-
Hatıralarda Nizip
Bu gün sizlerle beraber bir geçmişe yol alalım, anılarımızı taze tutalım diyerek yaşamış olduğum hatıralarımdan bir demet sunuyorum. Taaa bundan 35 sene öncesine 1972 yıllarına doğru, zamanda yolculuğa çıkalım. O yıllarda elektroniğin ne olduğunu bilmediğimiz, her şey mekanik aletler üzerine kurulu bir dünyada yaşadım. Hesap makinalarının FACIT dediğmiz tuşlu makinaların kullanıldığı, televizyonların tek kanallı olduğu, siyah beyaz izlediğimiz Nordmende, Telefunken, TT Sharp lorenz, Natıonal marka tv'lerin sürgülü vitrinde saklandığı, dijital otomatik telefonların olmadığı, Manyetolu telefonların kullanıldığı şimdiki gibi 7 rakamlı olmayıp 3 rakamlı olan ve bir yeri ararken gramafon kolu gibi durmadan çevirip santraldaki bayan memura kibarca şu numaramı bağlarmısın deyipte karşılığında azarlanarak numaranın bağlandığı, günlük iki saat elektriklerin kesildiği,(o yıllarda günlük iki saatzorunlu elektrik kesintisi vardı) prinç, şeker, margarin, siğaraların iki paketle sınırlı olduğu, belediyenin tanzim mağazaları olan TARKO'dan uzun kuyruklarda eline şeker, prinç torbası izdihamdan yırtılmadan, mutlulukla eve getirilmiş olan o gıda maddelerinden Gaz ocaklarından yemeklerin piştiği, ayağımızda naylon yandan ilikli beyaz çarıkla en fazla bir hafta yırtılmadan giydiğimiz sonrada kaynakçı YAŞAR Ustanın yanında yırtılan çarıkları kaynak ettirdiğimiz bir dünyamız vardı. Şimdikilerin oynadığı Plastik futbol topu, Oyuncak tabanca, Tetris, Atari, uzaktan arabalar, ağlayan bebekler, sanal bebekler yoktu. Bizler imkansızların içinde yaratıcı beyinler olarak büyüdük. Oyuncak silahın yoksa, iki parça kağıdı kıvırıp tabanca yaptığımız, içinede gerçekçi olsun diye çatapatları koyup köşe sokaklarda vestern Kowboyculuk oynadığımız, bazılarımız koyun çene kemiğini, şanslı olanlarımızında taramalı tüfek niyetine kullandığımız öküz çene kemiğini silah niyetine kullandığımız, uzaktan kumanda araba yerine telden arabalar yapıp arabaya yön vermek içinde telden uzunca bir kol yapıp sokak sokak o araba ile gezdiğimiz hava attığımız, biraz basit olsun diyorsanızda üç adet makarayı U şeklinde teli kıvırıp akşam ezanlarına kadar sokakları turlayıp ööööönnnn ııııınnnn (araba efekt sesi) diyerek asfaltsız topraklı sokaklarda tur attığımız bir dünyamız vardı. Okullarda matematik defterini KARELİ değil DUT ağacından yapılma sarı Matematik defterini kullandığımız, okulda ikinci teneffüste Yağlı ekmekle süt veya yoğurdun dağıtıldığı, kantinde bir şişe gazoza paran yetmeyince yarım şişe gazozu, yarım simitle içtiğimiz Şehir gazozun ( coca cola lüks içecekti. o kadar parayla 3 şişe şehir gazozu içersin) tadına doyum olmazdı. Sokak köşelerinde KENT sakızlarıı ile iki al bir ver, bir al iki ver dediğimiz içindeki bayan sanatçıların numarasına göre uttuğumuz kimisinin numarası denk gelirse aha bu bunla pat (berabere) aha bu bundan 20 sayı fazla dediğimiz, utuzmayı göze alamayanlarlada birbirimizi taşladığımız bir Nizip vardı. Ortaklaşa bir adet Plastik futbol topunu alıp, evdekilerden gizleyip sıra ile birimizde saklandığı, (sıra ile derken birazda birbirimize de itimatsızlıkta vardı ) sokakta top oynarken komşulardan azar işitip, ikinci tekrarında bir daha düşerse deyip elindeki bıçakla topı gösterip patlatırım deyip tehditler savuran ninelerimizin, teyzelerimizin, komşularımızın ellerinde büyüdük. Pazar günü YILDIZ sinema ve ÖZALKAN sinemasının önünde uzun kuyrukların olduğu Zaloğlu Rüstemlerin, Tarkan, Kara Muratların Wang Yu, Bruce Lee'nin filimlerinin olduğu, ayakkabıcı Tilki Ahmet'in mahalle mahalle, sokak sokak sırtında sinema afişi ile bayanların izleyebileceği Tahir il Zühre, Ferhat ile Şirinin filimlerini izlemeye, eğer filim acıklı ise yanında mendil ile gelinmesini sıkı sıkı tembihlerlerdi. Bizimde cep harçlığımız yetmeyincede aradan bizi geçir koltukta bakmayız ayakta bakarız diye sinemacı Kamil ustaya ve Yaşar ustaya azmı yalvarırdık.....Neyse şimdilik bu kadar işe gitmem gerekiyor eğer istek olursa kaldığımız yerden sohbete devam ederim.....
