İnsan her zaman hasretini çektiği topraklara methiyeler düzmesi beklenir. Bunun her zaman yapılması fıtrata ters olmalı. Olmadık zamanda ummadık şahıslarla yaptığınız tartışmalar ve sonrasında gelen kavgalarınız sizi üzer, yıpratır. Kana kana havasını teneffüs ettiğiniz memleket toprağı size birden yabancılaşır. Kaçmak için sebebler ararısınız. Tadına doyulmaz yemekler tatsız, dost muhabbetleri baş ağrıtır. Elinizde imkan varsa yapacağınız tek çözüm vardır: Gitmek. İncinmiş duygularınız, masum fikirleriniz, sesli-sessiz çözümleriniz o zaman rahata kavuşacaktır. Aşağıdaki yazı yarım yamalak duygularla yıllar önce yazılmıştır.



Veya GURBET HÜZNÜ, SILA ÇİLESİ ARASINDA GEL GİTLER

Ben o memlekete ait olmadığımı yıllar öncesinde bir gün batımı vakti anlamıştım. Bir ayrılık sonrası, Seç otobüslerinin birinde tek başıma seyahat ederken, muhasebe üstüne muhasebe yapmış bana ait olan bütün eksiklikleri, fazlalıkları bir bir ortaya koymuş, yaşanan bütün incitici, acıtıcı tartışmaların sorumluluğu bana ait olduğu düşüncesi ile bir defa daha oraya sılama gitmemeye karar vermiştim. Aradan geçen yıllar benden birşey değiştirmemiş, yine oraya gitmiş, yaşanılan olayların başka bir tatda daha önceleri yaşanıldığı gibi tenefüs etmiştim. Sanki daha önce hiç yapmamış gibi oraya, sılaya bir daha evet bir daha gitmeme kararlarını almıştım.

Sılaya gitmeme feryadını bana dedirtiren meseleler bu defa farklı olacağını bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Gidişimizin sebebleri değişiyordu her zaman. Bu defa bayramdı: Kurban bayramı. Onca kardeşten anne, baba yada memleket deyip kimsenin gidesi yoktu. Üstelik tatil bir hafta olmasına rağmen, anne-babanın yalnız kaldığı açık iken, otobüs ya da araba yolculuğunu kimse göze alamıyordu. Herkesin kendine göre mazereti vardı: Zeki'lerin parası yoktu, Nazlı'ların zamanı hiç yoktı, birilerinin de sebep üretmesi gerekiyordu ki, onlarda yazın gitmeyi planlıyorlarıdı.

Sıra bana gelince, sanki hiç bir problemi olmayan bendim! Belimde, omurgalarımda, sırtımın belli bölgelerindeki ağrıları unutmam gerekiyordu; oralarda yaşadığım acıların şiddetini nasıl kökten beni sarstığını, ayakları topal itlerin sancıların söyleyemedikleri gibi bende kimselere ızdırabımı diyemiyordum. Öyle inil inil geziyordum. Sesimi yükseltip etrafı rahatsız etmenin anlamı var mı? Sokak itinin ayağına kimler dertlenip merhem olacak ki, bana da olsunlar. Doktorlar daim "Bu işin çaresi yok!" deyip duruyorlar. Varsın ağrılar artsın, onları unutmaya çalışmam gerekiyor. Yüreğimden atamadığım sevdaların ağrılarının yanında bu bedeni ağrılar ne yapabilir ki?

İşin bir noktası vardı ki, ben ailenin en büyüğü idim. Üstüme vazife olsun olmasın sorumluluk almayı severim. Bu defa ki anne-babanın bayramı yalnız geçirecek olmasıydı. Gerçi Selin gideceğini söylüyordu ama sadece onun oraya gitmesinin yetmediğini anamın telefondaki sesinden anlamak hiçte zor değildi. Buralarda bulunan diğer kardeşlerimde anamın telefonda çok hüzünlendiğini, babamın da ondan geri kalmadığını söyleyince, beni bir ateş sardı. Daha önce araba ile yolculuğu denemiş olsamda gitme fikri aklıma çakıldı. Anna baba hakkı, bayram, onların mahsun kalacakların düşününce en iyisi uçak ile gitmekti. Bu defa da parasını gözümde büyütüm. Uçak ile gitme lafını eden öğrencilere hemen bilet fiatlarını söylüyordum. 120 milyondan aşağı olmadığını öğrenince geri adım atmak zorunda kaldım. Ne zamanki Kayserili, Yunus'un promoson günleri biletin ucuz alınabilineceğini söylemesine kadar. Hanım, Emrah ile beraber Amasra'ya gideceklerdi. Aylar öncesinde karar verilmişti zaten. Şimdi de ben illa gitmeliyim deyip tuturmam gerekiyor muydu? Yıllar öncesinde yazdıklarımı unutmuştum. Uzunca yazımın bir yerlerinde şöyle demiştim:



