Bizim gençlik yıllarımızda çok büyük bir kitle vardı yani 1980 öncesinde bunların ana sloganı şöyleydi.
KARŞIYIM KARŞI HER ŞEYE KARŞI
selamlar
Yazdırılabilir Görünüm
Bizim gençlik yıllarımızda çok büyük bir kitle vardı yani 1980 öncesinde bunların ana sloganı şöyleydi.
KARŞIYIM KARŞI HER ŞEYE KARŞI
selamlar
İşin ilginç yanı hayır diyenler de evet diyenlerde darbe anayasasına karşı. Tavsip etmedikleri bir anayasa ile yönetiliyorlar.
Birileri gelmiş bunu yavaş yavaş düzeltme çabasına girmiş. Ama yaramıyor. Neden ? Çünkü bu parti yapaıyor prim yapmasınlar zihniyeti. Önce bundan kurtulmak ve samimi olmak lazım. Biz bu değişiklikleri yavaş yavaş da olsa yapmak zorundayız. Muhalefet bu yönde çaba göstermeli. Çomak sokmak peşine düşmeden.
Daha paketi görmeden görüşmeye tenezzül etmeden hayır demekle bu memlekete hizmet edemeyeceklerini bilmeleri lazım. Tabi niyetleri ülkeye millete hizmetse.
BAGIMSIZ YARGI İÇİN HAYIR........... bu tasarı ile yapılmak istenen tek birşey var, o da yüce divandan kurtulmak......İktidarın amacı Anayasa mahkemesi ve HSYK nın yapılarına müdahale etmek ve hukuku ele geçirmektir.Bu iki maddenin dışındaki maddelere hayır diyen hiçbir siyasi parti yokken,bu iki maddeyi Anayasa paketinden çıkarmak şartıyla evet diyeceklerini deklare etmelerine rağmen iktidar bildiğini okumaktadır.
Ülkede dirlik ve düzen bırakmayan, insanlarımızı fakirleştirirken , yedi sülalelerini ve yandaşlarını zenginleştiren, dış ülkeler nezdinde Ulusal onurumuzu beş paralık eden, hükümetteki partinin kendi çalıp kendisinin oynadığı ve referanduma götürdüğü pakete HAYIRRRR....Terör artarak can almaya devam ederken,
ekonomik gücün hızla düşerken,
çocuğun işsiz, geleceğin belirsiz,
toprakların ipotek altındayken…
Limanların gibi, madenlerin gibi, fabrikaların, bankaların, bütün stratejik kurumların gibi,
ADALET SİSTEMİNİN DE ÖZELLEŞTİRİLMESİNE SESSİZ Mİ KALACAKSIN ?
HAYIRSA…
Sandıkta da HAYIR
Anayasa paketi değişikliği ile başbakan yüce divandan nasıl kurtulacakmış?
Biraz açıklarmısın?
CHP Milletvekili Erdem'şe yapılan röportaj'dan alıntıdır.
Referandumda Anayasa değişikliğine evet diyeceğinizi duydum!
Evet, "Evet" diyeceğim...
Partiniz "Hayır" kampanyası başlatmışken siz neden evet diyorsunuz peki?
12 Mart'ın ve 12 Eylül'den nasibini almış, hapislerde yaşamış demokrat bir siyasi olduğum için "Evet" diyorum. Benim için 12 Eylül darbesinin yeniden tartışılmasına ve ayrıca piyasada, "12 Eylül Anayasası'nın artıkları temizleniyor" laflarının dolaşmasına vesile olduğu için evet diyorum! Bir yurtsever olduğum için evet diyorum. Ve bence CHP'li, MHP'li AKP'li her kim olursa olsun bütün aydın ve demokrat sağduyulu insanların da bu anayasa değişikliğine "Evet" demesi gerekiyor.
![]()
Muhsin Yazıcıoğlu'na inanılmaz işkence!
02 Ağustos 2010 Pazartesi 16:23
Mamak Cezaevi'nde yaşanan işkenceler şoke ediyor!.. Yazıcıoğlu, Mamak cezaevinde 26 gün çırılçıplak asılı tutuldu.
