Osman sen olması gerekeni söylüyorsun ama günümüzde bunlar uygulanmıyor, şeyhler şıhlar yani sah t e karlar müridlerini her emeli için kullanıyorlar, buna cinsel istismar dahil.
Osman sen olması gerekeni söylüyorsun ama günümüzde bunlar uygulanmıyor, şeyhler şıhlar yani sah t e karlar müridlerini her emeli için kullanıyorlar, buna cinsel istismar dahil.
T.C VATANDAŞI, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
Ululemre itaat vardır.
Allahın yeryüzündeki temsilcisi Devlet Başkanıdır
Böyle deriz.
Devlet Başkanı Allah mı?
Değil
Devlet Başkanına isyan etmek.
Küfürle özdeştir.
Şeyhte
Müridine göre
Allahın yeryüzündeki temsilcisidir.
Konuyu
Hiç kimse Abdulaziz Hoca gibi görmedi.
Tasavvufu
Abdulaziz Hoca hiç bir zaman anlayamacak
Ben şahsen onda gördüğüm bu.
Ona tek tavsiyem
herhangi bir tekkeye gidip
birkaç ay orada kalmasıdır.
Osman Demir Istanbul
Hiç bir şeyh kimsesyi bir şey için kullanmaz.
Osman Demir Istanbul
Bu konu istismara çok açıktır, allah korkusunu verdiğin kişiye istediğini yaptırabilirsin Atatürk bu yüzden tekke ve zaviyeleri kapattı ve halifeliği kaldırdı. Allah korkusunu başka yönlere çekmeyin, ben allahtan korkmam onu tam tersine çok severim.
T.C VATANDAŞI, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
Olur!!! onu karıştırma, buna dokunma, OLDU... Orada kişinin yorumu yok, iki kişinin karşılıklı konuşması var.hayret yav. 500 sene evvel desen güzel şeyler olmuş, ama şimdi babadan oğula geçen saltanat kurulmuş...akıllı olun akıllı.
Bana sadece Allah yeter...
Ne mutlu Müslümanım diyene.
Allah iyiliginizi versin emi) Bi uyutmadiniz!
Abdulaziz hocayi zimmen Mahmud efendiyi sahsen tanirim.
Mahmud agabeyim kesinlikle haklisin ve sana katiliyorum ve ayni zamanda Osman abime de ancak Muslum abime katilmiyorum cunku bir takim cahillerin baska cahillere tabi olmasini dine yakistirmak dogru degil!
Ota yandan iste gorulen bu tartisma dinde 'iradeyi' ispatlar. Tarih boyu islam ulemasi ve tebaasi zihin yormus insana verilen en buyuk nimet 'akli' one cikarmistir. Bu tartisma olmasa zaten insanlik bir yere varamazdi. Bu sorgulamadaki tek muhteva Islamdadir.
Ülen sende get de yat artık.
Bana sadece Allah yeter...
Ne mutlu Müslümanım diyene.
Mahmut yanlış anlıyorsun.
Temsil kelimesi
burada akıl danışılacak
yol göstercek
yapılması gerekenleri anlatacak, hatırlatacak olarak algılanmalı.
Tasavvuf konsunda çok sorgulayıcı olma
Sana HZ. Musa ile Hızır A.s.nin hikayesini Kurandan
okumanı tavsiye ediyorum.
Allah Peygamberini
Hızır diye bir adamla nasıl
arkadaşlık ettiriyor.
Tasavvufu Anlayamıyorsan
Suç bakış tarzındadır.
Hızır olamayabiliriz.
Ama Hızır olmak isteyenlere
siz ... bir şeyler deme hakkına sahip değiliz.
Bu konu metreyle anlaışacak bir konu değil.
Sevgi ile ancak bilinir.
O yüzden sen Hz. Musadan daha bilgili değilsin.
Abdulaziz Hoca gibiler hep vardır.
Ama onlar Sevgiyi metreyle ölçmeye çalışan insanlardır.
Hallacı Mansur da asıldı.
Yani benim vermek istediğim şu.
Kişilere bakıp
Onlardan bütününe ulaşamayız.
Yani nasıl Müslümanlara bakıp
İslamı anlayamazsak...
Sufilere bakıp
Tasavvufu belkide anlayamayız.
Çünkü Aşk
herkeste başkadır.
Hiç kimse diğerinin sevdiğinde beğenmez
Sevme şeklinide.
