-
Bugün birçok aşirete kökenleri sorulduğunda hemen Musul, Bağdat, Basra, Horasan demektedirler. Aslında buralar, Asya’dan gelen Sugurların ve 2. göç dalgasındaki Türklerin yerleştikleri ilk yurtlardır. Bunu İslam tarihinde de görmekteyiz. Mesela, Celali aşireti köklerini Basra’ya bağlamaktadırlar.
Bu aşiretler Abbasiler zamanında Musul, Bağdat ve El-Cezire dolaylarından bölgeye taşınan Türklerdir. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin 10. cildinde Ekrad’ın kökenini Abbasilere bağlayarak, Devleti Ali Abbasiyan Ekrad adı altındaki aşiretleri sıralar.
Gurmanc ve Kürtlerin Asya kökenli olduklarına dair delillerden biri de, aşiretlerin ve bu aşiretlerin yaşadığı köy adlarının Türkçe oluşudur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu şehirlerinden toplam 23 ilin köy adları üzerinde yaptığımız çalışmalarda, bölgedeki köy adlarının % 50 civarının Ermenice, Süryanice, Rumca ve Arapça olduğu, % 40 civarında köy adının Türkçe ve % 10’luk dilimdeki köy adlarının ise özel adlardan oluşmuş köy olduğunu gördük. Türkler ele geçirdikleri ülkelerdeki yerleşim yerlerinin adlarını değiştirmeyip, o haliyle kullanmışlardır. Bölgedeki Ermeni, Arap ve Süryanice köy adlarının varlığı da bu sebepten karşımıza çıkmaktadır. Erzurum, Bitlis, Hasankeyf, Ahlat, Mardin, Urfa, Adıyaman-Samsat, Tunceli-Hozat, Muş-Malazgirt v.b isimleri Ermeni, Rum ve Süryanilere ait yer adları olup, örnek olarak verilebilir. Bölgedeki köylerin eski adlarının Kürtçede ve Gurmac lehçesinde bir karşılığı yoktur. Bu çerçevede yaptığım yüzlerce görüşmede insanlara köy isimlerinin anlamını sordum ama bir cevap alamadım.
Ayrıca detaylı yapılan araştırmalar, Kürt ve Gurmanc olarak adlandırılan birçok aşiretlerin, Türk boylarına bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Türk kökenden gelen bazı aşiretlerin adları şunlardır: Abbas Uşakları (Abbasan), Arslan Uşağı, Abdalanlı, Aşuranlı, Alanlı, Afşar, Akkeçili, Arelli/Arılı, Bütükanlı/Putikanlı, Birim Uşağı, Baban, Badıllı-Badılan-Beğdilli, Bahtiyari Uşakları, Başuşağı, Balaban, Bedalan, Bezgar Uşağı/Bezgavi Uşağı, Beyt Uşakları, Bal Uşağı, Cefa-ran/Cafran, Çaruklu veya Çarıkan, Dutkan, Ferhat Uşağı, Gav Uşağı/Gevanlı, Gülabi Uşağı, Cinenkan, Girdi, Hilani, Haydaran, Hakkâri, Karakeçili, ManGur (İran’da), Şabankara (İran’da), Mukri (İran’da), Lolan (İran’da), Lolanlı, Korucan, Kaksan, Sakan, Kotan, Mamakan, Mamikan, Ruzeği, Şekakan, Mirdasi, Şuhican, Kalenderani, Sumelani, Gurkerani, Mirvan, Kamberani, Zevan, Ezdinan, Kaçali Uşağı, Yarekli/Çarıklı, İksoru/İkisrlu, Koç Uşağı, Demenan, Karabalı Uşağı, Maksud Uşağı, Elhanlı, Karikali Uşağı, Rejik Uşağı, Hadıkan/Hedikuşağı, Kormeşli, Şam Uşağı, Laçin Uşağı, Süleyman Uşağı, Hormekli, Seyit Kemal Uşağı, Topuz Uşağı, İzol, Karsanlı, Kemanlı, Kureyşanlı, Kabanlı, Pilvenkli, Silanlı/Zilanlı, Shükmenlı, Şavalanlı, Yusufhanlı, Zimtekli, Moda, Bahadırlı, Semkanlı, Kıran, Zafran, Ulyan (Irak’ta), Çemişgezek, Dersimli, Şadlu, Şadan, Canbeğ, Zırki, Mekri, Şebek, Abdalan, Artuşi, Antarlı, Atmalı, Banaklu, Bilbas, Bahramki, Bazuki, Beyat, Beritan, Biriman, Becevevi, Bucak, Canbegan, Çekollu, Çarıklı, Çelebilu, Çarıkan, Kalaçan, Karacalu, Keşan, Keçik, Kızkanlı, Kiki, Koçeri, Koçgiri, Kilan, Müküsi, Musikan, Ocakuşağı, Okçuyan, Pornek, Saruyan, Saruhanoğlu, Şadan, Şıhan, Şakaklu, Tatar uşağı, Turkan-Tırkan, Tujik (Kızıl Baş), Torunan-Torini-Torin, Rişvan aşiretleri…
-
Bunlara birkaç örnek verecek olursak Karakeçililer ve Akkeçililer aşiretleri birer Türkmen aşireti olup, her yıl Türkmen bayramlarını kutladıkları halde Gurmanc lehçesiyle konuşurlar. Ertuşiler ise, Doğu Türkistan’daki (Çin) Ertuş şehrinden Anadolu’ya gelmiş olup, dünyada sadece Oğuz Türklerine mahsus olan 24 ve 12’li boy teşkilatına göre teşkilatlandıkları halde Türklükleri ile ilgili bir şey bilmemektedirler. Şadili /Şadiyan /Şadan Aşireti ise Türkçe Başbuğ unvanlarından biri olan “Şad” ile ilgilidirler. Şad kelimesi ile ilgili bölge ve kale adları vardır. Kars’ın Arpaçay ilçesi merkezi “Zaru Şad” ve Hakkâri yakınlarındaki eski “Saru-Şad”, Artvin’deki “Şav-Şad” ile Şad-Berd gibi yerler bu aşiretin bakiyelerine aittir. Şadiler, Horasan’dan gelmişlerdir. Osmanlı Tahrir Defteri’nde Yörükan taifesinden gösterilmişlerdir. Ayrıca “Bura-Şad” adında ünlü bir Türk kumandanı vardır. 705 yılında aşağı Tohoristan Yabgusu’nun adı da Şad’dır. Türk toplumundaki Şadabek erkek adı da aynı kökten gelmiş olup meşhurdur.
Büyük Türk Sultanı Emir Timur’un kumandanlarından Emir Hüseyin’in karsının adı “Dilşad”dır. Bu kadın bir Türk olup, adının Türkiye Türkçesinde karşılığı olmasa da, Gurmanc Türkçesinde “mutlu gönül, mutlu kalp” anlamına gelmektedir. Zira Moğollar arasında da “Dılşad” adı meşhurdur. Bu durumda aslında Gurmanc lehçesinin eski Türk kültürünü ne kadar temsil ettiğini gösterir bir belgedir[11][11].