![]()
Nazım ALPMAN
Şiddet ahtapotu
Takvim gazetesinden Emin Pazarcı'nın "12 Eylül zindanları" yazı dizisi devam ediyor. Dizinin bugünkü bölümünde 26 gün çırılçıplak asılı tutulan Yazıcıoğlu ile Yılma Durak'ın Mamak'ta yaşadıkları vahşet vardı.
YAŞAR OKUYAN'DAN KAN DONDURAN SÖZLER
12 Eylül Darbesi yapılmış ve işkenceciler gemi iyice azıya almıştı. İşkencelerde uygulanan metotlar artık çığırından çıkmıştı. Öylesine iğrençlikler sergileniyordu ki, dayanılır gibi değildi. Aradan yıllar geçtikten sonra, darbe öncesi MHP'nin Genel Sekreter Yardımcılığı makamında bulunan Yaşar Okuyan, yaşananları, "Ülkücü Hareket'in bazı liderlerinin ırzına bile geçtiler" sözleriyle özetleyecekti.
Mamak Askeri Cezaevi'nin C-5 adı verilen bölümünde sergilenenler, kelimenin tam anlamı ile insanlık dışıydı. Burada bir yandan işkence, diğer taraftan sorgu yapılıyordu. Sorgu ekibinin başında ise MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nın savcısı Hava Hakim Albay Nurettin Soyer vardı.
Dayaktan etkilenene dayak atılıyordu. Erkeklik organından elektrik verilmesinden rahatsız olanlara defalarca elektrik veriliyordu. Bazıları Filistin Askısı'na asılıyordu. Bazıları da çırılçıplak soyulduğunda çözülüyordu. Utanma duygusu yüzünden morali bozulduğu tespit edilenler, bütün sorgu boyunca çıplak tutuluyordu.
İRADE DIŞI ÇIĞLIK ATIYORDU
Bütün bunlar, C-5'te yaşanan olağan olaylardı. Orada çok daha iğrenç ve kelimenin tam anlamı ile insanlık dışı metotlar uygulanıyordu. O günlerde, gözaltına alınan bazı gençlerin aileleri de C-5'e getiriliyordu. Anneleri, karıları ve kızları da işkenceye alınıyor, çırılçıplak soyuluyordu.
İşkenceciler, bütün bunları yaparken gözaltındaki gence soruyorlardı:
-Haydi, şimdi de konuşma da görelim!
O dönemde, C-5'e getirilen arasında, daha sonra idam edilen Ali Bülent Orkan'ın ailesi de vardı. Yıllar sonra Hürriyet Gazetesi'nde İsa Armağan'ın ailesine de C-5'te işkence yapıldığı yazılmıştı.
Tekmeli, tokatlı, elektrikli ve askılı işkence aşamasından geçen ülkücüler, A Blok'taki "Kafes"e konuluyordu. Burada da manevi işkence uygulanıyordu. "Kafes" sirklerdeki aslan kafeslerinin benzeri bir yerdi. Burada oturmak, kalkmak, ayak değiştirmek, kıyafet düzeltmek, hatta oturuş şeklini bozmak bile izne tabiydi.
Herhangi bir ihtiyacı olanın yüksek sesle bağırması gerekiyordu:
- Komutanımmmmmm! "Komutanım" diye görevli askere sesleniliyordu. Kafes'te bütün erlerin adı "komutan", bütün gençlerin adı da "lan"dı.
Oraya giren emekli askerler bile görevli erlere "komutanım" diye hitap etmek zorundaydı.
Askeri yönetimin "komutan" olarak görevlendirdiği er cevap veriyordu:
- Söyle lan!
- Ayağımı değiştirebilir miyim komutanım?
- Kalk lan gel buraya. Elini uzat.
Elini uzatana kural olarak 5 adet cop vuruluyordu. Ardından "komutan" bağırmaya başlıyordu:
-Ne biçim izin isteme lan bu? Size öğretmedik mi? "Komutan" derken daha yüksek sesle bağıracaksın.