Ama saf bir örnek
Veli ne demek istiyorsan
Şeyhlik var mı diyorsan
Vardır
Şeyhte vardır
Velide
Kuran bunu
Hızır A.s. ile açıklamıştır.
Kim Hızır Kim Musa
diyecek olursan
Bu beni aşar.
Herkes
kendi şahsına
bir Hızır bulabilir.
Osman Demir Istanbul
Murşid ve murid kelimeleri günümüzde o kadar çok yıpratıldıki 3 yaşındaki çocuğun öcüden korktuğu gibi toplumun bir kısmı belki de haklı olarak endişe ve önyardı ile bakıyor bu arada şeytan ve nefs de boş durmuyor tabi...
Bir zamanlarda hiç tarikatla ilgisi olmayan abdestinde namazında olan normal insanlarada hacı hoca, süpürge sakallı, takunyalı v.b yakıştırmalarla yıpratıldı, toplumun içine özellikle mümin insan görüntüsü verilen düzenbaz insanları sırf müslümanları lekelemek için özellikle soktular hala da var... bu görüntü ile menfeat sağlayanlarda olmuştur.
Hal böyle iken biz kendimize hoş ve kolay gelen yolu değil doğru olan yolu bulup seçmeliyiz, bu konuyu suistimal eden ve ettirenler hep olmuştur olacaktırda durum böyle olunca tümünü aynı kefeye koyarak aynı muameleye tabi tutmak en büyük yanlış olur.
Yukarıdaki yazıda Şeyh efendi diye bahsedilen zat ve Bayındır hocanın konuşmalarının altında en baştan beri bir önyargı mevcut ve bu konuşma konuya ölçü olacak nitelikte saf ve tarafsız değil.
Biz başkalarının düşünceleri ile değil, Kuran-ı Kerim, sünnet, hadisler ışığında tasavvuf penceresinden bakabilirsek mürşid ve mürid ilişkisini bir nebze anlayabiliriz ayrıca herkesin bunu anlamasıda şart değilidr ancak sakıncalı olan genel anlamda suizan ederek tüm mürşid ve müridler şöyle vebal altındadırlar v.s demektir.
Kişi mürşidine tabi olurken ve olmazdan önce gayrimüslüm değildir müslüman ve dinin esaslarını en azından büyük küçük günahları bilecek kadar bilgi sahibidir ayrıca iradesi de kendi hükmündedir hatta ilk tabi olduğunda tasavvuf ve tarikatı bilmediği için kafasında oluşan sorulara içerden ve dışardan cevap arar, bulduğu cevapla birlikte niyetinide sağlam tutarak idaresiyle tüm bunları harmanladığında yolunu net bir şekilde seçer.
Bu yolun ilk şartlarından biri de edeptir nefsi ayaklara altına almaktır, kemalata doğru atılan adımdır, kalbin her çarpışında niye yaratıldığını düşünmeye sevk edecek derecede zikirdir, ölümü hatırlamaktır, ölüm rabıtası yapmaktır... tüm bunları müridlere yapmaya teşvik eden büyükler sizce şirkin ne olduğunu bilmezler mi? toprağın altına gireceği günü sadece müride mi rabıta yaptırırlar, ibret almazlarmı Allahın büyüklüğünü sadece dilleri ilemi konuşurlar ......
yahu ne kadar saçma sapan bir konuşma resim yasak ama heykel serbest olsa... -- Eee bunların heykelini karşınıza alıp rabıta yaparsanız putperestlik olmazmı.!?
Hangi Müslüman bunu kabul eder hangi müslüman niyetini böyle bozar da mürşidinin heykeli ile rabıta yapar medet umar, hangi mürşid bunun milyonda bir ihtimallede olsa şirke düşürecek bir davranışı telkin eder.!!
Bir kaç cümle de Yunus'a söyleyin ama bu arada kabağın sahibi kıssasını da gözardı etmeyin.
