Okulun ilk günü, ilk sınıf ve hepsi yeni öğrenciler. Şayet ilk seneniz ise sizin heyecanınız öğrencilerden daha ziyadedir. Ama şöyle on yıllık bir öğretmenlik hayatınız varsa bütün sınıflar aynıdır. Öğrencilerin tipleri, haraketleri, oturuşları, tepkileri, bakışları genelde değişmez. Arka sırada oturanların grubu bellidir. Ön sırayı tercih edenlerin beklentileri, duruşları bir önceki yıl oturanlardan hiç farkı yoktur.

Sınıfa şöyle bir göz atarsınız. Kimin melonkolik, kimin gayretli, kimin kırılgan olduğunu gözlerinden anlamakta gecikmezsiniz. Hatta yaz okuluna hangilerinin kalacağını bile bir ders işledikten sonra tespit edebilirsiniz. Yanılgı payınız yüzde yirmiyi geçmez.

Esas mesele sizi yoracak olanlardır. Her yıl mutlaka ve istinasız bir sınıfın birkaç esrûk, sıyrık, konuşmayı çok seven, kendini göstermek için elinden gelen bütün sefil metodları kullanan talebeleriniz olacaktır. Tecrübeli iseniz dikkat çekme adına bildiğiniz bütün yolları denersiniz; ödüllendirme, ceza, teşvik, hayatın anlamını anlatma, yaşantılardan örnek, başarı hikayeleri, elli ayağı olmayan insanların gayretleri.. Bazı hikayeleriniz, metodlarınız onları etkiler. Ama inatlık para ile değil; densizlik öze işlemiş ise yapacağınız birşey yoktur.

Yıllar önce böyle bir talebem vardı işte. Ben diyeyim Konyalı, ama oralı değil, ben diyeyim Rıza ama o isim de değil. Hem Rıza ismini bir önceki hikayemde 'Rızanın İtleri' inde kullanmıştım. Uzatmayalayım, Şehri Kayseri, ismi Orhan olsun. Kayserili Orhan burslu aklı başında bir öğrenci. Sınıfın Yazma hocasıyım. Zor bir ders. Neden mi? Hangimiz yazmayı seviyoruz? Sevmeyene sevmeyi öğretmek öyle kolay mı? Gençliğimizin çoğu televizyon, bilgisayar çocuğu. Arzu ettiğini hemen elde ediyor. Öyle oturacaksın bir konu hakkında beyin patlatacaksın. O konu ya savunacak ya da red edeceksin. Yazmayı sevenler bu işten iyi anlarlar. Sevmeyenlerin zaten böyle bir sancısı yoktur. Yazamıyorum deyip işten hemen sıyrılırlar. Orhan ne yapar. Yazmak için teşebüs etmeyi bırak, derse kalem kağıt dahi getirmez. Üstelik getirenle de dalgalar geçer. 'Orhan etme böyle, sen ödev mödev yapmıyorsun bir de çalışanla haybiye uğraşma dediğimde' cevabı hazırdır: 'Ya hocam yazıpta ne olacağız. Yazar mı olacağız". Orhan daha da ileri gider, 'Nasıl olsa bizi geçirteceksiniz, yazmasak ne olur." Bunları dinleyen diğer öğrencilerin de etkilenmemesi mümkün mü? Orhan yüzsüz; kullandığım sıfatsız isimler bir fayda etmediğini anladım. Bu defa sıfatlı cümleleri sıralamaya başladım.

Sınıftan atmak bana göre değil. Sonra adımı çıkartamam. "Yılların hocası olmuş bir öğrenci ile başedimiyor" cümlesini kendime yediremem. Ne yapayım çaresizim. "Orhan, arzu edersen derse katılmayabilirsin." Umrunda değil, "Yok hocam, olur mu öyle şey, ben dersi kaçırmak istemem." "Peki oğlum, kitabın defterin nerede?" Orhan rahat, "Vallahi hocam evde unutmuşum." "Bu kaçıncı unutuşun evladım, bu kaçıncı saçma sapan mazeretlerin?" diyemedim. "Peki Orhan, bari arkadaşını lafa tutmasan. Bak bütün sınıf senin hafta sonu ne yaptığını duyuyor." Orhan hiç oralı değil.

"Bak Orhan bir öğretmenin hakkını helal edip etmemesi ne kadar önemli bilemem ama sana hakkım geçip geçmediğini de bilmiyorum, lakin arkadaşlarının sana hakkı geçiyor. Onlardan ders dinlemek isteyenler var, gayretli olup üretmek isteyenler var, sen bunlara mani oluyorsun." Orhan gamsız, "Ya hocam, onlar hakkını helal ederler boşver kafayı takma." "Peki Orhan ben hakkımı helal etmiyorum desem." Orhan keyifle, "Bırakın hocam bu hak-mak meselesini, siz keyfinize bakın." Yoldan çıktım. "Bak Orhan benim sende hakkım olmayabilir ama iğne ucu kadarda olsa zehir zıkkım olsun" dedim ve dersin bitmesine iki dakika kala sınıftan çıktım.

Allah sizi inandırsın dostlar, Orhan yıl sonuna kadar böyle devam etti. O yıl o sınıfta işlediğim dersten zevk almadım. Bir tek zevk alan Orhan'dı.

Ve aradan 4 yıl geçti. Çalıştığım kurumdan ayrılmışım, yurtdışında çalışıyorum. Birgün ofisimin önünde bir adam. Beni görünce, "M.. Hoca siz misiniz?" "Buyurun benim." Adam rahatlamış vaziyette, "Tam yerine gelmişim. Hocam sizinle biraz görüşelim müsaitseniz." "Ne demek buyurun oturalım."

Adam başladı kendini tanıtmaya. " Ben Orhanın babasıyım." "Hangi Orhan." Hani beş yıl önce Falanca Üniversitesinde derslerine girdiğiniz." Orhan.. Eğitim-öğretim hayatımda onlarca Orhan vardı. "Hocam nasıl hatırlamazsınız, şu hakkınızı helal etmediğiniz Orhan. Ben onun babasıyım. Benim bu memlekete geldiğimi oğlum öğrenince benimle haber gönderdi. M.. Hocaya söyle hakkını helal etsin." Eeee.. "Hocam Orhan bu bilirsin konuşmaya çok sever. Bu yıl üniversiteyi birincilikle bitiriyor."

Şu Orhan yani.. "Öncellikle hoş gelmişsiniz. Benim Orhanla bir meselem yoktu. O sınıfta olan herkes adına tepkim oldu. Hak isteyecekse o yılın bütün öğrencilerini bir bir bulup helallik dilenmesi lazım. En son söz bana düşer. Bana gelince ben helal ederim lakin bana ve sınıfa yaptıklarını yaşattıktan sonra. Bu nasıl olur bilmem ama, olur mu olur. Siz Orhan'a selam söyleyin. Hak meselesi öyle kolay değil deyin."

Orhanın babası kararlı olduğumu anlayınca bana veda edip gitti. Sahi içimden helâl ettim mi? Aman dostlar, hersene çevremizde onlarca Orhan artarak çoğalıyor. Öbür alemde herbiriyle tek tek masaya oturmak istemiyorum. Helal ettim hepsine de diyemiyorum. Bana hesap sorulmasından korkuyorum.

"Hey sen M. Hoca sen üzerine düşeni hakkıyle ve hatta fazlasiyle yaptın mı?"

foto/yazı: magpak




Kaynak...