Muş Bulanık’taki Hesanan Aşireti bir Türkmen aşireti olup, alt kollarının adı; Karacık, Karaca, Seyithan, Ağalar ve Meman şeklindedir. Bu aşiretlerin yerleştiği köylerin orijinal köy adları da Türkçedir. Fakat aşiret mensupları günümüzde tamamen Gurmanc lehçesinde konuşmakta olup, kökenleri ile ilgili gerçeklerden habersizdirler. Hatta içlerinden bazıları PKK terör örgütüne katılmıştır.
Günümüzde Diyarbakır’daki Saruhan adlı Türk aşiretinin kökenleri Ege Bölgesi’ne dayanmaktadır. Osmanlılar zamanında isyan ettiklerinden bir bölümü yerinde bırakılırken, diğer mensupları Zonguldak ve Diyarbakır’a sürülmüştür. Bugün bu aşiretten bazıları da PKK’ya katılmışlardır.
-
Yine 16. yy Osmanlı arşivlerinden derlenerek hazırlanan Mardin sancağındaki aşiret, köy ve kişi adları incelendiğinde, bu zamanda Mardin’deki yer adları ile aşiret adlarının ezici çoğunlukta Türkçe olduğu, ayrıca Kürt adıyla hiçbir topluluğa rastlanmadığı görülmektedir [12][12].
Paris Üniversitesi Hukuk Doktoru olan Messoud Fany’nin Anadolu’daki incelemeleri sonucunda 1933 yılında kaleme aldığı “Kürtler ve Sosyal Gelişimleri” adlı eserinde, bu tarihte özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu illeri içerisinde Diyarbakır, Beyazıt (Ağrı), Mardin, Elaziz, Malatya ve Urfa’da Türklerin çoğunlukta oldukları, diğer iller içerisinde de Hakkâri ve Muş hariç Türkmen, Türk ve diğer Türk grupları ile Kürtlerin nüfuslarının aynı olduklarını belirtilmiştir[13][13].
Kendisi de Hormek Aşireti’nin reislerinden olan M. Şerif Fırat, bugün Kürt denilen unsurların eskiden Kurtbaba denilen grup olduğu ve sonradan bunlara Babakürdi dendiğini, Baba Kürdilerin yani Kürtlerin bugün İran’ın güney hududuyla Kerkük ve Süleymaniye’nin dağlarında, Türkiye’de ise Siirt’e bağlı Pervari ve Cizre, Van’a bağlı Gevaş, Hakkâri’ye bağlı Şemdinan, Bitlis’e bağlı Hizan, Batman’a bağlı Beşiri ve Sason ilçeleri ile Garzan bölgesinin bir kısmı ile Muş’un dağlık alanlarında yaşadıklarını aktarmıştır[14][14].Cumhuriyet yıllarının ilk dönemlerine şahit olmuş Fırat’ın ifadesi ile Paris Üniversitesi Hukuk Doktoru Mesut Fani’nin beyanlarının birbiri ile ne kadar isabetli olduğu ortadadır.
Günümüz Irak’ında yaşayan Türkmenlerin çoğunluğunun, 19. asırda Abdulhamit tarafından petrol alanlarını korumak için bölgeye yerleştirildikleri bilinmektedir. Türkler bölgeye 9. asırdan beri hâkim olup, 17 devlet kurmuşlardır. Sadece her devletin 30–200 bin arasında ordusu mevcuttur. Ortaçağda Türkmenia olarak adlandırılan bu bölgede şimdi Türk varlığından söz edilmemektedir. Bölgenin tüm türküleri Türkçedir. Eski türkülerimizi yazan ve bu Türkülerde yaşantılarının inceliklerini vurgulayan bölgedeki Türkler nereye kaybolmuştur. Bu tür konular açıklanamayan hususlardır. Urfa ilinin halkının tamamı Türk, Türkmen, Döğer, Arap, Çerkes ve Hıristiyan azınlık olduğu halde şimdi Türk varlığı silinmiştir. İşte bugün Gurmanc dediğimiz halk yukarıda adını saydığımız 17 Türk devletini kuran milletin torunlarıdırlar.
Özellikle yabancı araştırmacıların ve devletlerin yönlendirmesiyle ilk etapta Gurmanclar, sonra Türkmenler ve bugün de Zazalar Kürtleştirilmekte ve bölgenin tüm grupları siyasal bölücü amaçlar için Kürt adı altında toplanmaya çalışılmaktadır.
Burada önemli bir nokta da Kürt adının ne anlama geldiği meselesidir. Şu an Türkiye Türklerince kullanılan biçimiyle “Kürt” şekli, sadece Türkiye Türkçesinde var olup Kürt şivelerinde, dünya dillerinde ve diğer Türk dillerinde bu ifade “Kurt/Kurd” şeklinde olup, coğrafi yer adlandırması olarak da “Kurdistan” kelimesi kullanılmaktadır.
Türkiye Türkçesinde ise aslen Turkman adının Türkmen, Gurkan adının Gürkan olarak zikredildiği gibi Kurd ve Kurdistan adı Kürt ve Kürdistan olarak zikredilmektedir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi bu ad, ne Kart-Kurt seslerinden ne de Ağaç kütüğü anlamına gelen, Türkçe Kürüt-Kürt kelimelerinden kaynaklanmaktadır. Kürt adı Türklerin sembolü olan ve Hunların özellikle kendi sembolleri yaptıkları “Kurt” kelimesinden gelmekte olup, Türk inanç sisteminin bir ürünüdür. Günümüzde Rusya’da bir Türk özerk devletinin adı Başkurdistan oluşu da bunun için delil durumundadır.
-
Ahlat, Van ve Muş bölgesinde Sökmeli veya Ahlatşahlar devleti diye bilinen devleti kuran Sökmen Bey’in gerçek adı aslen “Sokman” olup, Türkçede yiğit, kahraman anlamlarına gelmektedir. Bu isim ortaçağ Türkçesindeki değişimlerden dolayı “Sökmen” şeklini almıştır. Türkçedeki “Kaf” sesi Türkçenin Arapçadan etkilenmesi ile “Kef” sesi şeklini almıştır[15][15].
Kürtler bayraklarında sarı, kırmızı ve yeşil renkleri kullanarak, bunların milli renkleri olduğunu ifade etmişlerdir. Büyük Selçuklu devletinin bayrak ve sancaklarının tamamı sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluşmuştur. Orta Asya’daki Türk köylü kıyafetleri de ağırlıklı olarak bu üç renk üzerine oluşturulmuştur. Dolayısıyla Kürtlere ait ne varsa Türklerde de vardır. TDAV düzenlediği Türk çocukları etkinliklerine katılan Başkurt Türklerinin milli kıyafetlerinin sarı, kırmızı ve yeşil renklerden ibaret olması dikkatimi bu ilişkiye çekmişti.