Gel ey derviş Hakkı bulayım dirsen
Bir kamil mürşide varmayınca olmaz
Resulün cemalin göreyim dirsen
Bir kamil mürşide varmayınca olmaz
Niceler gider mürşid arayı
Arayanlar buldu derde devayı
Bin yıl da okursan akdan karayı
Bir kamil mürşide varmayınca olmaz
Nice bin yıl bunda kalayım dirsen
Cümle kitapları bileyim dirsen
Her harfine yüz bin mana da virsen
Bir kamil mürşide varmayınca olmaz
Kadilar müftiler cümle geldiler
Kitapların herkes yere kodılar
Sen bu ilmi kimden aldın didiler
Bir kamil mürşide varmayınca olmaz
Eylenen aşıklar gidelüm bile
Nice sadıkların bağrını dele
Muhammede delil Cebrail bile
Bir kamil mürşide varmayınca olmaz
Yunus Emre bunda mana var indi
Bir kamil mürşide sen de var imdi
Hazreti Musaya Hızra var dendi
Bir kamil mürşide varmayınca olmaz
YUNUS EMRE
İslam'ı kurtarmayı bırakın, İslam'la kurtulmaya bakın.
Demekki bu konuda ortak noktada buluşamayacağız...Sizin doğrularınız size benim doğrularım bana. Allah teala hazretleri hepimizin hidayetini arttırsın ve doğru yoluna ulaştırsın.
Bana sadece Allah yeter...
Ne mutlu Müslümanım diyene.
[QUOTE=felsefefe;196153]
Sana HZ. Musa ile Hızır A.s.nin hikayesini Kurandan okumanı tavsiye ediyorum. Allah Peygamberini Hızır diye bir adamla nasıl arkadaşlık ettiriyor.
--Bak bakalım nasıl arkadaşlık ettiriyormuş Osman......
20- GİZLİ İLİMLER
(İlm-İ Ledün - İlm-İ Bâtın)
İlm-i ledün, Allah tarafından verildiği iddia edi*len özel bir bilgi anlamında kullanılır, ilm-i bâtın da aynıdır. Kimi şeyhlere böyle bir ilim verildiği iddia edilir. Bu iddia onların kutsal*laştırılmasına yol açar.
ŞEYH EFENDİ- Manevi yolu iyi bilen ve salik*leri o yola ulaştırabilen bir şeyh aramak şeriatın emirlerindendir[1].
BAYINDIR- Eğer bu sözle insana hak yolu gösterecek ve bu yolda ona örnek olacak bir öğretmene ihtiyaç olduğunu söylemek isti*yorsanız doğrudur. Her insanın bir terbiyeciye, bir ustaya ve öğretmene ihtiyacı vardır.
ŞEYH EFENDİ- Şeyhlerin sahip olduğu ilim ilm-i bâtındır. Bu her*kese verilmemiştir. Allah ondan razı olsun, Ebu Hureyre şöyle demiştir: “Ben Re*sulüllah sallallahu aleyhi ve sel*lemden iki kap dolusu ilim al*dım. Bunlar*dan birini size naklettim. Diğerini de nakletmiş ol*saydım boynumu vu*rurdu*nuz.”[2] İşte bizim il*mimiz bu ilimdir.
BAYINDIR- Ebû Hureyre’nin nakletmediği ilmi kimden aldınız? Kaynağı, delilleri ve dayanağı olma*yan şey nasıl ilim olabilir?
ŞEYH EFENDİ - Kehf suresinde Hızır'la arka*daşlığı anlatılan Hz. Musa, olayların gerçek yü*zünü gö*remediği için iti*raz etmişti. Hızır aleyhisse*lamın ilm-i le*dünnü ol*duğu için işin iç yüzüne vakıf olu*yordu. Ayette “Ona, kendi katımız*dan bir ilim öğretmiş*tik.” (Kehf 18/65) buyurulmaktadır. İşte ilm-i batın, ilm-i ledün bu ilimdir.
BAYINDIR- Hz. Hızır’la bera*ber olan Hz. Musa bu ilmi öğrenemediyse siz nasıl öğrendiniz? Bu ilmin size de öğretildiğinin delili ne*dir?
ŞEYH EFENDİ - Ebu Hureyre’nin sözü nedir?
BAYINDIR- Ebu Hureyre’nin sözünün nesi delildir? Ebu Hureyre “Ben Re*sulüllah sallallahu aleyhi ve sel*lemden iki kap dolusu ilim aldım. Bunlar*dan birini size naklettim. Diğe*rini de naklet*miş olsaydım boy*numu vu*rurdunuz.”[3] diyor. O nakletmediğine göre siz nasıl öğrendiniz?
Bakın; Hızır aleyhisselâm ile ilgili Buharî’de uzun bir hadis vardır. Konuya açıklık getirdiği için hadisi aynen nakletmek yararlı olacaktır.
