İki günden beri sabah saatlerinde dışarıda sesler ayyuka çıkıyor. Yan sokakta iki tane okul var. Herhalde maç yapıyorlar; onların tezahuratı diye düşündüm. Acaba Türkiye'de Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım'ın Silivri duruşması için destek veriyorlar olmasın diye içimden geçirseydim abartmış olurdum. Burada Fenerbahçe'yi kim tutar ki? Hiç bir takım tutmayan birisi olarak Fener, idare lambası umrumda değil. Surada iki takım tutuluyor: Mancesther United ve Real Madrid.

"Turnam başım darda benim" türküsünü dinlemeyi dahi yarım bıraktıracak *sesler çoğalmıştı. Merak ötesi bir durum olunca üzerimdeki ev içi kıyafetlerimi çıkardım; *dışarılık elime ne geçerse onu giydim. Dışarı çıkıp okul yönüne şöyle bir kendimi attım. Epeyce bir genç okula doğru gidiyordu. Epeyce dediysem toplasan 30-40 arası idiler. Sokağın başına hızlıca gidip olan biteni merakla izledim. Çantamda fotoğraf makinesi hazır ve nazır bekliyordu. O hengamede çekemezdim. Ne olur olmaz deyip öylesine bir poz geçtim. Gençler okulun kapısına saldırıyorlardı. Bazıları hızını alıp ellerine geçirdiklerini okulun bahçesine fırlatırken, iki gençde tekmenin en hasını okul kapısına savuruyordu. Bir pikap üzerinde dört tane asker geldi ve soğukkanlı bir şekilde izlemeye başladılar. *Mahalleli kadınlar gençlere merakla bakerken sanki olan bitene alışmışlardı. Oysa her savrulan tekme ve bağrışma bana yapılmış gibi geliyordu. Benim hakikatlerime, utançlarıma, ihanete uğramış hayallerime kurşun sıkıyordu bu gençler.

Gayr-i nizami sesler ve o seslerin sahibi gençler beni alıp 1980'li yılların öncesine götürdü. Heder edilen gençliğim ve gençlik. Yapılmayan dersler, yazılmayan defterler, hiçbir zaman bitirilmeyen kitaplar, oturulmayan sıralar, politik bakışlar, tuhaf duruşlar ve yaşanmamış sevdalar. Kurşulanmış okul duvarları, hesabı yapılmadan öldürülen öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız. Lise birinci sınıfta hem İngilizce hem Matematik hocamız Yozgatlı Metin Hocamızın tabut içinde şehrimizden vedası. Vesaireler…

Bu gençlerin herbirinin yakasına yalvararak yapışıp neler söylemezdim neler. Bir ince yorgan, bir aluminyum tencere, bir tabak ve küçük tüp ile başlayan gurbet maceramın hikayesini bir başka anlatırdım. Dillerini bilseydim belki de yapardım. Hatta onları hemen bir sınıfa toplar, yılların bana ne yaptığını, bize adam gibi sahip çıkmayanların, külleşmiş siyasetçilerin çirkinliklerine dem vurmadan, gençliğin kıymetinden ve zamanın ne kadar elmastan öte değer olduğunu ellerini ayaklarını öperek anlatırdım. İmkanların zorlanması gerektiğini, her nefesi bin altın bilip kıymet biçmelerini dilenirdim. Güzelliklerin peşinde düşmelerini ama sadece insanlığa hizmet etmelerini militan olmayan cümlelerle söylerdim. İster Yezidi, ister Hiristiyan, ister Sunni ve Şii olsunlar ama güzel ve kardeşane yaşamanın peşinde olmalarını inleye inleye anlatırdım. Yapamadım. Sadece ince sızılı bir tebüssüm ettim.

Karşı komşumuz hanımı ve çocuğuyla beraber izliyordu. Elimi kaldırıp selam verdim. Avrupa görmüş bir adam. İngilizce, Arapça, Sorani Kürtçesi ve zanedersem Finlandıya dili de (!) bilir.* O dillerden biriyle "Ne istiyor bu gençler" diye sordum. Bahar geliyor ya o yüzden dedi. Dönem sonu geldi diye de ekledi, bizim komşu. Meğer kitapların değişmesini protesto ediyorlarmış gençler. Eski sistem daha bir iyiymiş. Hani şu ezber yapıp girdikleri dersler: Fizik ezber, matematik ezber, İngilizce ezber. Her ders ezber. Sene sonu gelinir ve imtihanlara girilir. Oysa şimdiki kitaplar ezberi kabul etmiyor. Amerikan, İngiliz kitapları tercüme edilmiş… Anlamak ister, interaktif ders yapılması gerekir (miş). İdarecilere bakan yönüyle işin siyasi yönü falan da varmış. Komşu da benim gibi işin siyaset yönünü sevmiyor. Birşey diyecek halimiz yoktu. Ortalığa düşmüş bir gençlik sokağa düşmüştü, önemli olan buydu.**




Kaynak...