-
Şimdi kapı çalsa gelen sen olsan. Ellerin dolu olsa annemle bunlara çok para vermişsin diye küçük çapta bir tartışma yaşayıp, bu son artık hiç bir şey almayacağım desen.Yarın yine ellerin dolu gelsen.Eve yinekebap kokusu dolsa gelişinle beraber. Ben yine iliklerime kadar duysam bu kokuyu.Traş olsan. Her tıraş olduğunda yaptığın gibi “yeni traş oldum yok mu kaymak yanaklardan öpen” desen. Evde bir yarış başlasa ve yarışı yine ben kazansam. Doya doya öpsem.Pazar sabahı annem kahvaltı hazırlarken ben yanına gelsem yine. Babaoğlan önce ciddi ciddi konuşsak işlerden, derslerden. Sonra sen yine sağ yanağıma üç öpücük kondursan dudaklarını çekmeden, hep yaptığın gibi. Sağ yanağın daha tatlı deyip sol yanağımı küstürsen yine.Gülüşlerimin nedeni olsan yine . Hikayeler anlatsan, annemi nasıl kandırdığını, askerlik anılarını, benim doğumumda nasıl heyecanlandığını. Ciddi bir ortamda havayı yumuşatmak için fıkra anlatsan mesela yine bana göz kırpıp. Sonra karşılıklı gülsek. Yine baba oğlan. Bana az yemek yiyorum diye kızsan yine. Kahvaltıda yinedört kişi olsak. Eksiksiz. Tam aile. Seninle birlikte. <p style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-indent: 35.4pt" class="MsoNormal" Ve biz bir yılı 364 gün yaşasak. Silsek takvimlerden17 Temmuz'u. Dünyadaşeker diye bir hastalık olmasa. Sen yinekebap koksan. Ben yine baba diyebilsem canım hiç acımadan. Ve sağ yanağım üç öpücük devrini kapatmasa, sol yanağım sağ yanağımı hep kıskansa. Eskiden olduğu gibi gülüşlerim gerçek olsa gülerken canım acımasa, göz kırpmanı bu kadar çok özlemesem. Biz yine tam aile olsak. Eksiksiz. SENLİ.. .
-
ve yine cocuktuk ozamanlar dondurmacıamcanın geldigini caldıgı teypyteki ferdi tayfurdan bilirdik.......ve evdeki hurdaları verip yerine bir bardak leblebiyi almayı alan memnun satan memnun ve kimseyi kandırmadan ve biz ozamanlar cocuktuk.......
-
DOĞRU SÖYLÜYOSUN KARDEŞİM AZ LEBLEBİ ALMADIM HURDA VERİP...HEP GEÇMİŞİ ÖZLÜYORUM."HAYALLERİN YERİNİ ANILAR ALMIŞSA ARTIK YAŞLANMIŞSIN DEMEKTİR" VALLA BEN BU GENÇ YAŞIMDA KENDİMİ ÇOK YAŞLI HİSSEDİYORUM
-
Bende dedemlerin tavan vandıratörünü satıp 4 kullaf dondurma almıştım bu sırrımı sadece sizinle paylaşıyorum beni tanıyanlar dedeme söylemezseler sevinirim :))))))))))
-
SENİN DEDEN BİZİM KOMŞUMUYDU NEYDİ SENİ DEDENE SÖYLİM Mİ NAPİM VALLA SÖYLEMEMİ İSTEMİYOSAN ARTIK Bİ MİKTAR PARA VERİRSİN..
-
wavvvvv sitede şantaj haaa. aman gökhancım dikkat et sonra elini versen kolunu kurtaramazsın :-)))
-
metal abi ne ne şantajı ya benim ki sadece gökhan abimizin başını beladan kurtarmak için masumane biteklifti...valla böyle yaparak paraya ortak olmayı düşünüyosan sakın ha....