Kürtlerin günümüzde Sivas’tan Basra’ya kadar uzandığı iddia edilen coğrafya içerisinde yaşadıkları söylenmektedir. Fakat bu coğrafya içersinde bulunan yerlerdeki geçmiş tarihlerde inşa edilen kale, cami, kervansaray, bimaristan (hastane), hamam, çeşme gibi tarihi eserlerin incelenmesi yapıldığında, bu eserleri yapanların ve yaptıranların Türkler, Bizanslılar, Ermeniler, Süryaniler ve Araplar oldukları ortaya çıkmaktadır. Geçmiş tarihin gerçek vesikası olan bu abideleri yapanlar arasında Kürt adının geçmemesi çok ilginç ve önemlidir. Eğer bu coğrafyada yaşayan halka Kürt denilmiş olsaydı, bu eserleri yapanları anlatan ve eserler üzerinde kazılı olan yazıtlarda Kürt adına rastlanılması gerekmez miydi?
Hıristiyanlık dini günümüz Ortadoğu’sunda ortaya çıkıp gelişmiştir. Hz. İsa’nın peygamber olarak ortaya çıktığı dönemden sonra, Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyasında yaşayan Ermenilerin, Gürcülerin, Süryanilerin, Rumların ilk Hıristiyanlarla münasebetleri anlatıldığı halde, hiçbir Hıristiyan kaynağında Sivas’tan Basra’ya kadar olan yerlerde yaşadığı söylenen Kürtlerden ve onlara gönderilen Hıristiyan propagandistlerden bahsedilmemektedir.
Hz. İsa’nın peygamberliği duyulduğunda dünyanın her yerinden özellikle de Ön Asya’daki tüm milletler, bu daveti duymuş ve bu peygamberi araştırmaya gelmişlerdir. Hıristiyanlığın ilk yayıldığı yerler de öncelikle Ön Asya’dadır. Anadolu’daki Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Araplar ve Türklerin bir bölümü Hıristiyan olurken Kürtlerin Hıristiyanlığı seçmemeleri imkânsızdır. Eğer Kürtler, gerçekten Hıristiyanlığın ortaya çıktığı ve yayıldığı ilk 3. ve 4. yüzyılda Ortadoğu’da yaşıyor olsalardı kendileri ile alakalı mutlaka kayıtlar da var olmalıydı. Bu durum bize Kürtlerin, Gürcü ve İran vesikalarında bahsedildiği gibi 5. asırdan sonra bu bölgeye geldiklerini ve İranlıların etkisi ile İran’da yaşayan Kürtlerden bazılarının Zerdüştlüğü benimsediklerini göstermektedir.
-
Siyasal Kürtçülerce, Kürtlerin İslamiyet’ten önceki dinlerinin Yezidi dini olduğu ve Kürtlerin ateş ile güneşe taptıkları ifade edilmiştir. Ama yine Anadolu coğrafyasında hiçbir Yezidi ve Ateşgede tapınağına rastlanılmamıştır. Mardin ve Hakkâri de var olan birkaç Yezidi tapınak kalıntılarının da İranlılardan kaldığı bilinmektedir. Eğer iddialar gerçek olsaydı, Anadolu’da bir tane de olsa Zerdüşt tapınağı kalıntısının bulunması gerekirdi.
Kur’an’da da Ortadoğu’da yaşayan birçok halktan ve kavimlerden bahsedilmiştir. O dönemin İslam eserlerinde de birçok milletin adı zikredilmiştir. Fakat ne Kur’an’da ne de İslam eserlerinde Kürt olan bir sahabeden, tabiinden ve tabe-i tabiinden bahsedilmektedir. Bunun gibi Anadolu’nun ortasından Arabistan topraklarına kadar var olduğu söylenen Kürt milletinden de bahsedilmemiştir. Bu da Kürtlerin o dönem bir millet değil küçük bir grup olarak var olduğunu göstermektedir. Gurmanclardan ise hiç söz edilmemiştir. Dolayısıyla bu durumda Gurmancların 9. yy.’dan sonra bölgeye geldiklerinin ispatıdır.
İslam eserlerinde 7. yy.’dan sonra İran bölgesindeki Ekrad adı verilen ve şimdilerde Kürt toplumunu karşıladığı vurgulanan topluluklardan bahsedilmektedir. Buda Gürcü tarihinde Kürtlerin bölgeye getirilişinin anlatıldığı tarihin sonrasına denk gelmektedir ki, bu veriler Kürtlerin M.S. 5. yy .’da Ortadoğu’ya geldiğinin ispatıdır.
Osmanlı arşiv kayıtlarında birçok Yörük ve Türkmen aşireti içinde Ekrad Türkmeni ve Ekrad Yörükanı tabiri kullanılmıştır. Türklüğü kesin olarak bilinen aşiretlere Ekrad denildiği gibi, şimdilerde Kürt olarak sayılan aşiretler o gün için Türkmen ve Yörük olarak ifade edilmiştir. Bu konuda Cevdet Türkay’ın Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler adlı eseri tetkik edildiğinde; Kürt, Türkmen ve Yörük aşiretleri içinde Ekrad adının aynı anda kullanıldığı görülecektir[16][16].
Kürt, Gurmanc ve Zazalarda var olan nevruz, doğum, evlilik, ölüm, düğün, sünnet gelenekleri, tarım, hayvancılık, kilimcilikle ilgili kültürel unsurlar, halk inançları, deyimler, türküler, maniler, destanların tamamı, Türk toplulukları ile aynılık göstermektedir. Sevinç ve hüzünlendiren unsurlar, hayata bakış tarzı bile aynılık göstermektedir. Sadece Balkan kökenli olup da batı toplumunu ile etkileşmiş bazı Türk topluluklarının kültürel unsurlarında değişmeler az da olsa yaşanmıştır. Ama Türkmenler, Yörükler, Gurmaclar ve Kürtler arasında hem fiziki hem de kültürel fark yoktur. Hatta birçok Balkan göçmeni Türk ile Gurmanc ve Kürtlerin örf ve adetlerinde de birebir aynılık görülmektedir.
-
Kürt, Gurmanc, Zaza ve Türkiye Türklerinin örf ve adetleri birebir aynılık gösterirken, Arap, İran, Süryani, Ermeni, Keldani ve Rumların örf ve adetlerinin çok farklı olduğu ortadadır. Örf ve adetler paralelindeki yaşantı milletlerin kökenlerini belirlemekte tek başına olmasa da çok önemli bir kriterdir.
ÖMER ÖZÜYILMAZ
-
Orta Asya’da Kürt Adının Ortaya Çıkışı
Orta Asya’da Kürt Adının Ortaya Çıkışı
Kürtlerin kökenleriyle ilgili bir diğer önemli bulgu da, Asya’nın Sibirya bölgesine yakın, Moğolistan’ın kuzey batısında Baykal gölü ve Altay dağları civarındaki Yenisey ırmağı yakınında bulunan bir anıttır. Günümüzde Tannu-Tuva Özerk Muhtar Türk Cumhuriyeti içinde kalan bu alanda, Kürtler tarafından bir İlhanlık veya bilinen ilk Kürt beyliğinin izleri vardır[1][1].