Tutuklu, tekrar yerine dönüp, avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
- Komutanımmmmmm...
Bu sahne her gün onlarca defa tekrarlanıyordu.
MUHSİN YAZICIOĞLU DA C-5'TEYDİ
C-5'teki işkencelerden nasibini alan ve daha sonra kafese konulanlardan biri de Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'ydu.
İhtilalin ardından uzun süre kaçak olarak yaşayan Yacıcıoğlu, yakalanır yakalanmaz C-5'e götürüldü. Günlerce son derece ağır işkenceye tabi tutuldu.
Daha C-5'in kapısına geldiğinde, dört bir yandan tekme ve yumruklar yağmaya başladı.
Burada başı duvara çarptı ve akan kan boynundan aşağı doğru süzüldü. Küfürler ve hakaretler arasında koridorlardan geçirildi.
İşkenceciler hiç vakit kaybetmeden Yazıcıoğlu'nu bir tahta platformun üzerine yatırdılar. Hemen ayakkabısını çıkarıp, başparmağından elektrik vermeye başladılar:
- Türkmen Onur nerede?
- Bize Mehmet Sakarya ve Ramiz Ongun'un yerini söyle...
Bu işlem işi yaramayınca, işkenceciler O'nu soymaya başladılar. Tam pantolonu çıkarılıyordu ki, Yazıcıoğlu bağırmaya başladı:
- Yapmayın, bunu yapmayın...
Bu tepkiyi vermekle hata ettiğini sonradan anladı
Soyulduğu zaman çok etkilendiğini gören işkenceciler, bu işlemi hep tekrarladılar. Tam 26 gün boyunca çırılçıplak soyup, işkence yaptılar.
Yazıcıoğlu'nu bir sandalyenin üzerine çıkarıp, T şeklindeki bir kalasa kollarından bağlıyorlardı. Kalas, tavandaki çengele asıldıktan sonra, altındaki sandalye çekiliyordu.
Havada sallanırken, çıplak vücudunun çeşitli yerlerinden elektrik veriliyordu. Acı dayanılır gibi değildi.
İşkenceciler manyetoya bastıklarında titreşimden bütün vücudu sallanıyordu. İç organlarının tamamı dışarı fırlayacakmış gibi oluyordu. Muhsin Yazıcıoğlu, irade dışı çığlıklar atıyordu. Bu işlemden geçen sadece Yazıcıoğlu değildi. C-5'in dört bir yanından çığlıklar yükseliyordu. '
ALLAHSIZ VİCDANSIZLAR...'
İstanbul Harbiye'de de bir işkence merkezi kurulmuş, bazı gençler de orada işkenceye tabi tutulmuştu. MHP ve Ülkücü Duruluşlar Davası'nda anlattıkları inanılır gibi değildi. Bir insanın aklının alamayacağı ölçüde işkenceye maruz kalmışlardı. 12 Eylül öncesi "Doğu'nun Başbuğu" lakabına sahip olan Yılma Durak, konuşmasını sürdürürken, bir ara hıçkırıklara boğuldu.
Duruşma Hakimi Kıdemli Binbaşı Vural Özenirler, araya girmek zorunda kaldı:
- Konuşamayacaksınız herhalde. Sağlığınız elvermiyorsa oturun.
- İsterseniz sorgunuzu erteleyelim.
Durak, hıçkırıklar arasında zor anlaşılır bir sesle cevap verdi:
- Hayır konuşacağım.
Durak, "konuşacağım" demesine rağmen, hıçkırıkları bir türlü dinmiyordu. İşkence altında yaşadıklarını bir türlü hazmedemiyor, kelimelere döküp, duruşma salonunda dile getiremiyordu.
Hıçkırıklarla ağlarken, Duruşma Hakimi bir defa daha araya girmek zorunda kaldı:
- Rahatsızsanız oturun, dinlenin. Sorguya daha sonra devam edelim.