-
yokkkk aman haaa, hem sizi dedikodu hattında yayınladım pışşıııkk :-))
-
Lütfen konuları dağıtmayalım....çççççççç
-
<table border="0" cellspacing="0" cellpadding="0" width="100%" height="100%" id="HB_Mail_Container" <tbody <tr width="100%" height="100%" <td id="HB_Focus_Element" width="100%" height="250" valign="top" yaklaşık olarak bir haftadır Nizip'deyim çocukluğumun mahallesine gittigimde baktımki hiçbirşey değişmemiş bir tek değişenin insanlar oldugunu gördüm, mahallemdeki çocukları gördüğümde onlar bana yabancı ve ben onlara yabancı belki de onların babalarıyla, amcalarıyla vedayılarıyla çocukluğum geçmiştir belki de onlarla çelik çomak oylamışızdır ama ben onlar için bir yabancıydım. Çocukluğumun dut ağacına
bir baktım da içim cız etti sanki 90 yaşındaki bir ihtiyar gibi beli bükülmüş kolu dalı
dökülmüş bizim zamanımızda onu ne kadarda taşlardık dut yemek icin, ama odut
ağacı bizim zamanımızda ne kadar da halinden memnunmuşki bir daha ki seneye
daha guzel dut ve yapraklarını açardı. O günler ne kadar güzeldi. Eski komşularımızı
ziyaret ettim kimileri ölmüş kimileri hasta kimileri yani bazıları hastalık nedeniyle beni
bile tanıyamadı. Ama olsun benim çocukluğumun insanları bir başka ve benim mahallem bir başka ve de benim memleketim bir başka çünkü taşı ve toprağı bir
başka kokuyor. saygılarımla..</td </tr <tr <td height="1" style="font-size: 1pt" </td </tr </tbody </table
-
Gerçekten maziyi anımsamak , hele güzel günler unutulmuyor.bende çok ama çok özlüyorum herşey bol olsada imkanlar fazlasıyla var teknoloji ama eskiye özlem bitmiyor.eskiden mahallede hedik kaynatırlardı sahanla giderdik almaya,Hele rahmetlik babamla köyde sabah erken kalkıp sabahtan çalışma yandık ayranı içmek bostanda çardakta oturup uzaklara dalmak hayeller kurmak YİNE BİR AHHHHHHHH ÇEKTİRDİN KARDEŞ.
ANILAR UNUTULMASIN. http://ivrindiihl.sitemynet.com/mynet_resimlerim/gif3[/IMG]
HERŞEY BİTER BİR GÜN HAYATTA BİTER SEVĞİ SAYGI BİTMESİN.
Edited by - barak27 on 7/31/2006 08:16:10 AM
-
veeee sabah erkenden kalkıp nohutcu mamet amminin orada sıra beklerken bize bagırmaları hiçte zorumuza gitmezdi.tanıdıklarıyla konustugu gibi acaba bizlede konusacak mıydı büyüdügümüzde.işte büyüdük büyüdükte noldu keşke hep çocuk kalsaydık...
-
Evet sayın barak27 ve sakkalli0727 beyefendiler,
evet eskiyi anmak ve yaşamak ne güzel, evet çocuk olmak ve çocuk olarak yaşamak ne güzel, işte büyüdük de ne oldu başımız göğe mi vardı neyse...... ''Keşke yine çocuk olup da Nizip'te olsak'' değil mi?
-
Abi büyütük ve Nizipteyiz yine her şeyi yaşayabiliriz fırsat kaçmadı ;)
-
yankee sat kardeşim bu bölümü çok beğenerek okuyorum ellerine sağlık...gerçekten Nizipte çocuk olmak bir ayrıcalıktı ama malesef zamane çocukları bizim kadar ayrıcalıklı değiller...Nizip in eski tadı yok artık...
-
alıntı:
"quote" Yankee SAT demişki:
Evet sayın barak27 ve sakkalli0727 beyefendiler,
evet eskiyi anmak ve yaşamak ne güzel, evet çocuk olmak ve çocuk olarak yaşamak ne güzel, işte büyüdük de ne oldu başımız göğe mi vardı neyse...... ''Keşke yine çocuk olup da Nizip'te olsak'' değil mi?
Yaaaa abicim bitiyom sana valla.....
-
YANKEE SAT UZUN ZAMANDIR NEREDESİN?ÖZLEDİK YAZILARINI.SENİN YAZILARINI OKUYUNCA ESKİLERE GİDİYORUM O ÇOK ÖZLEDİĞİM ESKİLERE...
YAZILARINI BEKLİYORUM SABIRSIZLIKLA
.
-
Evet Sayın abim, Nizibe geldiniz ban uğramadınız size kırgınım.
Ama yeni anılarınızı yazarsanız belki barışırız ;).
-
Sırt çantamın ağırlığını artık hissetmiyorum.
Yaz,tenime kadar gelmeyi başardı da içime uğramadı hiç.
Ellerimi tuttu. ikimizde biliyorduk,çocukça bir duyguydu.
koskoca bir dört gün yaşadık yabancısı olduğumuz bu şehirde.
(neresi tanıdıktı ki bize?)
adı yoktu bu şehrin (ki adı olanları da gördük.) iklimi de geçişti,kendi de, insanları da
(zaten insanları değişken olmayan bir yer varsa söyleyin mecburi istikamet kılacağım).
öylesine değişken,her iklimden çalıntı,öylesine göçebe.
Tam iki saat sonra aramıza dağlar dizecektim sıra sıra.
Trene bindim bir veda sözcüğü bile söylemeden. Ellerim ellerinde kaldı, o yüzden el sallayamadım giderken.