Bu anıt Rus Radloff tarafından Elegeş ırmağının doğu yakasında bulunmuş ve Danimarkalı Thomsen tarafından okunmuştur. M.S. 650 yılı öncesine ait olduğu tespit edilen anıta, bulunduğu yerden dolayı Elegeş yazıtları adı verilmiştir. Çok büyük bir bitevi taş yontularak üzeri yazılmış olup; yere gömülü bulunan bu taşın, topraktan yukarısı 320 cm, en geniş yeri 60 cm enindedir. Bu koca taşı, Yenisey Kürtleri, kendi hükümdarları için mezar anıtı olarak dikmiştir. “Elegeş Yazıtı”nın 8. satırında şu sözler yazılıdır:
“(Men) Kürt El-Kan Alp-Urangu, altunlug keşigim bantım belde; El’im, Tokuz-kırk yaşım.” 14. yüzyıllık bu Türkçe cümleleri, bugünkü dilimize şöylece aktarabiliriz: “(Ben) Kürt İl-hanı (hükümdarı) Alp-Urungu’yum, altından yapılmış okluğumu bağladım belim; El’im (Devletim ve Milletim) ben 39 yaşımda öldüm.”[2][2].Bu kayıt bize Kürtlerin bu dönemde Türkistan’da yaşayıp, bir devlet kurduklarını, dillerinin Türkçe olduğunu ve devletin yapısının Türk mefkûresine göre şekillenmiş olduğunu göstermektedir. Kürtlerin varlığını gösteren bilgiler sadece anıtla sınırlı değildir. O çevrede çok sayıda Kürt adlı bölgelere ve Kürtlerden kalan hatıralara rastlanılmıştır.
Afganistan’daki Herat şehrinin 20 km kuzeyinde, Herirud nehrinin sol sahilinde, Timur devleti zamanında çok meşhur olan “Ulenknişin” yaylasının batısında bir köy vardır ki adı “Kürtnişin”dir[3][3]. Bu adla bir köyün varlığı, buralarda halen Alp Urungun’un neslinden gelen Türk kökenli olan Kürt ailelerin yaşadıklarını göstermektedir. Bugün Rusya sınırları içerisinde Başkurdistan adında bir özerk cumhuriyetin varlığı da çok ilginçtir. Bu özerk cumhuriyetin adının günümüzde Kuzey Irak’ta oluşturulmaya çalışılan Kürdistan devleti adıyla da birebir aynilik göstermektedir.
Fahrettin Kırzıoğlu Kürtlerin Türklüğü adlı eserinde, Rusya sınırları içerisinde kalan Tannu-Tuva muhtar Türk Cumhuriyetinde Kürt adlı göçebe bir Türk topluluğun yaşadığını belirtmektedir.Ahlat Kitabeleri adlı esere göre de “Cengiz Han bir kabileyi himayesi altına aldığı zaman ona bir bey tayin ederdi ki buna Kürt denirdi” şeklinde kayıt vardır ki[4][4],bu son derece önemlidir.
-
Ebul Gazi Bahadırhan’ın, Secere-i Terakime isimli eserinde Ceyhun nehri kenarında “Kürtiş” isminde bir yerden bahsetmekte, burada yaşayan uruğun adının da Kürdler olduğunu ifade etmektedir[5][5].
Akkoyunlular ve Karakoyunlular savaşında esir alınan Karakoyunlular arsında Sultan Ahmet, Halil Bey’in kardeşi İbrahim, Kürt Osman, Hamza-i Emirlü, Mansur Beğ-i Afşar, Kara Khükmek, Kör Ümmet, Topal Abbas gibi beyler vardır[6][6].
Kürtlerin yaşadıkları coğrafya olan bölgenin en doğusundaki bu Yenisey Kürtlerinden yerlerinde kalanlar, sonradan doğudan gelen yeni göçlerin baskısı ile batıya göçmüşler ve İrtiş ırmağı ile Tobol suyu boylarına yerleşmişlerdir. Bu yeni yurtlarındayken, batıdan Don Kazaklarından Hatamanı Yermakı’nın, 1581–1582’de İrtiş boylarını birlikleri ile Ruslar hesabına istilası ve Ortodoksluğu zorla yaymak istemesi üzerine, Türk Mollaları bunları 16. yy sonlarında İslam dinine kazandırmış ve Kam (Şaman) dinini bıraktırmışlardır. Son 400 yıldan beri bu eski Yenisey Kürtlerinin Batı Sibir’de oturanlarına “Kürtak” denilmektedir. Çarlık döneminde bunlara resmi olarak “Tara Tatarları, Tobol Tatarları” ve yurtlarına da “Kürtak Heskaya Volost” denilmiştir. Kürtak-ların dilleri Türkçedir. Kazım Mirşan’ın tespitlerine göre, Türkiye Türkçesinde olmayan fakat proto Türkçe olup Gurmancede, Kürtçede ve diğer Türk dillerinde varlığını sürdüren kelimelerin birçoğunun Tatar Türkçesinde bulunmaktadır. Bu da Kürt boyları ile Tatarlar arasındaki ilişkiyi ortaya koyması açısından önemli bir noktadır[7][7]. Günümüzde Şırnak ilinde Tatarlar adında bir aşiret var olup, aşiret mensupları Gurmanc lehçesi konuştukları halde kendilerinin Türk soyundan geldiklerini bilmektedirler.
ÖMER ÖZÜYILMAZ
-
[1] Kırzıoğlu, a.g.k., s.21.
[2] Orkun H. N., Eski Türk Yazıtları, İstanbul, 1940, s.180,81.
[3] Arvasi, a.g.k., s.46.
[4] San, a.g.k.s ,21
[5] Taneri A.Türkistanlı Bir Türk Boyu Türkler, Ankara,1976, s.160.
[6] Ebu Bekr-i Tihrani, a.g.k., s.135.
[7] Kırzıoğlu, a.g.k., s.23.
-
Şark Sorunu’nun Ortaya Çıkışı
Şimdilerde Kürt sorunu olarak bildiğimiz konu, ilk defa 1815 yılında Viyana Kongresi sırasında Rus delegasyonu tarafından Şark Meselesi olarak ortaya atılmıştır. Şark Meselesi başlığı daha sonra, İngilizler ve Fransızlar tarafından da sık sık gündeme getirilerek Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir baskı unsuru olarak kullanılmıştır.
Fransız tarihçisi Albert Sorel, “Aslında Türkler Avrupa’ya ayak bastığı günden beri Şark Meselesi zuhur etmiştir” demektedir. Bu sorunun kaynağını Hilal-Salip kavgasından ziyade İslam’ı temsil eden Türk ve Avrupalı kavgası olarak görmek daha akıllıcadır392.
Şark meselesinin ana ayağını Ermeni ve Kürtlerin (aslında Gurmanc) Osmanlıdan koparılması oluşturmaktadır. Bu çalışmanın ilk ayağı Ermenilere karşı uygulanmış olup, Ermenilerin Katolikleştirilmesi amaçlanmıştır. Gaziantep Şeriyya Sicil defterindeki bir kayıtta; ”Ayıntab naibine Ermeni taifesinden Çukur mahallesinde oturan bazı Ermenilerin eski ayinlerini bırakıp, kiliselere gelmedikleri ve Millet-i Efranciyanın (Batılı Misyonerlerin) onlara menfi telkinatta bulundukları için bazı Ermenilerin Kadı naibine şikâyette bulundukları…” vurgulanmaktadır. Bu nedenle daha 1700’lü yıllarda bazı Ermeniler mezhep değiştirerek Katolik olmuşlardır. 1830 yılında ise Osmanlı ülkesindeki Katolik Ermeniler ayrı bir millet olarak kabul edilmiş ve bu zamandan sonra Fransa’nın Osmanlı Devletinin iç işlerine müdahalesi ortaya çıkmıştır393.
