Yazdırılabilir Görünüm
gökhan eline sağlık çok güzel olmuş....
Gidiyorum buralardan yalınayak ve üzgün
Önümdeki uçurumlara aldırmadan
Varsın hayallerim kurduğum yerde kalsın
Ardımda yaralı bir yürek
Kederli bir ömür
Ve yoksul anılar bırakarak
Çekip gidiyorum sevdiğim
Hoşçakal gönlümün nazlısı
Gidiyorum başım önümde, gözümde nem
Duramam artık ey aşk, ey sevdiğim
Hüzne ve kedere boğulduğum bu şehirde..
Hiçbir anı kabul etmiyor beni
Bedenim buz gibi soğuk
Yüreğim param parça keder
Kış kadar soğuk ellerim
Ardımda yoksul bir sevda
Ve bana ait ne varsa
Bırakıp gidiyorum sevdiğim
Hoşçakal alnımın yazısı,kaderimin küskünü
hoşkakal
Bütün yaprakları dökülmüş
Dalları kırılmış bir ağaç gibi hıçkırarak
Ve bırakarak ardımdan sırtımı yasladığım çınar ağacını
Meçhule giden acılar yüklü bir gemide
Uğuldayan rüzgarlara sarıp sesimi
Şarkıların sustuğu,aşkların vurulduğu
Limanlara gidiyorum sevdiğim
Hoşçakal kırık sazım,sevdamın yaralı türküsü
Hoşçakal
Bir yıldız daha kaymadan gözlerimden
Bir daha yağmamalı bu ihanet yağmurları
Ağlamamalı bu yürek bir daha
Bir acıyı başka bir acıyla sarıp
Alıp dağların ve yıldızların gölgesini
Yüzümde kış,bakışlarımda kar
Yorgun akan bir ırmak misali
Kimsesiz sokaklara bırakıp yalnızlığımı
Gidiyorum sevdiğim
Hoşçakal gecelerimin yıldızı
Yusuf, sabahın erken saatlerinde aniden kan ter içinde uyandı. Kendisini bu kadar tedirgin eden hiç şüphesiz gördüğü rüyaydı.
Bir kuş görmüştü.Ak kanatlı. Karanlıkların içinden bir çığlık gibi uçuyordu aydınlık masmavi gökyüzüne. Tasasız ve kedersizdi .Işıltılı gözlerle – sadece güzel olanı gördüğü için- süzülüyordu.
Ansızın kuş sendelendi ve düşüverdi. Yere doğru çakılan bedeni kan revan içindeydi. Paramparça olmuş bedeninden geriye sadece yüreği kalmış olarak orada oracıkta toprakla bütünleşmiş vaziyette.
Yusuf bunu kötü bir düş olarak yordu. Unutmak isterken rüyayı ikinci gün tekrar gördü. Üçüncü gün tekrar. Yusuf iyice tedirginleşti. Bu arada gittikçe duruma alışıyordu. Aşırı tekrar onda bağımlılık yapmaya başlamıştı. Her gece düşündeki kuşla konuşmaya başladı. Sürekli konuşuyor yalnızlığını dindiriyordu. Bunca kokuşmuşluk içinde var olma mücadelesini veriyordu. Kuşa Yusufçuk adını taktı. Zaten o Yusufçuk kuşuydu ya.. Yusuf kendi kendine Hz. Yusuf (a.s.) olsaydı da yorumlasaydı şu rüyaları diye eseflendi . Rüyaları bir bir yorumluyordu Hz. Yusuf (a.s.) . Rüyalara anlam getiriyordu. Rüyalar insanın kendisi oluyordu.
Yusuf düşünmeye başladı. Bir haftadır bu rüyayı görmez olmuştu. Yoksa bu rüya burada bitecek miydi . Bir daha ak kanatlı Yusufçuğu göremeyecek miydi. Yusufçuğun ölümünü görmek onu üzüyordu üzmesine ama O yaşarken , uçarken ki gözlerindeki parıltıyı, yaşama sımsıcak bakışını ,en iyiye en güzele , özlenene , beklenene , vuslata koşarken ki yaşananları çok seviyordu.
Yoksa diye düşündü Yusuf , Yusufçuk ben olmayayım. Ben kuş oldum , cik oldum, cuk oldum . Uçtum, uçtum çok ötelere . Bir yazgının süreğine doğru...