Yine "hayır" cevabını veren Yılma Durak'ın dudaklarından hıçkırıklar arasında şu sözcükler döküldü:
- Bana işkence yapanlar, "Sen erkekliğinden oldun, ama seni zevkten mahrum etmeyeceğiz" dediler. Cop soktular.
Hıçkırıklar arasında söylenen bu sözler; herkesin tüylerini diken diken etmişti. Hakim heyeti bile şok olmuştu. Salonun dört bir yanından çığlıklar yükselmeye başladı.
Mahkeme salonu alabildiğine karıştı. Salonun arka tarafında bulunan dinleyiciler, ayağa kalkarak Mahkeme Heyeti'nin bulunduğu bölüme doğru yürümeye başladılar.
Durak'ın yakınları ise çığlık çığlığa bağırıyorlardı:
- Allahsızlar, vicdansızlar...
'KATİL EVREN'
Bahçelievler'deki MHP Genel Merkezi'nin altındaki bir dairede yaşayan partinin emektarı Hasan Kozan'ın oğlu Kadir'in akli dengesi yerinde değildi. Kadir, zaman zaman MHP Genel Merkezi'nin karşısındaki kaldırıma geçer, "Kahrolsun faşistler. Sizin hepinizi kesmek lazım" diye bağırırdı.
Bazen de Emek civarındaki CHP'lilerden para alıp, MHP Genel Merkezi'ne CHP bayrağı asardı. Kadir, MHP içinde Alparslan Türkeş'ten çekinmeyen tek isimdi. Partiye girip çıkarken "Başbuğ Türkeş" diyerek yolunu keser, harçlık almadan da yol vermezdi.
Bazı durumlarda da karşısına geçip bağırırdı: -Faşist Türkeş, katil Türkeş... Katil, katil... Hızını alamayıp, Türkeş'in aracını taşladığı bile olurdu. Alparslan Türkeş ise, Kadir'in bu davranışları karşısında hiçbir rahatsızlık belirtisi göstermez, ya söylediklerini duymazlıktan gelir, ya da gülüp geçerdi. 12 Eylül İhtilali'nin ardından Kadir'in bütün düzeni bozuldu.
İhtilali yapan darbecilere kafayı taktı. Yöneticiler gözaltına alındığı, partiye kimse gelmediği için bunalımlı günler yaşıyordu. Artık kimseye "Faşistler, katiller" diye bağıramıyor, binayı güvenlik altına alan polis ve askerler de kendisine hiç iyi davranmıyordu. Bütün bu olup bitene çok kızan Kadir, ihtilalden birkaç gün sonra Çankaya Köşkü'ne gitti. Tepkisini ortaya koymak için de Cumhurbaşkanlığı'nın duvarına kocaman bir bozkurt resmi asıp bağırmaya başladı:
- Katil Evren, katil Kenan Evren... Bir anda ortalık karıştı. Eğer polisin içinden kendisini tanıyanlar çıkıp, "Durun, o deli" diye bağırmasaydı, askerler anında tetiğe basacaktı. 12 Yönetimi'ne ve Kenan Evren'e, Çankaya Köşkü'nün önünde açıktan tavır alıp "katiller" diye bağıran tek kişi olan Kadir, ihtilalden bir yıl kadar sonra Sincan'da trenin altında kalıp, hayatını kaybetti
Fatih abi yüreğimizi dağladın.
Allah Muhsin başkana gani gani rahmet etsin.
Zalimlerin hesabı burda olmasa bile mahşerde görülür.
Mümine ümitsizlik yok.
Cebinde sigara parası olmayan gençlerin eline
silahlar bombalar verdiler
sonrada siz suçlusunuz
deyip
idamlar işkenceler
mahpuslar icad ettiler.
Hiç mi vicdanları yok.
Bu yapanların içinde hiç mi Türk Müslüman yok.
Kast sistemi gibi bir bürokrasi kurmuşlar
Sadece kendilerini efendi
geri kalanı
köle görüyorlar.