-
Teşekkürler.Çelik çomak ile gülle lığlamayıda unutma.Selamlar
-
terşekürler bir an o yıllara dalıp gittik
ne güzel günlerdi o gunler
-
Nizip te akşamları bu sesi tanımayan yoktur sanırım. ( Kavurgaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa) 'diye
Okul yıllarında iken Büyük Kırtasiyeler yoktu ama, Kör Ahmet'tin küçücük dükkanın dan her şeyi karşılardık.
Unutmadan, Yukarı Oba da oturanlar bilirler, Sefer Emminin Meyan şerbetine diyecek yoktu.
Bir de neyi severdim bilirmisiniz? çocukluğumuzda Danone vb. yoktu ama (Eskimo)' muz vardı.
Şimdi her ne kadar nizip ten uzak isem de anamın yaptığı Ramazan kahğesinin yerini buradaki Lüks pastanelerde o damak tadının yerini hiç biri tutmuyor.
M.CANKESEN
-
yaw Abdurrahman bende bu anıları ne zaman birisi kaleme alacak diye düşünüyordum,eline sağlık çok güzel olmuş,ancak daha unutulan,yazılmayan ne kadar anılarımız var,sen biraz bize göre uzaktaydın,bizim evler bahçelere yakındı,oralara erik,mişmiş yemeye az gitmedik,tabi bahçe sahibine yakalanmamak kaydıyla......:)
-
Sonunda Abdullaya iki hanek yazdırabildik.
-
dilinesaglik abdulah yasar ustanin özel bir turkusu vardi --gel gel kecma sevmisim sana gönul vermisim --kac kez ayakkabilari göturduysem hep o turkuyu söylerdi
-
Biz büyüklerimizden daha eski zamanlarla ilgili hatıralarını dinlerken (bir ayakkabının köyden gelenler tarafından sırayla kime lazımsa onun kullandığı, çarşılık elbiselerin şehrin yakınına gelince değiştirildiğini v.b) bize ne kadar garip ve ilginç gelirdi...
Şimdi ise bizim çocukluk dönemlerimizdeki yaşadıklarımız şimdiki gençlere öyle ilginç geliyor "aaa gerçekten mi?" falan diyorlar halbuki bu yaşananlar bize çok uzak değil sanki dün gibi...
Şimdi her şey sözde modern oldu,
İnsanoğlu nasıl da yeniliklere alışıyor ve bir çok alıştığı şey bu gün elinden alınsa yaşayamayacığını düşünüyor..!
-
Anılarımda Nizip, yazımı okuyan ve teşekkürlerini esirgemiyen, fsoyarik, yalnızkurt,MurCan, kasapoğlu, admin, 1dost ve Kasım Böler hepinize ayrı ayrı teşekkürlerimi sunuyorum. Burada yazmış olduğum anıları benim emsallerim olan siz kardeşlerim ve bacılarım bire bir bizzat yaşamışsınızdır. Benim gayem bizler Nizipliler nereden nereye gelmişiz zaman nasılda su gibi aktığını anlatmaya çalıştım. Dediğim gibi gerçektende istek olursa anılarıma kaldığım yerden devam ederim. Hani güzel bir söz vardır " Bir insan hayallerini anlatmayıpta, anılarını anlatarak avunuyorsa o kişi yaşlanmaya başlıyor demektir" demektir. Görüşmek üzere...Yaradana emanetsiniz....
