-
Rişvanların Kültürel Unsurları
Rişvanların Kültürel Unsurları
Rişvan Aşireti’nin Türk kökenli olduğu yönündeki deliller sadece arşiv belgeleri ve Türkçe aşiret adlarının yanında yaşadıkları örf ve adetleriyle de ortaya konmuş bir gerçekliktir. Türk kültüründe yaşayan ve hatta Türkiye’nin batı illerinde unutulmaya yüz tutmuş bazı Türk adet ve gelenekleri Rişvan Aşireti’nde varlığını devam ettirmektedir. Bunlardan biri de Albastı-Alkarası kültürüdür.
Yakşa kelimesi Uygur ve Sanskirt dillerinde “Şeytan” anlamına gelir. Eski Türkçede ise Şeytana Albıs adı verilmektedir.
Türk halk kültüründe görülen “Albastı veya Alkarası” kültürü, yani yeni doğmuş çocukların dışarıya çıkarılmaması, Albastı ve Alkarası’ndan korunması kültürüdür. Albastı veya Alkarası, doğum sırasında ve sonrasında gerek anne gerek çocuk için en büyük tehlike olarak kabul edilen kötü ruhtur. Bunla ilgili inanç, Türklerin çok eski devirlerden günümüze kadar gelen, halen Anadolu ve Anadolu dışındaki Türkler arasında yaşayan önemli bir inanç unsurudur.
Karakteristik bir Türk motifi olan Al, Albastı ruhu, Alkarası; Osmanlı metinlerinde Albız, Urenha ve Tuba Türklerinde Albıs, Altay Türklerinde Almıs, Yakut Türklerinde Abası olarak bilinir. Kazak ve Kırgız Türklerinde Sarı ve Kara olmak üzere iki türlü Albastı vardır. Bazen kadın, bazen tilki, bazen keçi şeklinde görüldüğüne inanılmamaktadır. Bu inanç en çok da Başkurd Türklerinde ve Başkurdistan’da görülmektedir.
İşte bu eski Türk inancı, bugün Anadolu’nun doğu kesiminde yoğun olarak yaşamaktadır. Nitekim mevzuumuzun da konusu olan Gaziantep ve Maraş bölgesinde yaşayan aşiretlerden Rişvanlarda da Alkarası inancı hâkimdir. Rişvanlar loğusa kadının yastığının altına bir demir parçası veya bıçak koyarlar. Çünkü Alkarası demirden korkar, ayrıca bunun yanında dualar yazılı “betik veya muskalar da” bulundurulur. Yine loğusa kadının üstünde veya başında mutlaka kırmızı renkli bir yaşmak (bu örtüye Gurmanclar “yazma” der) veya kumaşın bulunması ve kocasının da elbisesinden bir parçanın bulunması, Alkarasına karşı koruyucu bir tesiri olduğuna inanılır. Loğusa, kırkıncı gününü tamamlayıncaya kadar yalnız bırakılmaz. Ayrıca yeni doğan çocuk kırkı çıkınca yıkanır. Anne hamilelik sırasında bir şeyi arzulayıp da yiyemediyse ve hamilelikte yatır ziyaret edilmişse ve anne yatıra ait kabrin neresine dokunmuşsa, o yere denk gelen yerde çocukta ben ya da leke olacağına inanılmakta, hamilenin ölüye bakması men edilmektedir.
Çocuğu olmayanlar ve dilekte bulunanlar yatırlara ve kırsal alanda tek bulunan ağaçlara giderek dua eder ve bez bağlayarak dileklerinin kabul edileceğini düşünürler. Rişvan aşiretlerinde görülen Kırk olayı, yatır, bez bağlama ve leke hadisesi tamamen Türkî bir inanç olup sadece Tük kültüründe mevcuttur. Bu inançların hiç biri Arap, İran, Ermeni, Gürcü v.b. ülkelerin kültürlerinde mevcut değildir.