Rabbim rahmet eylesin en büyük işkenceyi gördü amma agzından bir günden bir güne Allahına isyan ve devletine isyan çıkmadı
Bütün liderler bir tarafa o bir tarafa o kadar mümtaz bir şahsiyetti. gerçek iman sahibi ve vatanseverdi
Selamlar
ÜMMET ARIKAN (Fikri Arıkan'ın Babası) ANLATIYOR
Türközü'nün bayırlarında köhne bir yapı. Ve tozlu topraklı yolların açtığı yerde bir çift göz ev. Yokluk, sefalet ve perişanlık sinmiş evin duvarlarına. Ağlıyor o. Hep inlemede Ümmet Amca. Sidik torbası yanında sarkmış, iki büklüm olmuş belinin orta yerine vurmuşlar, oğlunu şehit vermiş Ümmet Amca. Çökmüş gözleri, sıyrılmış yüz derisiyle çileyi germiş bedenine...
Soruyorum... idam gecesini, öncesini, sonrasını... Bir bir anlatıyor Ümmet Amca. Kâh ağlıyor, kah inliyor, kah debeleniyor için için.
"Yatsı namazını kıldım, selamladım. Radyoyu açtım, açar açmaz Fikri Arıkan, bugün saat üçte idam olacak dedi.
Bayılmışım orada. Kız çocuğu taksi tutmuş, doğru Doğan'ın oraya... Beni evde bırakıyorlar tabii. Bizimkiler emmi uşakları, konu komşu birikip gidiyorlar. Ne çare oğlum, ne çare! iş işten geçmiş. Asmışlar oğlumu.
Sabah oldu, sen gel bana sor. Beni de aldılar yanlarına. Mezarlığa gittik. Yüz kişi falan var. Hocalar bağırdılar, Fikri'nin babası
geliyor diye bağırdılar. Beni kucakladılar hep. Yavrum asılmadan önce, hocalar anlattı, üç sefer bağırmış:
Kahrolsun komünistler, kahrolsun komünistler, kahrolsun komünistler diye.
Sonra da bu düzene vermiş veriştirmiş. Oğlumu bir anlatıyorlar, bir anlatıyorlar, bitiremiyorlardı güzelliklerini. Şöyle, asılmazdan
önce, bakmışlar ki, alnında nur var, vallahi nur varmış alnında.
Oradakilerin hepsi hayıflanıyorlar, böyle bir yiğidi nasıl olur da asarlar diye. Efendime söyleyeyim, kefen şöyle böyle sarın falan diyenler olmuş. Eh işte. On onbeş hoca elime ayağıma düştüler. Sen Fikri'nin babasısın sen Fikri'nin babasısın diye etrafımda fır döndüler. Sen ne mutlu bir babasın,sen şehit babasısın diye eteğime yapıştılar.Yavrumun kabrine götürdüler. Bayrama ya bi
gün var ya iki gün. Duvara nasıl vurmuşsam vurmuşum haberim yok. Burnum kırılmış, her tarafım kan olmuş tabii. Oradan beni alıp götürmüşler.
Oğlum, idam edilmezden önce nişanlı bacısına mektup yazıyor. Mektubu onlar götürdü. "Bacım" diyor, "Sen sen ol, başını falan açma. Namazını kıl, orucunu tut." Nasihat ediyor. Sonra, ilhan kardeşine bir şeyler yazıyor. Diyor ki, "Babamın sözünden çıkma. Aman ha aman, namazında ol, orucunda ol, İslâm yolundan ayrılma. Aynen böyle diyor. Bize ayrıca yazmadı. Yazıp yazmadığı
o mektupçuk işte. Ben nasıl yaşayım oğlum. Halime bakın halime.
Hocalar çok şey anlattılar, idam edilen yere gelmişler.
Benim Fikri'min eli kolu bağlıymış zincirlen. Elimi kolumu açın diye bağırmış. Namazımı kılacağım, demiş. Zincirini çözmüşler, oğlum, önce abdest almış, Kur'an okumuş, iki rekat namaz kılmış... Sonra işte Allah demiş, hep, Allah'ı anmış her soluğunda. Avukatı vardı. O gitmemiş. Dayanamam ben demiş gitmemiş işte.
