<table border="0" cellspacing="0" cellpadding="4" width="100%" <tbody <tr <td class="bod" align="center" </td </tr <tr <td class="bod" align="center" ÖNCE SEV, SONRA NE YAPARSAN YAP</td </tr <tr <td class="bod" height="15" align="center" </td </tr <tr <td class="bod" height="15" align="20" "font-size: 9pt" Bildiðimizi sandýðýmýz tüm þeylerin hakikate nisbetini sorgularsak, sonucu, þu beþ baþlýk altýnda toplayabiliriz: Heva, vehim, þekk, zann, yakin. (Klasik bilgi sistemimiz son dördüne yer verir, birinciyi bendeniz ekledim.) Yani tüm bilgimiz bu beþ þýktan birine girer. Tabii ki “bilgi” dediðimiz þeylerin hakikat açýsýndan ne kadar itibarý olduðu da bu tasnif sonucunda ortaya çýkar.
Heva, içinde doðru bulunma ihtimali sýfýr olan bilgi türüdür. Yüzde yüz asýlsýzdýr. Uyduruk ve keyfidir. Velev ki benzetme, temsil, mecaz yoluyla da olsa, herhangi bir gerçekliðe tekabül etmemektedir. .
Heva Kur’an’da “keyfi deðer yargýsý, içgüdü, arzu ve tutkuya” tekabül eder. Bu yüzden Kur’an, “Þu keyif ve arzusunu ilah edinene bir baksana!” der. Bu tip birine “hevâî” denilir. Heva’nýn hakikate nisbeti sýfýr olduðu için, hevada doðruluk aranmaz. .
Vehim, hakikate zat açýsýndan nisbeti sýfýr, fakat sýfat açýsýndan bir nevi bir çaðrýþým yapma, sahte bir benzerliðe sahip olma ihtimali bulunan asýlsýz bilgidir. Tüm þeytanî vesveselerin amacý, insanda bir vehim üretmektir. .
Eðer bu sonuç alýnýrsa, insan kendi ürettiði vehmin esiri olur, oyuncusu olduðu filmin oyun olduðunu unutup gerçek sanabilir. Ýþte bu da þeytana ve tüm þeytansýlara kiþinin kendi gücünden güç, kendi iradesinden irade transfer etmesidir. Kur’an’ýn da defaatle beyan ettiði gibi þeytanýn insan üzerinde hiçbir yaptýrým gücü (sultan) yoktur. Ona gücünü insan verir. Yani þeytan ve þeytanî güdüler, insan üzerindeki tüm etkisini, insanýn iradesinden ödünç aldýklarýyla gerçekleþtirir. .
Þekk, “kuþku, þüphe” anlamýna gelir. Hakikate nisbeti, yalana nisbetiyle aynýdýr. Yani hakka ve batýla ayný uzaklýktadýr. Doðru olma ihtimaliyle yanlýþ olma ihtimali eþittir. Doðrulanabilir de, yalanlanabilir de... .
Þüphe, Gazali’nin de tesbit ettiði gibi, hakikate giden yolun ilk duraðýdýr. Ýnsan, önce merak eder, sonra kuþku duyar, sonra arar ve arayan bulur. Fakat, mutlak hakikatlerde þüphe, “iman” gibi bir önbilginin yerini, “küfür” gibi bir önyargýnýn almasýnýn sonucudur. .
Zann, hakikate nisbeti çok yüksek olmakla birlikte, az da olsa batýl olma ihtimali de bulunan bilgi türüdür. Bu yüzden Kur’an “Zannýn bir kýsmýný günah ve vebal” olarak nitelendirmiþtir. “Zan, insaný hakikatten müstaðni kýlmaz” buyurmuþtur. Hatta düpedüz “Zandan kaçýnýn” demiþtir. Çünkü insanlarýn en çok vartaya düþtükleri bilgi türü “zan”dýr. .
Zann, doðru olma ihtimali çok yüksek de olsa, yalan olma ihtimalini bünyesinde taþýdýðý için, iman esaslarýnda zanna yer olmaz. Ýnsanlar arasý iliþkilerde ise, yakini mümkün olmayan konularda suizan yasaklanmýþ, hüsnüzan emredilmiþtir. Peygamberimizin “Müminin mümine kaný, ýrzý, malý ve suizanný haramdýr” sözü bunu ifade eder. Çünkü, suizandan hesap sorulur, fakat hüsnüzandan hesap sorulmaz. .