16. yüzyılda Türk kökenli olmasına rağmen Fars (İran) kültürü ile donanmış Safevi Devlet etkisi tüm Mezopotamya ve günümüz Doğu Anadolu’sunu etkisi altına almış, bu etki daha sonra Osmanlıların etkisi ile daha da belirgin hale gelmiştir. Bu durum tüm doğu aşiretlerini etkilediği gibi Rişvan Aşireti’ni de etkilemiştir. Yine de yaptığımız incelemeler, Fars kültür ve dil etkilenmesinden en az yara alan aşiretlerden birinin de Rişvanlılar olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Ortaya koyduğumuz yüzlerce veri Rişvanlıların kökenlerini anlatmaya kâfi gelecek boyuttadır. Her toplumun kendi kökenlerini bilme ve atalarını tanımaya hakkı vardır. Bazı kesimlerce Rişvanlar yıllardır asimile edilmeye ve özlerinden koparılmaya çalışılmaktadırlar. Buna son vermek de öncelikle bu aşiret mensuplarına düşmektedir.
ÖMER ÖZÜYILMAZ
-
ERTUŞ/ERTUŞİ/ARTUŞİ AŞİRETİ
Bu aşiret mensuplarının önemli bir bölümü Hakkâri ilinde konuşlu bulunmakla birlikte, Van, Siirt ve Mardin’de de aşirete mensup gruplar yaşamaktadır. Aşiret genel itibariyle Kürt olarak adlandırılsa da yapılan araştırmalar Ertuşiler için ilginç neticeler ortaya çıkarmıştır.
Bu araştırmalara göre, Ertuşiler Türklerin ilk dönemlerinde bugün Batı Çin sınırları içinde kalan, Kırgız sınırına yakın Ertuş şehrinde yaşadıkları, gerek kuraklık gerekse de Çinlilerin baskıları nedeniyle batıya göç ettikleri, bu göçün önce Afganistan akabinde İran ve son olarak Mezopotamya’ya kadar sürdüğü görülmektedir.
Ertuşilerin ana yurdu olan Ertuş şehri halen Çin’in Sincan bölgesinde önemli bir kent konumundadır. Arap tarihçi Mesudi’nin Mürüc-ez Zeheb adlı coğrafya eserinde[1][1] de bu şehirden bahsederek, şehir halkının batıya göçünden bahsetmektedir.
Oğuz Kökenli oldukları yönünde iddialar olan Ertuşilerin aşiret yapıları da bu tezi doğrular niteliktedir. Tarihin eski çağlarından günümüze kadar devam eden Türk aşiret/boy yapısı irdelendiğinde, Türklerin aşiret sistemi üzerine kurulmuş diğer milletlerden ayıran bariz bir fark ortaya çıkmaktadır. Türk toplulukları/aşiretleri kendi aralarında önce iki ana kola ayrılır.
Türklerin göçebe yaşantısı, onlara hayatlarını düzene koymak ve göçebeliğin dezavantajlarını azaltmak için teşkilatlanmaya ve bu doğrultuda bir sistem oluşturmaya itmiştir. Bu kapsamda teşkilat yapılanması önce ikili sistem ardından 12’li ve sonrasında da 24’lü sistem şeklinde oluşturulmuştur.
Bulgar ve Karluk Türkleri; İç-Dış, Oğuzlar; Üçok-Bozok, Hun, Ogur, Bulgar, Hazar, Macar, Kuman ve Türgişler’de Ak-Kara şeklinde ayrımlar oluşturulmuştur. Akkoyunlu-Karakoyunlu, Akkeçili-Karakeçili ayrımı da yine buna bir örnek olarak gösterilebilir. Hunlara bağlı Gav-çığların on iki klanı olduğu W. Eberhard tarafından da kaydedilmiştir. Bunlar sırasıyla:1-Çığfuli 2-Tulu 3-Çığcan 4-Dalien 5-Kuho 6-Joşupey 7-Dapugan 8-Alun 9-Moyün 10-Sıfın 11-fufolo 12-Cısu’dur.
