Dur diyen yok mu kardeş bak bununla ilgili bir konu aç çoğu kişi ilgilenir bence...
Yazdırılabilir Görünüm
Dur diyen yok mu kardeş bak bununla ilgili bir konu aç çoğu kişi ilgilenir bence...
Konu başlığını "Gereksiz bilgiler buraya" diye değiştirelim.
Ölüm korkusununun ifadesi <div id="post_message_54193" <div align="center" http://www.internethaber.com/images/news/25390.jpg[/IMG] </div
Güney Amerika’da Amazon bölgesinde mezar ve tapınak olarak kullanılan gizli bir yeraltı mağarasında bulunan 600 yıl öncesine ait bir düzine mumya, bilim dünyasında büyük heyecan yarattı. Bir kadın mumyasının Norveçli ressam Edvard Munch’un ünlü "Çığlık" tablosunu çağrıştıran biçimde, korku ve dehşetten ellerini yüzüne kapatmış olarak bulunması, büyük ilgi çekti.
Bilim adamları, kadının bu pozisyonunun ölüm korkusunu nasıl yaşadığını apaçık ortaya koyduğunu söylediler.
"Çaçapoyalar" (Bulut İnsanları) kabilesi mensuplarına ait bir düzine mumyanın bulunduğu mağara, Peru’nun yağmur ormanları kıyısında üç ay önce yürüyen bir köylü tarafından tesadüfen keşfedildi. Bilim adamları, mağarada 600 yıl bozulmadan kalabilmiş mumyalarla birlikte seramik, kumaş ve duvar resimleri de buldular. Çaçapoyalar, uzun boylu sarışın ve beyaz tenli oldukları için bazı araştırmacılar Avrupa’dan geldiklerine inanıyor. İnkalar tarafından fethedilen Çaçapoya topraklarındaki tüm kayıtlar, 1512’de İspanyolların işgalinden sonra kayboldu. Bir tek Ant Dağlarında 3 bin metre yüksekteki Kuelap Kalesi kaldı </div
Gökhan bey bu ne yaaa...gerçekten ölüm korkusunu akla getiriyor.
MT: - iyi günler ben Alia size nasil yardimci olabilirim?
Abone: - simdi Aria Hanim, benim bir Aria hattim vardi. Ya bu arada sizdeki herkesin adi Aria ve Aycell(Aysel) mi?
.
***
.
MT: - isminizi ögrenebilir miyim?
.
Abone: Ne yapcaksiniz ismimi, ben hat sahibi degilim.
.
MT : Hitab etmek açisindan sormustum.
.
Abone: Siz bana kisaca Rüzgarin Oglu diyebilirsiniz.
.
***
.
Abone: iyi günler , ben Turkcell hat kullaniyorum, Avea ya geçmeyi düsünüyorum. Ama önce sizin bilgi seviyenizi ölçücem. Eger siz yeteri kadar bilgiliyseniz ben de Avea ya güvenerek hat alirim.
.
MT: (saskin bir sekilde) Memnuniyetle sorularinizi yanitlayabilirim.
.
Abone: Preveze Deniz Savasi kaç yilinda olmustur?
.
MT: ?!?!?!?
.
Abone: Noldu bilemediniz?
.
MT: Biz burdan sadece is ile ilgili sorulara cevap verebiliyoruz.
.
Abone: Demek bilmiyorsunuz sorumun cevabini?
.
MT: 1538
.
Abone: Bilemediniz.
.
MT: (Dayanamaz) Bildim Ahmet Bey bildim. Preveze Deniz Savasi 27 Eylül 1538 de Andrea Dorya komutasindaki Haçli Donanmasi ile Barbaros Hayrettin komutasindaki Osmanli Donanmasi arasinda yapilmistir. Bu savastan sonra Akdeniz Türk gölü haline gelmistir.
.
Abone: Bravo, ben sizi denemistim zaten.
.
(Adam nerden bilsin MT nin Tarih bölümü son sinif ögrencisi oldugunu)
.
***
.
Abone: iyi günler, hattimi açtigimda bana pin sormuyor, baska bir sey soruyor. Ne yapmam lazim?
.
MT: Memnuniyetle yardimci olayim, ne soruyor ögrenebilir miyim?
.
Abone: Bugün Allah için ne yaptin? Diye soruyor.
.
***
.
MT: Size birkaç kodlama ileticem, not alabilir misiniz?
.
Abone: Tabi. Kagit kaleminiz var mi?
.
MT: Var da sizin pek isinize yaramaz.
.
Abone: Harbi ya... Kusura bakmayin iyi degilim ben bugün.
.
MT: Yok, önemli degil.
İlk görüşte aşka inanır mısın ? Yoksa dışarı çıkıp tekrar mı gireyim?"
- "Affedersiniz! Biz küçükkken farklı okullarda okumamış mıydık?"
Sırtına dokunup:
- "Aman Allahım gerçekten omuz kemikleri!! Ben bunları kanat sanmıştım!"
- "Çukulatadan bebeklerimiz bir düğün pastasının üstünde sence de güzel görünür mü ?"
Saati sorun.
- "9'u 5 mi geçiyor? Bugün pazartesi 28 mart 9.05.. Sizinle tanıştığım günü ve
zamanı aklımda tutmam gerekli de!"
Oturdunuz, konuştunuz ve kalktı gidiyor...
- "Birşey unutmadın mı?"
- "Neyi?"
- "Beni.!"
- "Bu şehirde yabancıyım . Bana evinin yolunu tarif edebilir misin?"
- "Baban uzaylı mıydı? Senin gibi birşey yeryüzünde yok çünkü!"
- "Telefon numaramı unutmuşum, seninkini ödünç alabilir miyim?
- "Merhaba! Bay Watch'un son bölümünde harika oynadın, bir imza alabilir miyim?"
- "Sesi sen de duydun mu?"
- "Ne sesi? Ben birşey duymadım!"
- "Kırılan kalbimin sesini !"
- "Baban hırsız mıydı?"
- "Hayır ! Ne Alaka?!?"
- "Gözlerinin yerine konulan elmasları kim, nerden çaldı o zaman?"
- "Bana yolu tarif edebilir misiniz?"
- "Ne yolu? Nereye?"
- "Kalbine"
- "Beni bir çimcikler misin"
- "Neden?"
- "Bu güzellik gerçek olamaz! Rüya görüyorum sanırım"
- "Annenle baban zamanında karşılaşmasaydı, yeryüzündeki en mutsuz insan ben olurdum!"
- "Siz Aktüel'in kapağındaki kız değil misiniz?"
- "Umarım suni solunumdan anlıyorsundur.. Soluğum kesildi seni görünce!"
Ortama göre ...
- " Bu yerin (restoranın) en güzel kızı olmak nasıl bir duygu?"
- "Benim dördüncü kız arkadaşıma çok benziyorsun."
- "Kaç tane kızarkadaşın oldu senin?"
- "ÜÇ"
Böyle bir özgeçmiş daha önce gördünüz mü?
Bilgisayarla aram çok iyi.
Fifa99'un kralıyım (Daha iyi olduğunu iddia eden genel müdürünüz falan varsa kapışalım!). Counter Strike'ta bir numarayım. Bunun yanında önemsiz de olsa Word, Excel, hepsini biliyorum. Siz "Ofis programlan" diyorsunuz. Sizi hiç ilgilendirmediğini biliyorum ama Flash 5.0, Frontpage 2000 gibi programlan da biliyorum. Biraz da HTML vejava... Boş zamanlarımda sinemaya giderim, müzik dinlerim falan filân da bundan size ne ki? inanmıyorsanız söyleyeyim: En son Driven filmine gittim. Biliyorum hâlâ inanmıyorsunuz, bu yüzden film hakkında izlenimlerimi söyleyeceğim: Yarış sahneleri harika çekilmiş ama filmde iş yok. Hâlâ inanmıyorsanız Allah size akıl fikir versin. Neyse konuya gelelim. Beni işe almak için başvurmak istiyorsanız, e-mail yoluyla şirket hakkında detaylı bilgi verip bana ........ adresinden ulaşabilirsiniz. Not: Eksik gönderilen şirket bilgileri sizin hemen elenmenize yol açabilir. Biraz da işi kabul etme prosedüründen bahsedeyim. Gönderilen başvurulardan sonra 8 teste tabi tutulacaksınız. Bu testleri geçerseniz yazılı ve sözlü mülakatlardan sonra şirketinizin bütün elemanlarına ingilizce sınavı uygulanacak. Bu arada genç bir şirkette çalışmak istiyorum (Yaş ortalaması 25'i geçmeyecek!). Birden fazla şirket bütün testleri geçerse averaja bakılacak, o da eşitse kendi aranızda oynanan maçlara bakılacak. O da eşitse yazı tura atacağım. Şu anda elimde 36 değişik şirkete ait red mektubu var. Bunları çerçeveletip duvarıma astım ama artık duvarda yer kalmadı. Bu yüzden sadece ciddî başvuruları değerlendireceğim.
ŞAHİDİN BÖYLESİNDEN HAKİM BİLE KORKAR.
Mahkeme salonu... Dâvada şahitlik etmesi için kürsüye yaşlı bir teyzeyi çağırırlar. Kadın yerine oturur ve davalının avukatı kadına yaklaşır "Bayan Jones. Beni tanıyor musunuz?" Yaşlı teyze cevap verir: "Âh evet, Bay Williams! Sizi çocukluğunuzdan beri tanıyorum. Siz ta o zamanlar bile aileniz için tam bir baş belâsıydınız. Devamlı yalan söylüyorsunuz, eşinizi aldatıyorsunuz, en yakınım dediğiniz insanların arkasından konuşuyorsunuz, 2 dolar fazla kazanmak için herkesi satarsınız..." Dâvâlının avukatı başta olmak üzere bütün salon şok olar. Adam ne yapacağını bilemez kadına tekrar sorar: "Peki Bayan Willİams ya karşı tarafın avukatını tanıyor musunuz?" Kadın yine cevaplar: "Ebette tanıyorum! Çocukluğunda ona dadılık yapmıştım. Tembel, ödlek ve alkolik adamın tekidir. Etrafında bir tek dostu yoktur ve herkes onun hâlâ geceleri altına kaçırdığını söylüyor!" Yine herkes şokta... Bütün salonu bir uğultu kaplar. Hakim kürsüye tak tak vurup herkesi susturur, İki tarafın avukatını da kürsüye çağtnr ve ikisine de eğilmelerini söyleyerek kulaklarına şunu fısıldar: "Eğer bu kadına beni tanıyıp tanımadığını sorarsanız ikinizi de harcarım!"