Şimdi aramızda bir kirli cam var.(merak ettim kaçınız ben kirli sıfatını eklemesem lekesiz bir cam koyacaktı sevdiğiyle arasına?) Belki kapıdan atlasam beni yine saracaktı.(bilir kişi senin dediğin gibi:bu sadece zihinseldi)
Oysa o cam hep aramızda kalacaktı. Aramıza yolar, dağlar ve giderek kalınlaşan camlar girecekti.ve en sonunda: kadınlar, adamlar...
Yüzüm yere düştü ağlarken. Durup beni bekleyişini görmedim.(Beklesen gitmezdim)
Kim bilir bir başka göç vakti yine gelirim (Başak burcuyum ya fazla iyimserim)
Şimdilik hoşça kal adı yok şehir, hoşça kalsite dostlarım. hoşçakalın......
-
Ya kardeş nerelerdesiniz ? Baya uzun bir ara verdiniz,kendinizi bu kadar özletmeyin. Sizin özel hayranlarınız var,onlarıda düşünün. Yazılarınızı kesinlikle takip ediyoruz,hemde hiç durmadan.Selam ve dua ile.
-
Sayın orhan beyefendi,
evet uzun bir süre ara verdim bunun farkındayım inanın bende istemiyorum sizin gibi güzide insanlardan ayrı olmaktan bende zul
duymaktayım. Fakat uzun bir süredir yurtdışı görevindeydim birsüreliğine (kısa) izine geldim tekrar gidecegim yine sizlerden bir muddet ayrı kalacagım. Ayrıca iltifatlarınız içinde size sonsuz saygılarımı sunuyorum.
Bunun yanında gökhan dokuyucu kardeşimede selam ve saygı, bölümündeki yeni sloganı için (emeğe saygı) ayrıca teşekkürlerimi bir borc bilirim. Fırsat buldukça yazmaya çalışacağım ve herkese saygılarımı sunarım.
-
selemlar uzun zamandır siteyi incelemiyordum.ama şu anda gördügüm konu beni tekrar siteye baglı hale getirecek gibi.
neyse gerçekten harika bir konuya degin mişsiniz.nizibin o güzel çocuklugumuzda kalan günlerini hatırtlattıgınız için çok teşeekkür ederim.keşke yine çocuk olsak şu güzel nizibte,gülle oynasak,saklanbaç,bahçeye erik yemey gitsek,futbol sahasına maç a gitsek,birdir bir oynasak,bayramlarda hele hele o bayram yeri,,,,,,,,,,,daha sayamadıgımız o kadar güzel likler.
AMA ELBET BİR GÜN TEKRAR DÖNECEGİZ NİZİBE,TEK FARK ÇOCUK OLAMAYACAGIZ OLSUN HAVASINI SOLUSAK YİNE YETER.
CANIM NİZİBİM
-
Hava senden de güzel bu sabah ve paketler hazır piknik için; güneşle aramda figüranlık yapmaya çabalayan bulutlara inat.Panço da gelmek istiyor, ama ben istemiyorum sensizliğime onu da ortak etmek.
Tel örgülerin arasından süzülürken ağaçların altına, paçama sarılıyor teller Panço’yu hatırlatırcasına. Tellerden de, ondan da kurtuluyorum ayağımı hırsla çekerek.
Sanki içimi okumuş gibi, kış yılgını bir köpek yaklaşıyor, oturmak istediğim kavakların altındaki terkedilmiş yaşlı masaya. Bir parça et atıyorum en uzağıma, ondan ve zihnimdekinden kurtulmak için.
Bir de, inceden birkaç damlacık yağmur düşüyor mangalın üstüne. Hani, senin o çok iyi bildiğin ve sevdiğin çisi türündenNizip yağmuru var ya. Kış ortasında Nisan yağmuru olur mu?
‘Olurmuş demek ki’ diyorum; anneannemin mayısta pişirdiği kestaneler aklıma gelince.
Ardından, gereksiz yere yine Panço geliyor aklıma. Kızıyorum sürekli aklıma gelmesinden ve onu silip attığımı sanıyorum hızla zihnimden.
Hava kararıyor içimdeki aydınlığa inat. Arabaların ışıkları, gece güneşi rolüne soyunmuşlar. Bir de kendinden emin, kesik sol işaret parmağım; direksiyonun üstünden bana bakıyor.
Beni sen kestin!
Aklıma Panço’yu getirmeden, ona soruyorum.
Peki, beni kim kesti?