Übeyy b. Ka’b Muhammed sallallahu aleyhi ve sel*lemin şöyle dediğini bildirdi: "Musâ aleyhis*selâm İsrailoğullarına konuşma yapmak üzere kalktı. Ona, “İnsanların en bilgi*lisi kimdir?” diye so*ruldu. O da “En bilgili benim.” dedi. Allah Teâlâ onu ayıpladı. Çünkü bütün ilmi ona vermemişti. Ona: “İki de*nizin kavuş*tuğu yerde kul*larımdan biri var, o senden bilgilidir.” diye vahyetti.
Musa dedi ki, “Rabbim! Onunla nasıl bulu*şabilirim?” Allah Teâlâ dedi ki, “Sepete bir balık koy ve yanına al, balığı nerede kaybeder*sen o oradadır.”
Musa yola ko*yuldu. Genç hizmetçisi Yuşa b. Nûn ile birlikte yürüdüler. Sepet içinde ba*lığı da sırtladılar. Bir kayanın yanına ge*lince başlarını koyup uyudular. Balık sepetten çıktı, denize doğru yol alıp gitti. Hz. Musa ve genç hiz*metçi*sinde bir gariplik vardı. Gecenin arda kalanında ve gün boyu yürüdüler. Sabah olunca Musa genç hiz*metçisine dedi ki, kahvaltımızı getir, bu yolculuk bizi epey yordu.
Belirtilen yeri geçinceye kadar Hz. Musa bir yorgunluk duy*mamıştı. Genç hizmetçi dedi ki, “Gördün mü, kayanın orada dinlendiğimiz za*man balığı unutmuşum.” Musa dedi ki, “İşte istediğimiz buydu.” İzlerini takip ederek geri dön*düler.
Kayanın ya*nına vardılar baktılar ki, orada ku*maşa bürün*müş bir adam var. Musa selam ve*rince Hızır dedi ki, “Güven*lik[4] nere burası nere”
O, “Ben Musa’yım.” dedi. Hızır, “İsrailo*ğullarının Musa’sı mı?“ diye sordu. “Evet” dedi ve ekledi: “Sana öğretilmiş olgunluktan bana da öğ*retmen için sana tabi olabilir mi*yim?” Hızır dedi ki, “Ya Musa, sen benimle bir*likte ol*maya da*yana*mazsın. Ben Allah’ın bana öğ*ret*tiği bir ilmi bi*liyorum ki sen onu bilmezsin. Sen de Alla*h’ın sana öğret*tiği bir ilmi bilirsin ki, ben onu bilmem.” Musa dedi ki, inşallah be*nim sabırlı olduğumu göreceksin, sana hiçbir ko*nuda karşı çıkmam.”
Bunun üzerine deniz sahilinde yaya olarak gitmeye başla*dılar. Kendi gemileri yoktu. Bir gemi geldi, ona binmek için konuştular. Hızır’ı tanıyan oldu, ücret almadan gemiye al*dılar.
Bir serçe gelip ge*minin kena*rına kondu, ga*ga*sını bir iki kere denize daldırdı. Hızır dedi ki, “Musa, benim ve senin ilmin, Allah’ın ilmin*den an*cak şu serçe*nin gagasıyla deniz*den al*dığı kadar bir şeydir.
Hızır tuttu gemi*nin tahtaların*dan birini söktü. Musa dedi ki, “Bunlar bizi, ücret almadan bindirdi*ler, sen de tuttun onları batırmak için gemi*lerini deldin.”
Hızır, “Demedim mi, sen benimle beraber ol*maya dayanamaz*sın.” dedi. Musa: “Unuttuğum için kusuruma bakma” dedi.
Hz. Musa’nın ilk karşı çıkması unuttuğu içindi.
Yürüdüler, baktılar ki, bir erkek çocuk arka*daş*larıyla bir*likte oy*nu*yor. Hızır üstten çocu*ğun ka*fasını tuttu ve eliyle yerinden çıkardı (boynunu kırdı). Hz. Musa hemen atıldı: “Bir cana karşılık ol*madan temiz bir canı öldürdün ha?” Hızır dedi ki, “Sana demedim mi, sen be*nimle beraber olmaya dayanamaz*sın, diye?”