Burada adı geçen Gav-çığ boyunun isminin önünde yer alan “Gav” adı eski Türkçede “göç eden” anlamında olup, Kürtler ve Türklerin ortak destanı olan Demirci Kava destanında ki “kava” adı da buradan türemiştir. Eski Türklerde vezirlere “Demirci” denmekte olup, “Demirci Kava” adı Çin bölgesinden kaçarak Türkistan’a gelen Bilge Tonyukuk’a Türkistanlıların verdiği “Demirci Gava” adından gelmektedir.
Konumuza dönecek olursak; meşhur İslam Seyyahı İbn Faldan, Başkurd Türklerinin 12 boya ayrıldığına işaret etmektedir. Gerçekten de Başkurdlar kendilerini “on iki bavlı/on iki boy” olarak nitelemektedir. Başkurd’ların “12 Bav” dedikleri konu “12 Baba” demek olup, Gurmanc lehçesinde de “baba” kelimesi “bavı” olarak telaffuz edilmektedir.
Altaylılar da kendilerinin 24 Söyükden (kemik/soy) meydana geldiklerine inanmaktadırlar. Karakeçili yürükleri de 12 aşiretten oluşmaktadır. 1-Veliler 2-Poyrazlı 3-Kıldanlı 4-Softalı 5-Karakayalı 6-Talazlı 7-Şazlı 8-Hacı Halil 9-Hayam Kethuda 10-Özbekli 11-Akçainli 12-Karabakılılardır. Bazı Türk Grupları ise sayı olarak azalma gösterdiklerinde altı (6)’lı sisteme geçtikleri görülmüştür. İkili sistem Gurmanclarda da Gurmance Gewr ve Gurmance Reş şeklinde kendini göstermektedir.
Meşhur araştırmacı Buruinessen, Hakkâri’de yerleşmiş olan Ertuşi ve Pinyaniş aşiretlerinin boy olarak ikili sistemle Sağ ve Sol olarak ayrıldıklarının belirtmektedir. Tarihçi Abdulhaluk Çay, Pinyaniş aşiretinin Sağ kolu oluşturduğunu, Hakkâri ve Çukurca’da oturduklarını, Ertuş aşiretinin de Sol kolu oluşturduklarını, yine Ertuşilerin kendi aralarında iki kola ayrıldığını Adıyaman ve jirki adını taşıdıklarını, Pinyaşilerin kendilerinin “demirci” olduklarını, Timurlenk’in Anadolu ve Suriye seferleri sırasında bölgeye geldiklerini belirtmektedirler. Pinyaşiler de yayla zamanında aşiret mensuplarının çadırlarına “zoma” adı verilirken, aşiret reisinin çadırına da “Otağ” gibi öz Türkçe adlar verilmektedir. Daha sonra tafsilatıyla ortaya belirteceğimiz diğer bir hususta bu aşiretin kullandığı dildeki Öztürkçe kelime sayısının Türkiye Türklerinin kullandığı Türkçeden daha fazla olduğudur. Anadolu Türklerinin unuttuğu birçok proto Türkçe kelime halen bu Hakkâri aşiretlerince kullanılmaktadır.
-
1921-1926 yılları arasında Irak’ın Revandiz-Van havalisi komutanlığı ve Van Vali Vekili görevlerinde bulunan Süleyman Sabri paşa, “Van Tarihi” adlı eserinde; “Şafak ve Ertuşi (Artuş) aşiretlerinin Türk teşkilat tarzı ile teşkilatlandıklarını ve Turanlı bir aşiret olduklarını” belirtmektedir.
Başbakanlık arşivlerinde ve Osmanlı Tahrir Defterleri temelinde yapılan çalışmalarda[2][2] yaklaşık 400 yıl öncesinde Ertuşi aşiretinin Yörükan taifesinden olduğu gösterilmiştir. Yine Giravyanlar aşireti mensubu Adil Alantaş; ”Van ve Hakkari bölgesinde yaşayan Ertuşilerin 12 babadan geldiklerini, her babanın mensubu bulunduğu bir aşiretin adının var olduğunu” belirtmiştir. Adil Alantaş, “dedem 12 babanın reisidir. Ben de “ezdinan” yani “özdinan” kolundayım demektedir.
