Bugün 14 Temmuz Perşembe.
Geçen günlerin peşinde dolanıp duruyoruz.
Güneşler doğuyor ve batıyor.
Hayatın bizzati kendisine tuhaf bakan birkaç nöbetçi arkadaşla,* akşamları beraber yemek yapıp ay ışığı altında çayla demleniyoruz. Uzaklarda yaşanılmış; çok sayfalı hatıralar anlatılıyor. Asil derdimiz memleket üstüne henüz hiç bir şairin yazmadığı derûn-i ifadeler kullanıyoruz: Edremit, Manisa, Antep, Amasya, Konya diyoruz. İzin dönüşü gelenler memleketten yeni dönmenini sarhoşluğu içinde, hangi yayla karlı, hangi dağın bulutları endamlı diye telaşlı telaşlı konuşuyor. O dağlara çıkıp bağırasımız geliyor. Kızdığımız adamlar oluyor. O toprakların kıymetini bilmeyenler, masumlara hain tuzaklar hazırlayan, ince ince not tutanlar, üniversitelerde başörtüyü hala birinci mesele yapan, senato kararı çıkartan Prof. ünvanlı adamlara çağıl çağıl sevgimizi gönderemiyoruz; Allah'a havale ediyoruz.
Birkaç nöbetçi arkadaşla ay ışığı altında *çayla demlenirken yine de detaylı siyaset konuşmuyoruz. Uzakların insanı bir arkadaş, Çanakkale'de vapurun çıkardığı köpükleri pamuklu şeker olarak hayal eden kızının masum, çocuksu arzuları üzerinde biz de hayale dalıyoruz. Ömrümüzün toy vakitlerinde gurbete çıkışımızı ve Ege'nin toz tarhanasını soğuk suyla değil de sıcak suyla yapışımızı, pütür pütür topaklaşmış tarhanıyı yine de iştahla yediğıimiz günlerin acemiliğini biraz sıcak duygularla yaşıyoruz. Şehriye çorbasından vazgeçip, akşam yaptığımız tarhanayı bir arkaaş veda ederken,* "Abi uzun süredir tarhana çorbası içmemiştim.* Ellerinize sağlık güzel olmuştu" deyişindeki nezaketi katlayıp gönül cüzdanına kendimce koyuyorum.
Bütün arkadaşlar gittikten sonra bir başıma kalıyorum. Yorgunum. Yıkanmış bulaşıkların verdiği rahatlığı yaşarken.* Beni bekleyen uykunun kollarına arzusuz kendimi atıyorum.

BİR ÇİFT BEYAZ KARTAL
*
Hangi yayla yeşil, nerde keklik çok
Gel seninle orda olalım çocuk.
Kayalar, kayalar… Sırt sırta vermiş;
Kimi yeni mürit, kimisi ermiş.
Otlar dalgalansın biz yürüdükçe
Sular düze insin kar eridikçe,
Gün burnunda bana mavi mavi gül;
Ağız-burun lale, kaş ve göz sümbül.
Doruklardan doruklara sekelim,
Bir elim göklerde, sende bir elim;
İkimizin yüreciği bir atsın,
Bizi gören bin katarak anlatsın,
*
Hangi yayla karlı, nerde çiçek çok
Gel seninle orda olalım çocuk.
Bulutlar, bulutlar iç-içe girmiş
Bulutlar ki göğe perdeler germiş;
Çiğdem devşirelim, çiçek biçelim
Susayınca hep ezgiler içelim
Batmasın eline bir gül dikeni
Sen hep beni kolla, bense hep seni
Çıkıp yükseklerden taş bırakalım,
Kopan sese, kalkan toza bakalım,
Tavşanlar ürkerken bu gürültüden
Kaçan tavşanlara ıslıklar çal sen.
*
Hangi yayla yüce, nerde kavga yok
Gel seninle orda olalım çocuk;
İster Maraş olsun, ister Erzincan,
Sonsuzluk düşüne set değil mekan,
Başın omuzumda, omuzum gökte
Ölüm bir ak çiçek bu özgürlükte,
Yaşamaksa bir ışık cümbüşüdür,
Çağıl çağıl akan sevgi düşüdür.
Hani gökyüzünün toy vakti olur,
Kaynaşırlar yıldızlar bulgur, bulgur;
En uzak nereyse ora gidelim,
Bulutları yara yara gidelim.
*
Hangi yayla serin, nerde bühtan yok,
Gel seninle orda uçalım çocuk.
Meşeler, ardıçlar, çamlar yan yana
Biz kanat çırpınca dursun divana.
Bir çift beyaz kartal, hey bu da nesi?
Diyerek şaşırsın çobanların hepsi;
İlk kez görüyoruz desin görenler,
Bütün oymaklarda dolaşsın haber.
Keşiş dağlarından görünsün İstanbul,
Bütün dağ gölleri ışırken pul pul.
Güzel dost, ey hüzne aşina yürek,
Gel gidelim keklik gibi sekerek.
*Bahaettin Karakoç

foto/yazı: magpak




Kaynak...