İdam edilmeden önce ziyaretine gittimdi. Yanımda kızım vardı.
Ağlıyorum habire, kendimde değilim. Canım da yanıyor, kolay mı?
Bana kızdı: "Allah için ölmek güzel baba, dedi, metin ol, dedi. Teselli verdi yavrum bana.
Bacısına da öğüt verdi.
Müslüman Türk kızı gibi ol, dedi, İslâmı öğren, yaşa dedi durmadan.
Ölümden hiç korkmuyordu yavrum... Korkmadan da gitti.
Ağlıyordu Ümmet Amca. Onu acısıyla baş başa bırakmak içime sinmedi. Onu yoksulluğu ile yerin dibinde inlemelerle terk etmek hoş değildi. Ne var ki, ben de Fikri gibi biriydim. Tek farkım, o kurtulmuştu, ben ise hâlâ imtihan içeri imtihandaydım. Ayrıldım Ümmet amcadan.
Ağlıyordu o...
![]()
Veyis ATEŞ
vates@tvnet.tv.tr
Hayır Demezsem Namerdim
03 Ağustos 2010 Salı
CHP PM Üyesi Prof. Dr. Süheyl BATUM ““AKP Anayasası ile ilgili sorular/cevaplar” konulu bir yazı yayınlamış.
Değişik TV kanallarında “kadrolu polemikçi” olarak görev yapan ve her fırsatta yandaş medya tanımı yapan bir köşe yazarı da BATUM’un bu yazısını aynen almış ve başlık olarak da “Referandumda neden hayır demeliyiz” cümlesini kullanmış.
Bu yandaşlık olmuyor tabi!
Aracıyı geçelim, BATUM’a kulak verelim.
“Anayasa neden önemlidir?” sorusuna şöyle cevap vermiş Süheyl Bey.
“Çünkü toplumun, toplumdaki değişik grupların, katmanların isteklerini yansıtır. Onların ayrı ayrı haklarını korur. İşçilerin haklarına yer verir. Sendikasız çalıştırılanların, emeklilerin, işverenlerin, kadınların, çocukların, engellilerin, değişik mezheplerdeki yurttaşların, öğrencilerin, küçük esnafın, yargının, basın emekçilerinin, gazilerin ve bu ülke için canını vermiş şehit ailelerinin, TEKEL işçilerinin, çiftçilerin, tarım kesiminde çalışanların haklarını korur.”
Doğru mu, doğru.
“Anayasa Nasıl Yapılır?” sorusunun cevabı ise şöyle.
“Anayasa’yı yaparken, tüm bu grupların temsilcileri çağrılır, görüşleri alınır, talepleri alınır. Anayasa bu taleplerin tümüne yer verebildiği oranda demokratik bir anayasa olur. Ve anayasa, ancak böylece bir “toplum sözleşmesi” olur.”
Doğru mu; bu da doğru.
Hoca bundan sonra şöyle devam ediyor.
“AKP Anayasa’yı böyle mi yaptı?”
“Hayır. AKP tek başına Anayasa’yı yaptı. Hiçbir partinin görüşlerini almadı. Tüm sivil toplum örgütlerine “üç gün süre” verdi. CHP’nin “üç maddeyi ayırıp, diğerlerini beraber oylama” önerisine cevap bile vermedi. Bugüne kadar yapılan tüm çalışmalara, diğer partiler ya da sivil toplum örgütleri tarafından hazırlanan taslaklara dönüp bakmadı bile.”
İşte burası Hoca’ya “Dur” deme yeri.
AK Parti’nin son hamlesiyle birlikte, mevcut iktidarın 3. Anayasa değişikliği hamlesi bu.
Köksal TOPTAN’ın TBMM Başkanı olduğu dönemde partilere yapılan çağrılar; Ergun ÖZBUDUN Hoca’nın öncülük yaptığı Yeni Anayasa Çalışmaları sırasında kopan fırtınalar hala zihinlerde taptaze duruyor.
