-
KİM DAHA İYİ GÖRÜYOR.
Yolu ilk defa bu kasabaya düşmüştü. Adres sormak için birilerini arayan gözleri yol kenarına park edilmiş otomobile takıldı. Arka koltukta oturan on yaşlarındaki çocuğa yaklaştı:
- Kasabanın fırınını arıyorum parkın yakınında olduğunu söylemişlerdi.
Çocuk otomobilin penceresini iyice indirip etrafı kokladıktan sonra,
- Aslına bakarsanız ben de buralarda yeniyim dedi. Ama sağa gitmeniz gerekiyor.
Adam azarlar gibi sordu çocuğa,
- Sen de buralara ilk defa geldiğine göre nasıl sağa gitmem gerektiğini söyleyebiliyorsun?
Çocuk cevap verdi:
- Çünkü ıhlamurun kokusunu alıyorum. Ayrıca bakın, kuş cıvıltıları da o taraftan geliyor.
Adam itiraz etti:
- İyi ama bu kuş cıvıltıları ve koku oralarda bir park olduğunu göstermezki! Pekala tek bir ağaçtan da gelebilir.
Çocuk gülümsedi,
- Bir kere tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez. Kaldı ki iyice koklarsanız, taze ekmek kokusunu da alabilirsiniz.
Adam hafifçe gözlerini kısarak sağ tarafı derin derin kokladı. Yoğun ıhlamur çiçeği kokusuna taze ekmek kokusu karıştığını hissetti.
Doğru galiba! diye söylenerek tekrar çocuğa döndü. Teşekkür etmek için elini uzattı. Fakat çocuk kıpırdamadı bile boşluğa bakmayı sürdürdü. Adam o zaman anladı çocuğun görme engelli olduğunu.
- Af edersin yavrucuğum dedi, ne dediğinin farkında olmadan, ''Galiba görmüyorsun.''
- Evet dedi çocuk. Üç yıl önce geçirdiğim trafik kazasında gözlerimi kaybettim. Siz herhalde görüyorsunuz efendim?
Adam gözyaşları içerisinde mırıldandı:
-Artık emin değilim. Emin olduğum tek şey senin benden daha iyi gördüğündür. Kimin daha iyi gördüğünü ALLAH bilir!.
-
HER ZAMAN BİR YOL VARDIR.
Yeni evli bir çift vardı. Evliliklerinin daha ilk aylarında, bu işin hiç de hayal ettikleri gibi olmadığını anlayıvermişlerdi. .
Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi. Son zamanlarda o kadar sık olmasa da, evlenmeden önce sık sık birbirlerini çok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüşlerdi. Ama şimdilerde, küçük bir söz, ufak bir hadise aralarında orta çaplı bir kavganın çıkmasına yetiyordu. .
Bir akşam oturup, ilişkilerini gözden geçirmeye karar verdiler. Her ikisi de, boşanmayı istememekle beraber, işlerin böyle gitmeyeceğinin farkındaydılar. .
Erkek, "Aklıma bir fikir geldi" dedi. "Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım. Kurumaz da büyürse bunu bir daha aklımızdan geçirmeyelim. Bu süre içinde de ayrı ayrı odalarda kalalım.".
Bu ilginç fikir hanımının da hoşuna gitti. Ertesi gün gidip bir meyve fidanı aldılar ve birlikte bahçeye diktiler. Aradan bir ay geçti. Bir gece bahçede karşılaştılar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardı....
-
DOSTLUKLAR VARDIR.
Yüz yüze dostluklar vardır. Güneşle ayçiçeğinin dostluğu, böyle bir dostluktur mesela. Ayçiçeği sabahtan akşama kadar hiç ayıramaz yüzünü güneşten... .
Uzak dostluklar vardır. .
Denizlerin ortasındaki bir adayla, dağların arasındaki bir göl, birbirlerinin uzak dostlarıdır. Dostluklarını gündüz kuşlarla, gece yıldızlarla iletirler birbirlerine... .
Sessiz dostluklar vardır. .
Dilsiz bir adamla, duymayan bir başka adamın elleri arasında sessiz bir dostluk oluşur. Her şeyden konuşur sessizce bu eller... .
Zorunlu dostluklar vardır. .
Pazarla pazartesinin dostluğu gibi. Pazar ağır bir gündür, Pazartesi hızlı bir gün... Ayak uyduramazlar birbirlerine. Ama dost olmak, yan yana durmak zorundadırlar... .
Uzun dostluklar vardır. .
İkindi güneşinin altında uzayan gölgeler birbirlerine kavuşurlar ve uzun boylu bir dostluk oluşur aralarında... .
Günün birinde ölen dostluklar vardır. .
Bir bahçe içindeki ahşap ev ile yanı başında duran ceviz ağacının dostluğu gibi... Bir gün kocaman elli adamlar ve kocaman gövdeli makineler o bahçeye girip de, bir süre sonra evin ve ceviz ağacının yerinde asık suratlı binalar yükseldiği zaman ölen dostluklar... .
Vakitsiz dostluklar vardır. .
Bir peçete, bir kağıt mendil vakitsizce dostu oluverir gözlerimizin...Ya da ayrılırken verilen bir dal karanfil ellerimize o anda gelen dostluktur... .
Bakımsız dostluklar vardır bir de....
Zaten var, zaten dostuz deyip yıllarca bir telefonun, bir kaç cümlelik mektubun bile çok görüldüğü dostluklar....
-
HALİL İBRAHİM BEREKETİ.
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış....
Büyüğü Halil... Küçüğü ise İbrâhim....
Halil; evli, çocuklu. İbrahim ise bekârmış....
Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin....
Ne mahsul çıkarsa, ikiye pay ederlermiş... Bununla geçinip giderlermiş....
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar... İş kalmış taşımaya....
Halil, bir teklif yapmış :
- İbrahim! Kardeşim, ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.
- Peki abi demiş İbrahim....
Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... O gidince, düşünmüş İbrahim:
- Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine. Böyle demiş ve kendi payından bir miktar atmış onunkine....
Az sonra Halil çıkagelmiş.
- Haydi İbrahim, önce sen doldur da taşı ambara demiş
- Peki abi..!.
İbrahim, kendi payından bir çuval doldurup düşmüş yola...
O gidince, Halil'i düşünmüş: Demiş ki:
- Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek..
Böyle düşünerek, Kendi payından atmış onunkine birkaç kürek....
Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atmış diğerine.
Bu, böyle sürüp gitmiş....
Ama birbirlerinden habersizlermiş.
Nihayet akşam olmuş. Karanlık basmış.
Görmüşler ki, bitmiyor buğdaylar.
Hatta azalmıyor bile....
Hak Teala bu hali çok beğenmiş.