Dün kesilen parmağımın ucundaki yara bandı gibi güneşin önünü kesmiş bulutlar.Panço, terasın kapısını tırmalıyor yüzüme bakarak. Gülümsüyorum onun bu eylemine. Nasıl gülmem ki, ilk kez bana çişi geldiğini haber veriyor şımarık şey. Kapıyı açmaya yöneldiğimde, onun bir süre daha bana çişini haber vermeyeceği gerçeğini öğreniyorum,
Kar yağıyor!
Gülümsemem devam ediyor, ona ve yere düşmek istemeyen karlara takılı bakışlarım sayesinde. Çıldırmış gibi koşuyor egemenliğindeki terasta; bir o başa, bir bu başa. Gökyüzüne savaş açtığını anlıyorum, ulumaya dönüşmeyen havlamalarından. Yine gülüyorum, anılar kırıntısından gözümün önüne dökülenlerle.
O, çok iyi bildiğin ve sevdiğin Nizip’in kar'ı, coşunca anılarla birlikte atıyorum kendimi sokaklara onsuz.
Çünkü, O, daha çok küçük ve daha göreceği çok kar olacak bu şehirde.
Bir kedi sürtünüyor havaya, sokak çöpsüz.
Arabalar, komşusuzlara nispet edercesine kaldırımlara komşu.
Yapraksız ağaçlara tutunmaya çabalayan karları düşürüyorum kafamın üstüne, beyazlarımla örtüşsün diye.
Beyaz deyince içim burkuluyor; aklıma sen geliyorsun.Yeniden gülmeye çabalıyorum, burukluktan titreyen dudaklarımla.Panço için söylediklerimi hatırlıyorum son kez,
O, daha çok küçük ve daha göreceği çok kar olacak bu şehirde; aynı senin gibi... belki de benim gibi...
-
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
-
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
-
<İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
-
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
-
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
-
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
-
Kadın, çantasını karıştırırken eline değen şeyi aldı; bir küpe. Aslında çok yorgundu ama yine de dayanamadı ve aynaya bakarak, küpeyi kulağına dayadı, “Küpe taksa mıydım ki acaba?” Küpenin diğeri de çantasındaydı. Dün gece araba da çıkardığı küpeleri çantasına gelişigüzel attığını hatırlayınca; “şimdi hangi cehennemin dibindedir” dedi. Beyaz çantasını, sinirli bir acelelikle karıştırmaya başladı.
Yaklaşık yarım paket kağıt mendil, minik şişesindeki açık parfüm, işporta ürünü olduğunu haykıran bir cüzdan, sayması bile can sıkan bozuk paralar,şeker... “şeker mi?!?” dedi, hayretle.
Şekeri, daha becerikli olan sağ eline aldı. Avuç içinde çevirdi. Şekerin, ambalajının hışırtısıyla birlikte, yeni sesler de gelmeye başladı. Birden, aynadan çocuk sesleri geliverdi. Aynanın önünden bir kaç çocuk güle oynaya geçti. İçlerinden, bir küçük kız çocuğu tam aynanın önünde durdu.
İki yana örgülü saçları, üzerinde adını bilmediği sarı renkli çiçeklerle bezenmiş bir elbise, terlik aralarından görünen bembeyaz çorapları ve burnunda ki çilleriyle, gülümsedi küçük kız. Süt dişleri dökülmeye başlamış olmalıydı ki, dişleri aralıklıydı. Elinde tuttuğu külahın üstündeki dondurma erimiş, ellerine yapışmıştı. Ağzının her bir kenarında eriyen dondurmanın izleri vardı; ‘çikolata’. Sarı çiçek elbiseli kız, bir şeylerden saklanmak istermiş gibi, aniden arkada ki bahçeye doğru koştu. Bahçede çok çiçek vardı, ama küçük kız sadece ve özellikle bir papatya kopardı!.. Arka tarafına dönerek, ayağının yanında duran kediyi kısa bir süre okşadıktan sonra, papatyayı kediye verdi. Kediler papatyadan anlarlardı. Ya da sarı çiçek elbiseli kız, böyle olduğuna inanıyordu.
Bahçede kahverengi takım elbiseli bir adam, telaşlı bir halde dolaşırken, küçük kızı itekledi, küçük kız arka planda kaldı. Birden bir kuzu sesi duydu. Kuzunun adi Çilek’ti. Küçük kız koymuştu adını. İki hafta kadar önce küçük kıza arkadaş olsun diye getirilmişti, bahçeye Çilek. Küçük kız öyle biliyordu ve öyle olduğuna inanıyordu. Kuzunun boynuna koskocaman kına yakmışlardı. Bunu gören küçük kız, “aa, bunun saçları çilek gibi” deyince, adı ‘Çilek’ kondu, kuzucuğun. Gerçekten de, dikkatli bakılınca, kına çileğe benziyordu. “Neden kuzulara kına yakılır ki? Bunu hiç anlamıyorum” dedi, küçük kız. Ama hiç kimseden bir açıklama alamadı.