-EN BÜYÜK ÜLKE
Rusya 17.045.400 kmkarelik yüzölçümüne sahiptir.
-EN KÜÇÜK ÜLKE
Vatikan yaklaşık 27 dönümdür.Ülke haritasında evler bile çok belirgindir.
-İLK DÜNYA HARİTASI
M.S 150 yılında Ptolemaios tarafından çizildi.
-KUZEY KUTBUNA İLK ULAŞAN
1909’da Robert Peary’nin Kuzey Kutbu’na ulaşan ilk insan olduğu söylense de bu konuda kesin deliller yoktur.Kutba ulaştığını ilk belgeleyen ve ispatlayan ise 1968’de Ralph Plaisted’dır.
-GÜNEY KUTBU’NA İLK ULAŞAN
1911’de Norveçli Ronald Amundsen ve ekibi,güney kutbuna ilk ulaşan insanlardır.
-HER İKİ KUTBA DA GİDEN KİŞİ
Amerikalı David Porter,1970’de Güney Kutbu’na,1979’da Kuzey Kutbu’na ulaşmıştır.
-EN KALABALIK ÜLKE
Çin, 1.285.000.000 kişi ile en kalabalık ülkedir.
-EN KALABALIK ŞEHİR
Tokyo’da 27 milyon insan yaşamaktadır.
-EN DERİN YER
Filipinler yakınlarındaki Mariana Çukuru’nun derinliği 11020 metredir.
-EN ÇOK KOMŞUSU OLAN ÜLKE
Çin’in 14 komşusu vardır:Kore,Rusya Federasyonu,Moğolistan,Kazakistan,Kırgızistan,T aci kistan,Afganistan,Pakistan,Hindistan,Nepal,Bhutan, Burma,Laos ve Vietnam…
-EN UZUN NEHİR
Mısır’a tarih boyu hayat veren Nil,6648 km uzunluktadır.
-AVRUPA’NIN EN YÜKSEK YERİ
Elbruz.5633 metre.
-AFRİKA’NIN EN YÜKSEK YERİ
Kilimanjaro.5895 metre.
-KUZEY AMERİKA’NIN EN YÜKSEK YERİ
McKinley.6194 metre.
-GÜNEY AMERİKA’NIN EN YÜKSEK YERİ
Acongagua.6960 metre.
-AVUSTRALYA’NIN EN YÜKSEK YERİ
Kosciusko.2228 metre.
-ANTARKTİKA’NIN EN YÜKSEK YERİ
Vinson Masif.4898 metre.
-EN YÜKSEK ÇAĞLAYAN
Venezüella’daki Angel Çağlayanı 978 metreden akar.
-EN BÜYÜK KITA
Asya kıtası 44.500.000 kmkarelik yüzölçümüyle en büyük kıtadır.
-EN BÜYÜK ÇÖL
Afrika’nın kuzeybatısındaki Büyük Sahra Çölü, 8.500.000 kmkaredir.
-EN BÜYÜK DENİZ
Büyük (Pasifik) Okyanus.166.000.000 kmkare.
-GRÖNLAND’A GİDEN İLK DENİZCİ
Ulfsson,900 yılında Grönland’ı keşfetti.
-AMERİKA KITASI’NA İLK ULAŞAN
Christopher Columbus,1492’de Amerika’yı keşfetti.Ancak orayı Hindistan sandığı için tam bir keşif yaptı.Ama Amerigo Vespucci,kıtaya ismini vererek tescilledi.
-EN ÇOK KITA GÖREN
Kaptan Cook,Antarktika dışında bütün kıtaları görmüştür.
-EN ÇOK YAĞMUR ALAN YER
Hawaii’deki Waiale dağında yılın 350 günü yağmur yağar.
-EN BÜYÜK DEPREM
1556 yılında Çin’de meydana gelen depremde yaklaşık 850.000 kişi ölmüştür.
-EN YÜKSEK FAAL YANARDAĞ
Antofalla yanardağı 6450 metre yüksekliktedir.
-EN YÜKSEK YARI FAAL YANARDAĞ
Zaman zaman harekete geçen en yüksek yanardağ,Lullaillaco yanardağıdır.Yüksekliği 6723 metredir.
-EN YÜKSEK SÖNMÜŞ YANARDAĞ
Acongagua yanardağı 6960 metre yüksekliğindedir.Bu üç volkan da Arjantin sınırları içinde yer alır.
-EN BÜYÜK KÖRFEZ
1.500.000 kmkarelik yüzölçümü ile Meksika Körfezi ile en büyük körfezdir.Kıyı uzunluğu 5000 km.yi bulur.
-EN BÜYÜK ADA
Danimarka’ya bağlı Grönland çoğunluğu buz olsa da 2.715.000 kmkarelik yüzölçümü ile en büyük adadır.
-EN DERİN GÖL
Baykal Gölü’nün bazı noktaları 2 km derinliğe ulaşır.
-EN BÜYÜK DEBİ
Saniyede en çok su taşıyan nehir Amazon’dur.Atlas Okyanusu’na saniyede 120.000 ile 200.000 metreküp arası su taşır.
-EN UZUN YER ADI
Tayland’ın başkenti Bangkok’un halk arasındaki adı 166 harften oluşur:Krungthep Mahanakhon Bovorn Batanokosin Mahintharayutthaya Mahadilokpop Noparatratchathani Burirom Udomratchanivetmahasathan Amornpiman Avatarnsathit Sakkathatiyavisnukarmprasit.
-YAŞANAN EN YÜKSEK YER
Himalayalar’da 5990 metre yüksekte bulunan bir kalede insanlar yaşamaktadır.
-EN BÜYÜK TÜNEL
Japonya’daki Akhi Tüneli 13 km’dir.
-DÜNYA’YI EN ÇOK GEZEN İNSAN
Amerikalı Jessie Rosdail,hayatı boyunca K.Kore ve bir Fransız sömürgesi hariç tüm ülkeleri görmüştür.
-EN DÜZ ÜLKE
Maldiv Adalarının en yüksek yeri denizden 2,5 metre yeksektedir.
-EN ENGEBELİ ÜLKE
Lesotho’nun denize en yakın yeri denizden 1380 metre yüksektedir.
-EN UZUN ÜLKE SINIRI
ABD-Kanada arasındaki sınır 6416 km boyunca uzanır.
-EN KISA ÜLKE SINIRI
Zambia,Zimbabwe,Botswana ve Namibia bir noktada kesişirler.
-EN ÇOK DENİZ SINIRI OLAN ÜLKE
Kanada kıyıları 244.000 km uzunluğa sahiptir.
-EN AZ DENİZ SINIRI OLAN ÜLKE
Hiç kıyısı olmayan ülkeler haricinde Togo’nun denize 73 km sınırı vardır.-EN KURAK YER
Şili’deki Atacama Çölü’ne en son 400 yıl önce yağmur yağmıştır.
-DENİZE EN UZAK YER
Çin’in Sin Kiang eyaletinde bir yer denizden 2400 km uzaklıktadır.
-EN UZUN MAĞARA
Kentucky’deki bir mağara 350 km uzunluktadır.
-EN SADE MİLLİ BAYRAK
Libya bayrağı sadece yeşil renkten oluşur ve üzerinde hiçbir desen yoktur.
SEVİLMEK İSTEYEN YARAMAZ KEDİLER
Kediler, yalnız yaşayan, bağımsız yaratılışlı hayvanlardır. Evcil köpekler gibi sahiplerinin isteklerine hiçbir zaman boyun eğmezler. Sizin de bildiğiniz gibi kediler aç kaldıklarında miyavlar, sevilmek istediklerinde sürtünür, tüyleri okşandığında aldıkları zevkten ötürü mırıldanır ve daha bunlara benzer pek çok hareketle istedikleri mesajı verirler.
Evet, bu tüy yumaklarının görmesi için azıcık ışık yeterlidir. Çünkü kedilerin gözleri bizim gözlerimizden farklı yaratılmıştır. Onların gözbebekleri karanlıkta, olabildiğince çok ışık alabilmek için büyüyerek yuvarlaklaşır. Bu da onların karanlıkta rahatça görebilmelerini sağlar.
Ayrıca, kedilerin gözlerinde insanların gözlerinde bulunmayan bir tabaka vardır. Bu tabaka, retina tabakasının hemen arkasındadır. Retinadan geçip buraya gelen ışık tekrar retinaya doğru yansır. İşte, bu tabaka ışığı geri yansıtabildiği için retinadan iki kere ışık geçmiş olur. Bu sayede kediler çok az ışıkta, hatta insan gözünün göremeyeceği kadar karanlık ortamlarda bile gayet iyi görür.
- Peki Hiç Düşündünüz mü Gözleri Geceleri Neden Parlar?
Bu parlama, kedinin gözlerindeki biraz önce bahsettiğimiz tabaka ile ilgilidir. Artık sizin de bildiğiniz gibi, bu tabaka gelen ışığı ayna gibi geri yansıtır. İşte, onların gözlerini daha parlak gösteren, gözlerindeki aynadan yansıyan ışıktır.
- Pençelerinin Özelliğini Biliyor musunuz?
Bu sevimlilerin minik patileri, tehlike anlarında yırtıcı bir pençeye dönüşürler. Bunları tehlikeli hale getiren, içlerinde sakladıkları sivri ve keskin tırnaklarıdır. Tehlike anlarında bu tırnakları dışarı çıkarmak için yaptıkları hareket, aynı zamanda pençelerin yayılarak genişlemesini de sağlar.
- Niçin Hep Dört Ayak Üzerine Düşerler?
Hepiniz biliyorsunuzdur, metrelerce yükseklikten düşseler dahi kediler her seferinde dört ayakları üzerine düşerler. Dört ayak üstüne düşmenin kedilerdeki gerçek sebebi onların düşerken dengelerini sağlamak için kuyruklarını kullanmaları ve gövdelerinin ağırlık merkezini bu sayede değiştirip, patileri üzerinde yere düşebilmeleridir.
Ağaçların üzerinde, yüksek yerlerde dolaşmaktan keyif alan bu sevimli hayvancıklara düşme tehlikesi karşısında bu koruyucu özelliği veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan yüce Rabbimizdir.