-
ricaederim kardesim ben tesekur ederim cok güzel gercekten devamini gendi sahsima beklerim zevkle okurum hele gurbette onlari okumak insani buruklastiriyor duyguyla özlem karisinca farkli bir duygu sariyor gözlerim doldu inan
sevgiyle kal
-
Neyse anılara yolculuğa kaldığımız yerden devam edelim...Sabah saat 7,30 da tren sesini bir yandanda serçelerin sesini dinleyerek kahvaltı yapmanın tadına varmanın ötesinde saat 8 oldumu Ülfet ve Güvenal yağ fabrikasının siren sesini duyduğumuz anda okula ok gibi fırlardık. Şimdiki gibi kapıdan alan servis ne gezerdi dabana kuvvet, Üzerimizde siyah önlük, boynumuzda beyaz yaka lastikli pantorla okula gelirsin. Teneffüslerde kapıda bakarsınki satıcılar gelmiş, cebinde 25 kuruşa ne alabilirsinki? elmalı şeker 50 kuruşa, cicili bicili tabağı 50-100 kuruşa yiyemezsin. Ara sıra okulun kapısına Kör Ahmet gelirdi. Rahmetli Zonguldaklı Uzun Mehmet gibi boyu vardı sırtındada şellek yükü ekmek kırıntısı bulgur simit toplamış, koynundaki son sakızlarıda bize 25 kuruşa satardı. Okul dönüşü Çello dayı karşımıza çıkardı atın üstünde heybetli bir süvari gibi duruşu vardı, ağzındada huni biçiminde bir ağızlık , "bir keçi bir koyun yitmiş bulan yada gören varsa versin" diyerek sokak sokak dellalık yapardı. Çantaları eve atıp sokağa çıkardık, tov tov sokaklarda bir cümbüş ki hiç sorma. Komşunun biri halle kazanını sokağın orta yerine kurmuş buğday kaynatır, her çocuğun elinde sahenler, hedik beklerdi. Daha ne zaman bişecek derdi uyanık olanlarda tabağı kazana daldırır kaçardı. Aşağı taraftada üzüm pekmezi kaynatılır bir tabakta hapse alırdık. Yaşlı yada yatalak komşular varsa evlere tabak tabak dağıtılırdı. Akşam bakarsınki davul sesi gelir, komşunun birisi oğlan everiy. Kapının önünde yığınak var erkekler dilans sekiy, baş çekiy, halaylar yah yahlar maşallahlar akşamın karanlığında yankılanırdı. Köyden gelen misafir olursa komşulardan yatak yorgan alınır misafir ağırlanırdı. Cumartesi günü okullarda 2 ders yapılır, kalanınıda akşama kadar oyunlar oynanırdı. Top alacak para olmayınca buradada bizlerin yaratıcılığı ortaya çıkardı. İki adet sopadan ibaret olan çelik çomak oyunu, cücüköl oyunu, oynanırdı. Hele taşın kubura girerse vay haline ki vay. Gülle oynayanlarda vardı. Gülle yasaklı oyunlar listesinde başı çekerdi nerede gülle oynasak bir büyüğümüz görse, bizi haşlarlardı döverlerdi. Havalar çok sıcak olduğundan pazar yerinde, kalıp kalıp buzlar gelir, hızar bukçularının ölçüsü 50 kuruşa buz alınırdı. O buzları ipe geçirirlerdi sokaktan geçerken göğsünü gere gere eve getirirsin. Bazende komşuda olmaz bir parça ister veririn yada, başımı yisin kalmadı eridi bitti derler vermezlerdi. Buzdolabını kim yitirmişde herkesin evinde bulunsun. Buz dolabı almak araba almaktan farksızdı. Şimdikiler bu günün kıymetini iyi bilsinler. Akşam yemeklerindede analarımızın önceden ellerinde döktükleri ŞEHRİYE pilavı ile çoban salatasını yedikten sonra, lambalı radyolardan şimdiki pembe diziler yerine, arkası yarınlar heyecanla dinlenirdi. Keloğlanları dinleyerek uyurduk. Akşamları mahalle bekçileri ile çarşı bekçileri sabaha kadar düdük çalarak asayişin berkemal olduğunu huzur içinde uyuyacağımızın habercisi olan o güzel düdük seslerini çok ama çok özledim. Ne ilginçtirki o yıllarda hırsızlık olayı çok ama çok enderdir. Allah muhafaza yanılıp yazılıp karakola düşmeye görün. Bir Rahmetli Oğuz polisimiz vardı hırsızların, serserilerin, ne kadar zibidi varsa bunların gözünü ele bir korkutmuştu ki, biz çocuk olduğumuz halde onun heybetli görünümüden it kimin korkardık. Rahmetlide babayiğit bir heybet, pala bıyık kalın kaş yeşil göz vardı. Biz anamızdan babamızdan korkmazdık bu adamdan korktuğumuz kadar. Memleketi dize getirmişti namını Antep bölgesinde duymayan kalmamıştır. Ayda yılda bir Nizibimize destancılar gelirdi bir menfur töre *******ini 40-50 kıta halinde destan yazılmış, boynunda teyp içinde okumuş olduğu destanı ağıt biçiminde okur, dinleyenlerin içleri burkulur gözleri dolar ağlayanlarımız olurdu. Bu destan evlerde gelen komşulara okutulur dinlenirdi. Hele birde ay tutulma olayımız vardı vay babam vay , herkes sokaklara dökülür kiminin elinde teneke, mavzeri, çeker kuru gürültü yaparak ay'ı canavarın elinden kurtarma girişimlerimizi hiç unutmam. (Efsaneye göre ay meleği gölgede canavarı temsil edildiğine bunların bir birleri ile cenk ettiğine inanılırdı) Kalkın rahmetli ninelerim ve dedelerim sizin o canavar dediğiniz olayı 7 yaşındaki çocuklar bile, bilimsel olarak öğrendiler. Şimdi sizlere anlatsalar yalan TEVATÜR şeyleri okuldan öğreniysiniz diye bizleri azarlar fırçalarsınız. Derken1974'de Kıbrıs savaşı çıktı.....