Türk tarihçilerine göre Artuşi / Ertuşi / Hertuşi Aşireti, Oğuzlar'ın bütün husûsiyetlerini yaşatan ve bir bölümü Suriye ile Irak'ta yaşayan bu boy, Anadolu'da Hakkâri, Van ve Cizre (Mardin) bölgelerine dağılmış bir aşiret olarak görülmektedir.
Rıza Zelyut 10 Eylül 2007 tarihli Kürt Alevi yoktur balıklı makalesinde ; “Bugün Kürt sayılan Şikak aşireti, Kürt tarihi Şerefname’de, Türk aşireti gösterilmiştir. Bu aşiretin sol kolunu oluşturan ve Hakkari yöresinde bulunan Ertuşiler de Türk’tür. Ertuşlu demek olan bu isim; İrtişli/Ertiş anlamına gelir. İrtiş/Ertiş, Türklerin anayurdundaki ırmaklardan birisidir” ifadeleriyle Ertuşilerin Türk kökenli olduklarını ifade etmiştir. “Ataların Horasan Erleri olduğu geleneği” Alevi ve Sünni Kürtlerde, Türkmen ve Yörüklerdeki olduğu gibi Ertuşilerde de geçmiş yıllarda anlatılan hikâyelerden biridir.
Ankara Merkezli “ülkemiz” dergisinin 1967 ağustos sayısında, Ertuşi Aşireti tam olarak tanıtılmış ve tam bir Türkmen boyu olarak ifade edilmiştir. Orhan Türkdoğan “Doğu-Güneydoğu Kabile Aşiret Yapısı” adlı kitabında, 1890 yılında kurulan Hamidiye alaylarına Van’dan (ozaman Hakkari Van’a bağlıdır) katılan aşiretler Haydaranlı, Şuli (Şaveli), Adamanlı, Mukuri, Milan, Şemsiki, Şekyak, Takuri, Ertuş, Penyaniş, Şeydanlı, Halaçlar’ın iştirak ettiklerini ve bunların esasen Türk kökenli olduklarını ifade eder.
Ertuşilerin sadece örgütlenme şekli değil, örf-adet yapıları da tamamen Türkmenlerle aynıdır. Orta Asya Türk Şaman kültüründe insanların çadır ve ikametin kapının eşiğinde, girişinde oturmaları şiddetle men edilmiş olup, bu inanış sadece şaman kültüründe mevcuttur. Halen günümüzde dahi Türkiye’de aileler çocuklarının kapı önünde oturmalarına müsaade etmezler. Şaman inancına göre eşikte oturulduğunda kötü ruhlar kişiyi olumsuz etkileyebilirler. Nitekim Milas ilçesine bağlı Kızılağaç Alevileri, Elazığ Gurmanc, Zaza ve Türkmenleri, yine Van aşiretleri eskiden kalma bu batıl inancın gereklerini uygulamaktadırlar. Bu inanış Çin’den Adriyatik’e kadar tüm Türklerde bilinen bir olgudur.
Terirdağ-Çorlu Bektaşilerinde, Van Ulupamir Kırgızlarında, Muş Celali aşiretinde, Malatya-Elazığ İzol aşiretinde, Antalya Yörüklerinde, Van Bürükan, Pinyaniş, Ertuş, Kasımoğlu aşiretlerinde, tüm Alevilerde ve Çerkezlerde hep bu inanış canlı tutulmaktadır.
Ertuşilerin Oğuzlarla olan benzer kültürel birlikteliği bununla da sınırlı değildir. Hakkari’deki Ertuşi aşiretinde yapılan iki çalışmadan birincisine göre, damat para ve buğdayı gelin içeri girerken damdan başına saçar. İkinci çalışmaya göre de, bu işi damadın babası yerine getirir[3][3], bu ve Ertuşilerde olan diğer Evlilik merasimlerinin tamamı Türkmenlerle aynı olduğu görülmüştür.
