Kültüre dair
Kültürün ne olduðunu ‘’azdan çoktan’’ bilmeyenimiz yoktur, Sosyo-Kültürel deðerlerimiz deyimini de… Ben yine de, yazý konumun giriþi için, kültür konusuna kýsaca deðinmek istiyorum.
Kültür, bir arada yaþayan insanlarýn (toplumlarýn, topluluklarýn, etnisitelerin ve hatta deðiþik kentlerin, köylerin, ve hatta büyük yerleþim birimlerindeki mahalle ve sokaklarýnda yaþayan gruplarýn) uzunca bir tarih süreci içinde üretip, yaygýnlaþtýrýp, geliþtire-dönüþtüre yaþatýp yeni kuþaklara miras olarak býraktýklarý; deðerler bazýnda, maddi-manevi (alt ve üst yapýsal) bir yaþam tarzýdýr… Ki, toplum genelinin yada belirli bir bölge insanýnýn kendilerine özgü varoluþun yaþamsal biçim kimliðidir.
Sosyo-kültürel konular ise toplum genelince kabul görmüþ ve neredeyse resmiyet ve yarý-resmiyet kazanmýþ tarihsel, ulusal, dinsel vb kültür deðerleridir.
Nizip Kültürünün Zenginliði
Sosyo-Kültürel manada ele aldýðýmýzda, Nizip kültürü, tüm Türk toplumlarý ile Anadolu’da yaþayan (bize özgü) genel kültür yapýmýzla ‘’birçok konuda’’ birebir örtüþür ve ayný özellikleri taþýr. Genel manada Türk Gelenek ve Görenekleri, ulusal ve dini bayram kutlamalarý, sanatsal ve dini ritüeller, ortak dilin kullanýmý, evlilik (düðün-dernek), taziye adabý, örf ve adetler, kýlýk-kýyafet, yeme-içme, eðlence ve dinlence gelenekleri ve de sosyal çevre yapýlanmalarý çok az farklýlýklarla birbirinin aynýsýdýr.
Ýþte, çok az dediðimiz bu farklýlýktýr ki, bu yazýyý yazmamýza konu olmuþtur… Yerel ve de bölgesel bir farklýlýk olarak gördüðüm ve bir zamanlar Nizip’e (tabii ki, çevre il ve ilçelerimizdeki ayniliði de göz önünde bulundurarak) özgü bir mahalle kültürünün var oluþu....
Bu kültürü, 1700 ile 1800’lü yýllarda, Nizip’e kadar uzanan, iki büyük iskana ev sahipliði yapan bölgemizin etnik zenginliðine baðlayabiliriz.
Bu iskanlar sonrasýnda ve öncesinde Nizip’te bulunan (uzak yakýn tarihten bu yana) Oðuzlar, Uygurlar, Tatarlar, Baraklar, Beydilliler, Türkmenistanlýlar, Afþarlar, Selçuklular ve diðer Türk boylarýndan oluþan Türkler çoðunlukta olmakla birlikte, Arnavutlar, Bulgarlar aðýrlýklý olmak üzere Balkanlar’dan gelme muhacirler, Türkler ile Kürtler; Mýsýr, Irak ve Suriye’den gelme Türk kýrmasý Araplar; Ýran’dan gelme Acemler; Kafkaslardan gelme Ermeniler ve Kazaklar ile Yahudiler ve Rumlar hep bir arada ‘’sevgi ve saygý ortamýnda’ kaynaþmýþ olarak, sanki küçük bir Birleþmiþ Milletler Topluluðu gibi yaþadýlar...