Yakin, yalan ve batýl olma ihtimali bulunmayan bilgidir. Yüzde yüz hakikattir. Bu da üç mertebedir: Bilgiyle elde edilen yakîn, gözlemle elde edilen yakin ve en yükseði bizzat yaþayarak, iç tecrübeyle elde edilen yakin. .
Güven bunalýmý .
Þimdi, bilginin derecelerine neden girdim? .
Çünkü, hemen tüm problemlerimizin kaynaðýný, cehaletimiz oluþturuyor. Cehaletimiz, yani biliyorum sanýp bilmediklerimiz... Heva olduðu halde adýný sanki bir “bilgiye” dayanýyormuþ gibi yapýp ettiklerimiz... Bizi tutuklayan vehimlerimiz (evham)... Yani, kendi ellerimizle kendi boynumuza geçirdiðimiz tasmalar... Ve bu vehimleri ciddi ciddi pazarlamamýz... .
Kendi elleriyle taþtan yonttuðu heykelin büyüsüne kapýlarak bir an onun gerçek olduðunu vehmedip “Haydi Musa, konuþsana!” diyen heykeltýraþ Michelancelo gibi... Uydurduðu hikâyenin kahramanlarýndan birini gerçek gibi vehmetmeye baþladýðýný anlayan sekreterinin, Balzac’a, bir gün muziplik yaparak “Mr. Wuatrin gelmiþ efendim!” deyince, onun “Ya, öyle mi? Buyursunlar!” diye ayaða kalkýp önünü ilikleyerek, karþýlamak için kapýya yürüdüðü gibi... .
Hepsinden öte, bu toplumda güveni öldürdüler. Birbirlerine en çok güvenmeleri gereken Müslümanlar, birbirlerine en çok güvensizlik besleyen kesim haline getirildi. Çok ortaklý þirketlerin ýsrarla batýrýlmaya kalkýlmasýnýn en büyük nedeni olarak bunu görüyorum. Belki böyle bir olayýn en tehlikeli, en ürkütücü sonucu da bu olacaktýr; yani “güven bunalýmý”... .
Bu gidiþle üç mümini birbirine ortak etmek, Çin’le Tayvan’ý birleþtirmekten daha zor hale gelecek. Þer güçler ittifakýnýn istediði þey de bu ya: Ýman, güven faktörleri arasýnda yer almasýn... .
Oysa ki iman, baþlýbaþýna bir deðerdir. Tüm hatalar karþýsýnda iman, çakýl taþýna nisbetle Aðrý Daðý gibidir. Ýmaný bir deðer olarak görmeyen bir mümin, aslýnda kendi imanýna hiçbir deðer biçmiyor demektir. .
Müminler arasý iliþkiler, öncelikle imana dayalý iliþkilerdir. Çünkü onlarýn iman ettiði Yüce Kapý, onlarý kardeþ ilan eden kapýnýn ta kendisidir. Ýman ise zanna deðil, yakine dayanýr. Yakine dayanan bir imanýn kardeþliði de yakin bir kardeþliktir. Eðer bu zeminde yükselen kardeþlik iliþkisinde ille de zanna yer verilecekse, hüsnüzan esastýr. .
Güven bunalýmý aþýlmadan, inanç birliðinin hayata yansýmasý mümkün deðildir. Bu da sevgisizliðin bir sonucudur. Bu nedenle olsa gerek, Sevgili Efendimiz, “Ýman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiþ sayýlmazsýnýz” buyurmaktaydý. .
“Önce sev, sonra ne yaparsan yap” diyen gerçekten güzel söylemiþ. .
Seveceksin arkadaþ... .
Ýnsanýn harcadýkça çoðalan tek sermayesi olan muhabbeti kýskanmayacaksýn. Uçsuz bucaksýz yüreðin bozkýrlarýnda at otlatacak haliniz yok ya! Müminlerden esirgediðiniz oraya, kimi doldurmayý düþünüyorsunuz? .
Sevgi, sevilen için kabule en yakýn duadýr. .
Güven bunalýmýný aþmanýn en emin yolu da muhabbettir... .
.
</td </tr </tbody </table <p style="margin-top: 0px; margin-bottom: 0px" class="bod" align="center" .