"Aşağıda anlatılan hikayedeki şahıs isimleri kısmen doğru olmamakla birlikte yaşanmış sayabilirsiniz."
![]()
Bizim arvada bugünlere bir haller olmaya başladı. Tarladan-bahçeden gelince ilk yaptığı iş başına bir dolak ya da bir tülbent sarmak oluyor. İyice sarmalıyor, sonra kurşun yemiş bir asker gibi devrilip yer minderine kendini bırakıyor. Alah Allah, ne oluyor bu kadına. Ben senede iki ya da üç kez hastalınırken, hanımın bir defa olsun oh, puf çektiğine şahit olmadım. Hem kendine öyle bir bakar ki, daha birgün kara çay iştiğini görmedim. Sürekli otlar içer, sofrada yeşillik eksik etmez.
Ama ne olduysa oldu işte. Her akşam bir başağrısı, bir yorgunum deme hikayesi çıkardı. Koyunların, keçilerin sütleri sağılması, ahırın temizlenmesi, yemleri, suları verilmesi sabahları yavruların hariç hepsinin nahıra gönderilmesi iş mi iş. Yine sabahları yayıkla tereyağı çıkartılması, mektebe giden dört çocuğa birşeyler yedirilmesi, kundakta olan bir bebeğin altının temizlenmesi de ayrı bir iş.
Ben de boş durmuyorum yani: Ahırı temizleyen benim, gübreyi bağa-bahçeye taşıyan benim, evi odunsuz bırakmayan benim. Benim de benim işte. Ayrıca arada sırada olsa pınardan su taşınması, Cuma günü şehre gidip evin ihtiyacının temin edilmesi. Korucu, bekçi parasının ödenmesi gibi yaptığım işler uzar gider. Daha bitmedi: Ağaçların budanması, damın onarılması, dökülen bozulan yerlerin çamurla sıvanması iş değilde nedir?
Hanıma bir haftadan beri böyle yapıyor işte. Tarlada yaptığı fazla bir işte yok. Tamam kazmalanacak-çapalanacak birşeyler var; sabah erken kalkıp patlıcanı biberi toplama işi de var. Her dakika iş yok yani. Gel doktora götüreyim seni diyorum. Aman aman benim doktordan falan işim yok der. Ot-mot kaynat iç diyorum. Ona da cık cık! Eee derdin ne? Allah'tan akşamları yemekleri hazırlıyor. Amma yeni bir adet çıkardı bulaşıklar sabaha kalıyor; sabahın bulaşıkları da akşama. Bizim hanımın hiç huyu değil ama yapmaya başladı işte.
İki hafta önce yattığı yerden bana demez mi, "Adamım şu kabı-kacağı sen yıkasan." Hele dur orada. Breh breh. Firan Habeşin oğlu Hüseyin, yani bendeniz bulaşık yıkayacak öyle mi? Hem de şunca yıl evlilikten sonra. Hele dur arvat, hele dur, beni Öğretmen Kemal mi zanediyorsun? Bir ay önce Kemal Öğretmenin evine taze turp göndermiştim. Hanım Öğretmen Emel bizim Salih'i içeri çağırmış, adamın bulaşık yıkadığını öyle görmüş. Adam öğretmendir, şehirlidir; hanım öğretmen de sert görünür vesaire. Adam bulaşık ta yıkar, esvabı elbiseyi de yıkar. Bize ne.
Amma ben, Firan Habeşin oğlu Hüseyin'im. Değil bulaşık, sofrayı bile toplamak bize göre değil. Bunların yapacağı kişi bellidir. Fakat bizim arvat işi azıttı. İki haftadır bir baş ağrısı; hastayım hikayesi çıkarıyor dedim ya, abartıkça abartıyor. Hatta yatağını ayırdı çocukların yatağında yatmaya başladı. Şunca yıllık evliliğimizi suya verdi; ben bulaşık yıkamıyorum diye yaptığına bakın.
Birkaç gün önce öyle bir canımı sıktı ki, suyu kazanda ıssıttım; aldım mintaksı, hayattaki çeşmenin altında bulaşıkları bir güzel yıkadım. Aslında bulaşığın nasıl yıkandığını askerden bilirim. Ama kimseye söylememişim. Bunu sadece siz bilin. Bir de karşı köyden Sırnış Nazif bilir. Askerliği aynı bölükte yapmışısız. O da ben de iki ay bulaşık yıkamıştık. Askerden dönüşte kimseye bunu anlatmamaya söz vermiştik. Başka işlerde yaptık yapmasına ama onlar önemli işler.
Bulaşıkları yıkadığımı gören arvat birden cin kesildi. Ayakta dolanmaya başladı. Bu iş bir hafta devam etti.
Üç gün önceydi. Komşumuz Kemiş Abdullahın oğlu Fazıl bizim eve ödünç toz şeker istemeye gelmişti; misafirleri falan varmış. Kapıyı destursuz açıp girdi. Benim yaptığım iş ortada: Firan Habeşin Oğlu Hüseyin bulaşık başında. Biraz çekileyim dedim, Kemiş'in Fazılından kaçar mı? Çocuk fırıldak.
Hiç oralı olmadım, bulaşığa devam ettim.
….
Bu hikaye burada bitmiyor elbette…
foto: B.Yıldırır Arşivi/ yazı: magpak
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
Kaynak...