Karanlıklar yaşadığı acılar olmalıydı. Bu kadar acıya dayanacak yüreceğinden başka neyi vardı. Uçsuz diyarlarda Kaf Dağıydı.Oradan devşirilecek onca aydınlıklar vardı.
Artık Yusuf, Yusufçuk kuşu olup elvan çiçeklerini başına takarak , yol aldı, yol verdi. Uçtu, uçtu. Daha güzel yarınlara alaca şafaklara doğru. Bir daha hiç görülmedi. Onu ne duyan var nede soran .Özgürlük çok yakın onu özleyene , arzulayana.
Gönderen: arifmahircetin1
Kestane rengi, kalçalarına kadar uzanan, kıvrılmış saçlarıyla her zaman ki gibi neşe saçıyordu. O’nu gülmemiş bir vaziyette gören olmamıştı. Her durumda kendisine mutluluğu ilke edinmiş çağdaş bir Polyannaydı. Dağ yamacına emaneten oturmuş , işi var kalkıp gidecekmiş gibi duran beş , altı haneli küçük köyde yaşıyordu. Adı Züleyha Gül’dü. Köy de kendisine Gül diye seslenilirdi.
O’nu ilk defa güneşli bir ilkbaharda gördüm. Tatilimi geçirmek için köyüme ziyarete gelmiştim. Yıllardır hasret kaldığım köyümün toprağında gezintiye çıkmıştım. Dağın az biraz hafif aşağısın da koca gövdesiyle yıllardır bir çok genç yüreklere duldalık yapmış ceviz ağacının altında , saçlarını yastık yapmış bir vaziyette ,uzanıp , hafif esen rüzgarla serinlenen bedenini dinlendiriyordu. Beni görünce, harbiyeli genç subaylar gibi birden ayağa kalktı. Şaşırmıştı. Bir taraftan üzerinde biriken toprakları silkeliyor, bir taraftan da etrafta başka insanlar arıyordu. "Hoş geldiniz ! ben Züleyha Gül" diyerek benim elimi sıktı. Ben de hafifçe ellerimi bırakırken "Ben Yusuf , her halde yaşadığım da bir Yusuf masalı olsa gerek " diyerek gülümsedim. Bu sözün burada söylenmesinden hiçbir şey anlamamış olsa gerek ki "Yusuf masalı mı?" diye sordu. Bense "hiç bir şey . sonra konuşuruz" dedim.
Mavi mi? yeşil mi? olduğu ilk etapta fark edilmeyen gözlerini benden utangaç bir edayla kaçırdı. Rahatsız olmaması gerektiğini . biraz gezintiye çıktığımı söyledim. Ve oradan -ondan- ayrıldım.
Büyük şehrin entrikalarından, koşuşturmacasından, yorucu iş çalışmalarından kaçıp köye; köyün sakin ve rahatlatıcı ortamında, kafa dinlemeye gelmiştim. Nerden çıktı bu Gül? Hiç hesapta yoktu. Gül yaşamıma ilk defa acı veriyordu. Modern hayat hızla tüketmeyi öğretiyordu. Çılgınca bir tüketim. Hayatımda közde demlenmiş çayın yeri yoktu. Ama aşk kor bir şekilde yüreğimi demlemeye başlamıştı. Nereye baksam O. Günlüğüm de onun adını yazmak için sürekli bahaneler uydurup en onulmaz bir yere gül konduruyordum.
Her fırsatta onunla birlikte olabilmek için çeşitli bahaneler uyduruyordum. Her görüşmemizde sevecen bir edayla beni karşılıyordu. Havadan sudan meseleleri çok ciddi bir tarzda konuşuyordum. O’nun, biz şehir ahalisinin böyle davranması gerektiğini düşündüğünü sanıyordum. Sevmek, acı çekmekti ve ben bunu hayatıma yazıyordum.
Babasının bir minibüsü vardı. Fabrikadaki işçileri evlerine getirip götürüyordu. İri yarı , şişmanca, sert mizaçlı bir insandı. Öyle insan azmanı biri değil, selam verdiğin zaman aşılmayacak sandığınız buzdan dağlar eriyip gidiyordu. En küçük çocuğu olduğundan Gül’ü fazlaca seviyordu. İlgisinin fazlalığından Gül biraz serbest büyümüştü.
