Bizim bakkal ansızın kayıplara karıştı. Bir buçuk senedir meyvemizi, sebzemizi ondan gönül rahatlığı ile alırdık. Temiz, güleryüzlü, tartısı sağlam bir adamdı ve elbette kardeşleri de. Mahalleden ve civardan epeyce de müşterisi de vardı. Garip ama adını da bile bilmiyorduk. Kimselere soramadık.
Üstelik aynı sırada iki bakkal daha var. Onlar sadece tatil günleri yüzleri gülerdi. Şimdi gelip-geçerken bakıyorum da adamların hertarafı gülümsüyor. Bizim giden bakkalın müşterileri eli mahkum onlara gidiyor. Dükkan önlerinde malları da iki kat yığmışlar. Hatta dün sabah baktım bizim eski bakkalın müşterileri sabah halden gelen meyve-sebze için beklemekteler. Yüzleri keyifsiz dememi beklemiyorsunuz herhalde. Sahiden keyifsizdiler.
Çünkü bizim bakkalımız daha doğrusu manavımız yok işte. Bizim ev arkadaşı ufak bir araştırma yapmış; bizim bakkal evini de satıp gitmiş. Gittiği yer güya bilinmiyormuş. Bence, bizim bakkal yerine 'Öyle BirGeçer Zaman ki' dizisindeki manav, Kaptan Ali'nin yüzünü görmemek için gitmeliydi. Mahallenin yüz karası Ali Efendiye hala hal hatır sorarlar ve üstelik bazıları düğününe de gider ve ben bunu da anlamış değilim. Ne alakası var Erbil’deki bir bakkal ileİstanbul’dan çevrilen dizi arasında, deyip durun siz. Kelebek etkisigibi bir durum.
Bana göre bizim bakkalın gidişi çok planlı bir şaka gibi geldi. Farkettirmedi, sezdirmedi ve hatta tek iletişim ifadem olan 'Go Hafiz' bile diyemedik birbirimize. Tarkanvâri: "Yolun açık olsun, demek isterdim. Boğazım düğümlü, sözlerim kayıp" şarkı sözlerini âh bir diyebilseydim. Hem fotoğrafını bile çekemedim. Bir keresinde, 'Mamusta Abdullah' bizim dili öğrendi deyişini yarım yamalak anlamış bende yarı İngilizce yarı Türkçe ofis ev arası hayatım olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Bilmiyor ki, 'Mamusta Abdullah' on iki yıldır burada.
En iyi anlaştığımız ifade ise meyve sebzeyi gösterirken yapardık, 'Türki? Ürdüni? Irani? veya Iraki?. En son mandaline meyvesinin Pakistani olduğu ifade etmişti de şaşkınlığımı bir şekilde ifade etmiştim. Diğer taraftan bir kış boyunca bize halis, hormonsuz domates yedirdi. Hem külosu 1000 ID (Irak Dinarı). TR parası ile 130 kuruş civarında. (Keşke birkaç külo alıp eşe dosta gönderseydim. Bizim Karadenizin harbi delikanlısı Burak Hocam kesin severdi.)
Sözün özü bizim bakkal gitti. Gidişi ardındaki senaryoları şöyle sıralamak mümkün:
a) Bizim bakkal tehdit edilmiştir,
b) Kızı kaçmıştır,
c) Ortadoğu olaylarının en büyük para destekçisidir; tehdit almıştır, çareyi Avrupa veya Zengin bir Arap ülkesine kaçmakta bulmuştur. En yakın ülke Dubai'dir.
d) En son tahmin ise ince meseledir ve veya bizim bakkal ince hastalığına tutulmuştur. Tek çareyi bu mahalleden uzaklaşmada bulmuştur. (İnce hastalığı yeni nesil bilmeyebilir, lütfen Google dedelerine sorsunlar, mutlaka cevap bulurlar. Buna da gerek Allah korusun uygunsuz bir resim çıkar günahlarını almak istemem. En iyisi kültürlü bir büyüğüne sorsunlar.)
Ben şimdi yandaki bakkallara nasıl gideceğim. Adamlara, 'Aha şimdi elimize düştünüz' deme mutluluğunu yaşatma cesaretim ve niyetim yok. Kendime ve aileme yeni bir bakkal bulmam gerekecek. Ya da her onbeş günde bir sebze halinin yolunu tutacağım. Dil meselesi ne olacak? Ah bakkal amca ah Adını da bile bilmiyorduk! Şöyle birkaç sene daha beklese idin beraberce gitseydik. Hem ben a) ve d) maddesinin ilk şıkkından çok iyi anlarım. Bir de ince meseleyi Simsar Durdunun oğlu Hakkı anlar.
Sağlık olsun. Vardır bunda da bir hayır. Bu aleme biz de kalıcı değiliz. İşin ucunda temelli gitmekte var. Heder olan yıllarımıza eyvahlarla.
Sana güle güle bakkal dayı…
Yazı/foto: magpak
Not: Bu yazıda tek uydurma kişi Simsar’ın oğludur.
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
Kaynak...