Robert Koleji vasıtasıyla Ermeniler için özellikle oluşturulan Ermeni tarihi ve kültürü çalışmalarının akabinde, Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayan Gurmanc, Soran, Goran ve Kürt lehçeleri ile konuşan tüm aşiretler, Kürt adı altında toplanmaya çalışılarak, yeni bir millet oluşturulma faaliyetleri başlamıştır. Aynı çalışma yine Anadolu’nun doğusunda yaşayan Azeriler için de uygulanarak, Azerilerin de Türk toplumundan koparılmasına çalışılmıştır. Daha öncede zikrettiğimiz gibi Kürt olarak toplanmaya çalışılan bu gruplara bir tarih ve edebiyat oluşturma gayretleri de hız kazanmıştır. Gurmanc, Soran, Goran ve Kürtlerin en önemli özellikleri Ortadoğu’da su ve petrol yataklarının tam da üstünde yaşıyor olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu öz Türk halkları, kendi milletinin bağrından koparılarak küçük oluşumlar şeklinde organize edilip sömürülmeye hazır hale getirilmek istenmiştir.
Ruslar sıcak denizlere inme hayaliyle daima Anadolu toprakları ve Mezopotamya üzerinde hak iddia edip, bu bölgeleri sömürgeleştirerek, Balkan ülkeleri örneğinde olduğu gibi kendi nüfuz alanı içerisine almak istemiştir. Dolayısıyla Ruslar Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusunda ayrılıkçı bir yapı oluşturmak amacıyla 1700’lü yılların sonunda faaliyetlere başlamışlardır. İlk Kürtçe sözlük denemeleri ve akabinde de eski uygarlıkları Kürtlerle akraba yaparak, Kürtlere yalancı bir tarih yazımı faaliyetleri Rusların bu çalışmalarıyla oluşturulmaya başlamıştır. 1919 yılındaki Bolşevik ihtilali Rusların bu çalışmalarını sekteye uğratmış, akabinde de İngilizler ve Amerikalılar petrol bölgelerini ele geçirmek ve bölgede güçlü bir Müslüman devletin varlığını engellemek için Kürdistan ve Ermenistan devletlerini oluşturma gayretlerine hız vermişlerdir. 1898–1940 yılları arasındaki İngiliz arşiv belgelerinden alınan raporlar batı dünyasının Ortadoğu ve Anadolu hakkındaki emellerini net bir biçimde ortaya koymaktadır.
25 Ocak 1898 tarihli Markiz Salisbury’den Sir N. O’Conner’a yazılan rapor: “…Türkiye’nin Karadeniz’e çıkan Boğazları ve Bağdat’a kadar olan Fırat vadisi Rusları ilgilendirir. Diğer taraftan Türkiye’nin Afrika toprakları ve Bağdat’tan aşağı kalan bölümleri bizi ilgilendirir. Buralarda İngiliz çıkarları vardır” 394.
28 Mayıs 1906 tarihli Sir E. Grey’den Sir C. Macdonald’a ait raporda “…Japon heyetine Ruslarla yaptığımız anlaşmayı bugün söyledim. Biz Girit, Makedonya ve Türk-İran sınırı için Ruslarla anlaşmaya vardık. Türkiye konusunda yıllarca önce Ruslarla yaptığımız haritada olduğu gibi her ikimizin çıkarlarına uygun hareket ediyoruz…” demektedir.
25 Ağustos 1908 tarihli Mr. C.H. Fitzmaurice’den Mr. Tyrell’e “…benim o zamanlar Urfa-Birecik’te Ermeniler için çalıştığım zamanlarda, kendisini Ermeni milli örgütünden tanıdığım ve hükümetimize çalışan bir Ermeni’ye Sir Willcock’un Mezopotamya hakkındaki planlarını aktardım ve Sir Willcock’un planlarını ona verdim. Şayet Mezopotamya demir yollarından sonra sulama tesisini de yaparsak, Musul’da her istediğimiz elde etme şansına sahip olacağız…”396.
-
3 Eylül 1912 tarihli Mr. Marling’den Sir e. Grey’e “…örgütün üyesi olmayan (Genç Türkler) Kamil Paşa’nın idaresinde bir kabine kurulabilir. Diğer taraftan Kamil Paşa’ya hükümet ve harp bakanı baskı yapabilir. Şimdilik seçim hazırlıkları ile meşguller. Tanin gazetesinden anladığımıza göre örgütün politikası Avrupa’ya karşı olacaktır. Şimdi durum yalnız Balkanları ve Avrupa’yı değil fakat Arapları, Ermenileri, Kürtleri ve diğerlerini de imparatorluktan ayırmaya çalışmak olmalıdır. Türkiye’de yapacağımız propaganda örgütün Türkiye’yi uçuruma sürüklediği ve mutlak ortadan kalkması gerektiği şeklinde olacaktır…”397 .
8 Haziran 1913 tarihli Sir G. Buchanon’dan Sir E. Grey’e “…Ruslar Türkiye sınırında bir ayaklanmaya katlanamayacaklarını bildirdiler. Majestenin hükümeti (İngiliz) Türk sınırında yaşayan Kürtler arasında huzursuzluklar çıkartıyorlar. Zayıf Türk idaresi bunu bastıramaz ve biz buna katlanamayız dediler…”
Belge 567’ye Mr. Fitzmaurice’nin eki “…Osmanlının eski süvari birliklerinde Ermeni ve Kürt subaylar vardı. Biz bunları Ermeni ve Kürt bölgelerinde kullanabiliriz…” 399.
31 Ağustos 1919 tarihli Mr. Kerr’in 241. sayfadaki notlarına baktığımızda şunları görüyoruz: “1918’in Ekim ayında General Allenby Emir Faysal’a garanti verdi. Ayrıca Fransız büyükelçisi ile Rus dışişleri arasında 13-16 Nisan 1916’da Sykes-Picot anlaşması yapıldı. Buna göre;
1-Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis Ruslara bırakılıyor.
2-Van (Hakkâri kastediliyor), Bitlis, Siirt, Aladağ, Akdağ, Yıldızdağ, Zara ve Harput bölgesinde birer Kürt devleti kuruluyor…”400.
Burada Rusların gözetiminde bir büyük Ermeni devleti ve küçük ölçekte birkaç tane Kürt devletçiği düşünülmüştür. Böylece güçlü bir Kürt birliği engellenip, istenildiğinde rahatça ezilecektir.
26 Haziran 1919 tarihli Lloyd George’den Memorandum “… 2- Fransızlar Suriye mandasını, İngilizler Mezopotamya’yı, Amerika ya da İngilizler Ermenistan’ı, Boğazlar ve İstanbul’u, İtalyanlar belki Kafkasya’yı alacaklardır…”401 .