Buğdaylarına bir bereket vermiş, bir bereket vermiş ki....
Günlerce taşımış iki kardeş, bitirememişler.
Şaşmışlar bu işe...
Aksine çoğalmış buğdayları.
Dolmuş taşmış ambarları.
Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir....
-
KIYMET BİLMEK.
Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı.
Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı, Müsaade buyurursanız ben onu sustururum dedi. Padişah da lütfetmiş olursunuz dedi.
Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı.
Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. “Bu işteki hikmet nedir ?” diye sordu.
Yaşlı adam cevap verdi: “Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felâket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez.”.
-
SİYAH VE BEYAZ KÖPEKLER.
Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli
o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. .
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunudüşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerininneden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.
O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı..
- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları..
Çocuk, sözün burasında; "mücadele varsa, kazananı da olmalı" diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:.
- "Peki" dedi "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa..
- "Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!".
-
İÇLERİNE SAKLAYALIM.
İnsanoğlu mutluluğu hep hor kullanıyormuş... Hep şikayetçi hep bıkkınmış....
Bir gün melekler, mutluluğu saklamaya karar vermişler..
''Saklayalım, zor bulsunlar. Zor buldukları için belki kıymetini bilirler''.
diyerek başlamışlar tartışmaya. Sorun büyükmüş. Mutluluğu saklamak kolay değilmiş çünkü. Kimisi"Everest'in tepesine saklayalım", kimisi
"Atlas Okyanusu'nun dibine" demiş. Tac Mahal'in kubbesi, Mekke sokakları, İtalyan sofrası, bir hastanenin yeni doğan odası, dondurma külahı, sigara paketi, lale bahçesi... Pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş.. .
Derken meleklerden biri "İÇLERİNE SAKLAYALIM" demiş. "Kimsenin aklına gelmeziçine bakmak".
İşte o gün bugündür mutluluk insanın kendi içinde saklıymış....
Hiçbir mutluluk kolay gelmiyor. Kolay kolay gülmüyor insanın yüzü... Emekte ve insanın içinde saklı mutluluk. Ne başkasının ekmeğinde, ne başkasının evinde, ne de başka bir şeyde.......
Bu yüzden gözünüz hep içeride olsun..
Siz dışını boş verin, içine bakın....
-
EFLATUNA SORMUŞLAR.
Eflatun'a iki soru sormuşlar. .
Birincisi;.
"İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?".
Eflatun tek tek sıralamış:.
- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne varki çocukluklarını özlerler....
- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için para öderler....
- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar....
- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler....
Sıra gelmiş ikinci soruya; .
"Peki sen ne öneriyorsun ?".
Bilge yine sıralamış:.
- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır....
- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil "en az şeye ihtiyaç duymaktır"..
-
BİR HİKAYE.
Japonya'da yaşanmış gerçek bir olay şöyledir:Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur.Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür.Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce,ev yapılırken çakılmıştı.Peki nasıl olmuş da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmış ?Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalı.Böylece adam çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar.Sonra nereden çıktığını farkedemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle.Adamı sersemletir gördüğü manzara.Bu nasıl bir sevgi?Ayağı çivilenmiş kertenkele,10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmektedir...
KALBİNİZDEKI SEVGİYİ ASLA ÖLDÜRMEYİN, SİZİ SEVENLERİ ASLA TERKETMEYİN !.
-
VİETNAMDAN DÖNEN ASKER.
Vietnam'da savaştıktan sonra, sonunda evine dönmekte olan bir asker hakkında bir hikaye anlatılır; .
Asker San Francisco'dan ailesini arar:
- Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum..
- Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz diye cevapladılar. Oğulları,.
- Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti..
- Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum..
- Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz..
- Hayır, anne, baba onun bizimle yaşamasını istiyorum..
- Oğlum dedi babası, bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır..
Oğlu o anda telefonu kapattı ve ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne baba hemen San Francisco'ya uçtular ve oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler. Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı !....
-
KAÇ KIRLANGIÇ KOVALADINIZ.
Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Pencerenin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, röfleli tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra, küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş. Tık... Tık...Tık... Adam cama bakmış. Ama içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Meşgulmüş! Kimmiş onu işinden alıkoyan? Minik bir kırlangıç! Heyecanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, deriiin bir nefes almış şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış. .
Hey adam! Ben seni seviyorum. Nedenini niçinini sorma. Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret buldum konuşmaya. Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşayalım. .
Adam birden parlamış: “Yok daha neler? Durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi? Olmaz, alamam” demiş. Gerekçesi de pek sersemceymiş: Sen bir kuşsun! Hiç kuş, insana aşık olur mu? .
Kırlangıç mahcup olmuş. Başını önüne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş: Adam, adam! Hadi aç artık şu pencereni. Al beni içeri! Ben sana dost olurum. Hiç canını sıkmam! .
Adam kararlı, adam ısrarlı: Yok, yok ben seni içeri alamam demiş. Biraz da kaba mıymış, neymiş lafı kısa kesmiş. İşim gücüm var, git başımdan.
Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş: Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda. Aç şu pencereyi al beni içeri. Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım. Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım. Pişman olmazsın, seni eğlendiririm. Birlikte yemek yeriz, bak hem sen de yalnızsın yalnızlığını paylaşırım, demiş.
BAZILARI GERÇEKLERİ DUYMAYI SEVMEZMİŞ! Adam bu yalnızlık meselesine içerlemiş. Pek bir sinirlenmiş: Ben yalnızlığımdan memnunum,demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş. Düpedüz kovmuş. Kırlangıç, son denemesinden de başarısızlıkla çıkınca, başını önüne eğmiş, çekip gitmiş.
Yine aradan zaman geçmiş. Adam, önce düşünmüş, sonra kendi kendine itiraf etmiş: Hay benim akılsız başım; demiş. Ne kadar aptallık ettim! Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim. Niye onun teklifini kabul etmedim ki? Şimdi böyle kös kös oturacağıma, keyifli vakit geçirirdik birlikte. Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş. Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş: Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir. Ben de onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim. Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş. Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş. Ama... Onunki hiç görünmemiş. Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna. Kırlangıç yokmuş! Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış.
Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş. Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki: "KIRLANGIÇLARIN ÖMRÜ 6 AYDIR...." HAYATTA BAZI FIRSATLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ ELİNİZE GEÇER VE DEĞERLENDİRMEZSENİZ UÇUP GİDER! HAYATTA BAZI İNSANLAR VARDIR, SADECE BİR KEZ KARŞINIZA ÇIKAR; DEĞERİNİ BİLMEZSENİZ KAÇIP GİDERLER! VE ASLA GERİ DÖNMEZLER!
Dikkatli olun... Farkında olun... Ve bir düşünün bakalım; Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız?.