Yazgan’ın Sağdıçlık konusu ile ilgili olarak ülke genelinde yaptığı araştırmaya göre; “Evlenme kurumu oluşurken genç adayların en büyük yardımcıları, kendilerinden yaşlı ve tecrübeli olan yakın dostlarıdır. Bu dostların başında ise “sağdıç” gelir. Sağdıç düğünü idare eder, gelen misafirlerin ağırlanmasına yardımcı olur. Özellikle güveye düğün boyunca arkadaşlık eder. Onu düğün gereği yapılan bazı oyunlar karşısında korur ve evlilikte yapması gereken şeyler hakkında bilgi verir. Bu nedenle sağdıç kavramı Türkiye düğünlerinde çok önemli bir muhtevaya sahiptir. En basitinden, cemaat ilişkilerinin hakim olduğu sosyal gruplarda sağdıçsız düğün olmaz. Fakat bu kavram yörelere göre bazı farklılıklar ihtiva eder. Meselâ araştırma sahamızda “sağdıç”a Ozanlar, Tezeren ve Aşkale’de “enişte kardeşi” yani güveyin yakın dostu anlamında “bıra zava” Geçitveren’de “sağdıç” denir. Günbağı, Büklümlü, Alangören ve Karakaş’ta “şoşbin-şaşpin”; Dibekli, Saraycık, Yedibağ, Kacar, Ağın ve Höyük’de “sağdıç” Meşeli ve Uzungöl’de “şoşban”; Gökdere, Yoncalıbayır, Durmuşlar, Üçdeğirmen, Yüzevler, Mirahmet, Kızılpınar’da “şoşman”; Çalık, Bahçe, Kuşçulu ve çevre köylerinde “kirve-keriv” olarak ifade edilirken, Keban’ın Bölükçalı ve Elazığ’ın merkez Yedigöze köylerinde, sağdıç ile kirve eş anlamlı kullanılır. Aynı kavrama Karakoçan Okçular’da “şorhisban”, Hakkari’deki Ertuşilerde “seripsi denir” ifadelerini kullanmaktadır[4][4]. Bu çerçevede de Türkmen ve Ertuşi adetlerinde ki detayların bire birliği dikkat çekmektedir.
Bu çerçevede evlikten, ölüm törenine, çocuğun doğum olayından, günlük yaşantıya kadar her olaydaki kültürel unsurlarda Ertuşi aşiretinin öz be öz Oğuz geleneklerini sürdürdüğü görülmektedir. Bu nedenle Ertuşilerin kökenleri konusunun Irkçılık kavramı dışında sadece bilimsel anlamda araştırılmasının uygun olacağı kanaatimdeyim.
Ömer ÖZÜYILMAZ
[1][1] Selenge yayınları
[2][2] Cevdet Türkay, Oymak, Aşiret ve Cemaatler.
[3][3] Kızılkaya, M.: Nebiler, H.: Dünden Yarına Kürtler, Ankara 1991: 127.
[4][4] Yazgaç, E.: “Ertuşi Aşiretinde Evlenme Törenleri” TFAD.: S. 255, 1970: 2756
-
Mezopotamya’da Türkmen Varlığı
Mezopotamya’da Türkmen Varlığı
Dünya milletlerinin tarihi ve coğrafik kayıtlarında Doğu ve Güneydoğu için Kürdistan tabiri kullanılmamasına rağmen, aynı bölge için Türk yurdu anlamına gelen Turkmania adının kullanıldığını görmekteyiz.