CEPLİ KANGURULAR
"Hiç hayvanda cep olur mu?" diyebilirsiniz. Fakat, gerçekten de kangurunun karnında "kese" denilen ve yavru kangurunun beslenmesinin, korunmasının ve gelişmesinin sağlandığı bir bölüm bulunur.
Cebin içinden kafasını çıkarmış yavrunun çok sevimli ve şefkat uyandıran bir görüntüsü vardır. Bu yavru, o cebe henüz 1 cm. iken annesinin rahmini terk ederek, yani daha hiçbir organı gelişimini tamamlamadan, 3 dakikalık bir yolculuk sonucunda ulaşır.
Annesinin kesesinin içinde dört farklı meme bulunur. Bu memelerden birisinde, kıvamı ve ısısıyla kendisi için özel hazırlanmış bir süt vardır. Diğer üç memede ise yeni doğmuş bir bebek için değil, yaşı daha ileri bir yavru için hazırlanan süt bulunmaktadır. Bu yavru da birkaç hafta sonra ilk emdiği memeyi bırakacak ve yaşına göre olan memeyi emmeye başlayacaktır. Biraz daha büyüyünce ise bir ötekisine geçiş yapacaktır.
Çocuklar, burada kendi kendinize sormanız gereken bazı sorular var: Öncelikle, 1 cm boyundaki kanguru yavrusu, bu dört memeden hangisini seçeceğini nereden bilecektir? Anne kanguru dört memesinin her birine bu kadar farklı özellikteki sütleri nasıl yerleştirmiştir? Dahası, yeni doğan yavrunun emdiği süt diğer memelerden gelen sütlere göre daha sıcaktır. İçerdiği besinler de daha farklıdır. Peki, anne kanguru bu meme içindeki sütü nasıl ısıtmıştır? Her yavrunun ihtiyacı olan farklı besinleri sütün içine nasıl yerleştirmiştir?
Sakın unutmayın, bunların hiçbirini yapan aslında anne kanguru değildir. Anne kangurunun, kesesinin içindeki sütlerin farklı olduğundan haberi bile yoktur. Memelerinden birinin içindeki sütün sıcaklığını hesaplayabilmesi mümkün değildir. Her süte farklı özellik vermeyi ise kendisi hiç beceremez. O hangi sütün içinde hangi besinin olduğunu da hiçbir zaman bilemez. O sadece Allah'ın kendisine emrettiği şekilde yaşayan bir kangurudur. Yavrusunun ihtiyaçları da kendisini yaratan Allah tarafından düşünülmüştür. Sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Rabbimiz, en uygun yapıdaki sütleri, yavrular için en uygun yere yani annelerinin karnına yerleştirmiştir.
Kanguru yavrusu 6,5 ayı özel kesesinden hiç çıkmadan geçirir. Ardından yaklaşık 8 ayı hem kesenin içinde, hem de dışarıda dönüşümlü olarak geçirdikten sonra, sürekli dışarıda kalmaya başlar.
Bu arada, daha birinci yavru cepten çıkmadan, ona yeni bir kardeş tırmana tırmana gelir. Her ikisi aynı cepte ve kesinlikle birbirine zarar vermeden uzun bir süre yaşar. Her yavru kendi yaşına göre besinler içeren sütün bulunduğu memeyi emer. Peki her kardeş kendisinin emmesi gereken memenin hangisi olduğunu nereden bilir. Cevap çok açıktır: Allah'ın ilhamıyla, öğretmesiyle.
Kangurular cüsseleriyle de oldukça dikkat çeker; gövdeleri 1,5 m., kuyrukları ise 1 m.'dir. Kanguru ailesi arka ayaklarının büyüklüğü sayesinde 8 metrelik mesafeyi bir anda katedebilir. Hızlı koşarken dengelerini çok güçlü ve iri olan kuyruklarıyla sağlarlar. Peki sizce ayakları tesadüfen mi bu kadar büyüktür? Ya da rahatça sıçramak için çok büyük arka ayaklara ihtiyaçları olduğunu anneleri mi hesaplamıştır? Tabii ki doğru cevap bunların hiçbiri değildir. Hiçbir şey tesadüfen olmamıştır. Herşeyi canlıların ihtiyaçlarına göre yaratan Allah, kanguruyu da diğer tüm canlıları yarattığı gibi en mükemmel şekilde yaratmıştır.
KARINCANIN GÖZLERİNDEKİ PUSULA
Bulunduğumuz yerden başka bir ülkeye ya da başka bir şehre giderken yönümüzü bulmamızı sağlayacak yardımcılara ihtiyacımız vardır. Özellikle de gittiğimiz yer hiç bilmediğimiz bir yer ise mutlaka bir pusulamız, bir de haritamız olması gerekir. Harita insana nerede olduğunu, pusulaysa nereye gideceğini gösterir. Biz bunları kullanarak ve bilen kimselere danışarak yolumuzu buluruz ve kaybolmayız. Peki diğer canlıların yönlerini nasıl bulduklarını hiç düşünmüş müydünüz? Örneğin bir çölde yiyecek arayan karıncanın yuvasına her seferinde nasıl geri döndüğü hiç aklınıza gelmiş miydi?
![]()
Yandaki küçük karınca pusula kullanmadan çölde yolunu bulur. Yukarıdaki haritada ise bu karıncanın izlediği yolu görüyorsunuz.
Tunus'un Akdeniz kıyısında yaşayan siyah çöl karıncası (yandaki resimde görülen) çölde yuva yapan canlılardan biridir. Bu karınca türü ne pusula ne de harita kullanmamasına rağmen uçsuz bucaksız çölde yönünü her zaman hatasız olarak belirleyebilir ve yuvasına geri dönebilir.Çöllerde sıcaklık sabah güneşinin yükselmesiyle birlikte 70 dereceye kadar yükselir. Karınca da çöl kumunun bu muazzam sıcağında yuvasından besin aramak için çıkar. Yuvasından başlayarak 200 metre uzağa kadar varabilen bir alanda sık sık durarak ve olduğu yerde dönerek dolambaçlı bir yol izler. Bu yolu haritada görebilirsiniz. Ancak bu zikzaklar yüzünden karıncanın kaybolacağını düşünmeyin. Çünkü karınca, yiyeceğini bulduğu anda, hemen yuvasına doğru, düz çizgi şeklinde bir yol izleyerek geri döner. Karıncanın bu yolculuğu kendi boyutları ile kıyaslandığında, bir insanın çölde 35-40 km dolaştıktan sonra başladığı noktaya dümdüz bir yoldan dönmeyi başarması gibidir. Peki karınca bir insan için neredeyse imkansız olan bu işi nasıl başarır?
Karınca, etrafındaki cisimlere bakarak yön belirliyor olamaz. Öncelikle çölde yön belirlemeye yarayacak ağaç, kaya, akarsu ya da göl gibi işaretler yok denecek kadar azdır. Her tarafta sadece kum vardır. Ki bunlar olsa da bir şey değişmeyecektir; çünkü karıncanın bunları aklında tutup, yerlerini ezberleyip sonra yön belirlemek için kullanması mümkün değildir. Bu şekilde düşünüldüğünde, karıncanın başardığı işin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Karınca bu zor işi kendisine verilmiş olan özel vücut yapısı sayesinde başarmaktadır.
Karıncanın gözlerinde özel bir yön tayin sistemi vardır. Allah'ın onun gözlerine yerleştirdiği bu sistem bütün yön bulma aletlerinden üstündür. Çünkü bizim göremediğimiz bazı ışınları görebilen karınca, bunları kullanarak çevresine baktığı anda yön tayini yapabilir, kuzey neresi, güney neresi anlayabilir. Bu sayede yuvasının ne tarafta olduğunu tahmin edebilen hayvan geri dönerken hiçbir zorluk çekmez.
Allah'ın dışında, kendileri için göklerden ve yerden
hiçbir rızka, hiçbir şeye malik olmayan ve buna
güçleri yetmeyen şeylere mi tapıyorlar? Artık
Allah'a benzerler aramaya kalkışmayın;
çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
(Nahl Suresi, 73-74)
İnsanlar ışığın özelliklerinden çok yakın bir dönemde haberdar olmuşlardır. Ancak karınca ışığın insanların bilmediği bir özelliğini doğduğu andan itibaren bilmekte ve kullanmaktadır. Şüphesiz bu karınca türünün gözleri gibi kusursuz bir yapı rastgele tesadüflerle açıklanamaz. Karıncanın ilk ortaya çıktığı andan itibaren bu özellikte gözlere sahip olması gerekmektedir. Yoksa çöl sıcağında geri dönemeyeceği için yaşaması da mümkün olmayacaktır. Tüm çöl karıncaları dünyadaki ilk günlerinden itibaren şu andaki gözlerine sahiptir. Bu gözleri onlar için üstün ilim sahibi olan Allah yaratmıştır.
KARINCA VE KUŞUN HARİKA İŞBİRLİĞİ
Yaşadığımız her yerde sağlığımızı tehdit eden ve bizi hasta eden mikroplar vardır. Bu mikroplar bizim için olduğu kadar diğer canlılar için de bir tehlike oluşturur. Bu nedenle tıpkı bizim gibi bu canlıların da kendilerini korumaları gerekmektedir. Zaten canlıları incelediğimizde mikroplardan korunmak için bazı yöntemler kullandıklarını görürüz. Örneğin karıncalar kendilerini korumak için bir tür asitli madde üretirler. Bu madde mikropları etkisiz hale getirir. Sonra da bu asitli maddeyi kendi vücutlarına ve yuvalarının duvarlarına sürerler. Yani sadece kendilerinin değil, yaşadıkları yuvanın da mikroplardan arınması gerektiğini çok iyi bilirler.
![]()
Küçücük canlılar olan karıncalar mikropların kendilerine zarar vereceğini bilip, ona göre önlem alırlar. Bir tür asit üretir ve mikropları etkisiz hale getirirler. Bütün bunları yapmayı karıncalara ilham eden Allah'tır.
Acaba küçücük bir karınca bütün bunları nasıl akletmektedir? Şüphesiz bu, kendi aklının ve gücünün yeteceği bir şey değildir. Bir karınca, mikrobun ne olduğunu bilmediği gibi ondan korunması gerektiğini de bilemez. Şöyle bir düşünürsek; karınca önce mikrobu tahlil etmeli, sonra da onu zararsız hale getirecek maddeyi bulmalıdır. Peki bu maddeyi nasıl tespit etmiş olabilir?
Birlikte düşünelim.