Gül’ün yurt dışı hayalleri ile yatıp kalkan bir abisi ve evde bekleyen üç ablası vardı. Ablaları ilkokuldan sonra okula gitmemişlerdi. Yani şehrin gizemi onların beyinlerinde dolaşmıyordu. Bir ablası fabrikada çay servisi yapıyordu. Ama bu yeterli değildi. Düşlerinde kendilerini rahat yaşatacak eşleri konuk ediyordu.
Gül’ün şehirle teması taşımacılık sistemi sayesinde şehirdeki okula gitmesiyle başlamıştı. Her köylü gibi hayatının büyük bölümünü köyde, ev ve tarla işleri ile uğraşarak geçiriyordu. Okulda ve televizyondaki yaşamla, icbar edildiği köy örtüşmüyordu. Bu O’nu mutsuzluğa sevk ediyordu. Belki bundandır; şehir çocukları için okul tatili bir sevinç ve neşe kaynağıdır ama köylüler için hüzün ve düşlerin bitimi. Büyük hayaller, büyük umutlar besliyordu hayata karşı. Kaçmak bir çözümmüş gibi geliyordu köyden ama nafile. Biliyordu ki ve öğrenmişti ki yaşam ancak mücadeleyle büyürdü. Zirve zordu. Hele zirveye ulaşınca orada kalabilmek her şeyden zor. Buna hazır değildi.
Benimle geçirdiği günlerde düşlerini büyütüyordu. Şehre olan özlemi bir kat daha artıyordu. Bizim yaşadıklarımıza tanık olmamıştı. Nerde bilsin ki her şehirli serin bir çayın aktığı, araba gürültüsünün ve egzozlarının olmadığı, hile ve alt etmenin olmadığı, erdemin, faziletin, iyiliğin, yardımlaşmanın, dostluğun, kardeşliğin egemen olduğu bir yer hayal eder. O işin reklamına aldanıp duruyordu.
Yaşanılanlar güzelse hayat çabuk geçer. Tatil bitmişti ve bende her şeyi, tüm güzellikleri bırakıp evime döndüm. Gitmemle birlikte O’nu tertemiz hayatından ayırmamak için hiç aramadım. Günler günleri kovaladı. Bir iş dönüşü eve geldiğimde, telefon çalıyordu. Öğrendim ki Zeliha Gül ;Dağın az biraz hafif aşağısın da koca gövdesiyle yıllardır bir çok genç yüreklere duldalık yapmış ceviz ağacına kendisini asmıştı.
Gönderen: arifmahircetin1
eger hgercekse cok yazık olmuş. :(
abı her turlu kıtap destegınde bende bulunurum bende de çok fazla kıtap war
hayat işte ne tesadüflerle dolu...yazık.
Bence daha önemli bir sorun var toplumsal bilinç burada siz kırathanede oturanları nasıl kitap kurdu yaparız düşüncesini savunuyorsunuz bunların çoğu eğitim görmemiş ve yaşlı insanlar en azından orta yaşlı aceba bizim gençliğimiz ne kadar kitap okuyor lise öğrencilerimiz veya memurlarımız iş adamlarımız bunlar yeterince kitap okuyormu bence bu işe okullardan başlanmalı yani tabi kırathanelerde kitaplık olmasıda çok mantıklı ama asıl önemli olan o zihniyetin kırathanede kitap araması bu yapıldığı zaman inanınki kahveciler her dükkana bir kütüphane açacaktır
Adres: Cumhuriyet mah. Kuşcu Ali sokak Abdulgaffar Özkaya İşhanı no:2/3NİZİP/ GAZİANTEP
iRTİBAT TELEFONU:03425175040
[IMG]![]()
Derneğin yeri vakıfbankasının karşısındaki işyerinin 3. katı zeugma internet kafesinin üstü vakıfbankasını bilmiyen yoktur değilmi diğer bir tarifle safa dersanesinin bulunduğu binanın karşısı...
http://www.Nizip.com/showthread.php?t=2322
Kardeş insan isterse bulur yeterki içinde o istek olsun
yazık olmuş....
Gerçekten çok yazık olmuş mukadderat ama birazda insanın elinde tabi bunlar toplumuzda çok yaşanan olaylar bir çözümü olmalı allah yüreği yangın yeri olan herkesin yardımcısı olsun