Türkiye/Turkhia tabirine ise, ilk defa 6. yy.’da Bizans kaynaklarında rastlanılmaktadır. Bu tabir 9 ve 10. yüzyıllarda İdil-Volga nehrinden Orta Avrupa’ya kadar uzanan saha için kullanılmıştır. Bu kullanım Kafkasya bölgesindeki Hazar kağanlığı için Doğu Türkiye’si, Arpat hanedanının kurduğu Macar devleti için de Batı Türkiye’si şeklinde idi. Türkiye terimi ise 12. yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanılmaya başlanacaktır. 13. yüzyıldan itibaren Türk Memlüklülerinin hâkimiyetindeki Mısır için de Ed-Devlet’üt-Türkiyye adı verilmiştir. Görüldüğü gibi Türkiye terimi Türk milletinin milli topraklarını ve hâkim olduğu toprakları belirtmek için kullanılmıştır. 12.yüzyıldan günümüze kadar Anadolu için kullanılan Türkiye terimi, bu toprakların gerçek sahibini, bu topraklardaki gerçek kültürü tartışılmaz bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yabancı yazarlar Ortaçağ döneminde Kuzey Doğu Anadolu bölgesi için Ermen/Ermeniyye adlandırmasını kullanırken, Doğu Anadolu’nun ortasından itibaren başlayan bölgeleri ve Güneydoğu Anadolu’yu “Türkoma-nia- Türkmenya” yani Türkmen ülkesi olarak zikretmişlerdir. Doğu Anadolu’daki Türkmen yerleşmesi daha önce izah ettiğimiz üzere İlhanlılar döneminde büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Doğu Anadolu bölgesi, kış aylarını güneyde geçiren Türkmenler için bir yayla durumundaydı. Özellikle Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenlerini dikkate aldığımızda, Karakoyunluların Musul-Van bölgesinde, Akkoyunluların da Diyarbakır-Erzincan bölgesinde kışlak-yaylak konumlarını devam ettirdiğini görüyoruz.
Doğu Anadolu’yu Türkmen gruplarının yaylak olarak seçmeleri hususu en eski Türk destanı “Oğuz Han Destanı”nda da anlatılmıştır. Destana göre, Oğuz Han efsanevi devirlerde Alatağ (Van) ve Ağdı-Böri (Ağrı) dağlarında yaşamıştır.
14. yy.’da yaygınlaşmaya başlayan Türkomania terimini ilk defa yazılı metinlerde kullanan Marco Polo olmuştur. Ayrıca Marco Polo’ya göre Erzincan’ın doğusundan itibaren Erzurum ve Erciş bölgesini tatarların yaşadığı yer olarak tanımlamıştır[1][1]. Daha sonra Avrupalılar, Osmanlılara karşı bir alternatif olarak gördükleri bu Türk topluluklarına ayrı etnik bir kimlik vermek düşüncesiyle Türkmenlerin yaşadığı bölge için bu terimi kullanmaya başlamışlardır. Bölgedeki hâkimiyet mücadelesinde Osmanlıların rakibi olarak ortaya çıkan Akkoyu-nlular ve onları takiben Safeviler batılıların müttefiki durumundaydılar. Osmanlı devleti yerleşik medeniyeti temsil ederken, Türkmenler Konar-Göçer medeniyetin temsilcisiydiler.
Avrupa kaynaklarına baktığımızda, matbaanın icadını takiben basılan coğrafya eserlerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Türkmeniye ve Diyarbakır olarak ifade edilmektedir. Keza 1771 yılında ilk baskısı yapılan Encyclopedia Britannica’da Turkey maddesinde Osmanlı İmparatorluğu üç kısımda anlatılmıştır ki Avrupa, Asya ve Afrika şeklindedir. Asya Türkiye’si ise Anatolia (Anadolu), Diyarbeck (Diyarbekir, daha önce El Cezire’dir), Syria (Suriye), Turcomania (Türkmanya), “Part of Georgia and Arabia” (Gürcistan ve Arabistan’ın bir bölümü) adları altında beş bölümde düşünülmüştür. Turcomania; Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini içine alan bölgeyi göstermekte kullanılmıştır.
Anadolu’nun bu iki siyasi adlandırması 18. yy sonlarına kadar devam etmiştir. Bunu belgeleyen dönemin eserlerinden Encyclopedie des Voyages’de Türkmenia gerçeğinin vurgulandığını görüyoruz. “Ermenistan’ın diğer kesimi Türklerin elinde olup, ülke buraya adlarını veren Türkmenlerle meskûndur… Bu ülkeye Ermenistan’ın diğer bölümüne, Fırat boylarına gelip yerleştiler ve buraya adlarını verdiler” [2][2] şeklindeki kayıt konuyu tam olarak anlatmaktadır. Ermenistan’ın diğer bölümü şeklinde ifade edilen yerler ise Doğu Anadolu’nun güneyi ve Güneydoğu Anadolu’dur.