Kahverengi takım elbiseli adamın yanından geçti, küçük kız. Adam onu hiç fark etmedi, zaten, etmek de gereksizdi. Aynada ki kadına eliyle, “gel” işareti yaptı. Küçük kız, aynadaki kadına Çilek’i göstermek istiyordu.
Kuzu sesleri, hiç dinmiyor, her yerden geliyordu. Her yerden, her köşeden. Küçük kız, tam kuzunun yanında durdu. Kadınla, kuzunun arasında durduğundan, aynadaki kadın hiçbir şey göremiyordu. Kafasını, sağa-sola, aşağıya-yukarıya uzattıysa da, orada olup biteni görememişti, hem de hiçbir şey!.. Sadece, kuzu sesi duydu.
Küçük kızın ayağındaki beyaz çoraplarını, annesi özel olarak bayram için almıştı, aynı beyaz terlikleri gibi. Sarı çiçekli elbiseyi ise,küçük kızın kendisi istemişti, bahçedeki papatyalara benzediği için.
Küçük kız, olduğu yerde döndü ve aynanın içindeki kadına bakarak durdu. Sonra, beyaz terliklerine ve beyaz çoraplarına baktı. Kadında onun bakışlarıyla aynı yerlere bakmaya başladı. İçinden, “beyaz çorap, beyaz terlik, bembeyaz bu olsa gerek” dediği anda, çimenlerden bir sıvı akmaya başladı. “Neydi o?” Birden kızın çorapları başka renge dönüşmeye başladı, derinden gelen kuzu sesi eşliğinde.
Çilek neredeydi?.. Çoraplar... Hani bembeyazdı... Beyaz kırmızıya dönüşüyordu. Aynı Çilek gibi. Kuzu sesi de kesilmişti artık. Küçük kız çığlık attı, hem de çok büyük bir çığlık. Aynada ki kadını iterek, koşmaya başladı. Kadın bir şey anlamadı ve küçük kızın az önce dikildiği yere baktı; Çilek, yer, ayaklar, çoraplar, terlikler, kıpkırmızı kan!.. Kadın ayna da küçük kızı aradı, bahçenin her bir köşesine de baktı ama nafile, küçük kız yoktu. Yitmişti sanki, çığlığının içinde!..
Kadın, birden yerde uçları kırmızı çorapları gördü. Aynadan çocuk sesleri geldi. Yine aynanın önünden birkaç çocuk güle oynaya geçiyordu. Bir küçük kız çocuğu tam aynanın önünde durdu. İki yana örgülü saçları, üzerinde adını bilmediği sarı renkli çiçeklerle bezenmiş bir elbise, terlik aralarından görünen bembeyaz çorapları ve burnunda ki çilleriyle, gülümsedi küçük kız. Dişleri halen aralıklıydı.
Kadın, başını okşadı, küçük kız, ona yumruk şeklindeki elini uzattı. Kadın şaşkınlıkla baktı. Küçük kız yavaşça avucunu açtı. elinde ki son bayram şekerini kadına sundu.
Şekerin ambalajının hışırtısıyla birlikte, aynada sesler azalmaya başladı. Kadın aynaya baktığında sadece kendisini gördü. Elindeki şekeri özenle aynanın önüne koyduğunda, gözüne, yerde parlayan bir şey ilişti;Küpe. “Düşürmüşüm” dedi, ve eğilerek küpeyi aldı. Kulağına taktıktan sonra, ayağa kalktı ve aynada sarı çiçekli elbisesini düzeltti. Son bir kez baktığında fark etti; dudağındaki çikolata izini. Kağıt mendiliyle, onu silerken mendili ayağının dibine düşürdü. Eğilip onu almak isterken gördü; “çoraplarım hala beyaz.”
-
Kumsalda yürüyorduk. Her adımda ayak izi bırakıyorduk ıslak kumların üzerine. Ona baktığım zaman melodiler çalıyordu içimde, o da sanki bu melodileri duyuyormuş gibi dans ediyordu. Gülüşü, sesiydi ve sesi de güzeldi. En azından bana öyle geliyordu.
Gözleri, parlayan bir yıldız gibiydi. Altından yapılmış kum tanecikleri ve ılımaya yüz tutmuş sıcak rüzgar kırıntıları da onunla birlikte dans ediyorlardı. En azından bana öyle geliyordu.
Dalgalar, ayaklarımıza vuruyordu. Ardımıza dönüp baktığımızda ise, geride bıraktığımız uzaklığı değil de, ayak izlerimizin kaybolmuşluğunu gördük. Ufak bir üzüntü çıktı dudaklarımızın arasından; “silinmemeliydi izler.” Deniz alıp götürmüş olmalıydı. Şimdi ayak izlerimiz denizin koynunda saklıydı.