Yürümeye devam edip bir yere geldiler, yemek istediler ama halk onları konuk etmekten ka*çındı. Önlerine, yıkılmak üzere olan bir du*var çıktı. Hızır eliyle duvara işaret etti, sonra onu doğrulttu. Musa dedi ki, “İs*te*seydin buna kar*şılık bir ücret alabi*lirdin.” Hızır dedi ki, “İşte bu beni senden ayı*rır.”
Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, “Musa*‘ya Allah rahmet eylesin; çok is*terdik ki, sabır göstersin de bir*likte yapacak*ları daha çok şey bize anlatıl*sın[5].”
Burada Hz. Hızır’ın şu sözü dikkati*mizi çekiyor:
“Ben Allah’ın bana öğrettiği bir ilmi biliyorum ki sen onu bilmez*sin. Sen de Allah’ın sana öğrettiği bir ilmi bilirsin ki, ben onu bilmem.”
Hz. Musa aley*hisselam Allah'ın elçisidir. Elçiler Allah'ın kendilerine verdiği görevi yaparlar. Bu da insan*lara doğru yolu göstermek ve onlara rehberlik yapmaktır. Şu âyet bunu açıkça belirt*mektedir:
“Ey Elçi biz seni şahit, müjdeci ve uyarıcı ola*rak gön*derdik. Kendi izniyle Allah yoluna çağıran ve aydınla*tan bir lamba olarak.”(Ahzâb 33/45-46)
Bir elçinin yaptığı davranışları her insan ya*pabi*lir. Çünkü onlar örnek kişilerdir. Onlarda Hz. Hızır’ınkine benzer ga*rip davra*nış*lar görülmez. Elçilerin gösterdikleri mu*ci*zeler ise onla*rın elçilikle*rini ispattan başka bir gaye taşı*maz.
Hızır aleyhisselâmın bilgisine elçi*le*rin ihti*yacı yoktur. Bunu anlamak için yukarıdaki üç olayın iç yüzünü anlatan şu âyetleri oku*yalım:
“(Hızır, Musa'ya dedi ki Şimdi sana sabredemediğin şeyin iç yü*zünü bildireceğim:
O gemi, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hale ge*tirmek istedim. Çünkü on*ların ileri*sinde, tuttuğu gemiyi zorla alan bir kral vardı.
Çocuğa gelince, onun anası ba*bası mümin in*sanlardı. Bu*nun on*ları azgınlığa ve kâfir ol*maya zorlaya*cağından korktuk.
İstedik ki, Rableri onun yerine kendilerine on*dan daha temiz ve daha merhametli birini ver*sin.
Duvar ise şehirde iki yetim ço*cuğundu. Altında onlara ait bir ha*zine vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, onlar olgunluk çağına girsinler de hazinelerini çıkarsınlar. Bu, Rabbinin bir merhame*ti*dir. Yoksa bunu ben kendiliğimden yapmış değilim. İşte senin sabre*de*mediğin şeyin iç yüzü.” (Kehf 18/78-82)
Bu olayın ibret verici bir çok yönü vardır. Bize göre en önemlisi şudur: Allah’tan gelen her şeye teslim olmak ve bizim için ha*yırlı sonuçlar doğura*cağına inanmak gerekir. Çünkü hoşumuza git*me*yen nice olaylar vardır ki, daha sonra ne kadar gerekli olduğu ortaya çıkar.
İşte hikmet budur. Hikmet bir şeyin yerli ye*rinde olduğunu gös*teren şeydir. Bir olayın hik*me*tini anla*ya*madık diye üzü*lüp ümitsizliğe kapıl*maya gerek yoktur.
Elçilerde bu gibi garip davranışlar görülmez. Çünkü onla*rın davranışları ümmetleri için ör*nektir. Ama Hızır'ın da*vranış*ları örnek alı*namaz.
Yu*ka*rıdaki işleri Hz. Musa yapsaydı ve bir Yahudi bunu örnek alıp anasına ba*ba*sına zahmet ve*recek diye bir çocuğu öl*dürseydi veya başkası gasp e*de*cek diye biri*nin malına za*rar verseydi insanlar ara*sında emni*yet ve huzur kalır mıydı? O za*man herkes yaptığı garip davranışa bir kılıf bu*lup delil olarak da Hz. Musa’yı göstermez miydi?
Yukarıdaki hadis, şu sözleriyle bitmiştir:
“Musa’ya Allah rahmet eylesin; çok isterdik ki, sabır gös*tersin de bize, birlikte yapacakları daha çok şey anlatılsın.”