Alai Tabrizi, İlhanlı-İran mali sistemine dair yazmış olduğu Sa’adetname adlı eserinde Anadolu’nun idari taksimatı hakkında 14. yüzyılın ortaları için yukarıda zikrettiği Vilayet-i Vustaniye eyaletinin bölgelerinden birinin adı Etrak-i Vilayet-i Erzen-i Rum’dur. Bu eyalet Erzurum’un kuzeyinden Muş ve Bingöl bölgelerine kadar olan bölgeyi içerisine almaktadır. Dolayısı ile bu bölgeye verilen Etrak-i (Türkmen) Vilayet-i Erzen-i Rum adı, bu bölgelerde ki Türkmen nüfusundan ne kadar kalabalık olduğunu göstermektedir. 15. yüzyılın ikinci yarısında eserini yazan Ebu Bekr-i Tirhani, Bitlis, Ahlat, Van ve çevresini “Sökmenabad” olarak adlandırmaktadır. Bu kayıt buraların Türkmenlerce iskan edildiğini göstermektedir.
ÖMER ÖZÜYILMAZ
[1][1] Gül, a.g.k., s.53.
[2][2]Özoğlu, a.g.k., s.32
-
Mezopotamya’da Türkmen Varlığı
Mezopotamya’da Türkmen Varlığı
Dünya milletlerinin tarihi ve coğrafik kayıtlarında Doğu ve Güneydoğu için Kürdistan tabiri kullanılmamasına rağmen, aynı bölge için Türk yurdu anlamına gelen Turkmania adının kullanıldığını görmekteyiz.
Türkiye/Turkhia tabirine ise, ilk defa 6. yy.’da Bizans kaynaklarında rastlanılmaktadır. Bu tabir 9 ve 10. yüzyıllarda İdil-Volga nehrinden Orta Avrupa’ya kadar uzanan saha için kullanılmıştır. Bu kullanım Kafkasya bölgesindeki Hazar kağanlığı için Doğu Türkiye’si, Arpat hanedanının kurduğu Macar devleti için de Batı Türkiye’si şeklinde idi. Türkiye terimi ise 12. yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanılmaya başlanacaktır. 13. yüzyıldan itibaren Türk Memlüklülerinin hâkimiyetindeki Mısır için de Ed-Devlet’üt-Türkiyye adı verilmiştir. Görüldüğü gibi Türkiye terimi Türk milletinin milli topraklarını ve hâkim olduğu toprakları belirtmek için kullanılmıştır. 12.yüzyıldan günümüze kadar Anadolu için kullanılan Türkiye terimi, bu toprakların gerçek sahibini, bu topraklardaki gerçek kültürü tartışılmaz bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yabancı yazarlar Ortaçağ döneminde Kuzey Doğu Anadolu bölgesi için Ermen/Ermeniyye adlandırmasını kullanırken, Doğu Anadolu’nun ortasından itibaren başlayan bölgeleri ve Güneydoğu Anadolu’yu “Türkoma-nia- Türkmenya” yani Türkmen ülkesi olarak zikretmişlerdir. Doğu Anadolu’daki Türkmen yerleşmesi daha önce izah ettiğimiz üzere İlhanlılar döneminde büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Doğu Anadolu bölgesi, kış aylarını güneyde geçiren Türkmenler için bir yayla durumundaydı. Özellikle Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkmenlerini dikkate aldığımızda, Karakoyunluların Musul-Van bölgesinde, Akkoyunluların da Diyarbakır-Erzincan bölgesinde kışlak-yaylak konumlarını devam ettirdiğini görüyoruz.
