Sana merhabaların en güzeli ile seslenmek. Bizcesini bilmek ve yaşamak. Taksim veya Mecidiyeköy’deki otobüs durağının yanındaki simitçide saatler boyu karşılıklı oturmak; her yarım saatte bir Üsküdar’a giden otobüsü bile bile kaçırmak.
Seninle saatleri saymadan, dakikaların kıymetini bile bile, saniyeleri yıllara çevirmek için çırpınmak.
Bir haftalık biriktirdiğimiz kelimeleri cümle yaparak ve her cümle başına tek özne ‘seni’ koyarak konuşmak.
Hayatımızda artanı-eksileni değil, sadece olanı süzmeden büzmeden konuşmak. Hayatımız iki nokta üzerine kurulmuş bilirsin. “Ss” dan öte hislerimiz var biliriz. Söze ne gerek var; gözlerimiz, iki noktalı notlarımız yeter.
![]()
Üsküdar’da deniz kenarındayım, güneş batmak üzere. Sen yoksun. Gidişin, vedan, ayrılığın, seni kaybedişim diye devam etmek istemiyorum.
"Belalım" desem çok klasik olacak.
“Her gece uyku diye yattığım sen” dersem, fazlası ile Sezenci olacağım diye korkarım.
“Gün değmemiş ormanlarda yitiğim sensin” ifadesi daha fazla yakışsa bile bundan da vazgeçerim.
Üsküdar’da deniz kenarındayım.
Sevdanın tam ortasında büzülüp kalmışım.
Yediğim simit, içtiğim çay ve sevdiğim sele zeytini eskisi gibi tad vermiyor.
Sevda ötesi hislerim gözlerimden süzüle süzüle kayıp, deniz dalgalarında kayboluyor.
Yüreğimin tam ortasında mesken kurmuşsun atılmıyor; atamıyorum işte.
2000'li yıllarda olduğu gibi, her Pazar sabahı Çengelköy’de seni bekleyeceğim. Hangi çınar altında olacağımı bilirsin. Unutmadın değil mi?
![]()
foto: magpak yazı: !!