Kalanı sonraya bırakalım fazla usandırmayayım. İstekler doğrultusunda dilimin döndüğünce yazıp anlatacağım. esenkalın....
-
-
BİZDE NİZİPTE DOĞDUK BÜYÜDÜK 23 YIL ÖNCE NİZİPTEN AYRILDIK... ÇOK YAKINLARIMIZ OLMADIĞI İÇİN UZAK KALDIK.AMA NİZİPİ HİÇ UNUTMADIK. İNTERNET SAYESİNDE HERŞEYDEN HABERDARIZ. [27700 NİZİP] E YAZILARINDAN DOLYI TEŞEKKÜR EDİYORUZ.BİZİ ÇOCUKLUĞUMUZA GÖTÜRDÜ.YAZILARININ DEVAMINI İSTİYORUZ
-
diline saglık kardaş sagolasın var olasın
-
Arkadaşlar ben ilkokul 5. sınıf mezunuyum. Yazılarımı düz yazıyorum, yani konuşma çizgilerini, ünlemleri, soru işaretlerini, vs. satır başlarının nerede bitip nerede başladığını bilmiyorum. O yüzden yazılarım düz yazı gibi oluyor . Bende belgesel tadında yazmaya gayret ediyorum umarım sizleri sıkmıyorum. Her neyse Anılarımıza kaldığımız yerden devam edelim.
1974 Temmuzunda Kıbrıs Barış Harekatı başladı, Nizipte olağanüstü sessizlik, kaygı ve endişe vardı. İnşaallah Mehmetçiklerimiz zararsız ziyansız dönerler diye hekes dua eder dururdu. Zaten onlar cephede, sivillerde evlerinde dua etmekten başka ne yapabilirlerdi ki. O yıllarda anarşinin hortladığı, sağ-sol çatışmasının bile savaş yüzünden durulduğu bir dönemde, her iki tarafın yağız gençleri askerlik şubesinin önünde, yan yana omuz omuza gönüllü olarak Kıbrıs'a cepheye gitmek için izdihamlar olurdu. Sokaklar tenha, iş yerleri ve kahvelerde saat başı herkesin kulağı lambalı radyolarda ajans (haber) dinlerlerdi. Herkesin dilinde Türk askerinin başarıları, beş parmak dağlarında destan yazan Mehmetçiklerin yiğitliği, Başpiskopos Makariosun haince sincice Rum tarafını kışkırtmalarınıda beddualarla anlatırlardı.
Biz ise çocuktuk savaştan ne anlardııık, seferberlikten ne anlardık varsa yoksa bizlerde oyun oynamak vardı. Bedestende Lastikçi bir dayımız vardı aslında dayımız falan değil işte yağcılk yapardık sırf bize çember versin diye. O dönemlerde kabak araba lastikleri işlenir zembil yapılırdı. Geriye çemberi kalır bizde o çemberleri alır içinede gazoz kapaklarını deler lastiğe çivilerdik. Sonrada elimizdede bir tane sopa çevir babam çevir. Sinemalarda yine izdihamlar var, çünkü yıldız sineması o günün gündemi olan Kıbrıs Savaşının belgesel görüntülerini filim gibi yayınlardıı. Aileler ağlayarak izlerken, gençlerde alkışlarla filmi izlerdi. Akşam saatlerinde evlerde, Mehmetçiklerin Kıbrısın yarısını aldığını, Baş piskopos Makariosun Kıbrıstan kaçtığını, Mehmetçik az kayıpla savaşı bitirdiğini radyolardan işitiğimizde memlekette bir sevinç bir coşku, bir bayram havası başladı.