Yine İngiliz belgelerindeki ilginç bir veri Irak kökenli Kral Faysal içindir. İngilizler Kral Faysal’a vaatlerde bulunarak, Arapların Türk askerlerini arkadan vurmasını ve Türklerin savaşı kaybetmesini sağlamışlardır. Ama yine aynı İngilizlerin daha sonraki yıllarda Faysal için yazdıkları notlar ibret vericidir.
20 Aralık 1919 tarihli Earl Derby’den Lord Curzon’a “…Fransa’nın, Suriye, Ermenistan, Anadolu ve İstanbul üstündeki isteklerine İngiltere artık engel olmalıdır. Faysal komedisi çok ileri gitmiştir. Faysal bize ve Suriyelilere göre bir hiçtir. İngiltere tarafından yaratılmış çöpten bir adamdır. Bir sıfatı ve etkisi yoktur. Eğer İngiltere bu adama bir krallık vermek istiyorsa Bağdat’ı versin…”402 .
-
19 Ağustos 1919 tarihli Amiral Webb’den Lord Curzon’a “…Amerika, Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek. Geri kalan dört ile de bir Kürt devleti olarak İngilizlerin himayesine bırakıyor. Ben Amerikan misyonerlerinin tehlikeli hareketlerinden korkuyorum. Din etkisinde kalıp halkın büyük çoğunluğu Müslümanlara kötü davranacaklardır…”
27 Ağustos 1919 tarihli Mr. Hohler’den Mr. C. Kerr’e “…Kürtlerin ve Ermenilerin durumu beni hiç ilgilendirmez. Kürt sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya bakımındandır. Diğer taraftan Wilson beni korkutuyor, ajanları daima hatalar yapıyorlar. Noel’e gelince, fanatiğin biri. Ermenistan’ın ve Kürdistan’ın sınırlarının kesin olmadığı konusunda sizinle aynı fikirdeyim…”
İngiliz Yüksek Komisyonunun belge numarası 498 olan rapora göre, “…Kürt sorunu Mezopotamya’da tatminkâr bir sınır oluşturmak içindir. Şerif Paşa’nın konferansa gelip Kürtleri temsil etmek arzusu ciddiye alınmaz…”405.
4 Aralık 1919 tarihli Mr. Ryan’nın raporu şöyle: “…gerçi Majeste hükümetinin Kürt meselesinde büyük çıkarı olduğu doğrudur, bu sadece Mezopotamya ile ilgilidir ve sırf orayı korumak içindir dedim…” 406.
26 Aralık 1919 tarihli Türk meselesinde üçüncü toplantında şunlar deniyor: “…Kürt kabileleri İngiliz ve Fransız hâkimiyetine konacak, Kürdistan’da hiçbir şekilde Türk bırakılmayacak. Bir tek Kürt devleti mi yoksa birçok küçük Kürt devletleri mi kurulacağı düşünülecek. Ermenilere Amerikalılar vasıtasıyla silah sağlanacak…”407.
25 Aralık 1919 tarihli Mr. Ryan’nın raporuna göre, “…Panislamizm’i ezmeliyiz, bu tıpkı batıdaki milliyetçilik gibidir. Bizim şimdiki amacımız bölmek, arkadaş gibi davranıp kazanmak ve sonra da hükmetmek olmalıdır…”
11 Ocak 1920 tarihli Mr. Vansittart’tan Lord Curzon’a, “…Erzurum yeni kurulacak Ermeni devletinin başşehri olacaktır… Gerçek ve mantık Trabzon’dan Adana’ya kadar uzanan Ermenistan’ın inşasının çok zor güç olacağıdır…” 409 .
16 Şubat 1920 Londra Konferansı’nın 258. sayfasındaki belgeye göre, “…İngiltere Kürt devleti kurmak istedikleri bölgede çok fazla maden olduğundan eminler…” Sayfa 280’deyse şunlar deniyor: “…Lord Curzon Erzincan’ın da Ermenilere verilmesini, Karadeniz’de de bir Lazistan kurup Ermenilerin mandasına vermek istiyor, bu teklifi diğer delegeler tarafından kabul edilmiyor.”410
10 Mart 1920 tarihli İngiliz Dışişleri Banlığındaki toplantıda şu karar alınıyordu: “…1-İstanbul resmen işgal edilecek ve buna bahane olarak Türkiye’deki azınlıklara kötü davranıldığı ileri sürülecek…” 411
-
14 Şubat 1920 Patrik l. Doretheos’tan Lloyd George’a, “…Türkiye’nin akıbetinin tayin edildiği şu günlerde, doğu sorunuyla çok yakından ilgileri ve çıkarları olan Patrik, İstanbul ile ilgili olan ve milli arzuları açıklayan bir beyanname verdi…”412.
26 Mart 1920 Amiral Sir F. De Robeck’ten Lord Curzon’a, “…Kürdistan Türkiye’den tamamen ayrılıp özerk olmalıdır. Ermenilerle Kürtlerin çıkarlarını bağdaştırabiliriz. İstanbul’daki Kürt Kulübü Başkanı Said Abdulkadir ve Paris’teki Kürt delegesi Şerif Paşa emrimizdedir…”413 .
20 Eylül 1920 tarihli Mr. Ryan’nın Anadolu milli hareketi hakkındaki notu, “…İtalyanlar politik ve ekonomik bakımdan Türkiye’yi emmek istiyorlar. Kürtlerin Türklerden ayrılmaları çok güç. Böyle olmakla beraber Majestenin hükümeti onları Kemalistlerle Bolşeviklere karşı kullanabilirler…” 414.
27 Kasım 1920 Sir H. Rumbold’dan Lord Curzon’a, “…eğer çok şiddetle askeri harekete geçmezsek milliyetçiler üstünlüğü ele geçirecekler, üstelik korkumuz, halkın çoğunluğu tatmin edici Bolşevik prensiplerin Türkiye’ye sızmasıdır. Biz kendimizi Bolşevizm’e karşı İslam’ın koruyucusu gibi göstermeliyiz. (…)Ayrıca şimdiye kadar Rusları İslam’ın düşmanı zanneden İslam dünyası yavaş yavaş uyanıp gerçek düşmanlarının İngiltere olduğunu anlamaya başladı…”415.
