Ýlkokul ÇilesiÝlkokula erken yaþlarda baþlamýþtým. Sýnýfýn en küçüðü bendim, desem yerinde olur. Okuma yazmayý ilk iki sene öðrenemedim. Okuma ve yazmayý ancak sýnýfta kalýnca, üçüncü sene ancak çözebildim. Bu süre zarfýnda okuldan ve öðretmenden çekmediðim çile ve dert kalmadý. Okul hayatýmýn ilk iki senesi zehir olmuþtu bana. Ýlk iki yýl tam anlamýyla benim için ýstýraptý.Abim 1981 yýlýn güz mevsiminde beni ellerimden tutup okula kayýt ettirmiþti. Evimizin yanýndaki Ali Alkan Ýlkokulu'na gidecektim. Okula ve öðretmene dair ilk korkum, okul müdürünü gördüðümde baþlamýþtý. Çünkü -þimdilerde rahmetli olduðunu bildiðim- okul müdür oldukça sertti. O dönemin þartlarýnda okul yöneticileri genellikle eli deðnekli ve sert kiþilerden seçiliyordu galiba. Mesela bir teneffüste, çocuðun birisinin kulaklarýndan tutup havaya kaldýrdýktan sonra, daha havadayken iki eliyle çocuðun yüzüne tokat atarken görmüþtüm. Korkudan ödümüz patlardý, müdürü gördüðümüzde. Çocuk halimizle ders aralarýnda, ondan ve onun dayaklarýndan emin olmak için uzaklarda kýyýda köþede oyun oynardým.Okula verilen her öðrenci, kurbanlýk koyun gibi "eti senin kemiði benim" diyerek, teslim edilirdi öðretmenlere. Bunu bilen okul yönetimi ve öðretmenler, bu nedenle öðrenci üstünde her türlü tasarruf hakkýna sahipti. Bu anlayýþ þimdilerde tam tersine evirilmiþ durumda. Günümüzde ise -yarý þaka yarý ciddi- öðrenciler, öðretmenler üstünde her türlü tasarruf hakkýna sahip olmuþ gibidir. Öðrenciler dokunulmaz hale gelmiþlerdir. Bu durum ne kadar doðru, ne kadar yanlýþ tam olarak bilemiyorum. Tartýþýlmasý gerekir diye düþünüyorum.Ýlkokul öðretmenim, birinci ve ikinci sene bir kadýndý. Hiç unutamam kendisini -ismi lazým deðil- kýsa boylu, kilolu ve bana karþý oldukça öfkeli bir kadýndý. Çocuklar genelde ilk altý ay içinde okuma yazmayý sökmüþ olurlar. Þimdilerde anneler çocuklarýný birer kahraman ve dahi gördükleri için "En erken, en birinci benim çocuðum öðrendi." kavgasýna girdiklerini gördükçe üzülüyorum. Neyse ki o zaman annelerinde böyle bir dert yoktu. Yoksa gariban annem, benim okuyamadýðým her gün için stresten, dermansýz dertlere düþerdi. Okuma yazma bilemeden geçen iki ya da iki buçuk sene dile kolay.Anaokulu eðitimi almanýn mümkün olmadýðý ya da çok sýnýrlý olduðu günlerde eðitim hayatýna baþladým. Haliyle ilk defa kalemle ve defterle ilkokul birinci sýnýfta tanýþtým. Küçücük ellerim kalemi kullanmakta zorlanýyordu. Bir de parmak kaslarým çabucak yoruluyordu. Bu nedenle verilen ödevlerin bir kýsmýný yapamamakta ve çabucak yoruluyordum. Örneðin deftere üç sayfa A harfi yazýlacak. Ben üçüncü sayfanýn yarýsýnda yazmayý býrakýrdým. Son beþ, altý satýr boþ kalýrdý. Þimdilerde geçmiþteki çocukluðumu gözlemlediðimde þunu görüyorum: odaklanma sorunu da yaþamaktaydým. Bunlarýn üstüne de hiperaktif bir çocukluðum da vardý. Ama ne öðretmenim ne de ailem bunlarý bilmedi.