Ve çok geçmeden ülkede karanlık güçlerin, kardeşi kardeşe kırdırdığı sağ- sol çatışmaları tekrar başladı. terör ve anarşi öyle bir hal aldı ki Tüm ülkede Ünivesiteden, Liseye oradanda Ortaokula kadar inen, bir iç savaşı andıran kavgalar başladı. Gençler yalnız başına sokaklarda gezemeyip 3-5 kişilik gruplar halinde gezmeye başladılar. Maksat birbirlerini korumak tek yakalanmamaktı. Bu dönemde maalesef her iki görüşlerdende Nizip kayıplar verdi. İsimlerini vermiyorum Allah o gençlerin ağabeylerimizin mekanını cennet etsin, taze fidanlar bir hiç uğruna boşu boşuna birbirlerini vurdular. Sinemalarda Yılmaz Güneyin filmi olduğu gün mutlaka kavgalar çıkardı, yada bombalamalar olurdu. Battal gazi filimlerinde, yada Kara Murat filimlerinde, mehter marşı söylenirken Yeniçeriler ellerinde üç hilalli bayrak var diyerek alkışlar kopardı, ardındada karşıt görüşlülerin laf atışması hadiii yine kavga yine şiddet başlardı.
Sokaklarda duvarlara slogan yazıları yüzünden kimse duvarını boyayamaz olmuşlardı. Bu gün birinin yazdığını yarın akşam karşıt görüşlü gelir üzerine ya kendi afişini yapıştırır yada kendilerinin sloganını yazardı. Hatta duvar yazılarının kültürü öyle bir hal aldı ki M H P yazısını karşıt görüşlü M A R T I vada Ç O M A R yazısına, C H P yazısınıda C A R D I N yazısına çevirirlerdi, yani gençler okumayı bırakmış sadece ve sadece fikir uğruna akrabasına bile kurşun sıkmayı göze alıyorlardı .....
Neyse sohbetimize ara verelim istek olursa kaldığımız yerden devam diyelim....
-
Nizip 27700 kardeş,bizi çocukluğumuza götürdünüz,yazılarınızı merakla okuyoruz.Ülfetin siren sesi ve tren sesini hatırladım,okula koşa koşa gitmem tenefüste parama kıyabilirsem aldığım şekerli kahke ve şehir gazozu bir an gözümün önüne geldi,bayramlarda babamın bizi toplayıp bayram yerine götürmesi ne günlerdi...Tekrar çocuk olmak isterdim...
Elinize,yüreğinize sağlık teşekkür ediyoruz... yazılarınızı merakla bekliyoruz...
-
agzına diline saglık çok güzel konulara deginmişsin anlattıklarının hepsi gözümde tek tek çanlandı teşekkürler.nizip 27700 istanbuldan selamlar.
-
Elinize dilinize yüreğinize hatta herşeyinize sağlık. Roman okur gibi okudum. Helal olsun size kardeş. Ayrıca sizinle tanışmak isterdim.
-
Abdurrahman abi, zamanımızda hep duyduğumuz fakat yaşayamadığımız olaylar, bir cümlendeki gibi, günümüzün kıymetini iyi bilelim.
tşkler abi, devamını bekliyoruz
-
Abdurrahman kardeş çok teşekkürler.Sıcak havalarda ellerinde uzun ince testereler ile belediyenin buz ganasından alınan ve kalıp buzları keserken bagıran TEMİZ BUZ ÇOK ÇOK diye keserek satan buz satanları unutamam.
Bahçalardan kesilerek teze teze getirilip satılan,yerken ellerinizi dahi yaglandıran gas leri yani marulları unutmak ne mümkün.
Dedigin gibi şehre yeni bir filim gelir kimisi terlikler ile ayagında uzun kara bir tuman,üstünde kötü bir fanila,siyah lastik ayakkabılı dizinde ve kalçasında en az 4 yamalık pantor giyen ve dahası bagçaya giderken eşekten gelip sinama afişlerini seyreden insanlar, teyyyyyy paramı bulacaksınki sinamaya gidesin.
