Babaannem -bizim deyişimizle ninem-, okuma yazma bilmezdi. Biraz şehirli, çokça da köylüydü. Bakkal, market, fırın bilmez; eve gelen herne ise onunla hayatını idame ettirdi. Mevcut olanla yemeğin alasın pişirir, bir şekilde süsler, sofraya koyardı. Dedem de pek dert etmezdi. Çoğu zaman sofrada tek çeşit yemek olduğu için olan çok lezzetli gelirdi. Hala onun pişirdiği ince bulgurdan yaptığı tereyağlı pilavı onun zamanından sonra yemek kısmet olmadı. Üzerine üzeri yumurta kavurması ise ayrı bir tad verirdi. Yumurta pilavın üzerinde ne gezer diyenler mevcuttur. Deneyin olur. Ninem, buzdolabı kullanma lüksünü yaşamadı. Televziyona ise son zamanlarında şahit oldu.
Herkesin atasına ait anlatacağı birçok kokulu kokusuz kelimeler, uzun kısa cümleler varsa benimki de bir o kadar çoktur. Anlatsam ne kazanacak ne kaybedeceksiniz? Ninemi anlatırken sıfatlar kondurmaya çalışacağım isim önlerine. Sizin bildiğiniz sıfatlar benimkinin yanında çöl kuruluğunda kalacaktır. Küçümseyeceksiniz.
Bir de benim asıl derdim ise şu anki şu anki ruh halettimden uzaklaşmak, kaçabildiğim kadar kaçmak olduğunu da yazmasam bilmeyeceksiniz. Zaten sizin bilmem ne derdiniz, karaların karası yasınız, anlatıp da bir türlü anlaşılmayan tasanız, yüreğinizde sevda tomurcukları, küllenmiş ahlarınız vardır. Orta yerden ninemin külle yıkadığı bulaşıkları, çamaşırları anlatmanın ne gereği var. Ya da gizemli 65 senelik çeyiz sandığının hikayesini mi sırlı bir şekilde mi anlatsaydım?
Tutunacak sığınacak bir liman, bir mağara, bir ağaç kovuğunuz, şakağınıza dayayacak bir silahınız yoksa tek çareniz kalıyor: Ya bir müziğin koynuna atacaksınız kendinizi, ya dûa mekanlarına sığınacak, ya da işte böyle yazacaksınız. Hüseyin Usta çok mu arabesk oldu yazdığım? Hüseyin Usta’da bu yazıyı yemin ederim okumayacak. Bilirim bilmesine de lâf olsunlardan oldu benimkisi.
İllâ ninemi yazma gibi bir derdim, kaygım yok. Yok efendim nenemim iki –üç kat elbisesi varmış, mutfağında iki üç bakırdan kazanı, üç-dört kalaylı sahanı varmış gibi hedefi belirsiz bir anlatıma girmeyeceğim. Ali Ural Beyefendi Burç FM de şöyle yazın böyle yazın deyip dursun. Attilla İlhan, Elif Şafak, Orhan Pamuk veya Fakir Baykurt böyle yazarmış diye işe girişmeyeceğim. Yazı sonlarında veya cümle içinde mesaj verme gibi bir derdim de yok. Öğüt dinlemekten yorulmuşuzken öğüt vermek bana hiç düşmez. Zaten babam da bana küs. Ne alâka dediniz di mi? Ama öyle kardaşım. Hiçten yere anamla da aram epeydir gri. Geriye kaldı Urfalı Hacı Burhan; o da bana olmadık lafları sayıp döker. Ben veli değilim kardaşım, öyle herkese tebüssüm et, ha bire olur kardeş, haydi kardeş deyip durayım. Ben bilmem değilim.
Kimden geldiyse ‘Ne alâka’ ifadesini taş gibi kafamda yine buldum.
Hem ninemin kimse ile kavgası yoktu. Tek kavgası dedemle idi. Ya senin benim kavgam? Elin oğlu gelir, karşına kozala kozala dikilir: Sen geçen şu cümleyi bana niye söyledin, sen zaten böylesin, yaptığın iş neki… gibi kurşun atar gibi kelimeleri sıralar bir de kapıyı çarpıp çeker gider. Peşinden söylenecek okkalı laflar vardır, lâkin edebin müsaade etmez. Nenemin bedûalarının birinci sınıf alasını yapmanın tam zamanıdır lâkin gençliğine, çoluk çocuğunu düşünür vazgeçersin. Nenemin bedûalarından olsa gerek, dedemin içi parça parça döküldü, kanı içine aktı diyerek de paragrafın yönünü değiştirmeceğim.
Bryan Adams’ın meşhur bir şarkısından sözler buraya alsam safi zihinler alabora olacaktır. En sâde cümlesi ile:
“She needs somebody to tell her
That you’ll always be together”
Yani meali şöyle diyemem. Bir zahmet İngilizce sözlük bulun ve anlamaya çalışın. Bryan Abi birbirimize ihtiyaç halindeyiz ey ahâli dese daha iyi olurdu. Böylece yazıyı süslemiş oldum…. (Bu paragraf buraya hiç gitmedi zaten.)
Böyle deneme yazarlığı olur mu? Cemil Meriç Hoca gibi ülkeye yön verecek usturuplu laflar etme kaygım ya da kaygılarımız niye yok? “Yok ortası bu işin, senin için ölebilirim” diyen Kayahan Usta ile yola döşmek varken ve hatta “İsyanları başlatırım” derken kös kös oturmak olmuyor böyle.
Çok mu daldan dala atladım. Buraya kadar belki okumayacaktınız. Birisi okursa da ne bulur bilmem. Yeni bir kahraman mı üretsem. Meselâ ‘Kibritçi Kız’ gibi. ‘Yoksulluk İçimizde’ diyen yazarın çırpınışları ile mi ninemi anlatsaydım?
Başınızı fazla ağrıtmayayım. Bu gün canım öyle sıkkın ki, sormayın gitsin. Deniz kenarı da yok ki suları taşlayıp denizi kara beyaz taşlarla doldurayım. Orman da yok ki bağırabildiğim kadar bağırıp sesimi tüketeyim. Herşey yokluğu karışmış, yok ta yok.. der. Hem Orhan Baba ne der:
“Ne sevenim var, ne soranım var
Öyle yalnızım ki….
Saygımla efendim.
yazı/foto:magpak


Kaynak...