Zaza, Gurmanc ve Kürtlerin, Türklerden koparılması için ortaya konan İngiliz oyunlardan birisi de 1920 yılındaki Paris Barış Konferansı’nda, Ermeni Bogos Nobar Paşa ile Şerif Paşa’nın ilan ettikleri Kürt-Ermeni işbirliğidir. Bu işbirliği bizzat Kürtler tarafından şiddetle kabul edilmemiştir. Bu anlaşmaya göre Türkiye toprakları üzerinde Ermenistan ve Kürdistan devletleri kurulması amaçlanıyordu. Bu oyuna Gurmanc, Zaza ve Kürd halkı büyük bir tepki vererek karşı çıkmış, bu isyanlarını mektup ve telgraflarla başta Paris, İstanbul ve Ankara’ya göndermişleridir. İlk kurulan mecliste, Doğu kökenli milletvekillerinin açıklaması, bize bu insanların ne denli kahraman ve vatanperver olduklarını göstermektedir. Bu açıklamalardan bazıları şu şekildedir;
Millet Meclisi’nde Dersim mebusluğu yapan Diyap Ağa; “…hepimiz biliyoruz ve söylüyoruz ki; dinimiz ve diyanetimiz, aslımız ve neslimiz birdir. Ne Türklük ne de Kürtlük davası vardır. Hepimiz biriz, kardeşiz, isimlerimiz bile aynıdır. Hepimiz bir ananın bir babanın çocuklarıyız, dinleri, diyanetleri, kabileleri birdir. Ama düşmanlar bizi birbirimize saldırmak için tuzaklar kuruyorlar… Tanrı birdir. Muhammed onun elçisidir ve Tanrı doğruların yanındadır…”
Bitlis mebusu Yusuf Ziya Bey; “…İngilizler Kürd arkadaşlarımıza cahil diyorlar, Kürtleri temsil edemez diyorlar. Cahilliğin anlamı İngiliz politikalarına uymamak ise, itiraf ediyorum biz cahiliz… Millet Meclisi toplantıya çağrılmış, halka mebuslarını seçmesi gerektiği bildirilmişti. Kürtler serbest alanda bir baskı altında olmayarak seçime katıldılar. Eğer Kürtler ayrılık gayrılık gütselerdi, bu seçime katılmaz, arkasını döner, kendi düşüncesini gerçekleştirmeye çalışırlardı… Musul’u istiyoruz ve alacağız, İngiliz siyasetinin yanı başında kanlı kuyular hazırlayacak olanlar yine Kürtlerdir.”
Hakkâri Mebusu Mazhar Müfit Bey; “Lord Curzon Kürtlerin aslında Turanlı yani Türklerin amcaoğlu olduklarını ve bugüne kadar Türklerle beraber yaşadıklarını, memleketin felaketlerine birlikte katlandıklarını bilmiyor mu? Curson bilsin ki, bu yüksek meclisin kurulmasından çok önce, ben Bitlis’te bulunduğum zaman İngiltere’nin etkisindeki kötü Sadrazam Ferit Paşa, Kürdistan’ı Ermenistan’a ****** çekmek isterken Kürtler hemen yurtseverlik davranışına geçmişlerdir. Bitlis’in Zağo Bucağına girmek isteyen ve Musul’dan gelmiş olan İngiliz müfrezelerini Kürtler ne yapmışlardır. Bir avuç Kürt onların askerleriyle, toplarıyla savaşmışlar, İngilizleri içeri sokmamışlardır. İngilizler dikkat etsinler de, bizim olan Musul’u almak isterlerken Irak’ı elden kaçırmasınlar, çünkü bu insanlarla aramızda öyle bağlar vardır ki, dünyanın sonuna kadar kopmayacaktır. O bağ İslamlıktır. Basra’da bir şiir bestelenmiştir. Deniyor ki; Türkler Basra’dan gideli, ben oğlu Şad’a düşmüş garip bir ana gibiyim. Ey Şat yürü, onlar bize gelmezlerse, bizi Türklere götür… Kürtlerin Türklerden ayrılmak imkânı yoktur. Çünkü ikisi bir tek toplumun çocuklarıdır…”
-
Kürt sorunu adı altında sömürü ve bölme planlarının ana konusunu, yeniden bir millet oluşturma gayreti oluşturur. Batılılar ilk bölümde de ifade ettiğimiz gibi yeni bir millet oluşturma gayreti ile birbirine yakın şiveleri konuşan Ortadoğu’daki Türk bakiyelerini Kürt adı altında toplayarak onlara yeni bir tarih ve edebiyat kazandırmayı amaçlamaktadırlar.
Görüldüğü gibi Kürt sorunu adı verilen konu tamamen batı dünyasının sömürü emellerinden kaynaklanmaktadır. Ortadoğu’nun zengin su, maden ve petrol havzalarına sahip olmak amacıyla tertiplenmiş, bu bölgede küçük ve güçsüz devletçiklerin meydana getirilerek kontrol edilmesi hedeflenmektedir. Kürtler, Gurmanclar ve Zazalar Selçukluların Anadolu’ya geldikleri dönemde Sultan Alparslan’ın ordusunda, Haçlı Seferleri sırasında İslam dünyasının korunmasında, Kurtuluş savaşında ve Kıbrıs Barış Hareketi döneminde daima Türk kardeşleriyle birlikte aynı milletin bakiyeleri olarak mücadele etmişlerdir. Kıbrıs Barış Hareketi sırasında Batman askerlik şubesi önünde kilometrelerce kuyruk oluşmuş, yaşlı insanlar dahi askere gitmek için hükümet temsilcisine yalvarmıştır.
Sonuç olarak Kürtler, İranlı Sasaniler tarafından M.S. 466 yılında Hindistan ve Pakistan’ın kuzeyinden İran’a göç ettirilen Hun kökenli veya Hunlar içerisinde yaşamış Asya kökenli bir topluluktur.
Gurmanclar ise Türkistan, Afganistan ve Doğu İran’da yaşayıp, 700’lü yıllardan sonra asırlarca devam edecek Türk göçleriyle gelip, Anadolu’da ve Irak’ta yurt tutmuş, çoğunluğunu Oğuz kökenli Türklerin oluşturduğu topluluklardır. Gurmanclar, bazı yönleri ile Türkiye’nin batısında yaşayan Türklerden de daha fazla Türk dil, örf adet ve kültürünü yapılarında barındırmaktadırlar. Bu nedenle ülkemizin resmi ve sosyal yönetim unsurları Gurmancları, Kürtleri ve Zazaları, tıpkı Kırgız, Azeri, Kazak, Çuvaş, Gagavuz, Türkmen v.b. Türk toplulukları gibi kendi ırkının bir bölümü olarak kabul etmeli ve bunu ders kitaplarında işlemelidirler.
Azteklerin İspanyolca konuşması, Afrika’daki birçok ülkenin resmi dilinin İngilizce olması, Amerikan ve İngiliz siyahîlerinin İngilizceden başka bir dil bilmemesi bunların kökenlerinin İspanyol, İngiliz ve ABD’li olduğunu göstermediği gibi Kürtlerin ve Gurmancların Türkiye Türkçesinden farklı bir dil kullanmaları da onların ayrı bir millet olduğunu göstermez.
Kaldı ki Türkiye Türkleri diğer Türk cumhuriyetleriyle lisan itibari ile anlaşamamaktadırlar. Eğer sadece lisan mevzusundan yola çıkacak olursak Türkiye Türklerini, dünya Türk varlığından ayrı bir konuma sokmamız gerekir.
Türklerin yaşadığı her coğrafyada Kürtler, Gurmanclar ve Zazalar yaşamaktadır. Doğu Anadolu’daki Türk büyüklerinin kabirleri ve Türk kültür eserleri Batı Anadolu’dan daha fazladır. Bölgedeki yaşanan kültür tamamen Orta Asya Türk kültürünün kalıntısıdır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun her karışı Türk kokmaktadır.