Tesbihli şekerler vardı.En çokda yumurta kaynatırlardı kaynarken içine sogan kabugu korlardı kabugunun rengi kahveren olsun diye kardaşım o yumurtayı dırnaklı ekmegin arasına koyup içinede bir yeşil sogan aman yarabi,Kırnatacı sabri aminin dedigi gibi Allah canımı alsında kurtulim hesabı bir tatlı ve lezettli yemesi olurdu sorma gitsin.
sade gazozlar,mişmişlerin can eriklerinin tadına doyulmazdı.Hele geceleri sokak başlarında ramazanda yapılan ciger kebabı ne günlerdi onlar gözümüz yaşardı.
Sevgili abdurahman karadaşımm bizi kanemet ettin çok çok teşekkürler.Selamlar
-
Sevgili dostlarım, okyanus_27, müslüm arıkan, Orhan Çelik, İbrahim, fsoyarik, hepinize sonsuz teşekkürleri
mi iletiyorum. Sizlerin bana yazmış olduğunuz mesajlar, anılarımıza kaldığımız yerden yazmaya cesaret veriyor. Her akşam Gaziantepten saat 8,30-9,00 civarı eve dönüyorum. Yorgunluktun fırsat yaratıp ancak yazılan başlıkları okuyorum. Anılarımı yazmak içinde, daha önce hazırlanmış bir yazı yada belge yok, sadece duygu yoğunluğu çok fazla olduğu, sabah namazı sonrası yada gecenin ilerleyen saatleri 24,00-01,00 civarında oturup yazıyorum. İnşaallah anılarımıza kaldığımız yerden yine devam edeceğiz. Bende çok merak ediyorum neler yazacağımı :):D:p;) Yaradana emanetsiniz....
-
Her evin damında, kimi salçasını, kimi buğdayını kaynatmış dama sermiş arada bir karıştırıyor. Bazı damlarda ve balkonlarda dolmalık patlıcanlar, kabaklar, biberler ipe dizilmiş kurumayı beklerken o kurutmalıkların sesini dinleyerek damda uyumanın hali bir başka oluyor.
O yıllarda balkonlarda halı ve kilim yerine bastık astarları serilirdi. Balkondan yada damdan aşağıya çarşaf gibi bastık astarları sallanır, kurutmaya bırakılırdı. Sokaktan gelip geçenlere nispet yaparcasına dalgalanır dururdu. Şimdi millet bastığı nereye serip nerede kuruturlar merak ediyorum :D
Kurumuş hedik buğdayların birazı Tahtani mahallesinde Zabit amcaların evinde devlübde işlenir döğme olurdu. Kalanıda bulgur ve simit yapmak için cercer motor beklenirdi. Cercer motorları, benzinle çalıştırılır yanında ipi vardır tıpkı jenaratör gibi çalıştırılırdı. Cercer motorunun tekerleri, eski uçak tekerlerinden imal olup, aracı çekmek içinde bir tanede eşek bağlanır, hangi adrese gidilecekse o kapının önünde motor çalıştırılır buğdaylar çekilir.
Çekilen bulgur ve simitler evslenir (kepekle bulgurun ayrıştırma işlemi). Kepekler ayrılır, kepekler atılmaz genellikle yastık yapılırdı. Kepekli yastıkta yatanlar bilir. Bu işi yapan son temsilcimiz rahmetli Hacı Bilal Özkarcı amcadan itibaren bitmiştir. Günümüzün teknolojisi olan elektrikli değirmen vede hazır bulgur simitler bu işide maalesef bitirdi.
Elektrik kesintileri sık sık tekrarladığından, her evde aydınlatma olarak gaz lambaları revaçtaydı.Tüple aydınlanmak ne mümkün. Tüpü kim yitirmişte lüks lambası olarak kullansın. Tuvaletler içinde idareler vardı. Gaz yağı ile gaz lambalar doldurulur heran için akşam tetikte olmak gerekti. Ama gel gör ki o yıllarda gaz yağıda kıtlığı vardı. Her kesin evinde 1000 cc dediğimiz şarap şişelerinin ağzına ip geçirilir, uzın çarşıda rahmetli Şekerci Ali amcadan gaz yağı alınırdı. Gaz lambaları akşam yakılmışsa sabah ilk iş, lamba kannesinin içi hohlanarak iyice temizlenirdi.
