Bu yazıyı isterseniz okumayın. Çünkü Vanlı Recep bu satırları asla okumayacak.
27. Mart. 2004
Siz Vanlı Recep'i bilir misiniz? "Nereden bileyim; hem banane Vanlı, Muşlu, Adıyamanlı Recep'ten," der misiniz? Ama ben size Toros dagları'nın zirvesinde yaşayan altı çocuklu ormancı Recep'ten bahsetmiyorum. Eminönü'nde hamallık yapan Tokatlı Recep'in öleli ise neredeyse sekiz sene oluyor. Diğer Recep ise ülkemizin başında, başımızın baştacı olarak acılarımıza ortak, asırlık dertlere bütün gayretiyle derman olmaya çalışıyor.
Ne o Recep ne bu Recep siz bu Recep'i çok iyi tanıyorsunuz. Hani geçen Perşembe günü öğle vaktinde bizim okulun aşağıya doğru uzanan merdivenlerinden yemekhaneye doğru giderken, yüzü gün yanığı, dişleri sararmış, biraz dikkatli bakınca da fanila yerine kirlimsi yeşil renkte örgülü bir kazak giymiş, merdivenin kırık dökük taraflarına çimento sıvayan kişi Recep'ti. Hani siz o gün kuzu tandırı yedikten sonra ofisinizde arkadaşlarınıza da tavsiye etmiştiniz. Yo yo! Ben yolumun üzerinde ne Recep ne de Işçi Süleyman'ı görmedim diyemezsiniz. Hani yanından geçerken şöyle gözünüzün ucuyla baktığınız, yaptığı iş, yolunuza mani olduğundan yönünüzü değiştirmenize sebep olan o adamı toslamadım derseniz o yollara ne demeli? Siz Recep'i ve Süleymanlar'ı çok iyi bilirsiniz ya da bilmezsiniz. Ama bu Recep'i anlatmak benim boynumun borcu.
Recep türkü gibi bir adamdır. Ben onu 1997 kasımında okulumuzda kendine verilen her işi yaparken tanımıştım. Recep o günlerde bekardı. Cebine üç beş kuruş para girince, dünyanın en bahtiyar insanıdır. O paralar ne Taksim'de harcanacak ne de Migros'un Mc Donald's salonunda hamburger yemeye gidecektir. Güllüoğlu Baklavacı'sına uğramak ise yürek isterdi. Recep evlenecektir. Askerden yeni gelmiştir. Nasıl olmuşsa olmuş bir arkadaşı bu işi bulmuştur ona. On altı yaşından beri nişanlıdır ama bir defa görmüştür gelecekteki çocuklarının anasını. Evine koyacağı üç beş parça eşya parasını denk getiremediği için diyar diyar gezen; tuvalet temizliğinden, taş taşımaya her işi canla başla yapan Recep'i işte ben o zamandan beri bilirim. Recep okuldan 2000 yılında ayrılmış, Van diyarına vedasız gitmiştir.
Aradan dört yıl geçmiştir. Recep beni gecenin ikisinde uyandırdı. Yatak bana dar geldi, yattığım kanepe, kaldığım oda, geceleri tur attığım salon bana dar geldi. Kendimi dışarılara atmak istedim. Rüzgarlarda savrulup Adana Garı'nda bir köşede kıvrılıp, "Bana ne her şeyden, kim dinlerse dinlesin derdini, kim isterse sana derman olsun." diyemiyorum be Recep! Karlı havalara savrulup, ağrılarıma ağrı katma. Bunca yükü kanatlarım kaldırmıyor.
Sen bana başını önüne eğip, üç yaşındaki çocuğunu menenjitten toprağa verdiğini söylediğinde, çocuklarım ve tanıdığım bütün çocuklar gözümün önde sıralanıp durdular. Bahtiyar şiirini içimden geçirmek bile canım istemedi. Hastahane masrafları için evini sattığını, doktor doktor gezdiğini ve sonrasında teşhis koyamayan acemi doktorların sayesinde bir sabah alacalı vakitte biricik kızını can meleğine teslim ettiğini ne diye söyledin be Recep! Sen bilemezsin beni. Kafama takarım. Yediğim yemekler bana zehir olur; giydiğim elbiseler bana dar gelir, diken olur batar. Aldığım Divx'ler, DVD'ler, halı yıkama makinesi, son model mikrodalga fırın silah olur patlar. Doğum gününde yediğim pasta bana ağu olur be Recebim.