İnsanlar bazı mikroplardan korunmak için aşı olurlar, ama bu aşılar laboratuvarlarda birçok araştırma ve deneyden sonra üretilmektedir. Üstelik bütün bunları uzman kişiler yapmaktadır. Aksi takdirde aşı hiçbir işe yaramaz, hatta zarar verici bile olabilir. Karıncaların ise ne böyle bir bilgileri vardır ne de bu konuda eğitim almışlardır. Bir laboratuvara gidip araştırma yapma gibi bir durumları da yoktur. Böyle bir şeyi düşünmek bile çok mantıksızdır. Karıncaların bütün bunları bilerek dünyaya geldikleri çok açıktır.
Karıncaya bu bilgileri üstün bir güç sahibi öğretmektedir. Alemlerin Rabbi ve herşeyin yaratıcısı olan Allah karıncaya mikroplardan korunmayı ilham etmekte yani öğretmektedir.
Mikroplardan korunması gereken canlılara başka bir örnek olarak kuşları ele alalım. Mikroplar kuşlara da rahatsızlık verirler ancak onların vücutlarında karıncalar gibi koruyucu maddeler üretecek sistemler yoktur. Bu nedenle kuşlar da bu mikrop sorunlarına farklı ve çok akıllıca bir çözüm bulmuşlardır. Karıncaların yuvalarına gider ve yuvanın üzerine uzanarak karıncaların gelip tüylerinin arasına girmesini beklerler. Yemek arayan karıncalar kuşun tüyleri arasında dolaşırlar ve bu sırada mikropları öldüren madde de kuşun tüylerine bulaşır. Böylece kuş bu maddeden faydalanarak mikroplardan temizlenmiş olur. Peki kuşlar karıncaların böyle bir madde ürettiğini ve bu maddenin kendi vücutlarındaki mikropları yok edeceğini nereden bilirler?
Karıncaların böyle bir korunma sistemlerinin olduğunu insanlar birçok araştırmadan sonra keşfetmiştir. Ve hayvanlar konusunda uzman olan kişiler dışındaki birçok insan hala bu bilgiden habersizdir. Siz de büyük bir ihtimalle bu bilgiyi bu kitabı okuyunca öğrenmişsinizdir. Ancak kuşlar karıncaların bu özelliğini ilk doğdukları andan itibaren bilmektedirler. Üstelik bunu onlara öğreten biri olmamasına rağmen ihtiyaç duydukları ilk anda, karıncaları kullanarak kendilerini mikroplardan arındırabilmektedirler.
Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı
canlılarda kesin bilgiyle inanan bir
kavim için ayetler vardır.
(Casiye Suresi, 4)
Karıncanın vücudunda üretilen bir maddeyi kuşların tanımaları ve bunu nasıl kullanacaklarını bilmeleri bizi tek bir gerçeğe götürür. Bu bilgiyi her iki canlıya da öğreten Allah'tır. Allah her canlının Kendi emrinde olduğunu bir ayetinde bize şöyle bildirmiştir:
... Hayır, göklerde ve yerde her ne varsa O'nundur, tümü O'na gönülden boyun eğmişlerdir. (Bakara Suresi, 116)
KÜÇÜK BEYAZ KUZULAR
Belki dikkatinizi çekmiştir, kuzuların hepsi küçük, sevimli ve masum yüzlüdür. Bir de yine onlara benzeyen fakat daha iri olanları vardır. Bunlar da, kuzunun annesi olan koyunlardır. Kuzuyla annesi arasında çok güçlü bir bağ olduğunu biliyor muydunuz? Bu güçlü bağ ise koyun kuzuyu doyurmaya başladığı zaman oluşur.
Koyun, kuzuyu doğurduğu an, onu diliyle temizlerken aldığı tadı ve kokuyu bir daha asla unutmaz. Bu yüzden de başka tat ve kokudaki kuzuyu yanına kabul etmez. İnsan bile hastanede kendisine başkasının bebeği verilse bunu farkedemezken, koyunun kendi yavrusunu kalabalık bir sürünün içinden yanılmadan bulması gerçekten hayret vericidir.
Oysa, koyunun kendi yavrusunu tanımak için fazla zamanı yoktur, doğum yaptığı an bunu başarmak zorundadır. Yoksa o kalabalık sürüde bir daha kuzusunu asla bulamaz. Ama böyle bir sorun yaşanmaz. Çünkü, Allah, koyuna yavrusunu doğurduğu an, tadını ve kokusunu öğrenmek için hemen yalaması gerektiğini ilham etmiştir.
Peki, yağmurlu havalarda kuzuların yağmurdan korunmak için ne kullandıklarını biliyor musunuz? Postlarını!.. Kuzu postu, çok yumuşak ve yağlı bir tabakadan oluştuğu için kuzunun ıslanmasına engel olan bir yağmurluk görevini görür. Böylece yağmurlu havalarda tüylerinin kıvrık ve kuru kalmasını sağlar.
Ayrıca, bu sevimli kuzuların en büyük özelliklerinden biri geviş getirmeleridir. Siz hiç geviş getiren bir hayvan gördünüz mü? Görmediyseniz anlatalım. Ot yiyen hayvanların bir kısmı geviş getirirler. Bu hayvanların 4 adet midesi vardır. Hayvan yemek yediği zaman besin ilk önce mideye gider, bir süre sonra tekrar ağza gelir. Hayvan tekrar çiğnedikten sonra ise diğer mideye gider. Bu işleme "geviş getirmek" denir. Rabbimiz, bazı hayvanlara sindirimi zor besinleri kolay hazmetmeleri için böyle bir özellik vermiştir.
Koyunların ve kuzuların bizim için birçok yararı vardır. Bize her gün süt verirler. Sütün içindeki kalsiyum kemiklerimizin ve dişlerimizin gelişimi için çok önemlidir. Sütten yoğurt, peynir gibi temel gıdalar yapılır. Pasta, börek ve diğer yemeklerde de bunlar kullanılır. Kısacası süt en çok kullandığımız ve bize en faydalı olan gıdalardan biridir. Ayrıca yünlerinden elde edilen ipliklerle de giyinmemiz için kumaş üretilir. Birçok kullanım alanı olan iplikler yaşamımızı çok kolaylaştırmıştır. Allah'ın insanlara indirdiği kitap olan Kuran'da da bu hayvanların insanlara sağladığı faydalar aşağıdaki ayetlerle anlatılmıştır: ... Size hayvan derilerinden hem göç gününde, hem de yerleşme gününde kolaylıkla taşıyabileceğiniz evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir zamana kadar giyimlikler döşemelikler ve (ticaret için) bir meta kıldı. (Nahl Suresi, 80) ... İçenlerin boğazından kolaylıkla kayan dupduru bir süt içirmekteyiz. (Nahl Suresi, 66) Gerçekten aynen bu ayetlerdeki gibi koyunlardan ve kuzulardan yararlanıyoruz. Allah'ın bizim için yaratmış olduğu bu nimetler için çok şükretmeliyiz.
1 AY SUSUZ YAŞAYABİLEN MUHABBET KUŞLARI
Yabani muhabbet kuşları Avustralya'nın fazla yağmur almayan bozkırlık bölgelerinde yaşar. Su ihtiyaçlarını yedikleri tohumlardan karşıladıkları için bu kuşlar havanın son derece kurak olduğu dönemlerde 1 ay boyunca hiç su içmeden rahatlıkla yaşayabilirler. Yabani muhabbet kuşlarının hayatlarında suyun çok önemli bir yeri vardır. Bu nedenle tüm yaşamlarını iklim koşullarına göre düzenleyebilirler. Örneğin yeterli miktarda su bulamadıkları zaman, yavru yapmayı durdururlar ve su için yeni yerler aramaya çıkarlar. Yeterli büyüklükte su birikintisi bulduklarında olabildiğince hızlı bir şekilde yumurtlamaya başlarlar.
Muhabbet kuşlarının iklim koşullarına göre yaşamlarını düzenlemeleri de Allah'ın ilhamıyla gerçekleşen davranışlardır. Neslinin devamı çok önemli oludğu için hiç riske girmemekte ve yumurtlamayı hemen kesmektedir. Bu şekilde akılcı davranarak beklemelerini muhabbet kuşlarına ilham eden herşeyi bilen, yarattığı bütün canlılardan haberdar olan Rabbimizdir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır. (İsra Suresi, 44)
KUŞ TÜYLERİNİN YAPISI
Kuşları diğer canlılardan ayıran en önemli fark elbette ki uçabilmeleridir. Kuşlar hiçbir canlının başaramadığı bu işi çok özel yapısı olan tüyleri sayesinde başarırlar.
Kuş tüyleri hafiftirler, kaldırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla eski biçimlerine dönebilirler. Eğer bir kuş tüyünü mikroskop altına alır ve incelersek, karşımıza olağanüstü bir tasarım çıkar. Tüylerin ortasında hepimizin bildiği uzun ve sert bir boru vardır. Bu borunun her iki tarafından yüzlerce tüy çıkar. Boyları ve yumuşaklıkları farklı olan bu tüyler kuşa havada hızlı uçma özelliği kazandırırlar.
Ancak daha da ilginç olanı, bu tüylerin her birinin üzerinde de, "tüycük" denilen ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan çok daha küçük tüylerin bulunmasıdır. Bu tüycüklerin üzerinde ise "çengel" adı verilen minik kancalar vardır. Bu kancalar sayesinde her tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi tutunur.
Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenmiştir. Birbirine çengellerle kenetlenen tüycükler, o kadar bitişiktir ki, tüyün üstüne duman üflense, aralarından geçemez. Çengeller herhangi bir şekilde birbirinden ayrılırsa, kuşun bir silkinmesi veya gagasıyla tüylerini düzeltmesi tüylerin eski haline dönmesi için yeterlidir.
Kuşlar hayatlarını devam ettirebilmek için tüylerini daima temiz, bakımlı ve her an kullanıma hazır tutmak zorundadırlar. Tüylerin bakımı için kuyruklarının dibinde bulunan yağ keselerini kullanırlar. Gagalarıyla bu yağdan bir miktar alarak, tüylerini temizler ve parlatırlar. Bu yağ, yüzücü kuşlarda, suyun içinde veya yağmur altındayken suyun deriye ulaşmasına engel olur.
Dahası kuşlar tüylerini kabartarak, soğuk havalarda vücut ısılarının düşmesini engellerler. Sıcak havalarda ise tüylerini vücutlarına yapıştırarak, vücutlarının serin kalmasını sağlarlar.