Atatürk bulvarındaki ağaçların dili olsunda konuşsun. O bulvar şimdiki gibi sakin değildi . Her çam ağacının etrafı betonla çevrili olup, her çam ağacın altında birer çekirdek arabaları bulunurdu. Sırasıyla, Çekirdekçi Mamet, Fadil amca ve Acir Mamet amcalar gece 12’lere kadar o bulvarda beklerlerdi. Arabalarında aydınlatma olarakta ispirto ile çalışan lüks lambaları vardı. Işık zayıfladıkça yanındaki pompa ile pompalanırdı.
Nizibimizin iki unutulmaz kırtasiyecilerinden Mazlum kırtasiye (Mazlum Kurt) ve Topal Mehmet Gezer vardı. Bunlardan okul sezonu kitap, defter ve kalem almak, taşbaştan su taşımaktan daha zordu. Hele birde Pazar yerimiz vardı çarşı camii’nin karşı boş meydanda, Marul zamanı marul gelirdi mahralara yüklenmiş eşeklerin iki yanına yüklenir, o meydanda ikindi serinliğinde satılırdı. Bir rekabet bir laf atışması olurdu görmeye değerdi. “ marul marul kara marul yağlı marul” diğeri altta kalırmı “ Aha gelin yorum benim elimdeki mosturalık zembil kimin, ondan alma onun has’leri pespente (kötü işe yaramaz) almayın diye tatlı tatlı atışırlardı. Birde orada Jip’ler vardı köylere ve karkamışa Jiplerle gidilirdi. Bir tane jip vardı ARKADAŞ yazısı öntarafta yazardı. Bu jip rahmetli Kominist Ahmet amcanın jipiydi nerde görseniz onun jipini bu isimden tanırdınız. Bir kasaphanemiz vardı hatırlayanlar bilir. Cumhuriyet ilkokulunun karşısında belediye lojmanın olduğu yer kasaphaneydi. Kasaphanede kimler yoktu. Dürümcü EMMini kardeşleri Rahmetli Hüseyin ve Ahmet Cankesen kardeşler, Kasap Ahraz ve Salih abinin babaları Salih göktaş, Şalvarlı etin babaları Kasap Abuzer amca, Kasap Nedim Bulut, Kasap Hakim, Kasap Lokman ve isimlerini hatırlayamadığım diğerleri, ölenlere allah rahmet eylesin sağ olanlarada allah uzun ömürler versin. Bütün kasap esnafı burada toplanmış hizmet verirlerdi. Kasaphanenin 3 giriş kapısı vardı. Birincisi sağlık eczanesi tarafında diğeri okul tarafında, diğer girişi ise doğu istikametindeydi. doğu istikametinde çıkarken karşında rahmetli Kebapçu Uğur Cankesen usta vardı. Kebapçı Salih usta ile beraberHalil Cankesen Uğur usta ve diğer kardeşi Tahir abi beraber bu küçük işletmeyi çalıştırırlardı. O zamanki dükkanları şimdiki gibi büyük vede ferah değildi içeride tabureye ancak 10 kişi zor sığar, çoğu dürüm ellerinde dışarıda yerlerdi. Saat 10'da kavurma biter saat 14,00'de ise ciğer biterdi. Dükkanı saat 3'te kapatırlardı.
Kasaphanenin köşe başında ise Kebapçı Uğur usta ile karşı karşıya olan Bobey Hamza Dörtbudak amca vardı. (Derviş, Hamza Dörtbudağın dedeleri olur) Babam Rahmetli Bobey Hamzanın yanında uzun yıllar çalışmıştır. Hatta herkes babamı Hamza amcanın oğlu zannederlerdi. Öyleki işçi patrondan çok baba oğul gibiydiler. O köşe başında manav dükkanında sebzelerin ve meyvelerin en iyisi gelirdi. Şimdiki gibi sera malları ne gezer. Hep yerli malları satılırdı. Fiyatları diğer esnafa göre biraz pahalı olsada, vatandaş yinede tercihini Bobey Hamza amcadan yana kullanırdı. Dediğim gibi sebze halinde pahalı olan,her malın en iyisini kendisi alırdı, fiyatıda yüksek olan kaliteli malı getirir ona görede fiyatlı satardı. Kendisinin prensiplerinden biride "al malın iyisini çekme kaygısını" prensibini en iyi uygulayanlardan biridir. Bobey Hamza amcanın karşısında Kör Veysel amca vardı, babamlarla rekabet edemezdi. Ancak Bobey Hamza amcanın malı biterse vatandaş ondan alırdı. O da işin bilincinde olduğundan ek iş olarak Fırattan yakalanmış olan dev balıklar getirtir balığı parçalar kilo ile satardı. Allah hepsinden razı olsun nur içinde yatsınlar orada bulunan tüm esnaflar birer altın değerindeydi. Orada isimlerini hatırladığım Çaycı Behçet amca , Yoğurtçu Şerif Amca ve diğerler orada tornadan çıkmış birer değerli esnaflarımızdır. Neyse anılarımı burada nolktalıyorum ileride istek olursa yine kaldığım yerden devam edeceğim.....