Ben yürümeye, o da, dans etmeye devam ettik. En azından, benim gözlerimle bakıldığı zaman öyle gözüküyordu. Dans etmek ona yakışıyor, dalgalar saçlarına eşlik ediyordu. Bakışırken gülümsememek imkansız gibi bir şeydi. O kadar sıcaktı ki!.. Tıpkı güneşin verdiği gibi. Söylediği her bir kelime, her bir hece, her bir harf, bir büyü gibiydi. En azından beni büyülüyordu.
Gidiyorduk işte, ayak izlerimizi denizde, uzaklık terkimizde yitiyordu. Martılar kendilerince uçuşuyordu ve biz hala gidiyorduk. Güneş de batmaya başlıyordu, doğuşunun tersine!. . Ama gökyüzü hala renklerle dans ediyordu; aynı, onun gibi. Bu anı tuttuk ama durduramadık. Kumsala yaslandık yeniden ayaklarımızla. Hafif hafif altın kum taneciklerine ve ılımış rüzgara dokunduk. En azından bana öyle geliyordu.
Birden gözlerine baktığım da, göz bebeğinde beyaz bir gül belirdi. Ve o an anladım ki, gözlerinde her şeyi unutabilirim. Başka bir boyuta kayıverdim hızla!.. Beyaz gül artık her yerdeydi. Gözyaşımda, bilinçaltımda, kahkahamda, bende, onda... En azından bana öyle geliyordu.
Uzaklarda bir yerlerde, bir şarkı çalıyordu; sanki bu şarkı da bizi anlatıyordu. Kendimi bulabileceğim birkaç yerdeydim artık o müzikle; kumsalda, kalbimde ve onun bedeninde. O an, ancak onun kalbin de yaşayabilecek kadar, olduğum hissine kapıldım.
Biz artık bir yerlerden çok uzaktaydık işte!.. Ne umudumuz vardı, ne de pişmanlığımız!.. Sadece biz vardık ve önümüzde uzun bir altın yol. Ve biz birbirimize farkında olmadan bağlanıyorduk gitgide. Ben onun sayesinde yaşıyordum, o da benim sayemde. Ve ikimiz de aynı kalple çarpıyorduk, tarifsiz ritmlerle!.. Gerçekler canımızı acıtmasın diye, birbirimize yalanlar söylüyorduk.
Gerçek deyince birden gerçeğe döndü usum. Aslında ne bir kumsal vardı altın tanecikleriyle, ne de bir deniz!.. Önümüz de sadece bir ressamın şefkatle boyadığı bir günbatımı resmi vardı işte. Gökyüzü değildi renklerle oynayan, ressamdı fırçasıyla renkleri oynatan. Martılar da camın önünde duran güvercinlerden başkaları değildi ve onları da o ressam yaratmıştı. Ardımızda bıraktığımız uzun bir kumsal değil, uzun ve standart bir caddeydi işte. Önümüz de uzanan altın yol da, dönüşüverdi birden, vitrindeki o resmi kuşatan, altın yaldızlı çerçeveye. Uzaktaki şarkıda, yanımızdaki cafeden gelen müzikten başka bir şey değildi.
Ve aslında biz birbirimize bağlı bir çift de olamadık. Çünkü biz bir çift bile değildik. Sadece yan yana durmuş iki yabancı insandık biz. Tek ortak noktamız ise vitrindeki altın yaldızlı çerçevenin içindeki tabloydu. Bağlılığımız da ondan ötürü olabilirdi. Gerçekler böyleydi iste, insanın canını yakabiliyorlardı gelince.
Birden vitrinin camına dalıp gittim. Vitrinde onun gözleri belirdi, gördüklerime inanmak imkansızdı. Ama görüyordum işte. Daha dikkatli bakınca, gülüşünü yakaladım. İçimin toz pembe boyandığını hissettiğimde, vitrinde beyaz bir gül belirdi, kendimi ondan alamadım. Vitrin camına bile razıydım aslında, ama camdan gelenler karşısında kendimden de, resimden de geçmiştim işte. Kendimi ona doğru yönlendirdim
Beyaz gülü asla koparmak istemedim aslında!.. Ve yine aniden bir üzüntü döküldü dudaklarımın arasından; “Nereye”.
O!.. Evet, O, çoktan uzun ve standart caddenin sonundaydı işte. Kumsalda bensiz yürümeye devam ediyordu artık.
Derin bir nefes aldım, hava soğuktu, hem de buz gibi. İçim buz tuttu aniden, titredim sarsılarak!