Þimdi, düþününüz, bu kadar deðiþik kültür sahibi etnik gruplarýn bir kentin mahalle ve sokaklarýnda bir arada bulunup yaþarken oluþturacaðý ortak kültür zenginliðinin ilginçlik ve mükemmellik düzeyini ve komþuluk iliþkilerini…
Nizip Mahalle Kültürü Ve Komþuluk Ýliþkileri
Günümüzden 20, 25 yýl öncesinde yapmýþ olduðum, yaþlarý 70 ile 90 arasýnda ve 1900’lü yýllarý dolu dolu yaþayan, hafýzasý güçlü kadýn akrabalarýmdan ve Saha Mahallesinin saygýdeðer kadýnlarýndan (Örneðin, Ebe Lütfiyesinden, Sitti Nineden (Mustafa Küpeli’nin Karýsý, tenekeci-sucu Durdu’nun annesi), Leman Bacýdan (Bilal Çeker’in karýsý, seyit Çeker’in annesi) Sülo Fatmasý’ndan (Ali Alkan’ýn karýsý), Kalaycý Fatmasýndan (Halil Özyurtseven’in karýsý), Mekke teyzemden (Melike Akýn), Zekiye Bacýdan (Cengiz), Sekine Bacýdan) edindiðim bilgilere göre, 1900 ile 1975’li yýllardaki komþuluk iliþkilerinin baþlý baþýna tarihsel ve kültürel bir deðer olduðunu, sosyo-ekonomik bir temele dayandýðýný; Feodal ve Asya Tipi Üretim Ýliþkilerinin evsel örneklemelerinin yapýldýðýný, imecenin kesintisiz uygulandýðýný, paylaþým, dayanýþma, yardýmlaþma mefhumunun gün yirmi dört saat iþlediðini, sevgi ve saygý iliþkisinin üst düzeyde sergilendiðini öðrendim; 1975’li yýllarda kapitalizme özgü ekonomik geliþmeye ve sosyal deðiþim ve yeniliklere yenilip, çözülmesine de þahitlik ettim…
Mükemmelliðe yakýn insanlýk örneklemeleri:
O yýllarýn Nizip’inde (özellikle kadýnlarýmýz, komþularý hakkýnda, asla) kötü düþünceler taþýmaz; zengin-fakir, varsýl-yoksul ayrýmý yapmazlardý. Kimse kimseyi horlamaz, küçük görmez, acizlikle suçlamazdý. Kendi aralarýnda ne kýskançlýk olurdu, ne de çekememezlik. Büyüklere saygýda, küçüklere sevgide kusur iþlenmezdi. Özellikle, 1900’lü yýllarýn baþlarýnda, Nizipli birçok kadýn duldu. Kocalarý ya Galiçya’da, ya Yemen’de, ya Çanakkale’de, yada Gaziantep Savunmasýnda þehit düþmüþlerdi. Bu kadýnlar, o zor günlerde çocuklarýna hem analýk hem de babalýk ederlerdi. Tek dayanaklarý, önce komþularý, sonra akrabalarýydý. ‘’Bire piþen, bine yeter’’ deyiþi o günlerdeki kýtlýk yýllarýyla ilintiliydi. Normal günlerde de ‘’Yedi kapýya kokusu gidiyor, anam’’ denilerek, yemekler, komþulara daðýtýlýrdý.
Komþu denince, Nizip’te ev içi ve ev dýþý iþlerde birlikte hareket eden, dayanýþma içinde olunulan ve namuslarýndan gayri her þeylerini paylaþan insanlarýn birlikteliði gelirdi. Ve bundandýr ki, bir sokaðýn bütün kadýnlarý, kýzlarý birbirlerini tek bir evin fertleri gibi görür, büyük büyüklüðünü, küçük küçüklüðünü bilerek (sosyal statünün saygý ve saygý sýnýrlarýný aþmayarak) huzur içinde yaþarlardý.
Þimdi diyeceksiniz ki, Nizipli kadýnlar hiç mi dedikodu yapmazlardý. Ama o yýllarýn dedikodu sohbetleri dahi, beðeni, ibrenti ve övülecek þeyler üzerine olurdu. Bir de komþunun evine yeni bir þeyler alýnmýþsa yada bir komþunun sorunu varsa, o þey ve o soruna dair çözüm üretme konularý konuþulurdu.
O yýllarda yaþanan komþuluk iliþkileri, bende, Nizip’in tüm mahallelerindeki her sokaðýnýn büyük bir ev ve çok nüfuslu bir aile ortamý olduðu kanaati oluþturdu… Ki bu, þu gün için de Nizipliler’in çoðunluðunca kabul gören bir tespittir.
