Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisini seyredenlere bazı notlar
Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisinin 16 bölümünde bizim delikanlı Mete, öz babasından öz kardeşi Osman'ı kurtarmak için levye ile eski evlerine gelir. Saat gece yarısının tam 12’sidir. Bir gece önce bizim çöpçü abilerimizden öğrenmiştir: O saate o sokakta olurlarmış. Ne dakiklik ama!! Bizim Mete nasıl bilmez. Daha düne kadar o sokakta yaşıyordu. Adamların giydikleri elbise ise masmavi, yıl 1980 öncesi!!! Çöp arabası gelir. Arabanın üstünde ...Falanca Belediyesi diye bir yazı yok; anlayalım diye üzerinde kocaman ÇÖP yazıyor. Nasıl olsa yıl 1980 öncesidir. Belki de reklam olmasın diye bizim yönetmen ... belediyesi yazısınız düşünmemiş. (Oysa bir belediyemizin ismini koysa para bile alırdı-araba temiz, çöpçü kardaşlarımız tam tekmil giyimli, çöp bidonları pırıl pırıl).
Metenin elinde levye vardır. İşte tam zamanıdır. Çöp bidonları ses çıkartmaya başlamıştır, levyeyi kapıya takar. Lakin ne bitmez bir çöp bidonları imiş ki boşaltmakla bitmiyor: 5, 6, 7, 8 Sesler: Tan, tan,tan. Küçük bir sokağın ne de çok çöpü varmış. Her boşaltma da öyle bir gürültü olur ki, bütün mahallenin ayağa kalkması lazım ama o saate TRT televziyonu karıncalama moduna geçmiştir. (Shawshank Redemption-Esaretin Bedeli filminin hapishane kaçış sahnesini hatırlamamak mümkün mü? Gök gürler. Adam taşı lağım borusuna indirir. Gök gürler ve bir daha bir daha, kırana kadar hep şimşekler çakar.) Bir adam sürekli çöp boşaltıyor boşaltıyor, Metemiz levyesi ile kayayı kırmak için vurur gibi vuruyor. Bir önceki deniz kıyısı sahnesinde levyesini test etmişti.
Tertemiz bidonlar ve kocaman. Bir adamsa aynı yeri süpürüp duruyor. Mete eve giriyor, babası ile –gerçekten- muhteşem sahneyi yaşıyor. Müzik çalıntı zaten, olsun tutmuş (Once Upon a Time in America!!). Çöp arabasına dönelim. Mete evin kapısını levye ile açıyor ki kapı ardına kadar açılıyor. Yangından kurtarılmış oyuncaklara gözyaşı içinde bakıyor, duygusal anlar yaşıyor. Babası ile Osman yatakta yatmaktadır. Mete ile baba göz göze gelir. Gözyaşları dökülür. Müzik hüznü zirveye çıkarır. Mete Osman’dan vazgeçer. Mete’nin sokağa giriş sahnesinde defalarca seyretmeme rağmen ancak iki tane sayabildiğim çöp bidonları hala boşaltılmaktadır: 9, 10, 11, 12... Bir çöpçümüz ise aynı yeri hala süpürmektedir.
Anladık konu muhteşem olabilir, reyting rakamların zirveye çıkabilir. Neden bizim yönetmenler bu detaylara dikkat etmezler. İnsanlarla dalga geçerler. İlla eve girmek için çöp arabası mı getirmek lazım. Levyeyi takar ve girer. Gecenin 12 si olmazda 3’ü olur.
Sahi hiç merak ettiniz mi? İstanbul dışında bir mahallede oturan aile şehre nasıl gidip geliyor? Dolmuş , taksi? Mete gece yarısı eve gelinci kimbilir ne kadar taksi parası ödemiştir. İstanbul bu kardeşim İstanbul. Bir de oturulan yer çingenelerin mahallesi. Hem çingene kardeşlerimiz bu diziye neden isyan etmediler anlamadım. Adamları at hırzısı yaptılar...
Hele bir de bizim sürgün ailenin yaşadığı mekan var ki: Güya fakirler ama kızın ayağındaki terlik öyle bir ucuz mucuz birşeye benzemez. Evdeki teneke soba nın borularındaki parlaklığa ne demeli. Uzun yıllar teneke soba yakmış birisi olarak şunu diyebilirim odun sobası bir defa yakarsanız boru rengini değiştirin. Kadın gecenin bir yarısında kalkar sobanın içinde bir ışık paralar. Ne ışık ama! Ne odunu kullanıyorlar merak ettim. Mete’nin ormanda sürükleye sürükleye getirdiği odun parçası mı?