Hadis, açıkça gösteriyor ki, Hızır'dan öğrenilen*ler âyette belirtilenlerle sınır*lıdır. Bu konuda Hz. Muhammed bile fazla bir şey bilmiyordu.
Bu gerçekler karşısında artık kim Hz. Hızır’a öğretilen ilmin kendine de öğretildiğini id*dia edebilir.
[1]- Ruhu'l-Furkan, c. II, s. 63.
[2]- Buharî, İlim, 42.
[3]- Buharî, İlim, 42.
[4]- Selam vermek güvenlik ve esenlik dilemektir. Hızır aleyhisselamın toplumunda bu kelime ile selam*laşma olmadığı için Hz. Musa'ya cevabı böyle olmuştur. (Bedreddin el-Aynî, Umdet'ül-Kârî fî şerhi Sahîh'il-Buhârî, İstanbul 1308, c.I, s.601.)
[5]- Buharî, İlim, 44.
Bana sadece Allah yeter...
Ne mutlu Müslümanım diyene.
Bu işi Abdulaziz le çözersen işin içinden çıkamazsın.
Hoca görüşüne delil alıp kafasına göre koymuş.
Hızır gibi adamı kim bilecek yada kim olacak.
Bunu ben bilemem.
Ama Hızır gibi insanlar vardır dersem doğru olur.
Doğrusu bu.
Hızır gibi arkadaş arıyorsan bulursun.
Sen ne yapmak istiyorsun onu bana söyle.
Hızırı bulup arkadaş mı olmak istiyorsun.
Yoksa kendine Hızır arayanları yolundan çevirip
Hızırı ne yapacaksın.
Gerek yok mu diyorsun?
Hızır var mı yok mu
Allah dostu var var mı yok mu?
Bu iki konuya kendin cevap verirsen ilerleme sağlarız.
Abdulazizin cevabını buraya yazma
Eğer Hoca benden cevap istiyorsa
Ben gider Abdulazizle konuşurum
Kendisi İstanbulda
iyi kötü yerini yurdunu bilirim.
Osman Demir Istanbul
Benim icin muhim olan 'ilim' ve irfandir. Dogru nerdeyse bilgi nerdeyse almaya calisirim.
Dedigim gibi heriki taraf da iddialarinda haklidir cunku bir noktada is 'itikada' dayanir ve bunu da zorlamak tartismak yersiz olur. Birseyi hepten mutlak dogru ya da yanlis diye degerlendirmek anlamli degildir. Ornegin 'Ruhul Furkan' bugune degin yazilmis en kapsamli tefsir kitabidir bu konuda en ufak suphe yoktur ama icinde itiraz edecegimiz meseleler de vardir. Ornegin Mahmud abimizin aktardigi beyanlar. Sonra insanlik tarihini Tevrata dayandirip 7000 yil onceye goturuyorlar. Halbuki M.O. 10000 yillarinda Misir'da hiyolagrif yazilar vardir! Sonra diyorlarki Ummu Seleme(r.a.) Hasani Basriyi emzirdi, cocugu olmayan kadin nasil sut verir? Daha bunun gibi ornekler ama terbiye nasildir? Adamlar hala basbas bagiriyor 'ben ne dersem diyeyim alip kabul etmeyin DeLiL isteyin' diye. Iste bu islam ahlaki ve ogretisidir. Hicbir seyi oldugu gibi kabul etmemek.
Gelelim Avrupanin isyan ettigi kilise ogretisine. Katolik kilisesi hala incilin insanlarca okunmasina musaade etmez. Rahipler okur sen de dinler ve kabul edersin! Sorgulayamazsin, itiraz edemezsin. Iste 'engizisyon' boyle isler. Bunu islamla nasil kiyaslarsin?
Geri kalmislik 'hata' yapilmistir gibi kavramlar ise izafidir. Teknolojik ilerleme insanliklik icin nekadar faydalidir hic sorguladiniz mi acaba? Yani olcuyu iyi ayarlamak gerekli. Misir'dan Yunan'a hadi Cin'i de katin bunun disindakilerde zaten Orta caga degin medeniyetten pek bisey bulamazsiniz!