Boþ Sokak Alanlarýnýn ve Evlerdeki Hayatlarýn, Damlarýn ve Oturma Odalarýnýn, Ýçe Dönük Üretime uygunluðu
1900’lü yýllardan önce ve 1950’li, 60’lý yýllara kadar Nizip, uzun bir süre iki büyük yerleþim alanýyla anýlýrdý. Bu alanlara Aþaðý Oba (þimdiki Saha, Pazarcami, Þýhlar, Tahtani Mahalleleri) ile Yukarý Oba (Ýstiklal, Fevkani, Menderes mahallelerinin olduðu yerlere) denilirdi. Aþaðý Oba’da yaþayanlar. Aþaðý Obalý; Yukarý Oba’da yaþayanlar, Yukarý Obalý olarak anýlýrdý.
Kent nüfusunun artmasý ve yeni yerleþim alanlarýnýn oluþmasýyla, Aþaðý Oba ile Yukarý Oba tabirleri yerini mahalle adlarýna býraktý. Sýrasý gelince, bu da baþlý baþýna bir yazý konumuz olacaktýr.
1975’li yýllar öncesinde, Nizip’te çok katlý evler (apartmanlar) yoktu. Ortalama olarak 3 metre eninde yol payý býrakýlan Nizip sokaklarýndaki evler, kerpiç ve havara taþtan yapýlýr; genellikle tek ve iki katlý olurdu. Evlerin ikinci katýnda bulunan misafir odalarý (dýþ yapý görüntüsünden de anlaþýlacaðý gibi), çýkmalý ve köþklü olur; tavan ve dolaplar nakýþlý ve oymalý ahþap malzemeyle süslenirdi. Havara taþlý kapý giriþleri kemerli ve kapýlar gibi iþlemeli-nakýþlý olurdu. Her kýþ giriminde kerpiç evler sývanýr, topraklý damlar loðlanýrdý.1950’den önce, Nizipliler içme ve zaruri ihtiyaçlarý için kuyu suyu kullanýrlardý. Kuyusu olmayan ev yoktu. Hayatlarý bitiþik olan birçok ev de bir kuyuyu ortaklaþa kullanýrlardý. 1955-60 yýllarýndan önce Nizip’te elektrik yoktu. Aydýnlanma zeyit çýralarý, gaz lambalarý ve lökslerle yapýlýrdý. 1965’li yýllarda elektrik kullanýmýnýn yaygýnlaþmasýyla (ki iþyerlerindeki yararý anlaþýlan) telefonlar evlerde de kullanýlmaya baþladý… Cereyanlý radyolar da, plak çalarlar da ve devamýnda vantilatör, buzdolabý, çamaþýr makinesi ve televizyon… O radyolar ki, sokakta bir vefat eden olunca bir hafta susardý. Rahmetliye saygýdan ve taziye evindekileri radyo sesinin gürültüsüyle rahatsýz etmemek için. O buzdolaplarý ki, evinde buzdolabý olmayanlarýn istifadesine de açýktý. Özellikle yaz günleri soðuk su ve buzlu ayran içebilmek için, su kaplarý buzdolaplarýnýn buzluk bölmelerini doldururken, fazla etleri ve yemekleri de raflara konurdu.
1900’den önce, 1930’lu yýllara kadar, Nizip evlerinin bir çoðunda bitiþik komþu eviyle baðlantýlý bir iç kapý bulunurdu. Ýç kapýlarda iki taraflý kilit-anahtar olurdu. Kapý komþularý birbirlerine gidip-gelmek için sokak kapýlarýndan ziyade bu iç kapýlarý kullanýrlardý. Ýç kapýlar, çoðunlukla, komþu eve bitiþik hayat duvarýna açýlýrdý. Bazý evlerin iç kapýlarý ise kamuflajlýydý. Ýç kapý komþusunun kapýyý iki kez týklatmasý, ‘’müsaitseniz size gelmek istiyoruz’’ bildirimiydi. Diðeri, kapýyý üç kez týklatýrsa, bu da ‘’müsaitiz, gelebilirsiniz’’ demekti.
Evlerin tümünde küçük yada büyük ölçekli bir hayat (avlu) bulunurdu. Çift katlý evlerin üst katýnda evin büyük oðlu ve gelin otururdu. Bu iki katlý evlerin ikinci kat giriþlerine, evin hayadýndaki ahþap yada çað korkuluklu merdivenlerle çýkýlýrdý.
