F. Soyarık Kardeşime,
![]()
Ömrü hayatınızın sağında, solunda, önünde arkasında şöyle adam gibi adam dediğimiz kaç insan vardır? Sözü demir gibi, gülümsemesi gül gibi, bakışları bayram sevinci gibi kaç tane er oğlu erle karşılaştınız, yaşadınız, komşuluk ettiniz?
Size bizzat yaşadığınız insanlardan bahsediyorum. Meşhurların hayatlarını zaten ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Merakımı hoşgörün. Ben size mahallenizde, köyünüzde, kasabanızda, şehrinizde, beraber yaşadığınız insanları soruyorum. Çocukluğunuza gidin mesela, rehber aldığınız, büyüyünce onun gibi olacağım dediğiniz kaç insan oldu? Olduysa hakikaten onun gibi olmaya çalıştınız mı? Veya yaptığından hoşlandığınız, "Bak falanca amca, teyze böyle yapıyor" dediğinizde herkesin onayladığı kaç insan olmuştur?
"Tamam dostum bize sorup duruyorsunda senin saygı duyduğun, görünce rahatladığın insan oldu mu?" diye sorarsanız sizin gibi bir iki dakika düşünürüm herhalde. Üstelik yıllardan beri insanların içinde biri olarak bir elin parmak sayısınca insan çıkaramazdım. Bende kalan, gönlü gönlümde dalgalanan insanlar var da ben mi göremedim, gözlerimi hepten mi kapattım? Adam gibi adam bulma da kriterlerimiz mi ağır yoksa? Bir uzun havada " Sen çok güzelsin de, Seni seven bi çare" mi? Yani etrafımızda güzeller çok ta biz mi çaresiz, sefiliz, görmüyoruz?
Bende kalan bazı insanlar epeyce olmuştur elbette. Biraz maziye gidince çıkmıyor değil. Öyle kocaman kocaman işler yapmışlarla pek işim olmadığı için gözüme takılanlar genelde mütavezi ve işin doğrusu köylü insanlardır. Sıfırdan zengin olmuşlar, bilmem gayret etmiş birkaç üniversite bitirmiş, masterını doktorasını Amerikalarda yapmışlarla pek işim olmadı. Olmuş olsa dahi beni "hal ile etkiliyen" insan sayısı sayılıdır. Yoksa çevremde başarılı insan profili çıkmaz mı?
Çocukluğumun büyük bir kısmı köyde, gençliğimin bir kısmı dar bir daire içersinde şehirde geçti. Köyümüzde Cülha Mamet (Mehmet) amcamız vardı. Onunla bir kelime etmişliğimiz yoktu. Onu eşeğiyle veya yaya yürüyüşünü görürdüm. Bazen de evlerinin önünde dört demir arasında gerdiği yünleri ip yaptığına şahit olmuşumdur. Tıpkı resimdeki beyaz sakallı dede gibiydi. Cülha amcanın bakışı, 'pozitif enerji' dediklerin şeyin tamamen kendisiydi. İster istemez saygı duyar. Yaptığı işe kendisini vermesi, özenmesi bir ders verirdi.
Tıpkı Cülha amca gibi, bir de Habeş amcamız vardı. Şehre göçmüş köyün eski sakinlerindendi. Onunla da birkaç kelime etmişliğim olmadı. Ama onun at arabası ile bağına bahçesine gidişini her dem gördüğümde sanki bir derviş görür gibi olurdum. Yüzünde eksilmeyen tebessümü, sakin duruşunda mesajlar olurdu: "Hayata hırs göstermeye değmez; kimseciklere kızmaya, bağırmaya, küfür etmeye ne gerek var. Neyin peşindeyiz; hayat geçiyor işte, kendinize eziyet etmeye hiç değer mi?" gibi onlarca anlamlı dersler çıkarmak mümkündü.
Habeş amcanın bakışı koca laflara; roman dolusu kelimelere bedel gibiydi. Bu cümleyi bana kendisi bizzat sarfetmedi ama duruşu anlatıyordu, "Öyle lüks arabalara ne gerek var, bakın benim bir atım bir de arabam, giydiğim bir gömlek-ceket ve şalvar bunlar bana yetiyor."
Habeş amcanın bir de gazete okuması vardı. Yerde bulduğu gazete parçalarını alıp okuduğunu duymuştum. Ben de birkaç defa bahçe yolunda, bir taraftan gazete okuması ve bir taraftan da at arabasını sürmesine şahit olmuşumdur. Beni en çok vuran da burası olmuştu. Hep çevremize yıllarca Almanların, Japonların durakta, otobüste, metroda, uçakta, tatilde nasıl kitap okuduklarını ballandıra ballandıra anlatırken, Habeş Amcayı nasıl es geçeriz?
Ne bir fazla bir eksik. Üç paragraf ile bende kalanlar böyle. Uzatılacak kısımlar elbette vardır. Hani vakti zamanında Fransız yazarın birisi bir bayanı sokağın köşesini tam dönerken görür. Bayanın sûretini bizzati görmez ama eteğindeki kıvrımları, hareketi, hafif rüzgarda savruluşuna şahit olur ve bu bayan hakkında oturur roman yazar. Benimkisi öyle olmasa da, iki insanın duruşlarındaki samimiyeti, gönülden gönülden verdiği hisleri ve insanı rahatlatan tebüssümlerini üç-dört paragrafa sığdırmaya çalıştım.
Yine anlatılır: İki zat zaman zaman birbirini ziyaret ederlermiş. Birbirlerine Allah'ın selamını verip aldıktan sonra, bir süre otururlar ve yine Allah'ın selamı ile ayrılırlarmış. Çevredeki insanların bu dikkatini çeker. Ziyaretlerinde neden konuşmadıklarını iki dosttan birisine sorarlar. Cevap şudur, "Biz gönlümüzle konuşuruz."
Gönlünüzde kıpırtılar uyandıran, laf ile değil hal ile anlatan insan sayısını bereketli olması temennisiyle. Ayrıca vefat eden o güzel insanlara Allah'tan gani gani rahmetler ve dualarla…
foto: (1. foto- B.Yıldırır arşivinden) yazı: magpak
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
Kaynak...