Tekrar tabloya baktığımda güneş batmıştı. En azından benim gözlerimle bakıldığında öyle görünüyordu; “soluk bir beyaz gül ve batık bir güneş”
-
Az ilerde, taburesine tünemiş ressam gözüme ilişiyor ilk olarak!.. Ressamı seviyorum. Niye mi? Bilmiyorum? Belki, duygularımı fırçasının ucundan akıttığı içindir. Belki de, an’ı yakalayabildiği içindir. Kim bilir, belki de, sevmek istediğim içindir!.. Beyaz saçları ve elinde şeffaflaşan kalemiyle tamamlıyor burasını. Kalemi de seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum!
Burasını özlüyorum. Çok sık gelemiyorum. Ama, burasını çok sık hayal ediyorum. Hayal etmeyi de seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum!
Önümde uzanan deniz, bir sırrı örtüyormuş gibi kaplıyor burasını. O sırrı seviyorum!.. Yaprakları konuşturan rüzgar ise büyük heyecanlar yaratıyor içimde. Elimdeki romanın yapraklarını da hışırdatıyor rüzgar. Rüzgarı da seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum!
Ressam, beni fark etmiyor bile. Çizimlerine devam ediyor, kimsesizce!.. Sadece gökyüzündekiler değil, suyun üstünde sallanan martılar da tuvalin üzerine yansıma çabasında!.. Martıları seviyorum. Martılara ek olarak iskeledeki güvercinler de süs oluyor burasına. Güvercinleri de seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum.
Oturduğum bank nostaljinin son kırıntıları olarak görüntüye katılıyor. Nostaljik bankı da seviyorum. Kıyıdaki balıkçılar, bir yandan çaylarını yudumluyorlar bir yandan da suyun içinde yiten oltalarını tutuyorlar. Balıkçıları seviyorum. Sır örtüsü denizin koynundan doldurdukları sulara ev sahipliği yapan kırmızı kovaları da yanlarında. Kırmızı kovaları da seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum.
Balıkçıların önünden büyük sayılmayacak büyüklükte, bir gemi geçiyor balıkçıları selamlayarak. Geminin düdüğü bir uğultuyu çağrıştırıyor. Gemiyi seviyorum. Suda sallanan martılar öterek uçuşuyor ve geminin terkisine düşüyorlar. Güvercinler hiç oralı değil, hala yem arıyorlar. Onların yem arama çabalarını da seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum.
Ressamın önünden, el ele tutuşmuş yaşlı bir çift geçiyor, yürümeye hasret adımlarla. Yaşlı çiftleri seviyorum. Hemen onları aklımda tutukluyorum. Yanımda bir köpek duruyor. Bana bakıyor, bir şeyler isteyen gözlerle. Bana olan bakışını seviyorum onun, ama sadece bakışlarımda kalıyor sevgim, çaresizce. Benden istediği şeyi alamayınca, kafası eğik ve kırgın adımlarla umut dolu yoluna devam ediyor. Ben hala onun bakışlarını seviyorum.
Az önce geçen geminin dalgalarıyla sallanan karşıdaki minik sandalda oturan iki adamı da tesadüfen görüyorum. Sandalda eski zamanlardan kalma bir radyo. Şarkımı çalmıyor olsa da, nostalji sayılabilecek türde olduğunu ritimlerinden yakaladığım, çalan şarkıyı da seviyorum. Sarmaşıkların gölgesinde tavla oynayan iki adam, arada sırada balıkçılara takılıyorlar. Hep beraber gülüyorlar. Onların gülüşlerini seviyorum. Sandalın bir adı da varmış. Onu da tesadüfen görüyorum, ‘Cesur.’ Bu adı da seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum!
Az önce dalgalar yaratan gemi bir hayli ilerlemiş. Ressam da çiziminin sonuna gelmeye başlamış gibi gözüküyor!.. Şişman bedeniyle, gözlüğünün üstünden bana doğru bakıyor. Belli ki gözlükler yakın için. Oysa, uzağı yakın etmek için olmasını isterdim. Ama olsun, onun gözlüğünü de seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum.
Romanımın arasından tarafımca kurutulmuş bir çiçeğin kırıntıları düşüyor. Kuru ya da yaş fark etmez, çiçekleri seviyorum. Balıkçıların arkasından, annesiyle el ele tutuşmuş küçük bir erkek çocuğu geçiyor. Serbest olan elinin serbestisine bir külah dondurma son vermiş; Çikolatalı dondurma!.. Çikolatalı dondurmayı seviyorum. Çocuk, kafasını balıkçıların kovasının içindekileri görmek istermişçesine uzatmak istiyormuş gibi davranıyor olsa da, elini tuttuğu annesinin refleksimsi karşı tavrı bunu engelliyor. Anneyi de seviyorum. Çünkü ben burasını seviyorum!