Her sokak arasýnda, sýrt sýrta vermiþ evlerden oluþan bir ada bulunur ve her sokak giriþi, mahallenin ana yoluna veya bir caddeye baðlanýrdý. Bazý sokaklarýn giriþ-çýkýþlarý, mahalle anayoluna karþýlýklý konuþlandýðýndan, küçük kavþaklar ve boþ alanlar oluþtururdu. Ýþte bu boþ alanlar ki (evlerdeki hayatla ve damlarla birlikte), sokak sakinlerinin mevsimlik iþ alaný olarak kullanýlýrdý. Buðday kaynatýlan halle kazanlarý bu alanlara kurulur. Hedik kaynatýlýr. Hediklerin kurumasý için bu alanlara (altlarýna astar açýlarak) serilir. Kuruyan hedikler, evlerin hayatlarýna taþýnýr ve bulgura, simite, sittisimidine dönüþtürülmesi için, eþekli harharcýlarýn (deðirmencilerin) gelmesi beklenirdi. Hedik olan buðdaylar, bulgura, simite ve sittisimidine dönüþtürülürken oluþan hediklerin tozlarý ve kepekleri de hayvan yemi olarak kullanýlýrdý.
O günlerin Nizip evlerinin genelinde bir ahýr bulunurdu. Bazý evlerde kümes de olurdu. Evi arýða (Nizip Çayý’nýn küçük dereleri) yakýn olanlar, tavuk ve horozlarýn yanýnda kaz ve ördek de beslerlerdi. Bu ahýrlarda, birer yada ikiþer çift davar (genellikle keçi veya koyun, bazýsýnda da inek) beslenirdi. Davarlar sabahleyin nahýra yayýlýma gider, akþama yakýn gelirdi. Evlerde beslenen bu hayvanlarýn sütünden yararlanýlýr, peynir, yoðurt, tereyaðý, sade yað ve de kýþ günlerinin en lezzetli çorba türlerinden olan tarhana yapýlýr; kümes hayvanlarýnýn etinden ve yumurtasýndan yararlanýlýr; ev halkýnýn temel gýda ihtiyaçlarý böylece karþýlanýrdý.
Mahallede bir hasta veya bir nefse (lahusalý kadýn) varsa onlara günlük süt hediyesi giderdi. Kümes hayvanlarýnýn ihtiyaç fazlasý yumurtalarý, kümesi olmayan komþularýn hakký sayýlýrdý.
Evlerin hayatlarýnda illa bir iki meyveli aðaç olurdu. Asma aðacý en çok olan türdü. Ýstisnasýz, her evin hayadýnda, damýnda ve süyüðünde, büyüklü-küçüklü ölbelerde çok sayýda, çeþit çeþit çiçekler yetiþtirilirdi.
Hayatlarýn, Damlarýn ve Oturma Odalarýnýn Ekonomik ve Kültürel iþlevleri:
Hayatlý Nizip evlerinin birçoðunda küçüklü-büyüklü sallar (havuzlar) olurdu. Bu sallar, genellikle dulda yer olan merdiven altlarýna yapýlýrdý. Küçük sallar (üzüm ve domates ezmekle ilgili) üretim iþinin gerçekleþmesini saðlarken, büyük sallarda Antepfýstýðý kavlatýlýrdý.
Ve baþta, kuru biber, aþurelik buðday olmak üzere, türlü bitki tohumlarý dövmeye yarayan soku (dibek taþý) ve aðaçtan bir tokmak ile bir de mercimek gibi kuru baklagilleri çekmek için, iki parçalý taþtan yapýlmýþ el deðirmeni bulunurdu.
Hayatlar, Damlar:
O günlerin Nizip evlerinin ‘neredeyse geneli’ hayatlarý, damlarý (toprak damlý ve loðlular da dahil) ve oturma odalarý, ki mutfak da dahil, baþlý baþýna bir mevsimlik üretim alanýna dönüþürdü. Oturma odalarýnda bastýk yüzülür, muska sarýlýr, þare (ev þehriyesi) dökülür, bayramlýk yuvalama ve boraný köftesi yapýlýrdý.
