28.2.2011- Erbil
![]()
Buralar biraz karışık gibi. Rüyalar karışık, düşünceler karışık. Siyah, beyaz hayatlar çok.
Annesini, babasını kaybetmiş gençler, çocuklar; hastalıklar ve sonrasında erken yaşta vefat edenler. Yoklukluklar, soru işaretli bir gelecek. Ufuksuz, ufuk bekleyen bir nesil. Dağın arkasında ne var; bilinmezlikler.
Elektrik ciddi mesele. Altyapı henüz yok. Geçmişe çeşit çeşit özlem. Bu düzene isyanlar da var. Ama güzellikler de çok.
Taklitçilik kendini almış yürütüyor. Türkiye menşeli televziyon dizileri beyinleri kendine çekiyor. İşin güzelliği insanlar bu vesile ile Türkçe öğreniyor. Detay çok, misaller çok..
Bu topraklarda çileler çekilmiş. Tam geçmişe perdeler çekilmek üzere iken, yeniden bir fırtına estirilmek istenir. Siyasetin herşeyinden nefret ettirilmiş 80’li yılların kayıp neslinden biri olarak, bu tür yazılardan kaçmak istiyorum. Ağdalı ifadeler, şöyle yapılmalı diyen, bitmez tükenmez tekliflerden bıkmış yorgun bir savaşçıyım.
Bugünlerin farkedilmizlikleri arasında arşive dalıyorum. Altı yıl önce yazılmış bir yazıma daha takılıyorum. Kime yazılmışın ötesin de bir deneme:
10.12.2005- İstanbul
Bir kurşun gibi sıkılmış duruşlar, yazmaar, yazışmalar, okumalar ve okunmalar. Sahte mevsimler üzerine “say ki” ile son sözün kendisidir.
Fırat'ın durgun, nazlı akışından, kırmızı topraklı zeytin ağaçlarının bereketinden geliyorum. Kızgın güneşli memleketin alın yazısını taşıyorum. Kim dinler benim türkümü? Kim dinleyince anlar "Barak" havasını? Hallaç pamuğu gibi dağıldı ben de kalan bütün adlar, sıfatlar ve belirtisiz zamirler.
Sen:
Say ki, ben seni veya ötesini hiç yazmadım ve say ki ben de yazılmadım.Yalandı her harf, her kelime ve her duyduğun söz.Senli duygularla uyumadım, uyanmadım. Sevdanda yanmadım ve ben de yakmadım seni. Ve say ki, içimin nehirlerini sana doğru akıttırmadım.
Senle kaldırdığımız harmanımız olmadı; toprağımız her yıl nadasa kaldı. Ellerim çatlaklar, yüreğim kan ter içinde. Say ki, bun yangınlar yalan ve say ki senden sonra adını ne dilim, ne de gönlüm andı.
"Kaybetmek için çok erken, sevmek içinse çok geç." der şair. Ben sevmeyi beceremedim. Say ki, iki kelimeyle dahi seni sevdiğimi hiç ifade etmedim.
Geceleri uyanık geçirdim. Ayrılıkları, her şafak vaktiyaşadım. Hüzün savaşları çıkardım. İsyanı yaşayan ben. Ve say ki, gözyaşlı kavuşmalar hiç yaşamadım.
Derin dehlizlerde, köşe bucaklarda yaşayan adam bendim. Ve bil ki, nefesim, gülüşüm, bakışım, süzülüşüm yalan. Say ki, ben sana hep ihanetleri yaşattım. Fermanın hazır mı?
Halis duygularımı birgüvercin götürdü. Yavaşça önüne düşürdü ve buhar oldu.
Her gece en hüzünlü türküleri dinlemişim. Yemeklerden sadece acı olarak kırmızı biberi, ömrüm ise mevsimlerden bir tek mevsim: sonbahar. Say ki, seninle hiç bahar yaşamadım. Biraz ağır türkü tadında geç kalınmışlık, pınar sularımda buruk bir tat var.
Kabul edin ki, beklediğiniz, düşlediğiniz bu duruş, bu bakış benden değildir Süzülen ve esen ne varsa katmerli yalan. Bana ait ne gördüyseniz; bir hayal.
Biliniz ki, bütün kapılar zırzalı.
Bu "say ki" değildir, hakikattir.
Say ki, 1900'lü yılların son on yılının birinde yani bahar bitiminde, kapınızı çalan ben olmadım. Vefasız, sözünde durmayan.
Say ki, bu da yalan. Bu da yalansa, bu adam satılıktır artık. Boynuna bir tasma takıp, sokak sokak SATLIK UTANMAZ ADAM ilanı ile gezdirin.
Dönüşü yok bu yolun. Say ki, vicdansız, başı bozuk biri çaldı hazinenizi. Siz gönül aleminizi ve kıymet verdiğiniz bütün değerleri ipek bohçanızda asli sahibi için tutunuz.
Ama sen, yine say ki güllerim hep soluk. Yusuf'un kuyusuna atılmış duygularım, hasretlerim var. Kaldırımlarda ve onun caddelerinde kaybolmaya mahkum olmuş hisler taşımam.
Hayatın kündelerini üst üste yemem yalan değil. Med-cezri sırılsıklam yaşasam da bil ki, yüreğimin volkanlar henüz patlamadı. Güneşim sönmedi, ay ışığım bir başka parlak. Bana yakışan yaprağım, toprağım, dağım şükür ki var.
Ve say ki, yukarıda yazılanların hepsi yalandır. Bu son cümle ve bu cümle de yalandır. Bir doğru vardır, o da bu adam yalan yazmaz diye kabul etmenizdir. Hadi çık çıkabilirsen bu yalanların ve "say ki" lerin içinden. Ve bir tek doğru var o da okuduğunuz bu satırlar bir gün sandığınıza düşecek son yazı olmasıdır. Beni son kez bu yazıda gördünüz. Ve bilin ki, gayri özel, genel, hazanlı ve bil umum "say ki" li yazılarım olmayacak. Af edin...
Bazı kelimeler:
*Zırza: kapı sürgüsü, kilit.
*Zikke: Bahçe ya da tarlada hayvanların kaçmaması için bağlandıkları, yaklaşık 30 santimlik demirden kazık. Genellikle, neredeyse yere sıfır olarak çakılır. Çekerken zorlanılır. Çoğu zaman, eşek gibi hayvanlar onu söker ve atar.
Kendime Not: Tamimiyle gayri ihtiyari yazılmış bir yazı.
Yazıda kendine yer bulamayan sefil ifadeler:
Ve bil ki, ya da say ki, unuturum. Yağmurdan sonraki çamurum.
Bu satırların yazma sebepleri:
foto/yazı: magpak
- Anam ve babam kutsi mekanlardadır; içimdeki Uhud hazanı ve öteler ötesi muhabbeti ile orada okunmak üzere bir mektup göndermişim. Şimdiler arzu etmeme rağmen içimde bir Medine ufuklarında olmayı isteme gafletinde bulunmuşumdur.
- Bir yandan da, 1900'lü sevdalar yüreğime *zikke gibi çakılmıştır.
- 10 Aralık 2005 Cumartesi Van'lı dostlarla görüşülmüş; programda sadece kapı bekçisi ve kantincinin hatıraları seyredilmiştir. Garip.
- Sonra bir İstanbul akşamı, arabeskli zamanların kıyısında köşesinde gezdim. Bununla da kalmadım, birçok İbrahimler dinledim. Biri SADRİ, biri TATLISES ve de içimdeki diğer İBRAHİMLER.
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
Kaynak...