-
BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM.
Brenda yamaç tırmanışı yapmak isteyen genç bir kadındı. Bir gün cesaretini toplayarak bir grup tırmanışına katıldı.Tırmanacakları yere vardıklarında, neredeyse duvar gibi dik, büyük ve kayalık bir yamaç çıktı karsılarına. Tüm korkularına rağmen, Brenda azimliydi. Emniyet kemerini taktı, ipi yakaladı ve kayanın dik yüzüne tırmanmaya başladı. Bir süre tırmandıktan sonra, nefeslenebileceği bir oyuk buldu...
Orada asılı dururken, gruptan yukarıda ipi tutan kişi dalgınlığa düşerek ipi gevşetiverdi. Aniden boşalan ip, hızla Brenda'nın gözüne çarparak lensinin düşmesine neden oldu. Lens çok küçüktü ve bulunması neredeyse imkansızdı. Lens yamacın ortasında bir yerlerde kalmıştı ve Brenda artık bulanık görüyordu.
Ümitsizlik içinde Brenda, lensini bulması için Allah'a dua edebilirdi yalnızca...Ve içten içe düşünüp dua etmeye başladı. "Allah'ım! Sen bu anda buradaki tüm dağları görürsün. Bu dağlar üzerindeki her bir taşı ve yaprağı bildiğin gibi, benim lensimin yerini de biliyorsun. Onu bulmama yardım et."
Patikalardan yürüyerek aşağı indiler. Aşağı indiklerinde, tırmanmak üzere oraya doğru gelen yeni bir grup gördüler. İçlerinden biri"Aranızda lens kaybeden var mı?" diye bağırdı.
Brenda'nın sonradan öğrendiğine göre, lensi bir karınca taşıyordu ve karınca yürüdükçe yavaşça kayanın üzerinde hareket edip parlayan lenskızların dikkatini çekmişti.Eve döndüklerinde Brenda lensini nasıl bulduklarını babasına anlattı. Bir karikatürcü olan babası da ağzıyla lens taşıyan bir karınca resmi çizerek, karıncanın üzerindeki baloncuğa şunları yazdı:
"Allah'ım! Bu nesneyi neden taşıdığımı bilemiyorum. Bunu yiyemem ve neredeyse taşıyamayacağım kadar ağır. Ama istediğin sadece bunu taşımamsa, senin için taşıyacağım..."
"BU YÜKÜ NİYE TAŞIYORUM" demeyin....
-
YAŞAMIN FISILTISI.
Genç bir yönetici, yeni Jaguar'ı içinde kurulmuş, biraz da hızlıca, bir mahalleden geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola fırlayan bir çocuk olabilir düşüncesiyle dikkatini daha çok yol kenarına vermişti. Bir şeyin yola fırladığını görünce hemen fren yaptı ama aracı durana kadar geçen mesafede yola çocuk fırlamadı. Bunun yerine, yepyeni arabasının yan kapısına büyükçe bir taş çarptı. .
Adam hızlıca frene yüklendi ve taşın fırlatıldığı boşluğa doğru geri geri gitti. Sinirlenmiş olan genç adam arabasından fırladı ve taşı atan çocuğu kaptığı gibi yakında park etmiş olan bir arabanın gövdesine sıkıştırdı. Bunu yaparken de bağırıyordu:
- Sen ne yaptığını sanıyorsun serseri? Bu yaptığın ne demek oluyor? O gördüğün yepyeni ve pahalı bir araba ve attığın o taşın mahvettiği yeri düzelttirmek için kaportacıya bir sürü para ödemek zorunda kalacağım. Neden yaptın bunu ?
Küçük çocuk üzgün ve suçlu bir tavır içindeydi. .
- Lütfen amca, lütfen kızmayın. Ben çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim, bilemedim. Taşı attım, çünkü işaret etmeme rağmen diğer arabalar durmadı. .
Çocuk, gözlerinden süzülen yaşları elinin tersiyle silerek park etmiş bir aracın arkasına işaret etti. .
- Abim orada. Yokuştan aşağı yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü ve ben onu kaldıramıyorum..
Çocuğun şimdi hıçkırıklardan omuzları sarsılıyordu ve şaşkın adama sordu: .
- Onu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturtmama yardım edebilir misiniz? Sanırım abim yaralandı ve benim için çok ağır..
Genç yönetici ne diyeceğini bilemez halde boğazındaki düğümden yutkunarak kurtulmaya çalıştı. Yerde yatan sakat çocuğu kaldırıp tekerlekli sandalyesine oturttu, cebinden temiz ve ütülü mendilini çıkartıp, çeşitli yerlerinde oluşmuş ve kanayan yara ve sıyrıkları dikkatlice silmeye çalıştı. Bir şeyler söyleyemeyecek kadar duygulanmış olan genç adam, abisinin tekerlekli sandalyesini iterek yavaş yavaş uzaklaşan çocuğun ardından bakakaldı.Jaguar marka arabasına geri dönüşü yavaş yavaş oldu ve yol ona çok uzun geldi. Arabanın yan kapısında taşın bıraktığı iz çok derinve net görülür şekildeydi ama adam orayı hiç bir zaman tamir ettirmedi. .
Oradaki izi, şu mesajı hiç unutmamak için sakladı: .
Hiç bir zaman yaşamın içinden, seni durdurmak ve dikkatini çekmek için birilerinin taş atmasına mecbur kalacağı kadar hızlı geçme. Tanrı ruhumuza fısıldar ve kalbimizle konuşur. Bazen, onu dinlemek için vaktimiz olmuyorsa, bize taş fırlatmak zorunda kalır. .
Fısıltıyı dinle veya taşı bekle. Seçim senin....
-
4. MURAT.
Sultan Murad Han o gün bir 'hoş'tur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vaz geçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var? - Akşam garip bir rüya gördüm. - Hayırdır inşallah... - Hayır mı şer mi öğreneceğiz. - Nasıl yani?
- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Anlaşılan o ki, Padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar:
- Kimdir bu? - Aman hocam hiç bulaşma, derler. - Ayyaşın sarhoşun biri işte! - Nerden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz...
Bir başkası tafsilâta girer:
- Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplarçarsısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar... Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine..
Hele yaşlının biri çok öfkelidir:
- İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?..
Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada! Tam Vezir de toparlanıyordur ki, Padişah keser yolunu: - Nereye?
- Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem... Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır. Defini tamamlamak gerek.
- İyi ya, saraydan bir kaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
- Aman efendim, nasıl kaldırırız?
- Basbayağı kaldırırız işte.
- Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini...
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama...
- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden...
- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin. Hadi yüklenelim...
Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa... Usulü erkânınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında.Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, Vezir'in de keza.Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar.Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha.Bir ara Vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
- Nasıl yani?
- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?
- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Vezir, cüzüne, tesbihine döner. Padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
- Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Kadın eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar... Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...
- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir... Bizim efendi bir âlemdi, vesselâm. Akşamlara kadar nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı.
Sonra getirip dökerdi helâya!
- Niye?
- Gençler içmesin diye...
- Hayret...
- Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara...
- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- İşte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya... Hatta bir gün; "Bakasın efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada..."
- Doğru, öyle ya?
- Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra; "Allah büyüktür hatun, dedi. Hem Padişah'ın işi ne?".
-
<p align="justify" GELECEĞİNİ BİLİYORDUM.<p align="justify" .
Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü görür. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu.
- Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?
"Delirdin mi? der gibi baktı teğmen.
- Gitmeye değer mi? Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma
Asker ısrar etti. Teğmen:
- Peki... Git o zaman ...
İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti. Sonra onu sipere taşıyan askere döndü:
- Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez, demiştim.Bak haklı çıktım. Bu zaten ölmüş dedi teğmen.
"Değdi teğmenim" dedi asker.
- Nasıl değdi?" dedi teğmen.
- Bu adam ölmüş görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım.Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.Onun son sözlerini duymak dünyaya bedeldi benim için. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı teğmene:.
"Geleceğini biliyordum !.." demişti arkadaşı... "Geleceğini biliyordum !...".
-
SEVGİ BAŞARI VE ZENGİNLİK.
Bir kadın, evinden dışarı çıkar ve uzun beyaz sakallı 3 tane yaşlı adamın evinin önünde oturduklarını görür. Onları tanımaz.
"Ben sizi tanımıyorum ama aç olmalısınız" der.
"Lütfen içeriye gelin ve birşeyler yiyin."
"Evin erkeği içerde mi?" diye sorarlar adamlar.
"Hayır" der kadın. "O dışarıda."
"Öyleyse içeri gelemeyiz" diye cevap verirler.
Akşam olup kadının kocası eve geldiğinde, kadın başından geçenleri kocasına anlatır.
"Git onlara söyle ben evdeyim içeri gelebilirler" der.
Kadın dışarı çıkar ve onları içeri davet eder.
"Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz." der yaşlı adamlar.
Kadın ögrenmek ister;
"Niye giremezsiniz?"
Yaşlı adamlardan bir tanesi açıklar:
"Onun adı ZENGİN" der bir arkadaşını gösterir, ve bir diğerini işaret eder " O BAŞARI, ben ise SEVGİ." Sonra ekler;
"Şimdi, içeri gir ve kocanla konuş hangimizi evinizde istersiniz"
Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duyunca neşelenir.
"Ne güzel!!" der, "Madem öyle, Zengini içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun."
Karısı itiraz eder;
"Canım, niçin Başarıyı çağırmıyoruz?"
Bu sırada konuştuklarını evin diğer köşesinde bulunan gelinleri duyar. Zıplayarak gelir ve kendi fikrini söyler.
"Sevgiyi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!"
"Gelinimizin önerisini dikkate alalım" der adam karısına.
"Dışarı çık ve Sevgiyi bizim misafirimiz olması için davet et."
Kadın dışarı çıkar ve 3 yaşlı adama sorar;
"Hanginiz Sevgi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol"
Sevgi ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Diğer iki yaşlı adamda onu takip ederler. Kadın şaşırmış bir şekilde Zengin ve Başarıya sorar;
"Ben sadece Sevgiyi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?"
Zengin ve Başarı bir ağızdan cevap verirler;
"Eğer Zengin'i yada Başarıyı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı, ama sen Sevgiyi davet ettin, O nereye giderse bizde oraya gideriz. Nerede Sevgi var ise, orada Başarı ve Zenginlik de vardır...!!!".
-
İKİ DOST.
İkisi, çok samimi dost ve arkadaşlardı. Fakat, biri çok kurnaz, atılgan ve hareketli, diğeri ise çok saf, dürüst ve sessizdi..
Bir gün kurnaz olanı, yine arkadaşının yanına giderek işlerinin bozulduğunu söyler ve kendisinden para ister. Samimi dostu onu hiç kırmaz ve elindeki bütün parayı arkadaşına verir. Arkadaşı bu parayla işlerini düzeltir.
Bir süre sonra kurnaz olanı, yine arkadaşının yanına gider ve arkadaşının evlenmek üzere olduğu nişanlısını çok beğendiğini ve mutlaka onunla evlenmek istediğini, bu iyiliği kendisine yapmasını ister. Arkadaşı çok şaşırır, ne diyeceğini bilemez. Fakat aralarında o kadar kuvvetli sevgi ve dostluk vardır ki, arkadaşının mutluluğu için bu teklifi de kabul eder ve nişanlısını arkadaşına verir..
Zaman içinde saf olanın işleri bozulur ve birden arkadaşı aklına gelir “Ben ona sıkıştığında iyilik yapmıştım” diyerek, arkadaşının iş yerine gider ve kendisine çalışması için iş vermesini ister. Arkadaşı ona iş vermez. Bizimki pişmanlık ve üzüntü içinde geri döner ama yine de “bir bildiği vardır” diyerek arkadaşına kızamaz..
Saf ve temiz olanı bir gün sokakta dolaşırken, yanına hasta ve yaşlı bir adam yaklaşır. Fakir olduğu için ilaç alamadığını söyler. Bizimki yaşlı adamcağıza acır, istediği ilaçları alır ve adamcağıza verir. Kısa bir süre sonra yaşlı adamın öldüğünü duyar. Yaşlı adam çok zengindir ve bütün mirasını kendisine bırakmıştır. Saf adam artık yaptığı iyiliğin karşılığı olarak zengin biri olmuştur. Biraz da sevdiği dostuna olan kırgınlığıyla dostunu iş yerinin karşısında bir ev alır ve oraya yerleşir.
Bir gün evin kapısını bir dilenci kadın çalar. Yaşlı kadın “çok aç olduğunu” söyler ve “kendisine yemek vermesini” ister. Bizim saf, hiç düşünmeden kadını içeri alır, karnını doyurur, kimsesinin olmadığını öğrendiği kadına, kendisinin de yalnız olduğunu söyler ve “Bu evde birlikte yaşayalım, sen evin işlerini ve yemeklerini yaparsın” der. Yaşlı kadı hiç düşünmeden kabul eder..