"Biz gurbette yaşamaktansa, bayramı bayram gibi yaşayalım hesabı, düşüncesi ile yolla koyuluruz. Orada bizden birileri var deyip ne maddi kaygıları kafamıza takarız ne de yolun uzun olması bizim için dert değildir. Saatlerce direksiyon çevirir, sanki herşey değişmiştir düşüncesiyle bir an önce varmak isteriz. Hiç birşey ağır değildir; belimizin ağrısı, eksilmeyen migrenimiz, soluk alıp vermemizi zorlaştıran kronik bronşitlerimizi dahi unuturuz. Yolumuz 15 saat ve çoğu zamanda 21 saat olmuş önemli değildir. Sadece ve sadece beynimiz oraya, o memlekete kilitlenmiştir; bir an önce oraya varmadan başka bir yol yoktur bizim için. O yorgunluk ve bitmişlik sonucunda o memleket ve o memlekette bizi bekleyenleri evine adım atınca kendimizi boşuna harap ettiğimiz fikri uyanır....

O memlekette düğünüm ve benimle aynı kaderi paylaşanların da düğünleri oldu. O düğün içersinde sevinçlerimiz gibi sayılı sevinmelerimiz oldu ama çoğunluklada ayrılıklarımızı sürekli tenefüs ettik. Nedense sevinç ve heyecanlarımızdan daha çok kavgalarımızı yaşar, onları hatırlar olduk. Kimi zaman öfkelerimiz zirvelere çıkartır, bazen de öfkelenmelerimiz bize az gelir, kendimizi parçalardık. İşin garip tarafı biz hala böyleyiz ve bu sallantılı kırık dökük haller bizim bir parçamız gibidir. İğneleyici konuşmalar, meseleleri farklı yönlere sündürmeler devam eder durur. İnsan hayatında en önemli özelliği olan bakıştır, fakat bizim göz merceklerimiz birbirlerine çoğu zaman ve belki de her daim kenetlenmiş değildir ve hatta sanki ellerimiz birbirine ürkek ürkek dokunur. Öpmelerimiz teredüdlü, yaralı kuşların zoraki kanat çırpınışlarında halsizlik gibi bizim yüreğimizde sevgilerimiz, tutkunluklarımız soru işaretlidirler. "Keşkeler", "öyle değil", "neden yaptın" gibi ifadeler çoğalır. Kuytu köşelere kaçmak yetmez, bu defa da kendimizden kaçmayı deneriz. Bırakın kendi isyanımızı bir başımıza yaşayalım desekte buna dahi biribirimize müsaade etmeyiz."

Gurbetin verdiği hüzün reçetesini her zaman gurbette bulmaya çalışmadığımız için yol uzun ya da kısa hastalık, yokluk hiç farketmiyor çünkü tek dinlenme ve rahatlık yeri sılayı görüyorduk. Mutlaka gidilecekti. Bende öyle yaptım. Sevgi yengenin tanıdıkları vasıtasıyla promosyonlu bilet ayarladık. Gidiş dönüş 180 milyon ödemekten başka da çare yoktu. Olsun bel

Şimdilerde kendime onlarca soru soraraktan o memleket üzerine yazdığım yazılara, şiirlere, binbir çeşit hayallerime acımaktayım. Yine o memlekette çekmiş olduğum yüzlerce fotoğrafları yırtmak ve yakmak istiyorum. Yollarında asla yürümek, çaylarından balık tutmak, paçalarımı sıvayıpta karşıdan karşıya sularından asla geçmek istemiyorum. Bir yandan da beni ben olarak yetiştirmeyenlere isyanımı edesim diyorum; duyarlar mı acaba? Yoksa kendi kendime bağırmış olarak kendi sesimle mi kalırım?

yazı/foto:magpak




Kaynak...