Kürt ve Gurmanc kültürü üzerine ülkemizde daha fazla araştırma yapılmalıdır. Ülkemizde İran ve Irak Kürtleri üzerine yapılmış akademik çalışma yok denecek kadar azdır. Bu konudaki verilerimiz dahi yabancı kaynaklardan aldığımız bilgilerden ibarettir.
Türk toplumu Hindistan’da, Çin’de, Rusya’da, Avrupa’da, Ortadoğu’da ve Afrika’da asimile edilerek yok olan Türklerin varlıklarını hatırlamalı ve birer büyük Türk unsurları olan Kürt, Gurmanc ve Zazaların da bünyesinden kopartılmasına müsaade etmemelidir.
ÖMER ÖZÜYILMAZ
392Çay, a.g.k., s.13.
393Çay, a.g.k., s.17.
394 Ulubelen E., İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye , İstanbul, 2006, 12
396 Ulubelen, a.g.k., s.65.
397 Ulubelen, a.g.k., s.113.
399 Ulubelen, a.g.k., s.160, 162.
400 Ulubelen, a.g.k., s.176.
401 Ulubelen, a.g.k., s.177.
402 Ulubelen, a.g.k., s.180.
405 Ulubelen, a.g.k., s.188, 189.
406 Ulubelen, a.g.k., s.198.
407 Ulubelen, a.g.k., s.199.
409 Ulubelen, a.g.k., s.201, 202.
410 Ulubelen, a.g.k., s.208.
411 Ulubelen, a.g.k., s.212.
412 Ulubelen, a.g.k., s.215.
413 Ulubelen, a.g.k., s.247.
414 Ulubelen, a.g.k., s.256.
415 Ulubelen, a.g.k., s.260
-
Kürt sorunu adı altında sömürü ve bölme planlarının ana konusunu, yeniden bir millet oluşturma gayreti oluşturur. Batılılar ilk bölümde de ifade ettiğimiz gibi yeni bir millet oluşturma gayreti ile birbirine yakın şiveleri konuşan Ortadoğu’daki Türk bakiyelerini Kürt adı altında toplayarak onlara yeni bir tarih ve edebiyat kazandırmayı amaçlamaktadırlar.
Görüldüğü gibi Kürt sorunu adı verilen konu tamamen batı dünyasının sömürü emellerinden kaynaklanmaktadır. Ortadoğu’nun zengin su, maden ve petrol havzalarına sahip olmak amacıyla tertiplenmiş, bu bölgede küçük ve güçsüz devletçiklerin meydana getirilerek kontrol edilmesi hedeflenmektedir. Kürtler, Gurmanclar ve Zazalar Selçukluların Anadolu’ya geldikleri dönemde Sultan Alparslan’ın ordusunda, Haçlı Seferleri sırasında İslam dünyasının korunmasında, Kurtuluş savaşında ve Kıbrıs Barış Hareketi döneminde daima Türk kardeşleriyle birlikte aynı milletin bakiyeleri olarak mücadele etmişlerdir. Kıbrıs Barış Hareketi sırasında Batman askerlik şubesi önünde kilometrelerce kuyruk oluşmuş, yaşlı insanlar dahi askere gitmek için hükümet temsilcisine yalvarmıştır.
Sonuç olarak Kürtler, İranlı Sasaniler tarafından M.S. 466 yılında Hindistan ve Pakistan’ın kuzeyinden İran’a göç ettirilen Hun kökenli veya Hunlar içerisinde yaşamış Asya kökenli bir topluluktur.
Gurmanclar ise Türkistan, Afganistan ve Doğu İran’da yaşayıp, 700’lü yıllardan sonra asırlarca devam edecek Türk göçleriyle gelip, Anadolu’da ve Irak’ta yurt tutmuş, çoğunluğunu Oğuz kökenli Türklerin oluşturduğu topluluklardır. Gurmanclar, bazı yönleri ile Türkiye’nin batısında yaşayan Türklerden de daha fazla Türk dil, örf adet ve kültürünü yapılarında barındırmaktadırlar. Bu nedenle ülkemizin resmi ve sosyal yönetim unsurları Gurmancları, Kürtleri ve Zazaları, tıpkı Kırgız, Azeri, Kazak, Çuvaş, Gagavuz, Türkmen v.b. Türk toplulukları gibi kendi ırkının bir bölümü olarak kabul etmeli ve bunu ders kitaplarında işlemelidirler.
Azteklerin İspanyolca konuşması, Afrika’daki birçok ülkenin resmi dilinin İngilizce olması, Amerikan ve İngiliz siyahîlerinin İngilizceden başka bir dil bilmemesi bunların kökenlerinin İspanyol, İngiliz ve ABD’li olduğunu göstermediği gibi Kürtlerin ve Gurmancların Türkiye Türkçesinden farklı bir dil kullanmaları da onların ayrı bir millet olduğunu göstermez.
Kaldı ki Türkiye Türkleri diğer Türk cumhuriyetleriyle lisan itibari ile anlaşamamaktadırlar. Eğer sadece lisan mevzusundan yola çıkacak olursak Türkiye Türklerini, dünya Türk varlığından ayrı bir konuma sokmamız gerekir.
Türklerin yaşadığı her coğrafyada Kürtler, Gurmanclar ve Zazalar yaşamaktadır. Doğu Anadolu’daki Türk büyüklerinin kabirleri ve Türk kültür eserleri Batı Anadolu’dan daha fazladır. Bölgedeki yaşanan kültür tamamen Orta Asya Türk kültürünün kalıntısıdır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun her karışı Türk kokmaktadır.
Kürt ve Gurmanc kültürü üzerine ülkemizde daha fazla araştırma yapılmalıdır. Ülkemizde İran ve Irak Kürtleri üzerine yapılmış akademik çalışma yok denecek kadar azdır. Bu konudaki verilerimiz dahi yabancı kaynaklardan aldığımız bilgilerden ibarettir.
Türk toplumu Hindistan’da, Çin’de, Rusya’da, Avrupa’da, Ortadoğu’da ve Afrika’da asimile edilerek yok olan Türklerin varlıklarını hatırlamalı ve birer büyük Türk unsurları olan Kürt, Gurmanc ve Zazaların da bünyesinden kopartılmasına müsaade etmemelidir.
ÖMER ÖZÜYILMAZ
392Çay, a.g.k., s.13.
393Çay, a.g.k., s.17.
394 Ulubelen E., İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye , İstanbul, 2006, 12
396 Ulubelen, a.g.k., s.65.
397 Ulubelen, a.g.k., s.113.
399 Ulubelen, a.g.k., s.160, 162.
400 Ulubelen, a.g.k., s.176.
401 Ulubelen, a.g.k., s.177.
402 Ulubelen, a.g.k., s.180.
405 Ulubelen, a.g.k., s.188, 189.
406 Ulubelen, a.g.k., s.198.
407 Ulubelen, a.g.k., s.199.
409 Ulubelen, a.g.k., s.201, 202.
410 Ulubelen, a.g.k., s.208.
411 Ulubelen, a.g.k., s.212.
412 Ulubelen, a.g.k., s.215.
413 Ulubelen, a.g.k., s.247.
414 Ulubelen, a.g.k., s.256.
415 Ulubelen, a.g.k., s.260