Hayatlarda ve damlarda kuruluklar da hazýrlanýrdý. Kýþ günleri de dolma yiyebilmek için, Antep balcanlarý (patlýcan),, dolmalýk kabaklar oyulur, acý-tatlý kýrmýzý biberler tohumlarýndan ayrýlýr ve kurutmak için ellili, altmýþlý sayýlarla iplere dizilirdi. Kalabalýk topluluklarla yapýlan tüm bu mevsimlik iþler, kadýnlar arasýnda bir eðlence ortamýna da dönüþürdü. Ev içinde yapýlan bu tür üretimler, komþularýn birbirlerine yardýmcý olmasý için sýralý imece usulüne göre olurdu. Komþular, herkesin evine lazým olacak bu kýþlýk zahire hazýrlama iþlemini kendi aralarýnda bir gün sýrasýna koyarak, yardýmlaþma ve dayanýþma içinde yaparlardý.
Hayatlardaki Sallar:
Bu sallarýn küçüklerinde domates salçasý çýkarmak için, domatesler yýkandýktan sonra sala konur ve temiz ayaklarla ezilerek, sonraki iþlemler için, suyu çýkartýlýrdý. Þirelik (þýralýk) üzümler de bu sallarda ezilir ve sucuk, bastýk (pestil), dilme, muska gibi ev yapýmý doðal þekerli ürünler için hapselik þýra suyu çýkarýlýrdý.
Hayattaki sallarda, kýþýn yaðan karlar depolanýr, týka basa doldurulduktan sonra üzerlerine saman dökülür ve kanaviçe telisler örtülerek, sýcak yaz günlerinde buz olarak kullanýlýrdý. Yaz günleri soðuk su ve ayran içmenin tek yolu bu sallardaki karlardý.
O günlerin tüm evlerinde bir ekmek sacý, bir ekmek tahtasý, bir ekmek döndereceði (küçük ve ince ebatlý kürek) ve oklavalar olurdu. Her ev, komþularýn yardýmýyla, ayda bir iki kez, açma ev ekmeði piþirirdi. Buðday ekmeðinin yaný sýra, darý ekmeði, çavdar ekmeði ve mercimek unundan sebzeli taplama da yapýlýrdý. Ekmek piþirme iþleminin alaný hayatlardý. Kimi hayatlarda sabit örülü ocaklar olurken, kimi hayatlara, ekmek piþirme günü üç-beþ taþla ocak kurulur ve üzerine ekmek sacý yerleþtirilirdi. Mutfaðý büyük olanlarda da sabit ocak bulunur ve bu tür mutfaklara ocaklýk denirdi.
Mutfaklarýn Üretime dönük iþlevleri:
O yýllarda her evin mutfaðýnda turþu basmak için (küçüklü-büyüklü) bir-iki turþu küpü olurdu. Kýþýn bulunmayan yeþil biber, taze fasulye, kalemi hýyar, hýtta acýr, yeþil domates, Nizip patlýcaný (ki, içinden tohumlu bir diþi çýkarýlarak, içine kýrmýzý biber, maydanoz ve sarýmsak vs konulup ip ile baðlanarak), ev üzümlerinden, elma kabuklarýnda veya incirden elde edilen (tuz takviyeli) sirkelerle bu küplere basýlýr ve de kýþ günleri birçok yemeðin yanýnda (salata gibi) yenilirdi.
75’li yýllardan önce birçok evde buzdolabý olmadýðý için, etler topaç (kavrulmuþ et) usulü yapýlarak ya mutfaklardaki tel dolaplarda, ya da (kuyularda dahil) evin en serin bir yerinde muhafaza edilerek tüketirdi.
Zeytinliði olmayanlar ‘’asla’’ zeytinsiz kalmazlardý. Kahvaltýlýk (yeþil ve de siyah) zeytinler, doðal yollarla (tuz ile) tatlandýrýlýrdý. Bu yöntemle tatlandýrmak uzun bir süreye tekabül ettiði için, önümüzdeki senenin kahvaltýlýk zeytini. bir sene sonrasýna sarkardý. Ve her evde un türü hububat ve baklagiller elemek için ( deðiþik ebat ve büyüklüklerde kalbur ve elekler olurdu. Tabi, baharat dövmek için de havanlar olurdu.