Vücudun çeşitli yerlerinde bulunan tüylerin her birinin görevi farklıdır. Kuşun karnındaki tüyle, kanat ve kuyruk tüyleri birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Büyük tüylerden meydana gelen kuyruk tüyleri dümen ve fren görevini yerine getirir. Kanat tüyleri ise, kanat çırpma esnasında açılarak yüzeyi genişletecek ve kaldırma kuvvetini artıracak bir yapıdadırlar. Kuşun kanadını aşağı doğru çırpması sırasında, tüyler birbirlerine yakın duruma gelerek, aralarından hava sızması engellenir. Kanatların yukarıya doğru kalkışı esnasında ise tüyler iyice açılarak aralarından havanın geçmesine elverişli bir hale gelirler. Kuşlar, uçabilme yeteneklerini koruyabilmek için belirli dönemlerde tüy dökerler. Görevlerini tam olarak yerine getiremeyen yıpranmış ya da yırtılmış büyük tüyler hızla yenilenirler.
Tüylerdeki bu detaylı yapı her kuşta vardır. Hepsinin tüyleri uçmalarını sağlayan özelliklere sahiptir. Burada anlatılanlar üzerinde düşünen ve aklını kullanabilen bir insan, kuşlardaki tasarımı fark edecek ve bu tasarımın Allah'a ait olduğunu da hemen anlayacaktır. Sadece kuşların bu özelliğini düşünmek bile Allah'ın ne kadar büyük bir güce sahip olduğunu anlamak için yeterlidir.
Kuran'daki ayetlerde iman eden insanların Allah'ın yarattığı canlılar üzerinde düşündüklerinden ve şöyle söylediklerinden bahsedilir:
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah herşeye güç yetirendir. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardı ardına gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki: "Rabbimiz, sen bunu boşuna yatarmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 189-191)
KUŞLARIN SÜZÜLME TEKNİKLERİ
Uçmak çok enerji gerektiren bir iştir. Kuşlar ise küçük canlılardır ve vücutlarında depoladıkları enerji kısıtlıdır. Kuşlar ihtiyaç duydukları enerjinin büyük bölümünü özel uçuş teknikleri kullanarak elde ederler. Havada kanat çırpmadan süzülme kuşların en çok kullandıkları tekniklerden biridir. Örneğin akbabalar, uygun bir yükseklikte süzülerek uçabilmek için, ısı dalgalarına dayalı özel bir yöntem kullanırlar. Bir ısı dalgasından diğerine süzülerek gün boyunca çok geniş bir alan üzerinde uçabilirler.
Bir yerden bir yere göç eden kuşlar da enerjiden tasarruf etmek için süzülme tekniklerini kullanırlar. Örneğin leylekler göç sırasında ısı dalgalarını kullanarak uçarlar. Orta Avrupa'da yuva yapan beyaz leylek, kışı Afrika'da geçirmek için yaklaşık 7.000 km uzağa göç eder. Eğer tüm yolu kanat çırparak geçmeye kalksa yolculuk boyunca dört yerde konaklaması gerekecektir. Ama beyaz leylek yolculuğunu üç haftada ve günün 6-7 saatini, ısı dalgaları arasında planör uçuşu yapıp, enerjisinin büyük bir kısmından tasarruf etmiş olarak tamamlar.
Su, karadan daha yavaş ısındığı için, denizlerin üstünde ısı dalgaları oluşmaz. İşte bu nedenle göç eden kuşlar uzun deniz yolculukları yerine karaların üzerinden göç etmeyi tercih ederler. Bazı dönemlerde gökyüzünü kaplayan leylek sürülerini hepiniz görmüşsünüzdür. Bunun nedeni leyleklerin de karaların üstünden göç etmeyi tercih eden kuşlardan olmalarıdır. Siz denizlerin üstünde sıcak havanın olmadığını bilmiyor olabilirsiniz ancak leylekler bunu çok iyi bilirler.
Albatros, martı ve öteki deniz kuşları ise, yüksek dalgaların oluşturduğu hava akımlarını kullanarak enerji tasarrufu yaparlar. Dalga tepeleri üzerinde uçan bu deniz kuşları, yukarıya doğru sapan havanın kaldırma kuvvetinden faydalanırlar.
Burada verilen birkaç örnekte de görüldüğü gibi bütün kuşlar hangi tekniği kullanacaklarından, nerelere gitmeleri, hangi yolları kullanmaları gerektiğinden haberdardırlar. Sıcak hava akımı kullanarak uçanlar ya da dalgaların oluşturduğu hava akımlarını kullananlar hiç karışıklık yaşamazlar. Çünkü Allah her canlıya ihtiyacı olan bilgileri ilham eder. Onlar da bu sayede nasıl davranacaklarını çok iyi bilirler. Allah Kuran'da kuşların havadaki hareketlerine dikkat çekmiş ve bir ayetinde şöyle buyurmuştur:
Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)
SUYU MAKAS GİBİ KESEN SU KUŞU
Pek çok kuş kanatları suya temas ettiğinde uçamaz, çünkü su tüylerini birbirine yapıştırır ve kuş kanatlarını hareket ettiremez hale gelir. Su kuşları ise bütün gün suya dalıp çıkarlar ancak onlara hiçbir şey olmaz. Bu şaşırtıcı durumun nedenini siz de merak ettiniz değil mi?
Su kuşlarının kanatlarında suyla temas ettiğinde tüylerinin birbirine yapışmasını önleyen bir yağ vardır. Bu sayede kuşlar suya rahatlıkla dalar ve çıkarlar. Skimmer da bir su kuşudur ancak bu yağdan yoksundur. Bu nedenle diğer su kuşları gibi avlanmak için dalış yapamaz. Peki suya giremeyen bu kuş nasıl beslenecektir?
Çok şefkatli ve sonsuz merhametli olan Allah kuşun alt gagasını üsttekinden daha uzun olarak yaratmıştır. Uzun alt gaganın uçları dokunmaya karşı hassastır. Ayrıca bu su kuşunun kanatları öyle kusursuz tasarlanmıştır ki, suyun hemen üstünde hiç kanat çırpmadan uzunca bir süre süzülebilir. Alt gagasını suya sokarak ve tıpkı bir makas gibi suyu keserek uçar. Hassas gagası bir ava dokunduğunda kuş hemen anlar ve avını yakalar. Bu kuş Allah'ın bütün canlıları hiçbir örnek olmadan yarattığının delillerindendir.
... Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O,
bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin
karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta
olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir
kitaptadır.
(Enam Suresi, 59)
SADIK DOSTLARIMIZ: KÖPEKLER![]()
Köpekler, birçok canlıdan çok daha zeki ve eğitilmeleri çok daha kolay olan hayvanlardır. İyi eğitimli olanları kimi zaman bekçi köpeği olarak kullanılır. Bir bekçi köpeği kendi vücudundan 5-6 kat büyük bir canlıyı etkisiz hale getirebilir. Ancak, çok ilginçtir ki, tehlike anlarında böylesine vahşi olabilen bu köpekler sahiplerine hiç zarar vermezler. Kendi canlarını sahipleri için tehlikeye atabilirler ve ne olursa olsun sahiplerini zorluk anlarında terk etmezler.
Köpekleri sevmemizin bir başka nedeni ise kuşkusuz çok oyuncu olmalarıdır. Ayrıca, köpekleri tasmalarından tutup dolaştırmak da çok zevklidir. Bir de uzun tüylü ise ve sevimli sevimli bakıyorsa hemen biz de bir tanesine sahip olmak isteriz.
İşte, farklı türlerde ve renklerde, büyüklü-küçüklü, tüylü-tüysüz yüzlerce köpek çeşidinin olması Allah'ın canlıları yaratırken hiçbir örnek olmadan, benzersiz, örneksiz yaratmasının en güzel göstergelerinden biridir. Kuran ayetlerinde Rabbimizin örneksiz yaratışı şöyle anlatılır: Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır... O, herşeyi yaratmıştır. O, herşeyi bilendir. İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. (Enam Suresi, 101-102) Şimdi bir düşünün, bugüne kadar hiç köpek görmemiş olsaydınız ve sizden bir köpek resmi çizmeniz istenseydi, bunu yapabilir miydiniz? Tabii ki yapamazdınız. Böyle olması da çok normal. Bunu yalnızca siz değil, hiç kimse yapamazdı. Çünkü insan, doğada benzeri olmayan hiçbir şey yapamaz.
Örneğin, uçaklar kuşların uçuş sistemleri taklit edilerek yapılır. Robotlar insanların vücut sistemleri taklit edilerek üretilir. Oysa Rabbimiz, yeryüzündeki sayısız canlı türünü örneksiz, benzersiz yaratmıştır. Kutuplarda yaşayan sevimli penguenleri, ormanlar kralı aslanı, yunusları, kelebekleri, kuşları, arıları... Kısaca tüm canlıları yaratan Allah'tır.
Tüm canlılara kendilerine ait özellikler veren Allah, köpeklere de diğer canlılardan farklı fiziksel özellikler vermiştir. Örneğin, köpeklerin dişlerinin sayısı bizimkinden on tane daha fazla, tam 42 tanedir. Böylece yiyeceklerini, özellikle de kemikleri rahatlıkla ağızlarında ufalayıp öğütebilirler. Ayrıca, köpekler gözlerindeki özel bir yaratılış sayesinde karanlıkta insanlardan çok daha iyi görürler. Hareketli cisimleri çok daha uzaktan algılayabilirler. Öte yandan, köpekler, bizim duyamadığımız bazı sesleri duyabildiklerinden; sesleri, insanlardan 4 kat daha uzak mesafeden fark edebilirler. Mesela köpeklere emir vermeye yarayan köpek düdüğünün sesini insanlar duymaz, ama onlar çok rahat duyabilirler.
Köpeklerin koku alma duyuları da çok güçlü yaratılmıştır. Beyinlerindeki koku alma merkezi insanlardan 40 kat daha fazla gelişmiştir. Bu nedenle köpeklerin koku alma yeteneği, insanlardan çok daha üstündür.
