı. Dedem de şimdiki Hacı Osman Camii civarında, şimdi olmayan bir camide imamlık yapardı. Ve ben böyle bir ortamda büyüdüm.
Beş yaşından beri kendimi camide bilirim. Bu Rabbimin bana bir lütfudur, hamdolsun.
Maalesef okula gidip eğitimimi sürüremedim. Bunda imkansızlıkların ve gözlerimdeki rahatsızlığın etkisi var tabi.
-Ahmet Abi, gözleriniz doğuştan mı görmüyor?
-Hayır, üç yaşındayken 1940’da göz ağrısı geldi. Doktora gittik. Ancak şimdiki gibi imkanlar yok tabi. Ameliyat oldum düzelmedi. Ondan sonra yapılması gereken tedavileri yapamadığım için rahatsızlığım devam etti. O zaman bu bölgede göz rahatsızlığından dolayı 222 kişinin gözleri kör olmuştu.
40 yaşına kadar kendimi idare edecek kadar görüyordum ancak sonra tamamen göremez oldum. Babam rahmetli ben küçükken hep dua ederdi: “Ya Rabbi oğlumun gözleri kör olmasın, sen benim gözlerimi al.” Derdi. Allah mekanını cennet eylesin.
-Gençliğiniz nasıl geçti?
-Bir taraftan gözümün rahatsızlığı, bir taraftan maddi imkansızlıklardan dolayı hasırcılık yaptığım dönem, diğer taraftan da camiyle iç içe geçen yıllar. Ben dokuz yaşındayken camide bir mevlüd programına katıldım. Hocalar beni de aralarına aldılar. Sesim güzeldi ve benden bir şeyler söylememi istediler. Ben de bir kaside söyledim. İnsanlar çok beğendiler. Neredeyse o gün bugündür, ilahi, mevlüd, hatim, nikah programlarında hep Niziplilerle birlikte oldum.
Kur’an okumayı rahmetli teyzem Gülçin Boyacı’dan öğrendim. Elif kağıdını bana o öğretti. Ama dediğim gibi maalesef devamını getiremedim.
Gençlik dönemimde uzun bir müddet hasırcılık yaptım. Evlerde o zaman kullanılan hasırları örüyordum. Bedri denilen özel kamışlar gelir biz de onları örerdik. Benim ustam Hacı Muhammed İşbilen’dir. Beş yıl kadar bu işi yaptım. O zaman bu işi yapan çok insan vardı. Özellikle de gözleri görmeyenler bu işi yapardı. Sonra kendi hasırcı dükkanımı açtım, bir müddet devam ettim.
-Bu yönünüzü doğrusu bilmiyordum. Sizi çünkü hep sesinizle, makamınızla bildik. Peki evliliğinize geçelim isterseniz.
-Bir gün babam beni çağırdı e eve gitmemi söyledi. “Hayırdır baba, evde ne yapacağım?” dedim. Merhum, “Sen git, Birecik’ten misafirler geldi.” Dedi. Ben de eve gittiğimde, içeriyi kalabalık gördüm. Sonra eşim olacak hanımefendiyle birbirimizi gördük, beğendik ve evlendik. Bu evlilikten Allah’a hamdolsun 16 çocuğum oldu. Ancak bunların sekizi hayatta. Altı kız altı erkek. Elli’den fazla da torunum var. Çocuklarımın hepsini de evlendirdim çok şükür.
-Allah bağışlasın. Hasırcılığı bırakıp cami hizmetine geçmeniz nasıl oldu?
-Ben yirmi yaşındayken Müftülük Camii yeni yapılıyordu. Ali Bali İsmail’in davetiyle Müftülük Camiinde müezzinliğe başladım. Daha minaresi yapılmamıştı. Oraya üç yıl devam ettim. Sonra Ulu Camiye geçtim, şimdi de oradayım.
-Ahmet Abi, neredeyse 60 yıldır bu hizmeti veriyorsunuz. Allah sıhhat ve afiyetler versin. Sizi bilmeyen Nizipli yok. Her Niziplinin doğum, düğün veya cenazesinde bulunmuşsunuzdur. Şöyle geriye dönüp baktığınızda neler söylemek istersiniz?
-Ben her şeyden önce Rabbime hamd ediyorum. Bu ömrümde hep Niziplilere yararlı olmaya, acılarını veya sevinçlerini paylaşmaya çalıştım. Onlar da bana destek oldular. Benim ne sigortam var ne bir sosyal desteğim. Ama evvel Allah, sonra Nizipliler beni namerde muhtaç etmediler. Hep destek oldular. Sizin vesilenizle herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
-Biz de sizlere Allah’tan sağlıklı ve uzun ömür diliyoruz. Nizipliler elbette bundan sonra da sizlere sahip çıkacaklardır. Son olarak merak ettiğim bir şey var onu da sorayım: eserlerinizi dinlemek isteyenler kasetlerinizi nasıl temin edeceklerdir?
-Ben şimdiye kadar belki binlerce kaset doldurdum. Ama çok amatörce. Teype okuyarak. Profesyonel olarak bir kasedim maalesef yok.
-Aslında büyük bir eksiklik. İnşallah bu vesileyle bir sanatsever size yardımcı olur ve sesinizi kayda geçirir. Tekrar teşekkür eiyorum.***