Günlük yevmiyesinin on yedi milyon olduğunu aslında yirmi milyon vermeleri gerektiğini ama üç milyon yemek parası kesmelerinin rızkını azalttığını söyler. Yapılacak işlerin burada birkaç ay alacağını, sonrasını kendisinin de bilemediğini, ama buna da şükreden Recep'in Van'da yıllarca işsiz kaldığını. İki kızının üzerine elbise alacak para olmayınca kendini tekrar İstanbul'a attığını, bir odasında herkesin kaldığını bir akrabasının evinde kalmaktan artık çekindiğini; bu durumdan bekar odasına taşınarak kurtulmayı düşünür Recep.
Bu gece Recep'in şanına, sokakların çocuğu olup; geceleri ikiye bölen sesleriyle bana hep ilham veren sokağımızdaki vefakar köpeklere eşlik edeceğim. Sadece köpekler gerçek açlığı, yokluğu bilir diye, onlar gibi havlamak, haykırmak ve sabah vakitlerinde inlemek istiyorum. Vanlı Recep'in yanında Afyonun bir kenar mahallesinde, çocukları tarafından kötürüm halde terk edilmiş kırk beş yaşındaki Hatice kadının derdini de belki böylece duyururum diyorum.
Bilirim çoğunuz Recepli, Haticeli hikayeler konuşmaktan, dinlemekten, seyretmek ve hatta okumaktan hoşlanmazsınız. Siz bana da bakmayın. Üniversiteyi bitirene kadar hiçbir zaman üç çift pantolonu olmamış biriyim. Lise ikinci sınıfa kadar da lastik ayakkabı giymişim. Yedi sekiz adet gömlek sahibi olmayı ise kendime bir türlü yakıştırmamıştım. İşte bundandır ki, ne zaman Recep gibilerini görsem yüreğimin bir köşesinde fırtınalar kopar.
Bu ülkede ve bu zamanlarda Recepler orada duruyor. Memleketi Van'da, otuz milyon olan kirasını üç aydan beri ödeyemediğini, elektrik faturalarının hesabını artık yapamadığını, yakında çoluk çocuğunun ışıksız kalacağını size söyleseydi siz ne dersiniz? Yoksa siz de, hani okulunuza geçenlerde gelen K. adlı genç şarkıcı gibi konser öncesinde birkaç bardak viski içip bir şeyleri unutmaya mı çalışırdınız?
Siz kendinizi yormayın isterseniz. Çileyi çeken kendi yolunu aydınlatmasını da bilir. Recep ille de okulunuzda daimi olarak çalışmak ister. Müdürümüz Salih Bey'in yardımını alarak muhasebe müdürünün kapısından gerisin geri dönmek istemiyor. Bir de siğortam oldu mu, çoluk çocuğumu getireceğim diyen Recebin sesini duyuramıyorum işte.
Bizim hasretimiz yepyeni bir araba, bahçesinde yüzme havuzlu bir evdir. Etrafımızda binbir beklenti içinde hayat budur deyip çay bardaklarında yalan soğutup duruyoruz. Hey gidi garibim! Bizler seni zor anlarız. Hele zalimce kul hakkını yiyen, çoluk çocuğundan bir gün uzak kalmada zorlanan bizler, Recep'i kendime ve size anlatsam ne fayda. Sen Tamara ülkesinin çocuğu olarak kalacaksın garibim. Ve içinde çocuğuna oyuncak bir bebek alamamış bir babanın, iflah etmez perişanlığı yüreğinde hep yaşayacaksın.
Bu gece size Afyonlu kötürüm Hatice Kadını anlatmaya mecalim kalmadı. Ona ait ne kadar umut varsa onları Piri Reis'in gemilerine yükleyip batı yakasından öteki alemlere göndermekten başka çarem yok. Bu çaresizlikte biraz sonra vücuduma diken olacak yatağa sığınmaktan başka yol bulamıyorum.
Hadi Sevdalım, hadi Süleymanlar, hadi Balıkesirli fizik öğretmeni felçli Ahmet abi ve vefakar eşi Fatma abla ve Beylikdüzü'nün canım köpekleri de size de iyi geceler. Hayallerim, aşklarım, burnumda tüten memleketimin dağları ben bu gece sizi daha çok arıyorum.
![]()
yazı/foto:magpak
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
Kaynak...