Bunlardan hangi birine, hangi komisyona anamuhalefet destek verdi, hatırlayan var mı?
Hoca bir de “Anayasa tek parti tarafından yapılabilir mi?” diyor ve cevabı yapıştırıyor.
“Hayır. Çünkü o zaman “toplum sözleşmesi” olmaz, “parti anayasası” olur. “AKP anayasası” olur.”
E peki Hocam, bundan önceki Anayasa’yı çok partili bir parlamento mu yaptı?
82 Anayasa’sını yapanların, yaptıranların bir kısmı hala hayatta.
Kimdi onlar; sendika yöneticisi mi, parti başkanı mı, muhtar mı?
Bu değişiklik toplum sözleşmesi olmuyor, parti Anayasası olursa, 82 Anayasası neyin yasası?
Hem “açık açık” söyler misiniz bu değişikliğin neresi kötü?
Darbecileri koruma altına alan Anayasa’nın geçici 15. Maddesi kaldırılacak; 12 Eylül darbecilerine yargı yolu açılacak. Ve hatta darbe planı dâhil, askerlik mesleği dışında işlerle uğraşanlar sivil mahkemelerde yargılanacak.
Bunun neresi kötü?
Yüksek Askeri Şura kararlarıyla ordudan ihraç edilen askeri personele; yargıya başvurma, hak arama hürriyeti ve savunma hakkı verilecek.
Bunun neresi kötü?
İsim, resim, kimlik bilgisi ve hatta telefon numarası gibi özel bilgiler gizli olacak. Bu bilgilerin kayda geçirilmesi kişinin rızasıyla olabilecek. Fişleme tarih olacak. Fişlenen vatandaş hesap soracak.
Bunun neresi kötü?
Hakkında soruşturma yürütülen işadamları vergi borcundan dolayı yurt dışına çıkamıyor. Bundan böyle hakkında hâkim kararı olmayan her işadamı yurt dışına çıkabilecek.
Bunun neresi kötü?
Memurlara toplu sözleşme hakkı verilecek. Aynı hak emeklilere de verilecek. Haksız ceza aldığına inanan memur mahkemeye gidebilecek.
Bunun neresi kötü?
Sendika, Birlik ve Konfederasyon temsilcilerinden oluşan “Ekonomik ve Sosyal Konsey” anayasal güvenceye kavuşturuluyor. Ekonomi politikalarında etkin olacak konseyin çalışmalarında iktidarların inisiyatifi azaltılıyor.
Bunun neresi kötü?
Devletle vatandaş arasında yaşanan sorunlar mahkemeye gitmeden çözülebilecek. Ayrıca vatandaş memnun kalmadığı yargı kararlarını Anayasa Mahkemesi’ne taşıyabilecek.
Bunun neresi kötü?
Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler, gazi ve şehit yakınları anayasal güvenceyle ayrıcalıklı hale getiriliyor.
Bunun neresi kötü?
Artık benim, senin, onun, hepimizin oylarıyla oluşan partiler, üç-beş oyla kapatılamayacak.
Bunun neresi kötü?
Hep yargıya müdahale haberleriyle gündeme gelen HSYK’nı üye sayısı 7 den 22 ye çıkacak. Üyeler bugüne kadar olduğu gibi sadece Danıştay ve Yargıtay’dan değil, 13 bin kürsü hâkimi arasından da seçilebilecek.
Bunun neresi kötü?
Getirin daha iyisini; referandumda hayır demesem namerdim
Buna göre % 54.1 EVET çıkıyor.
Bütün herkes
ben hakiki sağcıyım diyen
ben hakiki solcuyum diyen evet diyor.
Demeyenler
Onlar sadece konuşuyor.
Ahmet Özal
Benim şahsi oyum EVET diyor
ama DP li Cindorukla yan yana oturup
Parti hayır diyor diyor.
Ama bu mesele şahsi
Parti ile alakası yok.