Ödevlerde böyle eksiklikleri gören öðretmen, ceza olarak sýnýftaki metreyle ellerime vurmaya baþladý. O metre benden daha uzundu hiç unutmuyorum. Ellerim kýzarýncaya kadar sert bir þekilde döverdi. Ellerimi çekmeme müsaade etmezdi. Yarý ürkek, uzatýp çeker gibi yapsam da ellerimi metre uzun olduðu için ve mutlaka ellerime, kollarýma hatta bazen dirseklerime kadar deðerdi. Eðilirdim bükülürdüm. Ellerime her vurduðunda, ellerimi hýzlýca çýrpardým ve sallardým. Dayaðýn acýsý ellerin çýrpýlmasýyla geçer mi! Gözlerimden yaþ gelirdi, o dayaklarý yerken. Küçücük ellerimin tekrardan kendine gelmesi bir saati bulurdu. O bir saatte sýzlamaya ve yanmaya devam ederdi.Bu dayak halleri belli bir süre sonra bana atýlan dayaklarýn oraný -okuma yazmayý öðrenemeyince- daha da arttý. O yýllarda istisnasýz her gün dayak yedim, desem yeridir. Okuma yazmayý dayak ile öðrenebileceðimi düþündü herhalde zavallý öðretmen. Ellerime cetvelle vurmanýn dýþýnda bu dayaklara, kafamý kara tahtaya vurmak, tek ayaküstünde beklemek ve elleriyle þamar atmak da eklenmiþti. Mesela bana soru soruyor ve ben sorunun cevabýný bilmediðim zaman, her seferinde acýmasýz bir þekilde þiddet uyguluyordu.Ýlerleyen aylarda, ben hariç sýnýftaki herkes, artýk okuma yazmayý biliyordu. Metinleri okuyorlardý. Matematikte bazý iþlemleri yapmaya baþlamýþlardý. Ben ise derslerden hiçbir þey anlamaz olmuþtum. Öðretmen bu safhada, beni duvar kenarýndaki en son sýraya yerleþtirdi. Sýnýflarda, öðrenciler arasýnda hiyerarþi vardý o zamanlar. Þimdilerde nasýl bilmiyorum. Çalýþkanlar sýrasý cam kenarý, orta düzey olanlar orta sýra ve tembeller sýrasý ise öðretmene uzak olan duvar tarafýydý. Ben duvar tarafýnda on sýradaydým. Hadi ona razýydým. Ama o benim sýrayý son sýranýn da sonuna bir metre ayrý olarak konumlandýrmýþtý. Bana geri zekâlý gibi ya da özel eðitime muhtaç çocuklar gibi muamele ediyordu. Bu durum benim çok zoruma gidiyordu. Dayaðý bir yere kadar tolöre edebilirdim belki, ama bu yapýlan psikolojik þiddet beni derinden yaralamýþtý. Öðretmen þiddeti benim için katlanmýþtý artýk. Hatta bu þiddet küçük bir çocuk için katlanýlamaz hale gelmiþti.Artýk çareyi okuldan kaçmakta bulmuþtum. Okula gidiyor gibi evden çýkýyordum ama okula gitmiyordum. Küçük bir çocuk, okul saati boyunca ne yapar dýþarda? Evin yakýnlarýnda evden ve evin görüþ alanýndan uzaklaþmayacak þekilde, beþ saat boyunca beklerdim. Okul daðýlýnca da eve dönerdim. Böylesi okula gitmek ve orada þiddete maruz kalmaktan bin kat iyiydi, bana göre.Birkaç gün önlükle evin çevresinde dolanýp, durdum. Ama bu okuldan kaçmalar uzun sürmedi. Abilerim okuldan kaçtýðýmý fark ettiler. Ve beni zorla karga tulumba okula götürmeye baþladýlar. Bir keresinde ben okula gitmemek için evimizin damýna