Ayaklarımın yanında bir kedi dolanıp duruyor. O da bana bakıyor, az önceki köpekle aynı niyetin arkasındaki pencereden, sığınarak!... İstediğini bulamayacağına kısa sürede kanaat getirmiş olmalı ki, çabucak çekip gidiyor, küskünlüğün verdiği gururu da sırtına alarak. Çekip giden kediyi de seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum.
Güneş, ne bunaltacak kadar sıcak, ne de yalancı kış güneşi kadar soğuk. Böyle güneşi seviyorum. Tipik bir ilkbahar havası ve kiraz ağaçları yeşile dönmeye başlıyor. Arkamda duran ve beni korumaya alan yeşil örtü, böcekleri ve çiçekleriyle, beni kan kıpırdatan hayallere götürüyor. O hayalleri de seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum.
Önümden, adım ötesi hıza erişmiş adımlarla genç bir çaycı geçiyor. Tepsisindeki çaylar etkilenmiyor, onun aceleciliğinden!.. Belli ki, aralarında uyum var. Uyumu seviyorum. Kaşık sesleri duyulmaz oluyor, bardaklarla barışmış olduklarına yorumluyorum kaşıkların suskunluklarını. Suskunluğu seviyorum. Az önceki çaycı çocuk, boşları alıyor dönüş yolunda, balıkçılardan. Çaycı çocuğu da seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum.
İçim, ılımanlığından ısınmaya geçiyor hızla. Başımı, farkında olmadan yanımda duran yabancı bir erkeğin omzuna yaslamış olduğumu, fark edince, irkiliyorum birden!.. Görüyorum!.. Evet evet, görüyorum işte!.. Yabancı sandığım omzun sahibi olan kadın, eşimmiş!.. Eşimi de seviyorum. Çünkü, ben burasını seviyorum. Diyerek resim tamamlanır ve dip not düşülür.
“Burasını Seviyorum.” çünkü ben NİZİP'imi çok seviyorum.
Edited by - Yankee SAT on 10/3/2006 3:11:23 PM
-
kolay gelsin.ellerinize saglık.
-
Benide duygulandırdınız şimdinin zeugmasında biz top oynardık sıcak ekmek(franca)şehir gazozu öğle yemeği nasıl akşam olur bilmezdik yazları akşamları sokakda saklambaç uzun eşek ismini hatırlymadığım bir sürü oyun oynardık kızlı erkekli 7yıl aradan sonra gittim sokaklarda çoçuk yok hepsi internet cafelerde Niziplide kalmamış zaten pek fazla neyse uzun lafın kısası Nizip her zaman için güzel:).
-
Öncelilkle yankee sat abimize bu yazılarından dolayı çok teşekkür ediyorum sabır ve itina ile yazmış emin olunki bu yazılar çok degerli bikaçgün okumak için zaman ayırdım ve bitiremedim inşallah ilerki gunlerde bitircem.Ama maalesef ben aynı fikirde degilim yankee sat abimizle ve diyer eskiye özlem duyan arkadaşlarla affınıza sıgınıyorum ve hepinizden özür diliyorum tabiki eskiye özlem duymak lazım ama bence her anın bir güzelligi var ve siz o anı küçükken çok iyi degerlendirmişsiniz belkide şimdi o anı bidaha yaşama fırsatı bulamadıgınız için eskiyi özlüyorsunuz dedigim gibi özlemek ayrı bişey ama keşke şunuda yapsaydık keşke hiç bitmeseydi diye söylenmek ayrı tabiki bitecek tabiki yaşanacak ve yaşanacak daha çok şey var.Bende çok güzel günler anılar yaşadım ama hepsi hafızamdagüzel anlar olarak kalacak ben gelecek için daha neler yapabilirizdiye daha çok düşünüyorum ve içinde bulundugumuz anı degerlendirmemiz gerekiyoraksi takdirde ilerde bugünlerden bahsederken "kadar güzel günlermiş" dedigimizde keşke bunuda yapsaydık diyesöylenmememiziçinanı yakalayıpanı yaşamalıyız.BU YAZILARIN DEVAMINI BEKLİYORUM çünkü ben bu yazılara tarih gözüyle bakıyorum eger bunları buraya yazmasaydı yankee sat abimiz nizibin eski günleri hakkında bilgi edinemeyecektik.TEKRARDAN TEŞŞEKKÜR EDİYORUM YANKEE SAT ABİMİZE:::SAYGILARIMLA YAZILARININDEVAMINI DÖRT GÖZLE BEKLİYORUM şu anda galiba seyahatte olması lazım dönmesini sabırsızlıkla bekliyorum...
SELAMETLE...
-
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
-
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
-
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
-
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
-
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.