Tekrarla yaziyorumki tarih belgeyle yazilir ve ne olmussa olmustur yine de 'Bizim Tarihimizdir'
Kendisi İstanbulda Süleymaniye Camiinin orada vakıfta duruyor,gitte biraz Kurandaki gerçek islamı öğren.Allah dostundan kastın ne önce onu bir sorgula ...Sonrada bu yazıyı oku... Alın size deforme edilmiş kavramlar manzumezine bir örnek daha. Evliya (çoğul) -veli (Tekil) veya Allah Dostları diye nitelenen çarpıtılmış ve çürümeye yüz tutmuş kavramlar zinciri. Sokağa baktığımız zaman; bu kavramları üzerinde taşıdığı iddia edilen insanlar şöyle özelliklere sahiptirler:
Havada uçan, karada kaçan, şimşek gibi çakan arı gibi sokan, uyumayan, yemeyen-içmeyen, ölmeyen, misk-i amber (eski dilde deodorant, pörsümüş dilde parfüm) kokan, Ankara’dan İstanbul’a terlik, ayakkabı, çakmak, kalem v.b. bilumum elle tutulur her cismi fırlatabilen, fırlattığı zaman da 12’den isabet ettirebilen, kendilerine has giyim tarzları olan (işlemesiz olanlar tercih sebebidir) tiplemelerdir.
Ayrıca; kaşına gözüne bakılması yassak olan, yanlarında fısıldıyla konuşulabilen, gece rüyalarımızda, gündüz hayallerimizde fink atan, kendisiyle günün belli bir bölümünde şahsa münhasır bluetooth (yeni dilde rabıta) bağlantı kurulabilen olağan değil duble olağanüstü şahsiyetlere verilen sıfatlardır.
Bir Mahmut olara benim bu özelliklere sahip bir dostumun olmasını istemezdim. Bana ağır gelir. Yanımda taşıyamam. Bir başkasıyla tanıştırmaya kalksam kekelerim. Nasıl tanıtacağız ki! Bu kadar özelliğinin olduğunu söylesem karşımdaki melül melül yüzüme bakar. Beni bir insanlamı tanıştırıyor yoksa bir androitlemi diye,yada kafayı yediğimi düşünür, yada;
“Abicim dost mu tanıtıyorsun bilgisayar programı mı tanıtıyorsun, yoksa Harbi Poter filmini fazla mı seyrettin anlamadım gitti” dercesine alnının kırıştığını görebiliriz.
Bir de; evvel zaman içinde kalbur üstü yaşamış birilerine izafe edilir bu sıfatlar. Kulaktan kulağa yayılmış hikayeleri veya ardında bıraktıkları eserleri vardır bunların. Öyle bir hale büründürülmüştür ki, Hani mimari bir projede 1 milimetrelik bir hata yaparsınız da, o proje bina olduğu vakit 10 metre yarık olarak karşınıza çıkar. Geçmişe atıf yaparak kahramanlaştırmak da böyle bir şeydir.
Kahramanımız ne kadar yiyen-içen, uyuyan-uyanan, evlenen-boşanan, kanlı canlı elle tutulur, çimdiklediğin zaman “höst” diyebilen biri olsa dahi, günümüze gelene kadar çoktan “efsane” olmuştur. En başta saydığımız özellikteki elbiseler çoktan üzerine giydirilmiştir.
Peki biz bilebilir miyiz, kimin Allah dostu kimin Allah düşmanı olduğunu? Allah bildirmediği müddetçe biz bilemeyiz. İsmen sadece İbrahim’i (Selam olsun) bilebiliriz. Hangi arkadaşınız kiminle arkadaş bunu bilebilir misiniz? Kimin kiminle ahbap-çavuş ilişkisini bile bilemezken, Allah kimi dost edinmiş bunu nerden bileceğiz? Allah kendi dostunu bizden daha iyi bilir. Allah’a dost olmak için gerekli sıfatları taşımak başkadır, bir de Allah’a bazı şahısları dost izafe etmek bambaşkadır.
Şu Allah dostu, bu Allah dostu. Allah’tan haber mi aldınız? Allah mı bildirdi size dostunun veya dostlarının kim olduğunu? Bu ne cüret anlamak mümkün değil. Haa, dostluk kriterlerini yerine getirmeye çalışan bir insan görürsünüz. Adam Allah’ın emir ve buyruklarına göre, İbrahim gibi yaşamaya gayret ediyordur. Tabiri caizse temiz insandır. O’na bile Allah dostu diyemezsiniz. Çünkü kalplerde olanı yalnızca Allah bilir. Takva’nın kimde olduğunu sadece O bilir.