saklanmýþtým. Okul saati geldiðinde beni aradýlar. Büyük aðabeyim beni damda bulup yakaladý. Beni omuzlarýna aldý ve sýkýca tuttu. Ben aðlaya aðlaya "Gitmek istemiyorum" diye diye, okula gitmek zorunda býrakýldým. O sýrada okula kadar onun saçýný, baþýný epeyce yolmuþtum. Ama aðabeyim her þeye raðmen beni okula kadar zorla götürüp, sýnýfa býrakmýþtý. O gün "Nedir benim çilem böyle!" diye düþünüyordum. Her ne kadar bu þekilde ifade edemesem de böyleydi duygularým. Hem okuldan kaçtýðým hem derslerde geri kaldýðým için öðretmen beni eline alýyordu. Ve eþek sudan gelinceye kadar, ibret olsun diye dövüyordu.Yine öðrenemedim, okumayý ve yazmayý. Kendimi biliyordum. Geri zekâlý falan da deðildim. Bunu kanýtlamak için o zamanlarda sýnýflarda dergiler satýlýrdý. Parantez içinde belirtmek gerekirse, ayrý bir rezaletti dergi satmak. Parasý olan var olmayan var nihayetinde. Garibanlýk ve fukaralýk o zamanlar her yerde ve herkesteydi. Ben o dergileri bir kýsmýný güç bela alýrdým. Parasý olmayana vermezlerdi. Ezilirdim sýnýfýn içinde küçük bir çocuk olarak, çok utanýrdým. Aldýðýmýz dergilerden ders çalýþýrken; abim okurdu, ben ise onlarý ezberlerdim. Dergiyi baþtan sona ezbere okuyabildiðim halde, derginin içinden bir yeri ayrýca sorsalar bilemezdim.Küçücük halimle acýmasýz bir þekilde þiddete maruz kalýnca, her seferinde intikam yeminleri ettiðimi hatýrlýyorum. Ýçimden "Büyürsem seni býçaklayacaðým, öldüreceðim" diye ant içerdim. Bir çocuk olarak bu düþüncelerim büyüdüðümde, öðretmenime karþý acýmaya dönüþtü. Ýnançlarým gereði bir harf öðretene köle olunmasý gerekiyordu. Gel görün ki bana bir harf bile öðretememiþti ki bu kadýn. O kadýn beni sýnýfta býrakýnca okuma yazmayý, yeni öðretmenimle birlikte öðrenmiþtim.Hayata küsmüþtüm. Çaresiz her gün fiziksel ve psikolojik þiddete razý gelmek zorunda kalmýþtým. O günlerden sonra ben artýk sýnýfta tek kelam etmemeye baþladým. Ýçime kapandým. Bir arkadaþým hariç, kimseyle iletiþim kurmadým. Sýnýfta bilsem de konuþmadým. Hatta bir defasýnda tuvalete gideceðimi, sýkýþtýðýmý dahi söyleyememiþtim, o kadýn öðretmene. Çaresiz sýraya salývermiþtim. Sýnýftaki herkesin bana iðrenerek baktýklarý o bakýþlarý hala unutamadým. O olay üstüne bir de öðretmen geldi bana çok kýzdý ve baðýrdý. Yanýmýzda taþýdýðým mendille sýrayý silmiþtim. Neyse ki son dersti ve sonrasýnda pantolonum ýslak ýslak eve gitmiþtim. Yaþadýðým utancý ifade edemem.Öðretmenlerden her zaman çekindim. Onlara olan korkumdan asla saygýsýzlýk yapmadým. Kolay kolay konuþmadým sýnýf ortamýnda. Aðzým vardý da dilim yoktu, adeta. Bu durum tamý tamýna yedi yýl sürdü. Ortaokul ikiye kadar bu suskunluk sürdü. Öðretmenler benim için "Osman çok akýllý bir çocuk hiç sesi çýkmaz." derlerdi. Hiç kimse "Bu çocuk neden hiç konuþmuyor? diye sormadý. Tam tersine suskunluðum, hep takdir edildi.