Bir süre sonra yaşlı kadın, bizimkine, “Kendine uygun bir kız bulup evlenmesini” söyler. Bizimki böyle bir kızı nasıl bulacağını, kendisinin tanıdığı olmadığını söyler. Yaşlı kadın ona uygun bir kız tanıdığını ve kendisiye görüşebileceğini söyler. Görüşmeler sonucunda evlenmeye karar verilir ve düğün davetiyeleri basılır. Bizimkisi kırgın olduğu halde, çok samimi dostunu unutamamıştır. Biraz da geldiği konumu görmesi açısından, samimi arkadaşına da davetiye gönderir..
Düğün günü gelir çatar. Saf adam, düğün salonunda bir şeyler söylemek isteğiyle mikrofonu alır ve başlar yaşadıklarını anlatmaya; “Eskiden çok sevdiğim bir dostum vardı. Bir gün işleri bozulunca benden borç para istedi elimdeki bütün parayı verdim. Evlenmek üzere olduğum nişanlımı çok beğendiğini söyleyerek benden istedi. Çok üzülerek onu da kendinse verdim. Çünkü biz gerçek dosttuk, onun üzülmesini istemedim. İşlerim bozulduğunda onun fabrikasına gittim ve çalışmak için kendisinden iş istedim. Bana iş vermedi, çok üzüldüm, ama yine de arkadaşıma kızmıyorum. Çünkü biz gerçek dosttuk”.
Bu konuşma üzerine kurnaz arkadaşı daha fazla dayanamaz, mikrofonu eline alır ve başlar konuşmaya; “Benim de bir zamanlar çok sevdiğim bir dostum vardı. İşlerim bozulduğunda kendisinden para istedim. Bütün parasını bana verdi. Sonra ondan nişanlısını istedim. Üzülerek onu da bana verdi... Nişanlısını istememin nedeni, o kadının arkadaşıma layık bir kadın olmamasıydı. Kendisi çok saf ve temiz olduğundan, arkadaşımı o kadından bu şekilde kurtardım. İşleri bozulduğunda gelip benden iş istedi. Arkadaşımı kendi emrimde çalıştıramazdım. O yüzden kendisine iş vermedim. Günün birinde karşılaştığı adam benim babamdı. Babam ölmek üzereydi, onu arkadaşımın yanına ben gönderdim ve mirasını ona ben bıraktırdım. Evine gelen dilenci kadın benim annemdi. Ona bakıp iyi yaşamasını sağlamak için ben gönderdim. Şu anda evlenmek üzere olduğu bayan da benim kız kardeşim. Onu arkadaşımla evlenmesine ben ikna ettim. Değerli misafirler, işte biz öyle gerçek dostuz.”.
-
SEVGİYİ BİLENLER.
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?"diye. "Bakın göstereyim" demiş ermiş. .
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da "derviş kaşıkları" denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. .
Bunun üzerine "Şimdi..." demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. .
"İşte" demiş ermiş. "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz. .
Şunu da unutmayın: Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır her zaman...".
-
müşteri destek cehenneminden bir kesit <div id="post_message_32141" dün bi bilgisayarcının müşteri destek bölümündeydim hani şu telefondan konuşup yardımcı oluyolar ya işte o çocuklar nese konu bu olunca aklıma okduğum bi hikaye geldi ve nakledeyim istedim
"bir gün annemle modem almaya gittik yani telekom gibi bi yer bildiğiniz gibi ordan internete bağlanılıyo biz modem bakarken falan ben dalmışım neye bi kadın vardı ona dalmışım annem beni çekiyo ben anne bırak diyorum ben kıza bakarken bi telefon geldi olay aşağıdaki gibi oldu:
müşteri- Sanırım makinem kilitlendi.
görevli- Şimdi söyle yapalım, ctrl-alt-delete.
müşteri- Hepsine aynı anda mı?
görevli- Evet.
müşteri- Ama parmaklarım yetmiyor?
görevli- Bakın önce ctrl'ye sol elinizin başparmağıyla, sonra sağ elinizin bas parmağıyla alt-gr'ye, sonra da sağ elin işaret parmağıyla delete tuşuna basıyorsunuz.
müteri-ctrl'ye bastım, alt tuşuna da şimdi.
görevli- Delete'ye basacaksınız.
müşteri- ctrl'den elimi çekeyim mi?
görevli- Hayır efendim.
müşteri- Peki alt-gr'den?
görevli- Hayır efendim dedim ya, hepsine aynı anda basıyor olmanız gerekiyor.
müşteri- Daha kolay bir yolu yok mu?
görevli- Var efendim, makinede reset yazan butona basın.
müşteri- Nerede o?....
görevli- İsterseniz ctrl alt delete'yi tekrar deneyelim, basmanız gerek, sadece bir tuş kaldı.
müşteri- Tamam fişini çektim.
görevli- Peki... "
</div
-
Arkadaslik
Kötü karakterli bir genç varmis. Bir gün babasi ona çivilerle dolu bir torba vermis. " arkadaslarin
ile tartisip kavga ettigin zaman her sefer bu tahtaperdeye bir çivi çak" demis. Genç, birinci (ilk)
günde tahtaperdeye 37 çivi çakmis. Sonraki haftalarda kendi kendine kontrol etmeye çalismis ve geçen
her gün daha az çivi çakmis.
Nihayet bir gün gelmis ki hiç çivi çakmamis. Babasina gidip söylemis. Babasi onu yeniden tahtaperdenin
önüne götürmüs. Gence "bugünden baslayarak tartismayip kavga etmedigin her gün için tahtaperdelerden
bir çivi çikar sök" demis.
Günler geçmis. Bir gün gelmis ki her çivi çikarilmis. Babasi ona "aferin iyi davrandin ama bu
tahtaperdeye dikkatli bak. artik çok delik var. Artik geçmisteki gibi güzel olmayacak" demis.
Arkadaslarla tartisip kavga edildigi zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik)
birakir. Arkadasina bin defa kendisini affettigini söyleyebilirsin ama bu delik aynen kalacak (kapanmayacak).
Bir arkadas ender bir mücehver gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir sen ihtiyaç duydugunda yardimci
olur, seni dinler sana yüregini açar" demis..
-
KORKMAK
İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor,, Sevilmekten korkuyor,
kendisini sevilmeye layık görmediği için.Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.Duygularını ifade etmekten korkuyor,
reddedilmekten korktuğu için.Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için.Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.
-
BİR ÇOCUĞUN MELEĞİ
Bir zamanlar Dünyaya gelmeye hazirlanan bir çocuk varmis. Bir gün tanriya sormus:
-Tanrim beni yarin dünyaya gönderecegini söylediler, fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki
orada nasil yasayacagim?Tüm meleklerin arasindan bir tanesini senin için seçtim.
O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak.Melegin sana her gün sarki söyleyecek ve gülümseyecek.
Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksin.PEKIII!
Insanlar bana birsey söylediklerinde dillerini bilmeden söylenenleri nasil anlayacagim?