Tüm bu özellikleri sayesinde köpekler, avın kokusunu alıp, izini sürerek, avcıların vurdukları avları kilometrelerce uzakta da olsa bulup getirirler. Polis köpekleri kendilerine koklatılan küçük bir eşyadan yola çıkarak o eşyanın sahibini bulabilirler. Örneğin; Sen Bernard cinsi köpekler, hani şu kocaman sarkık yanaklı olanlar, son derece duyarlı burunları ile kar altında gömülü kalan yaralıları kolayca bulup çıkarabilirler. İşte, köpeklerin sahip olduğu bu olağanüstü duyu organı başlı başına bir mucizedir.
Köpekler, havayı solumak için de burunlarını kullanırlar. Hava buradan geçerken süzülür, ısıtılır, nemlendirilir ve oradan da ciğerlere dolar.
Bu sevimli canlılar, insanlarda olduğu gibi vücut ısılarını düzenlemek için terlemezler, çünkü vücutlarında ter bezleri yoktur. Isı ayarını solunum sistemleriyle yaparlar. Köpeklerin vücutlarındaki tüyler ise dışarıdan gelen ısının deri ile temasını önler. Hava sıcaklığının artmasıyla köpeklerin vücut ısıları da artar; vücut ısısı artan köpekler meydana gelen fazla ısıyı dillerini çıkararak atarlar. Böylece sıcak günlerde kalın tüylerine rağmen terlemezler. Allah onlara öyle mükemmel bir sistem vermiştir ki; insanların yarım saat hareket edince hemen terlemesine rağmen, saatlerce hiç durmadan koşan köpekler yine de terlemezler.Artık bunları bildiğinize göre, sıcak havalarda dilleri dışarı sarkmış köpekler gördüğünüzde onlar için üzülmenize gerek olmadığını da anladınız.
Siz de gördüğünüz köpekleri düşünürseniz hemen hatırlayacaksınız, köpeklerin vücutları hep yumuşak ve parlaktır. İşte, onların derilerine bu yumuşaklığı ve parlaklığı veren, derilerinde çok bol bulunan yağ bezleridir. Bir de, köpeklerin vücutlarında bizde olmayan bazı özel sistemleri vardır. Bu sistem sayesinde, hayvanın yürürken sürekli yere sürtünen patileri tahriş olmaz, pençeleri de aşınıp kurumaz. Gördüğünüz gibi Rabbimiz, yarattığı bu canlının en küçük bir sorununu dahi onun için yarattığı bir koruma mekanizması ile çözmüştür. Rabbimiz herşeyi birbiriyle uyumlu yaratandır. Bu örnekte de gördüğümüz gibi Allah her canlıyı ihtiyacı olan özelliklerle donatmıştır. Böyle örnekler bizi düşünmeye ve Rabbimizin yaratışındaki sanatı fark etmeye yönlendirir.
Bir Köpeğin 10 Ricası
1-Benim hayatım 10-15 yıl sürer. Senden ayrılığım bana acı verir. Beni almadan önce bunu düşün.
2- Bana, senin benden istediklerini anlayacağım bir süre ver.
3- Benim içimde sevgi duygusu uyandır ben bununla yaşarım.
4- Bana hiç bir zaman uzun süreli darılma ve cezalandırmak için bir yere kapatma. Senin hayatında iş, eğlence ve arkadaşların var. Benim hayatımda ise sadece sen varsın.
5- Arada sırada benimle konuş. Sözlerini anlamasam bile bana yönelttiğin sesini anlarım.
6- Bana daima nasıl davranılması gerektiğini bil. Ben hiç bir zaman unutmam.
7- Beni dövmeden önce aslında dişlerimle kemiklerini un ufak edebileceğimi, ancak asla böyle bir yola başvurmayacağımı düşün.
8- Beni "isteksiz, tembel ve inatçı" diye azarlamadan önce düşün: Belki yediğim yemek dokunmuştur, belki güneşin altında uzun zaman kalmışımdır veya halim kalmamıştır.
9- Yaşlandığımda benimle ilgilen, bir gün sen de yaşlanacaksın.
10- Her zor anımda yanımda ol, "benim içim kaldırmaz" veya "ben görmeden olsun" deme, çünkü benim için her şey seninle birlikte daha kolay.
BENEKLİ KULE: ZÜRAFA
5-6 metrelik boylarıyla zürafaları benekli bir kuleye benzetebilirsiniz. Zürafaların en uzun yerleri boyunlarıdır. Boyunlarının uzun olması, ağaçların en üst dallarına kadar uzanıp oradaki filizleri ve bitkileri yiyebilmelerini sağlar. Zürafaların, hiç çiğnemeden yuttukları bu dikenli bitkiler önce dört bölmeli midelerine gider. Daha sonra bunları sindirmek için tekrar ağızlarına gönderir ve burada çiğnerler. En sonunda da tekrar yutarak midelerinin bir başka bölmesine gönderirler.
Ancak, burada çok ilginç bir ayrıntı var. Biraz evvel bahsettiğimiz gibi zürafalar midelerindeki dikenli bitkileri çiğnemek için ağızlarına geri gönderirler. Fakat, bu çok uzun bir yolculuktur. Besinin mideden ağza gidebilmesi için, beneklinin yaklaşık 3-4 metre uzunluğunda olan boynundan yukarı doğru çıkması gerekir. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi yemeklerin kendi kendine oraya çıkabilmesi mümkün değildir. Peki, zürafaların bunu nasıl başardıklarını merak ettiniz mi? Hemen söyleyelim. Zürafalar, besinleri yemek borusundan yukarı doğru çıkaracak asansör benzeri bir sisteme sahiptir. Tabii ki zürafaların, "yediklerimizi sindirmek için ağzımıza geri göndermeliyiz, bunu yapabilmek için de asansör gibi bir sistem inşa etmemiz gerekir" diye düşünmeleri mümkün değildir.
Öte yandan bu sistemin tesadüfen oluşması ise hiç mümkün değildir. Bir insan, "yıllar önce inşaat yapmak için gerekli malzemeleri koyduğum boş araziye gittim bir baktım malzemelerin yerinde kocaman bir bina duruyor, herhalde biraz yağmur biraz kar biraz da güneş, sonunda seneler için de bu binayı oluşturdu" dese, her halde bu kişiye çok gülersiniz. Hatta belki de aklını yitirmiş olduğunu düşünüp ona acırsınız. İşte, beneklinin asansör sistemli boynu için de "tesadüfler sonucunda oluşmuştur" demek aynı şeydir. Böyle bir sistem tesadüfen oluşamaz.
Üstelik bir zürafa, taş, toprak ve kerpiçten oluşan cansız bir bina değildir. Bu, koşan, acıkan, çocukları olan bir canlıdır. Hiç bunun tesadüfen oluşması, tesadüflerin ona sahip olduğu uzun boynu ve içindeki sistemleri vermesi mümkün müdür? Tabii ki değil...
Çok açıktır ki, zürafaya ihtiyacı olan herşey, doğuştan Allah tarafından verilmiştir. Allah, zürafanın ağzını ve mide yapısını bu iğneli ve dikenli bitkileri rahatça yiyebilmesi için özel olarak yaratmıştır.
Boyun yapıları gibi, zürafaların uyuma şekilleri de bize Allah'ın varlığını düşündürür. Zürafalar, boyunlarını arka gövdelerinin yanına uzatarak uyurlar. Birkaç dakika dışında bütün uykularını bu şekilde ayakta geçirirler. Bir de zürafalar hiçbir zaman aynı anda uyumazlar, mutlaka aralarından biri nöbet tutar. İşte, bu nöbetçinin uykusundan fedakarlık etmesi ve zürafaların bu konuda ortak karar alıp anlaşabilmeleri, bize tüm canlılar gibi beneklinin de Allah'ın kontrolünde olduğunu gösterir.
Şimdi, bu beneklilerin yemek yiyişlerini bir kenera bırakalım ve biraz da bu sevimlilerin su içmeleri hakkında konuşalım. Eminiz, zürafaların metrelerce eğilip nasıl rahatça su içebildiklerini öğrenince bu çok hoşunuza gidecek. Bu konuyu çoğu insan bilmez ya da bilse bile üzerinde düşünmek aklına gelmemiştir. Oysa, herşeyi yaratan Rabbimiz, bizlerin düşünen insanlar olmamızı ister.
İlk olarak şunu söyleyelim, bu uzun benekli kuleleri su içerken önemli bir sorun bekler.
Onları bekleyen sorunun ne olduğunu anlamanız için biraz insanlardan bahsedelim. Bildiğiniz gibi bir insan baş aşağı durduğunda veya amuda kalktığında yüzü kıpkırmızı kesilir. Bunun sebebi yerçekiminin etkisiyle önemli miktarda kanın insanın başına toplanmasıdır. Böyle bir durumda kan, başın içindeki damarlara bir basınç uygular ve bu kuvvete "kan basıncı" denir.
İşte, bu kan basıncı zürafalar su içerken de meydana gelir. Ancak ortada büyük bir problem vardır. Zürafaların boyları 5-6 metre olduğu için, bu yükseklikten aşağı inen kafaya etki eden kan basıncı da oldukça büyük olacaktır. Söz konusu kan basıncı bir insana uygulansa insan hemen beyni parçalanarak ölür.
Peki, zürafalar nasıl olur da su içerken beyin kanaması geçirmezler? Çünkü, uzayın, gökyüzünün, dünyamızın ve içinde yaşayan tüm canlıların yaratıcısı olan Allah, zürafaların başlarının içine çok özel bir mekanizma yerleştirmiştir. Zürafaların başlarındaki damarların içinde kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar, zürafanın başının yüksekliği değiştiğinde devreye girer ve kanın zürafanın başına basınç yapmasına engel olurlar. Böylece, zürafa rahatlıkla su içebilir.
Peki, zürafaların neden benekli olduğunu hiç düşündünüz mü? Çok estetik olan bu görüntü aslında onların saklanmalarını sağlar. Yaşadıkları ortamın rengi ile böyle bir uyum içinde olmaları düşmanları tarafından görülmelerini zorlaştırır. Çok büyük olmalarına rağmen, tek düşmanları olan ormanlar kralı aslandan bu sayede saklanabilirler.
Ayrıca zürafalar, bir tehlike anında koşarak 55-60 km. hıza ulaşabilirler. Koşmaya başladıklarında başlarını pompalar gibi ileri geri götürür ve kuyruklarını kıvırırlar. Koşarken diğer bir özellikleri ise, diğer hayvanlar gibi ayaklarını çaprazlama atmamalarıdır.