Doğu Anadolu’yu Türkmen gruplarının yaylak olarak seçmeleri hususu en eski Türk destanı “Oğuz Han Destanı”nda da anlatılmıştır. Destana göre, Oğuz Han efsanevi devirlerde Alatağ (Van) ve Ağdı-Böri (Ağrı) dağlarında yaşamıştır.
14. yy.’da yaygınlaşmaya başlayan Türkomania terimini ilk defa yazılı metinlerde kullanan Marco Polo olmuştur. Ayrıca Marco Polo’ya göre Erzincan’ın doğusundan itibaren Erzurum ve Erciş bölgesini tatarların yaşadığı yer olarak tanımlamıştır[1][1]. Daha sonra Avrupalılar, Osmanlılara karşı bir alternatif olarak gördükleri bu Türk topluluklarına ayrı etnik bir kimlik vermek düşüncesiyle Türkmenlerin yaşadığı bölge için bu terimi kullanmaya başlamışlardır. Bölgedeki hâkimiyet mücadelesinde Osmanlıların rakibi olarak ortaya çıkan Akkoyu-nlular ve onları takiben Safeviler batılıların müttefiki durumundaydılar. Osmanlı devleti yerleşik medeniyeti temsil ederken, Türkmenler Konar-Göçer medeniyetin temsilcisiydiler.
Avrupa kaynaklarına baktığımızda, matbaanın icadını takiben basılan coğrafya eserlerinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Türkmeniye ve Diyarbakır olarak ifade edilmektedir. Keza 1771 yılında ilk baskısı yapılan Encyclopedia Britannica’da Turkey maddesinde Osmanlı İmparatorluğu üç kısımda anlatılmıştır ki Avrupa, Asya ve Afrika şeklindedir. Asya Türkiye’si ise Anatolia (Anadolu), Diyarbeck (Diyarbekir, daha önce El Cezire’dir), Syria (Suriye), Turcomania (Türkmanya), “Part of Georgia and Arabia” (Gürcistan ve Arabistan’ın bir bölümü) adları altında beş bölümde düşünülmüştür. Turcomania; Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini içine alan bölgeyi göstermekte kullanılmıştır.
Anadolu’nun bu iki siyasi adlandırması 18. yy sonlarına kadar devam etmiştir. Bunu belgeleyen dönemin eserlerinden Encyclopedie des Voyages’de Türkmenia gerçeğinin vurgulandığını görüyoruz. “Ermenistan’ın diğer kesimi Türklerin elinde olup, ülke buraya adlarını veren Türkmenlerle meskûndur… Bu ülkeye Ermenistan’ın diğer bölümüne, Fırat boylarına gelip yerleştiler ve buraya adlarını verdiler” [2][2] şeklindeki kayıt konuyu tam olarak anlatmaktadır. Ermenistan’ın diğer bölümü şeklinde ifade edilen yerler ise Doğu Anadolu’nun güneyi ve Güneydoğu Anadolu’dur.
Alai Tabrizi, İlhanlı-İran mali sistemine dair yazmış olduğu Sa’adetname adlı eserinde Anadolu’nun idari taksimatı hakkında 14. yüzyılın ortaları için yukarıda zikrettiği Vilayet-i Vustaniye eyaletinin bölgelerinden birinin adı Etrak-i Vilayet-i Erzen-i Rum’dur. Bu eyalet Erzurum’un kuzeyinden Muş ve Bingöl bölgelerine kadar olan bölgeyi içerisine almaktadır. Dolayısı ile bu bölgeye verilen Etrak-i (Türkmen) Vilayet-i Erzen-i Rum adı, bu bölgelerde ki Türkmen nüfusundan ne kadar kalabalık olduğunu göstermektedir. 15. yüzyılın ikinci yarısında eserini yazan Ebu Bekr-i Tirhani, Bitlis, Ahlat, Van ve çevresini “Sökmenabad” olarak adlandırmaktadır. Bu kayıt buraların Türkmenlerce iskan edildiğini göstermektedir.
ÖMER ÖZÜYILMAZ
[1][1] Gül, a.g.k., s.53.
[2][2]Özoğlu, a.g.k., s.32