Melegin sana dünyada duyabilecegin en güzel, en tatli sözcükleri söyleyecek,
sana konusmayi dikkatle ve sevgiyle ögretecek.-Peki TANRIM, Ben seninle konusmak istersem ne yapacagim?
Melegin sana ellerini açarak bana dua etmeyi ögretecek.Dünyada kötü adamlar oldugunu söylüyorlar,
beni kim koruyacak?Melegin seni kendi hayati pahasina dahi olsa daima koruyacak.
Fakat ben seni bir daha göremeyecegim için çok üzgünüm.
Melegin sana sürekli benden söz edecek ve bana gelmenin yollarini sana ögretecek.
....O sirada CENNETTE bir sessizlik olur ve dünyanin sesleri cennete gelmeye baslar.
ocuk gitmek üzere oldugunu anlar ve son bir soru sorar.TANRIM,
eger gitmek üzere isem lütfen çabuk söyle benim melegimin adi ne?
Meleginin adinin önemi yok yavrum, sen onu ANNE diye çagiracaksin
-
YALNIZLIK PAYLAŞILDIKCA AZALIR
MUTLULUK PAYLAŞILDIKÇA ARTAR DERLER
YA HÜZÜN NE PAYLAŞILIR
NEDE PAYLAŞILDIGINDA ARTAR VEYA AZALIR...
HÜZÜN TEK BAŞINA YAŞANIR
TEK BAŞINA AGLARSIN
ISSIZ SOKAK BAŞLARINDA
TEK BAŞINA DÜŞÜNÜRSÜN
YARİN NERDE NE YAPIYOR DİYE
VE ASLINDA DÜŞÜNDÜGÜN
SENİ DÜŞÜNMEZKEN BİLE
ONU BEKLERSİN
BEKLEMEK ÖLÜM KADAR ACI OLSADA
VE BAZEN ÖLMEK İSTERSİN
YARİNİN YOKLUGUNDA
O SENİN İÇİN HİÇBİRŞEY YAPMAZKEN
SEN KENDİ HAYATINDAN VAZGECERSİN
ONUN HABERİ BİLE YOKKEN
HÜZÜN MUTSUZLUK VE ACI
SEVGİDEN ARTA KALAN
Bİ PARÇA MUTLULUK BULMAK İÇİN
SONU OLMAYAN ACILARA BIRAKIRSIN
KENDİNİ
VE HÜZÜN PAYLAŞILMAZ..
A.N.T
-
HÜZÜN MUTSUZLUK VE ACI
SEVGİDEN ARTA KALAN
Bİ PARÇA MUTLULUK BULMAK İÇİN
SONU OLMAYAN ACILARA BIRAKIRSIN
KENDİNİ
Biraz yürek ister ama öyle herkes kabullenemz bunu..
Sevgiyi bu kadar öcü gibi görmek niye ki sevmek kutsaldır sevgi başkadır....
sevgiden korkmak en büyük korkaklıktır..
Bana deseler bu kuyunun içinde gerçek sevgi var gir hiç düşünmem girerim dipi görünmesi önemli değil..
Acı kutsalsa çekilmeli.....
-
<div align="center" MEDİNENİN GÜLÜ
ANDIM YİNE SENİ HER ŞEY YADIMDAM SİLİNDİ
HAYALİN GÖNLÜMÜN TEPELERİNDE GEZİNDİ
BU BİR SERAP OLSADA HAFAKANLARIM DİNDİ
ANDIM YİNE SENİ HER ŞEY YADIMDAN SİLİNDİ
KEŞKE HEP AŞKINLA YANSAM OTURUP AŞKINLA KALKSAM
RUHLAR GİBİ YÜKSELİP DE UFKUNDA DOLAŞSAM
BİR YOLUNU BULUP GÖNLÜNDEN İÇERİ AKSAM
KEŞKE HEP AŞKINLA OTURUP AŞKINLA KALKSAM
M.FETTULLAH GÜLEN...</div
-
ASLINDA BU DENLİ GÜZEL KOKMAZ
Aslında bu denli güzel kokmaz hiç bir karanfil,
Onda seni kokladığımdan bunca güzel.
Aslında bu denli güzel olmaz hiç bir NİZİP,
Orda seni öptüğümden bunca güzel.
Aslında bunca güzel olmaz hiç bir dünya,
Seni sevdiğim için dünya da böyle güzel.
Aslında bu denli deli değildim sor kime istersen,
Sevince seni delilik bile bak ne güzel.
Aslında sen dünya güzeli değilsin,
Sevdiğim için dünyada tek güzelsin...
AZİZ NESİN
-
Arkadaşlar bir şeyi itiraf edeyim ben bu siteyi çok mu çokkkk seviyorum niye derseniz sitemiz her türlü görüşü bünyesinde bulunduruyor niye derseniz bir arkadaşımız fetullah hocanın şiirini yazmış bende o şiiri bütünleyen ama onun görüşü ile zıt görüşü olan birçağa damagasını vurmuş aziz nesilin şiirini hatırlattı bana. demek ki bu şiirleri yazanların ortak bir tarafı var Türkiyenin havasını solumaları....
Ee şimdi gökhan aziz nesili yazdı bu çocuğun görüşü acaba ne diyecekseniz TC vatandaşalarının görüşü diyeyim:))) ülkemdeki her insanı karşılıksız seviyorum ..
saygılar.