Tabii bu durum yavru zürafalar için geçerli değildir. Onlar, henüz tam gelişmemiş bacaklarıyla anneleri gibi hızlı koşamazlar. Bu yüzden, aslanlar onları kolayca yakalayabilirler. Ancak, ilk başta da belirtiğimiz gibi bu sevimli, minik yavrular, annelerinin yanından hiç ayrılmazlar. Anneleri de öldürücü tekmeler atabilen uzun bacaklarını onları korumak için kullanırlar. Burada biraz durup düşünün. Zürafa dediğimiz canlı sonuçta bir hayvandır. Hayvanların aklı, zekası yoktur. İnsanlar gibi duyguları da yoktur. Yani bir tehlike karşısında annenizin sizi koruması çok doğaldır ve size olan sevgisinden kaynaklanır. Ama bir insan gibi duygulara, akla ve vicdana sahip olmayan zürafanın tehlike karşısında yavrusunu koruması son derece şaşırtıcıdır. İşte zürafanın ve diğer tüm hayvanların yavrularını korumaları Allah'ın onlara ilhametmesi sayesinde olur. Allah sonsuz şefkat sahibidir. Kuran'ın bir ayetinde hepimizin yaratıcısı olan Allah'ın şefkati ve merhameti şöyle haber verilir:
…Öyleyse Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir. (Nahl Suresi, 47)
PİJAMALI ATLAR:ZEBRALAR
Köpekler, birçok canlıdan çok daha zeki ve eğitilmeleri çok daha kolay olan hayvanlardır. İyi eğitimli olanları kimi zaman bekçi köpeği olarak kullanılır. Bir bekçi köpeği kendi vücudundan 5-6 kat büyük bir canlıyı etkisiz hale getirebilir. Ancak, çok ilginçtir ki, tehlike anlarında böylesine vahşi olabilen bu köpekler sahiplerine hiç zarar vermezler. Kendi canlarını sahipleri için tehlikeye atabilirler ve ne olursa olsun sahiplerini zorluk anlarında terk etmezler.
İnsana ilk bakışta atı hatırlatan zebralara, pijamalı sevimli atlar da denebilir. Zebralar, tıpkı atlarda olduğu gibi, yele denilen saçlara sahiptirler; vücut yapıları da atlara benzer şekilde yaratılmıştır ve en az onlar kadar hızlı koşarlar.
Yalnız ikisi arasında görünüm açısından bir fark vardır. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi bu, zebranın başından tırnaklarına kadar tüm bedenini kaplayan düzgün şeritlerdir. Şerit deyip geçmeyin, çünkü bu düzenli çizgiler her zebrada farklıdır. Nasıl parmak izi her insanda farklıysa zebraların üzerindeki çizgiler de her birinde farklıdır. Bir zebranın çizgileri sanki onun kimlik kartı gibidir. Zebraların dikey çizgileri aynı zamanda önemli bir savunma unsurudur. Bir arada durdukları zaman kendilerini avlamak isteyen kaplan ve aslanlar bu çizgilerden dolayı sürüyü bir bütün olarak algılarlar. Bu durumda avcı, avlayacağı zebrayı seçmekte güçlük çeker, bu da zebralar için bir korunma olur.
Zebraların yaşamlarında önemli iki şey vardır, su ve ot...
Bazı günler ot ve su bulabilmek için sürü halinde 50 km yol yürüyebilirler. Fakat akşam tekrar yaşadıkları yere dönerler. Çünkü daha önce başka hayvanlar için de anlattığımız gibi, her sürü kendi için belirlediği bir bölgede yaşar.
Zebraların en hoşlandıkları şeyin toz-banyosu olduğunu biliyor muydunuz? Evet, çok ilginç ama doğru, zebralar toz banyosunu çok severler. Çünkü, toz banyosu üzerlerindeki as***** böcekleri temizler. Zebraların bir de onlara eşlik eden ve temizlenmelerine yardım eden misafirleri vardır. Oxpecker kuşu denilen bu kuşlar, zebraların üzerlerine konarlar ve zebraların hastalık kapmasına ve kaşınmasına yol açan as***** böcekleri üstlerinden tek tek ayıklarlar. Gördüğünüz gibi bütün canlıların yaşamlarını düzenleyen, idare eden ve birbirine yardımcı kılan Rabbimiz, hayvanlar aleminde de, onları birbirine yardımcı olarak görevlendirmiştir.
Küçük zebralar doğduktan yarım saat sonra titreyerek de olsa kalkıp yürümeye başlarlar. Hemen annelerine yönelerek onların sütlerini emerler. Süt onlar için çok faydalıdır. Allah'ın onlar için özel olarak yarattığı pembe renkteki süt, onları doğdukları andan itibaren hastalıklardan korur. Ayrıca bağırsaklarının da çalışmasını sağlar...
Allah'ın koruması altında olan tüm canlılar gibi zebralar da kendilerine öğretilen savunma sistemleri sayesinde yaşayabilirler. Bu savunma sistemlerinin birincisi, Allah'ın onlara doğuştan verdiği görme, işitme ve koku alma duyularının çok hassas olması sayesinde açığa çıkar. Bu duyu organlarının hassas olması zebraların düşmanlarını çok çabuk fark edip, kaçmalarına yarar. Koşmaya başladıklarında ise inanılmaz bir hıza ulaşırlar. İkincisi, sürü uykuya daldığında bir veya iki zebranın muhtemel tehlikeleri önceden haber vermek amacıyla nöbetçi kalmalarıdır.
Öte yandan, dünyaya gözlerini yeni açmış bir yavru zebra için, Allah'ın ona öğrettiği savunma taktiği çok daha basittir. Yavrunun tek yapması gereken annesinin yakınında olmaktır. Çünkü, yeni doğmuş bir zebranın dünyaya yeni açılmış gözleriyle ne sinsi düşmanlarını görmesi, ne de görse bile titrek bacaklarıyla onlardan kaçabilmesi mümkündür. İşte, Allah bu yavruya doğduğu andan büyüyünceye kadar annesinin yanından ayrılmaması gerektiğini ilham etmiştir. Yoksa zebra yavrusu doğar doğmaz kendisini düşmanların beklediğini, bu düşmanlardan korunabileceği en emin yerin annesinin yanı olduğunu nereden bilebilir?
Zebraların çoğu gizlenecek fazla yer olmayan açık otlaklarda yaşar. Bu nedenle hayatta kalabilmek için çok hızlı hareket etmek zorundadırlar. Zebraların tüm vücut yapıları bu ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yaratılmıştır. Örneğin bacakları çok uzundur, güçlü kasları ve geniş bir alana sahip olan akciğerleri vardır. Bu yüzden hiç yorulmadan ve yavaşlamadan çok uzun mesafeleri koşabilirler. Zebraların kemikleri de hafif olmasına rağmen oldukça güçlüdür.
Bundan başka zebralar sık sık su içme ihtiyacı hissederler. Suyun olmadığı bölgelerde ise koku duyularını kullanarak çukur açacak bir yer bulurlar ve temiz suyu ortaya çıkarırlar. Herhangi bir tehlike anında yetişkin zebralar, sürüdeki yavruları koruyabilmek için onları sürünün içine doğru iterler. Tüm zebra sürüsü koşarken yavrular daima kalabalığın iç kısmındadır ve daha iyi korunmak için annelerine yakın hareket ederler.
BENEKLİ KULE: ZÜRAFA
5-6 metrelik boylarıyla zürafaları benekli bir kuleye benzetebilirsiniz. Zürafaların en uzun yerleri boyunlarıdır. Boyunlarının uzun olması, ağaçların en üst dallarına kadar uzanıp oradaki filizleri ve bitkileri yiyebilmelerini sağlar. Zürafaların, hiç çiğnemeden yuttukları bu dikenli bitkiler önce dört bölmeli midelerine gider. Daha sonra bunları sindirmek için tekrar ağızlarına gönderir ve burada çiğnerler. En sonunda da tekrar yutarak midelerinin bir başka bölmesine gönderirler.
Ancak, burada çok ilginç bir ayrıntı var. Biraz evvel bahsettiğimiz gibi zürafalar midelerindeki dikenli bitkileri çiğnemek için ağızlarına geri gönderirler. Fakat, bu çok uzun bir yolculuktur. Besinin mideden ağza gidebilmesi için, beneklinin yaklaşık 3-4 metre uzunluğunda olan boynundan yukarı doğru çıkması gerekir. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi yemeklerin kendi kendine oraya çıkabilmesi mümkün değildir. Peki, zürafaların bunu nasıl başardıklarını merak ettiniz mi? Hemen söyleyelim. Zürafalar, besinleri yemek borusundan yukarı doğru çıkaracak asansör benzeri bir sisteme sahiptir. Tabii ki zürafaların, "yediklerimizi sindirmek için ağzımıza geri göndermeliyiz, bunu yapabilmek için de asansör gibi bir sistem inşa etmemiz gerekir" diye düşünmeleri mümkün değildir.
Öte yandan bu sistemin tesadüfen oluşması ise hiç mümkün değildir. Bir insan, "yıllar önce inşaat yapmak için gerekli malzemeleri koyduğum boş araziye gittim bir baktım malzemelerin yerinde kocaman bir bina duruyor, herhalde biraz yağmur biraz kar biraz da güneş, sonunda seneler için de bu binayı oluşturdu" dese, her halde bu kişiye çok gülersiniz. Hatta belki de aklını yitirmiş olduğunu düşünüp ona acırsınız. İşte, beneklinin asansör sistemli boynu için de "tesadüfler sonucunda oluşmuştur" demek aynı şeydir. Böyle bir sistem tesadüfen oluşamaz.
Üstelik bir zürafa, taş, toprak ve kerpiçten oluşan cansız bir bina değildir. Bu, koşan, acıkan, çocukları olan bir canlıdır. Hiç bunun tesadüfen oluşması, tesadüflerin ona sahip olduğu uzun boynu ve içindeki sistemleri vermesi mümkün müdür? Tabii ki değil...
Çok açıktır ki, zürafaya ihtiyacı olan herşey, doğuştan Allah tarafından verilmiştir. Allah, zürafanın ağzını ve mide yapısını bu iğneli ve dikenli bitkileri rahatça yiyebilmesi için özel olarak yaratmıştır.