Özgün Sokak Adlarý
Doðaldýr ki, tüm sokaklarýn, belediyelerce verilmiþ birer adlarý vardýr. Ama bu adlar, o günlerde, kadýnlar arasýnda asla kullanýlmazdý. Onlarýn sokak ve zabýk adlarý da kendi anlayýþ ve tariflerine uygundu. Örneðin, altmýþ yýlý aþkýn bir süreden bu yana Alkan Sokaðý vardýr, ama Nizipli kadýnlara göre bu sokaðýn adý, Üç Fatmalar sokaðý olarak anýlýrdý. Alkan sokaðý gerçek adýný kalaycý Fatmasý, Pamuk Fatmasý ve Sülo Fatmasýndan almýþtý. Deðiþik mahalleden ve sokaktan bir yere gidenlere, ‘’nereye gidiyorsunuz?’’diye sorduklarýnda ‘’Üç Fatmalarýn Sokaðýna’’ derlerdi.
Nizip’te, bunun gibi, tabela adýyla deðil de bir çok kadýn ve erkek lakabýyla anýlan sokak ve zabýk vardý. Kahraman Kadriyesi’nin Sokaðý, Abeci’nin zabýðý, Kör Sekine’nin zabýðý, Hacý Ayyüþ’ün sokaðý, Paþa Hoca çýkmazý ve daha niceleri…
Komþu Komþunun Külüne Muhtaçtýr
O yýllarda (ki on yaþýnda olduðum 1961’li yýllardan 1980’li yýllara kadar, benim de dolu dolu yaþadýðým o yýllarda) bir evin kapýsý hiçbir komþusuna kapanmazdý. Komþu komþusunun evini kendi evi gibi görür, komþusunun evindeki genel ihtiyaç maddelerinin varlýðýyla övünç duyar ve kendisine de gerek olduðunda hiç çekinmeden onlarý alýr ve kullanýrdý. Kimin ne eksiði varsa (o an kocasý ve oðlu evde deðilse, onlarýn gelmesini beklemesiz) hemen en yakýn komþusundan tedarik eder ve o eksik ihtiyaç maddesini temin edince de komþunun emanetini, gün sektirmeden iade ederdi.
Bu karþýlýklý al-verler, atasözümüzdeki kül de olabilirdi, her türlü beyaz gýda maddesi de; kap-kacak da olabilirdi, taþtan el deðirmeni, kahve deðirmeni de…
Hatta, tarihi kiþilik deðerlerimizden olan Prof. Dr. Hüseyin Cahit TANYOL’un, Geçmiþten Günümüze NÝZÝP kitabýnda yayýnladýðý ANILARDA NÝZÝP yazýsýnda belirttiði; ‘’… Deðirmende unu mu öðütülecek hemen komþusunun eþeðine baþvurulurdu. Baðdan üzüm, incir mi getirilecek, hemen komþunun eþeðini almak için geceden haber verilir ve sabah da alýnýrdý’’ tespitinde olduðu gibi.
1940’lý yýllarýn Nizip’inde, çok az evde kollu dikiþ makinesi vardý. Bunlardan bir tanesi rahmetli annemindi. Hacý Sadýk Hocanýn kýzý olan anasýndan miras kalmýþtý. Þu gün için yüz küsür yaþýnda olan bu dikiþ makinesi hala iþ görür durumdadýr. Ayaksýz ve kasnaksýz olan bu makineler elle çevrilerek dikim iþlemi yapýlýrdý. Bu yalnýzca dikiþ makinelerine sahip olan ev fertlerinin deðil, tüm komþu kadýn ve kýzlarýnýn giyim-kuþam ihtiyaçlarýnýn birçoðunu da yardýmcý olurdu. Kumaþýný, bezini, çitini ve elbisesinin rengine uygun dikiþ ipliðini alan gelir; terzilikte ustalaþmýþ ev sahibi, komþu kadýnýn yada çocuklarýnýn ölçüsünü alýr, provasýný yapar ve elbisesini ‘’güle güle giy, üzerinde paralansýn’’ diyerek giydirirdi. Komþular arasýndaki bu terzilik iþleminde ücret asla söz konusu olmazdý. Tabi ki, 1940’lý yýllardan sonra kadýn terziliðinin meslek olmasýna kadar.