-
AŞk Yemİnİ
Aşk Yemini
Bugün olduğu gibi yarın da, yarından sonra da, Ondan sonraki günlerde de gözlerimdeki yerinin değişmeyeceğine...Seni bir ömür seveceğime...Kelebeklerin renklerinin insanı büyülemesi gibi, yarınımda da hep sevginle yaşayacağıma... Her bakışında okuduğun o gözleri her zaman yanımda göreceğine, en yakın dostun, en yakın sırdaşın, en yakın arkadaşın olacağıma... Sıkıntının sıkıntım; üzüntünün üzüntüm olacağına...Her kızgın anını çiçeğe dönüştüreceğime...Her üzgün anında tebessümün geri gelmesi için elimden geleni yapacağıma...Asla ve asla soğuktan ve yanlızlıktan üşümeyeceğine...Yanında olmadığım ve varlığıma ihtiyacın olduğu her anda bir rüzgar olup seni saracağıma...Gözümün gözüne değdiği her an; sana yeniden aşık olup seni bir periye dönüştüreceğime...Yaşam boyu her sabah sana aşık olaraka uyanacağıma...Sen uyurken sana bakıp, Sen ve Ben için dualar edeceğime...Hasta olduğun zaman sana çorba yapacağıma...Seni asla üzmeyeceğime... Seni kızdırırsam. bunu bilmeden yapacağımdan
hemen özür dileyeceğime...Beni tanıdığın gün, benden gördüğün neyse, ömrünce aynı beni göreceğine...Sevgimin asla değişmeyeceğine...Sevgimin asla azalmayacağına...Bilakis her gün büyüyen bir sevgiyi dönüp mutluluk ormanlarına seni taşıyacağıma...Senin herşeyin önünde olduğun gerçeğinin asla değişmeyeceğine...Seni asla ihmal etmeyeceğime...Senin sadece 14 Şubat`ta değil, 365 tane Sevgililer Günü`nde 365 tane ismin olacağına...Sana yalan söylemeyeceğime...Başkalarının yanındayken seni asla unutmayacağıma...Elini usul usul, korka korka tuttuğum o ilk gündeki aynı heyecanı hep yaşayacağıma...Bir ömür senin elini bırakmayacağıma...Bir ömür Can`ım olarak kalacağına...Tüm balonları senin için gökyüzüne salacağıma... Tüm çiçeklerde seni göreceğime...Okyanuslarda seni dalga yapacağıma...Yıldızlara kement atacağıma...Gökkuşağına salıncak kurup 7 renge senin rengini karıştıracağıma...Her satırda seni yazacağıma...Seni çizeceğime ve sana sesleneceğime...Hiç bir şeyin, hiçbirzaman senin
önüne geçemeyeceğine...Her günün bir öncekinden daha güzel olacağına...Her anın unutulmazlık zincirine bir yenisini ekleyeceğine... Sana her zaman HAYATIM diyeceğime...
Seni sonzukluk kadar çok seveceğime...
Sen, ''SEN'' olduğun için seni seveceğime...
Seni ''Bir ömürden de öte'' seveceğime...
Seni Seviyorum diyeceğime...
SÖZ VERİRİRİM...
-
-
-
Dönemiyorum abi girdim bir girdaba çırpıntıkça giriyorum içine :))))))))
Abi siz kime dön demiştiniz :))))
-
gökhan sen bu şiiri şimdi Nizip.com yemini diye değiştirisin... dimii :-))
-
Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir sure sonra , genç adam , uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkum olduğunu açıklamış. Mahkumiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki , ne ziyaretine gelmişler , ne de bir mektup yollamışlar. Ama fakir oldukları için seyahat edemediklerini , cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor ; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyormuş.
Ailesinin işini kolaylaştırmak için , kendilerine mektup yazıp tren kasabanın eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse , raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış.
Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa , hiç bir şey yapmayacaklar , o da trende kalıp Batıya gidecek , belki de bir serseri olacakmış.
Tren , kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki , pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş.
Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş. Bir dakika sonra elini genç mahkumun koluna koymuş ,
“ Şuraya bak ” demiş. Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş. “ Her şey yolunda , bütün ağaç bembeyaz kurdelalarla bezenmiş ”.
O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar , adeta , birden dağılmış , kaybolmuş.
"Affetmezseniz sevemezsiniz.
Sevgisiz hayat ise anlamsızdır"
-
Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar.
Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş denizyıldızlarını denize attığını fark eder ve
“niçin bu denizyıldızlarını denize atıyorsun ?”
Diye sorar.
Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi,
“yaşamları için”
yanıtını verince, adama şaşkınlıkla
“iyi ama burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkan yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki ?” Der.
Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan kişi,
“bak onun için çok şey değişti,”
karşılığını verir...
-
2. Dünya Savaşı'nda İngiltere başbakanı Churchill, Türkiye'nin Almanya'ya karşı savaşa girmesi için elinden geleni yapmış.
Hatta sırf bunun için Türkiye'ye gelmiş ve İsmet Paşa'yla Adana'da görüşmüş. Ancak İsmet Paşa'yı savaşa girmeye ikna edememiş..
Churchill görüşmeden sonuç alamayacağını anlayınca gerisin geriye dönmüş. Ama Churchill bu. Hemen pes etmemiş kurt politikacı.
İngiltere güçlü ama zaten Almanya ile savaş halinde. Bir başka savaşı göze alamadığından
Türkiye'yi yolu yordamıyla tehdit etmek istemiş. Ne yapayım da edeyim diye düşünmüş, taşınmış.
En sonunda ne yapacağına karar vermiş. Hemmen yaverinden bir çuval buğday getirmesini istemiş.
Bir mektup yazıp çuvalın içine koymuş. Yaverine "Bunu Türkiye'ye İsmet Paşa'ya bizzat götür.
Ve Paşa'nın yanıtını almadan da geri dönme" demiş..
Çuval askeri uçakla anında yola çıkmış. Yaver çuvalı İsmet Paşa'ya teslim etmiş ve Churchill'in hemen yanıt beklediğini bildirmiş.
İsmet Paşa bir çuval buğdayı görünce çok şaşırmış taabii. Çuvalı açmış, bir bakmış ki, çuval ağzına kadar buğday dolu ve en üstte de
bir mektup var..
Mektupta, "Biz İngilizler, bu çuvaldaki buğdaylar kadar kalabalığız. Almanya'yla ilişkilerinizi kesin.
Yoksa fena olur" gibisinden bir yazı varmış. İsmet Paşa'nın gözleri çakmak çakmak olmuş.
Yavere beklemesini söylemiş. Odasına girmiş ve yardımcısından aç bir tavuk bulup getirmesini istemiş.
Kendisi de oturup bir mektup döşenmiş. Mektupla tavuğu gelen buğday dolu çuvala koymuş. Churchill'in yaverine "İşte cevabım" demiş..
Yaver çuvalı almış, uçağa atladığı gibi, gıdak mıdak sesleri eşliğinde İngiltere'ye uçmuş.
İngiltere'ye varır varmaz, Churchill'in huzuruna çıkmış. Churchill kendinden emin biçimde çuvalı açınca bir de bakmış ki,
çuvalın içinde karnı yediği buğdaylardan şişmiş bir tavuk, bir avuç buğday ve bir de mektup var.
Hemmen mektubu açmış. İsmet Paşa mektuba şunları yazmış: "Bir tavukla başedemeyen İngilizler'den niye korkalım?".
-
"font-weight: normal; font-size: 10pt; color: #000000; font-style: normal; font-family: Tahoma; background-color: #ffffff; text-decoration: none; layer-background-color: #FFFFFF" BİR BARDAK SÜTÜN HATIRI
Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu
ve okul giderlerini karşılamak için
kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu.
O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı.
Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan
yiyecek birşeyler istemeye karar verdi.
Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce utandı.
Yiyecek bir şeyler yerine "Affedersiniz,
bir bardak su rica edebilir miyim?" diyebildi yalnızca.
Genç bayan, çocuğun aç olabileceğini düşünerek
kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk,
sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra
"Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?"
diye sordu genç bayana.