Bir de ağaç sahnesi var ki sormayın gitsin. Bütün mahalle bir çocuğun ağaç üstündeki şamatasını seyreder. Vazgeçtim yazmıyorum.
Benim gibi dizi seyretmeye çalışan ama bu tür detaylara boğulunca çoğunda vazgeçen birisi olarak, siz konuya önem verin.
Konu saçmalıkları yok mu? Hem de alası var. Bir ara onları da yazarım.
Son sözüm, insanlar bir çalışma yaparken detaya ne kadar önem verirse o kadar başarı oranı yükselir. Erinmeden, güzellikleri yakalamalı. Kainatın mükemmel varlığı bizlerin çok daha anlamlı ve iyilik mesajı veren eserler vermeli. Yoksa seyredilir ve biter. Tüketim toplumuyuz değil mi?
Bizim daha çook çalışmamız lazım.
yazı: mağpak
Kaynak...
Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisine bir defa kafayı takmışım.
Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisine bir defa kafayı takmışım. Bu dizi reyting sıralamasında en üstlerde diye ilan ediliyor. Dikkatli seyirciler birçok ayrıntıya benden daha çok dikkat ettiklerini tahmin ediyorum.
Şimdilerde evinde televziyon olmayan birisi olarak, birçok saçma-sapan filmlerden ve dizilerden kendimi ve çocukları koruyabiliyorum. Bazen bir iki diziye internetten bakıyorum. O da içime zehir oluyor işte.
Gelelim dizimize!! Bölüm: 18. Mekân: sahil kenarı. Manzara muhteşem: Çok özel bir yere yerleştirilmiş bir bank, önde deniz, martıların uçuşunu seyretmek doyumsuz. İşte bu İstanbul diyorsunuz. Arkada paralel yerleştirilmiş iki kayık. Osman ile Kaptan Ali konuşmaktadır. Mevzu derindir: deniz, dalgalar, gemi…. Ama küçük Osman'ın aklı fikri deniz-meniz değildir; aklı fikri annesindedir. Baba denize, gemileler dalar gider. Küçük Osman babasını bırakır ve rıhtımda yürümeye başlar. Bir ip vardır, Osman'ın ayağı takılır ve birden kendini denizde bulur. Düşerken bir ah sesi dahiçıkmaz. O ipe takılıp düşmek fizik kurallarına ters olduğunu düşünürüm. Çocuğun öne doğru düşmesi gerekir ve düşülen yer taşlık yer; nasıl oluyorda denizin dibinde çocuk kendini buluyor. Üstelik hava bulutlu. Dış çekimlerde olmayan güneş ışığı nasıl oluyorda geliyor? Hadi bundan vazgeçtik. Bütün çırpınmalar deniz altında geçiyor. Sahi denize düşen 5-6 yaşındaki çocuk ne kadar mücadele edebilir? Ne hikmetse babasının arkadaşı balkçıdır ve oradan geçmektedir. Çocuğu bir iki dalma sonrası kurtarır. Nasıl olurda deniz altındaki çocuğun çırpınışlarını çok uzaklardan görür?Ne hikmetse balıkçı teknesi olarak o şahıs vardır; üstelik koca İstanbul'da. Daha sonrasında polislerin olaya müdahale edişleri vardır ki, tuhaf.
Yani dostlar bu yönetmenler bizle dalga geçip duruyor. Seyircilerin büyük bir oranı konuyaodaklanmış olabilir; detay da neymiş diyebilirler. Onlara zevkli seyirler dilerim. Fakat vakit ayırdığım ve bizim seyretmelerimiz sayesinde ciddi paralar kazanan bu insanların bizleri 'keriz' yerine koymalarına nasıl tahammül edersiniz. İşine gelirse seyret kardaşım deyip, ucuz yolla beni bir kenara atabilirsiniz. Ama biz kendimize saygı duymazsak….
Aklıma gelmişken şunu da söylemeliyim: Hertaraf günlük güneşlikken nasıl olurda hortumlardan boşalırcasına yağmur yağar?
Dizide geçen siyasi meseleler var ki o da ayrı bir .
Film ya da dizi çekmek bir sanatsa, onları da seyretmek ve nasıl haz alınacağını bilmekte bir sanat mı?
Recep İvedik filmine yüklü para kazandıran bizim toplumumuza, seyretmenin sanat olduğunu söylemek ayıp mı olur yoksa?.
Kaynak...