*Behzatların Yılmazı ile Hikmet Dayının İsmailinin gidişine epeyce oldu. Bugün nereden estiyse ikiside geldi aklıma. Evelsi gün de Şekirlerin Ömeri ile çay kenarında geçmişe dair ne varsa deşeleyip durmuştuk. İkimiz de mazinin içinden çıkamadık. Körpe duygularımızı beyhude körelttiğimiz bu hayat yolu bizi kimlerle karşılaştırmışsa bir bir sayıp döktük. Ömer, –bırakmak üzere olduğu- sigarasını tüttürürken ben elimdeki tespihi çekip durdum. Gidenlere mi yansak yoksa kıdım kıdım ve katran renginde akan çay suyuna mı eyvahlar çeksek, bir tercih yapamadık.
Suyunda balık tuttuğumuz, yaz sıcağında ilk yüzmeyi öğrendiğimiz ve doya doya çimdiğimiz çayımızın suyumuza kirleten fabrika kırıntılarına ve koca koca hökümet olmuş adamların bu pisliğe çare bulamayan vicdanlarının temizliğinden şüphe duyarak ben ve Ömer kendimizce çare arayıp durduk.
Sadece çayımızın suyu değil, arıklarımızın da suyu on yıldan fazla pis akıyor. O arıklarda bulaşık yıkayan ninelerim hayatta olmazsa da teyzem Semiha o günlere şahit işe. Yürüyüşlerinde ayaklarının terazisi bozuk adamlık seviyesine çıkmamış herifler benim ve Ömer’in ve hatta Yakup Dayının oğlu Eminin de yaşanmışlıklarına kirlettiler. Çarşıda, pazarda volta atan, Camlı Kahve’de zar tutup duran bu herifler bir de bizim köy durağının karşısındaki fırında hergün lahmacun, “balcan” kebabı yaptırmazlar mı, beni ve Ömer’i yaralayıp duruyor işte. Biz, tarlamıza metrelerce kazdırdığımız kuyu suyuna mahkumluğunda, pirpirimli domates dürümüne talim edip duruyoruz. Eskiden aldığımız muğalı-bereket yok oldu. Ağaçları kuruyan epeyce bahçe, bağ sahipleri sahipsiz.
Geçen Kaymakam Bey bizim buralara teşrif etmişti. Adam iyi hoş, lâkin konuşmalarından bu işe bir hal çaresi getiremeyeceğini anlamış olduk. Bunu “bes” ben değil, Kesik Süleyman da harman yerinde Muhtar Rıza’nın kulağı dibinde bağıra bağıra söyledi. Nedense köy azalarından bir ses çıkmıyor; utandım. Hökümet adamlarına zaten ses çıkartmak mümkün mü?
Evvelsi gün ben ve Ömer çay kenarında sadece dertlenmedik. Ömer kafayı iyice bozmuş; bu diyardan göçmeyi aklına koymuş. İki tarlasını, beş koyunu ve onlardan olma üç kuzusunu satıp gitmek istiyor. Çocuklarını hukuk falan okutup; belki de kaymakam yapıp bu meseleyi çözmeyi düşler.
Bense ortada kalmışım. Bizim “arvadın” serseri inadı olmazsa buraları çoktan terk etmiştim. Gitmenin siparişini çoktan vermişim. Buğulu hayallerimi belki Taksim Meydanı’nda, belki de Anakaranın Kızılay’ında bulacaktım. Olmadı.
Ömerin uşaklarının okuyup, hökümet adamı oldukların göremeyeceğimi bilsem de hayalini yaşamak güzel.
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
Kaynak...