-
Sayıkn Nizip 27770 Anılarınızdan Dolayı Tsk Ederim.belki O Dönemlerde Yaşamadık,size Göre Biz Biraz Daha Sanşlıydık Galiba.ama Inanın Sizin Yazınızı Okurken O Günlere Gitmiş Kadar Oldum.ellerinize Yüreğinize Sağlık.sağolun Eksik Olmayın.ve Diğer Saygı Değer Büyüklerime Tsk Ederim Ellerinden öperim.herkese Saygı Sevgilerimi şükranlarımı Sunarım. Nizip'i Yaşatalım Hem Gerçek Olarak Hemde Sanal Olarak.lütfen Tarihimize Ve örf Adetlerimize Sahip çıkalım
-
Ellerinize Ve Yüreginize Saglık Hoş Güzel Bir Yazı Olmuş Bir Solukta Okudum Vallahi
Bende Kendi çocukluk Dönemime Döndüm, Aslında Ne Kadar Mutlu Bir çocukluk Yaşadıgımı Düşündüm, Herşey Kısıtlı Ama çok Tatlıydı.gerçek Oyuncak Bebekleri Pek Görmedim Desem Yalan Olmaz. Marangozlardan çıta Parçası Isteyip Onları Artı Işarti şeklinde Baglardık Suratınıda Kalemlerle Kaş Göz çizerdik ,evden Aldıgımız Parça Kumaşlarla Ve Annem Görmeden çaldıgımız Dikiş Ignesi Ve Makas Ile (igneyi Ve Makası Yakaladıgındada Dayak Yedigimde :)...)o Kumaş Parçalarında Oturup Akşama Kadar Elbise Dikerdik Ne Kadar Kıymetliydi, O Tahta Bebekler Bile .......birde şimdi Aklıma Gelen Yanılmıyorsam Nohuttu, Dallarıyla Beraber Yaş Nohut Satılırdı. Onları Alıp üstünden Tek Tek Koparıp Yemek Ne Hoştu Ne Severdik,birde Mahelledeki çocuklara Hava Atarak Yerdik :)ne Kadar önemli Bişeymiş Gibi,yada Okula Giderken Evden Nane,limontuzu,pulbiber çalardım Anneme Yakalanmadan Nasıl Alıcam Diye Kedi Gibi Mutfakta Dolanırdım Aldıktan Sonrada Okulda Ekşi Yapıp Avuçlarımıza Koyup Yerdik.....ne Kadar Korkardım Annem Aldıklarımı Görüp Dayak Yiyecegim Diye Alt Tarafı Baharat Işte, Ama çok Güzeldi şimdi Düşündügümde Hatıraları Bile Yüzümde Tatlı Bir Tebessüm Bırakıyor.iyiki O Dönemde çocuk Olmuşum,
-
Teşekkürler nizip27700 ağzına,diline,parmaklarına sağlık ne güzel anlatmışsın biz o günlerde değildik ama keşek o günlerde olsadık sağ-sol davası vardı belki ama hiç olmasa bu kadar ********lık riyakarlık yoktu ve insanların birbirine güveni vardı.Herşey sağlamdı insanlar şimdiki gibi belki herşeyi menfaat çıkar ilişkisine dayandırmıyordu belki.O günlşeri yaşamadım ama anlattıklarınızdan o kadar duygulandımki ve o günlerde keşke bende olsaydım diye içerledim.Çok teşşekür ederiz Allah razı olsun sizden.
-
çullugun pınarı ve delikli kaya vardı.çullugun pınarın dutları meşhurdu.orada bol bol dut yenirdi.nizip çayı şarıl şarıl akardı.bir keresinde boguluyordum.adını bahçeçi habeş bildiğim mekanı cennet olsun beni şimdiki köprüden atlayıp beni kurtarmıştı.nerede o eski güzel komşu ilişkileri arkadaşlıklar ah.ah.eskiye dönebilsek.çok anlıtılacaklacak henek varda ...gücümüz kalmadı.
-
Yazısını tekrar bulamadım ama brdaki bir arkadaş Antep canavarı Abdullah palazın akrabası olduğunu yazmış.Onunla görüşmek istiyorum.cvb verirse sevinirim.