Genç bayan, "Borcunuz yok" diyerek,
yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti;
"Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket
karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini
beklemememizi öğretti bize" dedi.
Çocuk "O halde çok teşekkürler, yürekten
teşekkür ederim size" dedi. Howard Kelly,
evin önünden ayrıldığı zaman
kendisini yalnızca bedensel olarak değil,
ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.
Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan
bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar
çaresiz kalınca, hastalığı ile ilgili araştırmalar
yapılması için onu büyük kente gönderdiler.
Dr. Howard Kelly, konsültasyon yapması için
çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini
duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da
yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı
ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını
kurtarmak için elinden geleni yaptı.
Uzun süren tedaviden sonra
bayan sağlığına kavuştu. Dr. Kelly,
denetlemesi için önüne getirilen faturaya
şöyle bir baktı ve üstüne birşeyler yazarak
zarfın içine koydu ve hasta bayanın odasına gönderdi.
Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline.
Açmaya korkuyordu... Hastane faturasını
asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca
bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu.
Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş
bir not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı:
"Hastane giderlerinin tamamı
bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.".
-
DOĞRULUĞUN SONU BÖYLE OLUR
Adam, Harem-i Şerif'in kapısında hep aynı duayı okuyordu:
- Ey doğrulara yardım eden, haramdan kaçınanları koruyan!..
Ona 'Sen başka dua bilmez misin?' dediler. O şöyle açıklama yaptı bu duayı tekrar etme sebebi olarak:
- Ben Beyt-i Şerif'i tavaf ederken ayağıma takılan şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla imanım mücadeleye tutuştular. 'Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar.' dedi şeytanım.
İmanım ise, 'Bu haramdır, boşuna saklama, sahibini bul, teslim et.' dedi. Ben böyle mücadele içinde iken birinin sesi duyuldu.
- Burada içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise versin, ona otuz altın müjde vereyim.
Bin haramdan, otuz helal hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladırlar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:
- Ben Mağrip sultanının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti, beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evladın gibi baktın. Bundan dolayı memnun oldum. Bunlar beni satın alacaklar sakın az altına razı olma, elli bin altına sat beni.
Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdat'a gittim. Orada açtığım dükkanda mallarımı satıyordum. Bir tanıdığım gelip, 'Meşhur tüccar dostum vefat etti, ay gibi güzel kızcağızı yetim kaldı gel bunu sana alalım.' dedi. Ben de kabul ettim. Çeyiz olarak birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken birinin üzerinde dokuz yüz yetmiş altın yazılıydı. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dedi ki:
- Babam bu keseyi Harem-i Şerif'te kaybetmiş, bulan bir helalzade keseyi verince otuz altını ona müjde vermiş, geride kalan altındır içindeki.
Bunun üzerine ben Allah'a hamd ve şükürde bulundum, bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek olayı kızcağıza anlattım. Mutluluğumuz daha da perçinlenmiş oldu!...
-
gökhan abi farklı görüşlerin olması güzel şiiride begendim ama adamın ateist oldugunu ögrendigim zaman üzüldüm aziz nesin için...
-
sokaklarındaki ahşap evlerde
benzinin soluklugunu aradım anne,
anne nasılda özlemişim senin nasır tutan ellerini sıçaklıgını
seni aradım seni kör olmuşlugumda
umudum tükenipte bakınca aynaya
parlayan gözlerindeki buguyu gördüm
ne vakit yorulsa dizlerim
ne vakit özlemeye başladımsa ölümü
sen anne bana soluk almayı ögrettin
saçlarına aklar düştükce dahada büyüyordun
seni aradım seni anne
dua dökülen dillerine karışan gözyaşlarını
yanında bir daha uyuyamama korkusuydu içimdeki
gözlerim kapalı seni deryalarda ararken
sıgmıyordun dünyaya
hasret kokan anam..........
A.N.T
-
<blockquote <blockquote <blockquote <p align="center" GÜL BAHCESI .</blockquote </blockquote </blockquote <blockquote <blockquote <blockquote
Zamanin birinde bir kasabada yasayan dünyalar guzeli bir kiz varmis. Bu kiz oyle guzelmis ki cok uzak sehirlerden ve ulkelerden çok zengin,cok yakisikli, asil pek cok delikanli onu gormeye gelirmis.Kendisiyle evlenmek isteyen nice prensi nice sovalyeyi reddeden guzel kiz kimseleri begenmezmis.Bu arada ayni kasabada yasayan ve bu kiza asik olan genç bir delikanli da bu kizi istemis. Ama kiz onu da reddetmis. Aradan uzun yillargecmis. Bizim delikanli kasabadan ayrilmis. Kendine baska bir hayat kurmus ve evlenmis,coluk cocuga karismis. Bir gun yolu bir zamanlar yasadigi guzel,kucuk kasabaya dusmus. Orada tanidik birine rastladiginda aklina bir zamanlar orada yasayan dunyalar guzeli kiz gelmis ve ona ne oldugunu sormus. Yasli adam onunde gul bahcesi olan bir evi gostererek kizin evlendigini soylemis.Bizimki bir zamanlar herkesi reddetmis olan kizin kocasini pek merak etmis.Bir gun gizlenip kocasini evden cikarken gormus. Kizin kocasi sisman, kel ve cirkin mi cirkin bir adammis. Ustelik zengin bile degilmis. Cok merak eden adam kocasi gittikten sonra evin kapisini calmis.Kiz kapiyi acinca kendini tanitmis ve neden boyle bir adamla evlenmis oldugunu sormus. Kiz da ona arkasindaki gul bahcesinden en guzel gul'u koparip getirirse cevabi verecegini bu arada tek sartinin bahcede ilerlerken geriye donmemesi oldugunu soylemis. Adam da bunun uzerine yuzlerce guzel gulun oldugu bahcede ilerlemeye baslamis. Birden cok guzel sari bir gul gormus. Tam ona dogru egilirken biraz ilerde kocaman pempe bir gul gozune çarpmis. Tam ona uzanirken daha ilerde muhtesem guzellikte kirmizi bir gul goncasi gormus. Derken bir de bakmis ki bahcenin sonuna gelmis ve mecburen oradaki bir gul'u koparip kiza goturmus. Bahcenin en guzel gulunugetirmesini beklerken kiz bir de ne gorsun yapraklari solmus ciliz bir gul. Bunun uzerine adama donen kiz soyle demis; "Bak gordun mu? Her zaman daha iyisini bulmak isterken omur gecer ve sen en kotusune razi olmak zorunda kalirsin. Bu yuzden genclik gitmeden elindekiyle yetinebilmeyi ogrenmek gerekir.".</blockquote </blockquote </blockquote