Nasıl ki her insan kimin kendi dostu olduğunu, kimin düşmanı olduğunu ancak kendisi biliyorsa, Allah da kendi dostlarını bizden iyi bilendir.
Aslında birilerine Allah dostu yakıştırması, ucuz yoldan torpille işe yerleşme girişimi gibidir. Güya bu Allah dostları, kendilerine bağlı insanların her işini görebiliyor. Bu dünyada tevbeleri kabul ediyor, onları kirden pastan arındırıyor, cennette malikane vaat ediyor, sırat köprüsünde eteğinin altından güruhunu da geçiriyor, kabirde münker ile nekire bunların yerine hesap veriyor.
Bu kadar işi halleden adama tabiki bu sıfatı çok görmeyecekler. Ne de olsa işin ucunda torpil var.
Hani Mistik dinlerin birinde bir kıssa vardır.
Sofunun biri varmış. Gençliginden beri şeyhinin hizmetindeymiş. Bu sofiye ne sorsalar edebinden cevap veremez ve hep “Ben bilmem Şeyhim bilir” dermis.
“Adın ne?”
“Ben bilmem Şeyhim bilir”
“Nerelisin?”
“Ben bilmem Şeyhim bilir”
Artık herkes bunun vereceği cevaba alıştığı için kimse ona soru sormuyormuş. Tabi her ölümlü gibi bu sofu’da ölmüş. Şeyh hazretleri çok üzgün tabi. Öldüğünün akşamı camideyken bir ara Şeyh durmuş ve uzaklara doğru dalmış. Sonra da gülümsemiş.
Sormuşlar şeyhe, hele gurban niye güldün?
Demiş ki: Hani bugün ölen sofu vardı ya, kabirde münker ve nekir melekleri yanına geldi. Sorular sorup durdu sofuya. O da “ben bilmem şeyhim bilir” dedi.
Ben de gidip onun yerine soruları cevapladım.
Gördünüz değil mi, ne dostlar(!) var şu dünyada.
Allah düşmanımın başına vermesin böyle fonksiyonel dostları.
Peki kimdir bu Allah dostları, veliler veya evliyalar.
Bir kere beşer olmalı ve beşer özelliklerini taşımalıdır. Acıktığını hissedebilen, tuvalete gidebilen, hasta olan, doktor yüzü gören, üşütüp sesi kısılan, nane-limon kaynatabilen, gülüp ağlayan biri olmalıdır. Kısaca önce insan olmalıdır. Ayağı yere basmalıdır.
Bugüne kadar ismen bildiğim tek Allah dostu vardır O da İbrahim’dir (Selam olsun).
Nisa/125) İyilik yaparak kendisini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in dinine dosdoğru olarak tâbi olan kimseden, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah, İbrahim’i dost (Halil) edinmişti.
Hem de yakın dost. Samimi dost. (Put kıran dost. Put icad eden değil.) Demekki İbrahim’i örnek alan herkes Allah dostu olmaya adaydır. Allah dostu olmanın yolu ayette belirtildiği gibi şudur. “İbrahim’in dinine dosdoğru tabi olmak”tır. Bu dine dosdoğru tabi olan herkes, ister çoban Ali amca, ister Ayşe teyze, Mehmet, Müslüm, Mahmut, Osman, Kevin, Hans, her kim olursa olsun, Allah dostu olabilir. Olağanüstü özelliklerinin olup olmaması hiç önemli değildir. Olması da mümkün değildir zaten.
Allah’a yalan isnad etmek, Allah’a dost isnad etmek, Allah’a kendisinin bildirmediği bir takım şeyler isnad etmek kötü bir hastalıktır. Her hastalığın bir devası olduğu gibi, bunların da devası elbette Kur’an’dır. Kur’an’a uzak olan bu dostlara (!)yakın, bu dostlara yakın olan da Allah’a uzak olur.
Bu tip masallardan etkilenmeyerek, yüzünü dosdoğru dine, hanif olan İbrahim’in dinine dönene, Allah’ın berisinden dost/post arayışına girmeyen tüm Nizip.Com üyelerine ve insanlığa selam olsun.
Konu M.KÜÇÜK tarafından (10.06.09 Saat 08:46 ) değiştirilmiştir.
Bana sadece Allah yeter...
Ne mutlu Müslümanım diyene.