Boyun yapıları gibi, zürafaların uyuma şekilleri de bize Allah'ın varlığını düşündürür. Zürafalar, boyunlarını arka gövdelerinin yanına uzatarak uyurlar. Birkaç dakika dışında bütün uykularını bu şekilde ayakta geçirirler. Bir de zürafalar hiçbir zaman aynı anda uyumazlar, mutlaka aralarından biri nöbet tutar. İşte, bu nöbetçinin uykusundan fedakarlık etmesi ve zürafaların bu konuda ortak karar alıp anlaşabilmeleri, bize tüm canlılar gibi beneklinin de Allah'ın kontrolünde olduğunu gösterir.
Şimdi, bu beneklilerin yemek yiyişlerini bir kenera bırakalım ve biraz da bu sevimlilerin su içmeleri hakkında konuşalım. Eminiz, zürafaların metrelerce eğilip nasıl rahatça su içebildiklerini öğrenince bu çok hoşunuza gidecek. Bu konuyu çoğu insan bilmez ya da bilse bile üzerinde düşünmek aklına gelmemiştir. Oysa, herşeyi yaratan Rabbimiz, bizlerin düşünen insanlar olmamızı ister.
İlk olarak şunu söyleyelim, bu uzun benekli kuleleri su içerken önemli bir sorun bekler.
Onları bekleyen sorunun ne olduğunu anlamanız için biraz insanlardan bahsedelim. Bildiğiniz gibi bir insan baş aşağı durduğunda veya amuda kalktığında yüzü kıpkırmızı kesilir. Bunun sebebi yerçekiminin etkisiyle önemli miktarda kanın insanın başına toplanmasıdır. Böyle bir durumda kan, başın içindeki damarlara bir basınç uygular ve bu kuvvete "kan basıncı" denir.
İşte, bu kan basıncı zürafalar su içerken de meydana gelir. Ancak ortada büyük bir problem vardır. Zürafaların boyları 5-6 metre olduğu için, bu yükseklikten aşağı inen kafaya etki eden kan basıncı da oldukça büyük olacaktır.
Peki, zürafalar nasıl olur da su içerken beyin kanaması geçirmezler? Çünkü, uzayın, gökyüzünün, dünyamızın ve içinde yaşayan tüm canlıların yaratıcısı olan Allah, zürafaların başlarının içine çok özel bir mekanizma yerleştirmiştir. Zürafaların başlarındaki damarların içinde kapakçıklar vardır. Bu kapakçıklar, zürafanın başının yüksekliği değiştiğinde devreye girer ve kanın zürafanın başına basınç yapmasına engel olurlar. Böylece, zürafa rahatlıkla su içebilir.
Peki, zürafaların neden benekli olduğunu hiç düşündünüz mü? Çok estetik olan bu görüntü aslında onların saklanmalarını sağlar. Yaşadıkları ortamın rengi ile böyle bir uyum içinde olmaları düşmanları tarafından görülmelerini zorlaştırır. Çok büyük olmalarına rağmen, tek düşmanları olan ormanlar kralı aslandan bu sayede saklanabilirler.
Ayrıca zürafalar, bir tehlike anında koşarak 55-60 km. hıza ulaşabilirler. Koşmaya başladıklarında başlarını pompalar gibi ileri geri götürür ve kuyruklarını kıvırırlar. Koşarken diğer bir özellikleri ise, diğer hayvanlar gibi ayaklarını çaprazlama atmamalarıdır. Önce ön ve arka sol, daha sonra ön ve arka sağ ayaklarını kullanarak koşarlar.
Tabii bu durum yavru zürafalar için geçerli değildir. Onlar, henüz tam gelişmemiş bacaklarıyla anneleri gibi hızlı koşamazlar. Bu yüzden, aslanlar onları kolayca yakalayabilirler. Ancak, ilk başta da belirtiğimiz gibi bu sevimli, minik yavrular, annelerinin yanından hiç ayrılmazlar. Anneleri de öldürücü tekmeler atabilen uzun bacaklarını onları korumak için kullanırlar. Burada biraz durup düşünün. Zürafa dediğimiz canlı sonuçta bir hayvandır. Hayvanların aklı, zekası yoktur. İnsanlar gibi duyguları da yoktur. Yani bir tehlike karşısında annenizin sizi koruması çok doğaldır ve size olan sevgisinden kaynaklanır. Ama bir insan gibi duygulara, akla ve vicdana sahip olmayan zürafanın tehlike karşısında yavrusunu koruması son derece şaşırtıcıdır. İşte zürafanın ve diğer tüm hayvanların yavrularını korumaları Allah'ın onlara ilhametmesi sayesinde olur. Allah sonsuz şefkat sahibidir. Kuran'ın bir ayetinde hepimizin yaratıcısı olan Allah'ın şefkati ve merhameti şöyle haber verilir:
…Öyleyse Rabbin, gerçekten şefkatli ve merhamet sahibidir. (Nahl Suresi, 47)
PİJAMALI ATLAR:ZEBRALAR
Köpekler, birçok canlıdan çok daha zeki ve eğitilmeleri çok daha kolay olan hayvanlardır. İyi eğitimli olanları kimi zaman bekçi köpeği olarak kullanılır. Bir bekçi köpeği kendi vücudundan 5-6 kat büyük bir canlıyı etkisiz hale getirebilir. Ancak, çok ilginçtir ki, tehlike anlarında böylesine vahşi olabilen bu köpekler sahiplerine hiç zarar vermezler. Kendi canlarını sahipleri için tehlikeye atabilirler ve ne olursa olsun sahiplerini zorluk anlarında terk etmezler.
İnsana ilk bakışta atı hatırlatan zebralara, pijamalı sevimli atlar da denebilir. Zebralar, tıpkı atlarda olduğu gibi, yele denilen saçlara sahiptirler; vücut yapıları da atlara benzer şekilde yaratılmıştır ve en az onlar kadar hızlı koşarlar.
Yalnız ikisi arasında görünüm açısından bir fark vardır. Sizin de tahmin ettiğiniz gibi bu, zebranın başından tırnaklarına kadar tüm bedenini kaplayan düzgün şeritlerdir. Şerit deyip geçmeyin, çünkü bu düzenli çizgiler her zebrada farklıdır. Nasıl parmak izi her insanda farklıysa zebraların üzerindeki çizgiler de her birinde farklıdır. Bir zebranın çizgileri sanki onun kimlik kartı gibidir. Zebraların dikey çizgileri aynı zamanda önemli bir savunma unsurudur. Bir arada durdukları zaman kendilerini avlamak isteyen kaplan ve aslanlar bu çizgilerden dolayı sürüyü bir bütün olarak algılarlar. Bu durumda avcı, avlayacağı zebrayı seçmekte güçlük çeker, bu da zebralar için bir korunma olur.
Zebraların yaşamlarında önemli iki şey vardır, su ve ot...
Bazı günler ot ve su bulabilmek için sürü halinde 50 km yol yürüyebilirler. Fakat akşam tekrar yaşadıkları yere dönerler. Çünkü daha önce başka hayvanlar için de anlattığımız gibi, her sürü kendi için belirlediği bir bölgede yaşar.
Zebraların en hoşlandıkları şeyin toz-banyosu olduğunu biliyor muydunuz? Evet, çok ilginç ama doğru, zebralar toz banyosunu çok severler. Çünkü, toz banyosu üzerlerindeki a***** böcekleri temizler. Zebraların bir de onlara eşlik eden ve temizlenmelerine yardım eden misafirleri vardır. Oxpecker kuşu denilen bu kuşlar, zebraların üzerlerine konarlar ve zebraların hastalık kapmasına ve kaşınmasına yol açan a***** böcekleri üstlerinden tek tek ayıklarlar. Gördüğünüz gibi bütün canlıların yaşamlarını düzenleyen, idare eden ve birbirine yardımcı kılan Rabbimiz, hayvanlar aleminde de, onları birbirine yardımcı olarak görevlendirmiştir.
Küçük zebralar doğduktan yarım saat sonra titreyerek de olsa kalkıp yürümeye başlarlar. Hemen annelerine yönelerek onların sütlerini emerler. Süt onlar için çok faydalıdır. Allah'ın onlar için özel olarak yarattığı pembe renkteki süt, onları doğdukları andan itibaren hastalıklardan korur. Ayrıca bağırsaklarının da çalışmasını sağlar...
Allah'ın koruması altında olan tüm canlılar gibi zebralar da kendilerine öğretilen savunma sistemleri sayesinde yaşayabilirler. Bu savunma sistemlerinin birincisi, Allah'ın onlara doğuştan verdiği görme, işitme ve koku alma duyularının çok hassas olması sayesinde açığa çıkar. Bu duyu organlarının hassas olması zebraların düşmanlarını çok çabuk fark edip, kaçmalarına yarar. Koşmaya başladıklarında ise inanılmaz bir hıza ulaşırlar. İkincisi, sürü uykuya daldığında bir veya iki zebranın muhtemel tehlikeleri önceden haber vermek amacıyla nöbetçi kalmalarıdır.
Öte yandan, dünyaya gözlerini yeni açmış bir yavru zebra için, Allah'ın ona öğrettiği savunma taktiği çok daha basittir. Yavrunun tek yapması gereken annesinin yakınında olmaktır. Çünkü, yeni doğmuş bir zebranın dünyaya yeni açılmış gözleriyle ne sinsi düşmanlarını görmesi, ne de görse bile titrek bacaklarıyla onlardan kaçabilmesi mümkündür. İşte, Allah bu yavruya doğduğu andan büyüyünceye kadar annesinin yanından ayrılmaması gerektiğini ilham etmiştir. Yoksa zebra yavrusu doğar doğmaz kendisini düşmanların beklediğini, bu düşmanlardan korunabileceği en emin yerin annesinin yanı olduğunu nereden bilebilir?
Zebraların çoğu gizlenecek fazla yer olmayan açık otlaklarda yaşar. Bu nedenle hayatta kalabilmek için çok hızlı hareket etmek zorundadırlar. Zebraların tüm vücut yapıları bu ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yaratılmıştır. Örneğin bacakları çok uzundur, güçlü kasları ve geniş bir alana sahip olan akciğerleri vardır. Bu yüzden hiç yorulmadan ve yavaşlamadan çok uzun mesafeleri koşabilirler. Zebraların kemikleri de hafif olmasına rağmen oldukça güçlüdür.
Bundan başka zebralar sık sık su içme ihtiyacı hissederler. Suyun olmadığı bölgelerde ise koku duyularını kullanarak çukur açacak bir yer bulurlar ve temiz suyu ortaya çıkarırlar. Herhangi bir tehlike anında yetişkin zebralar, sürüdeki yavruları koruyabilmek için onları sürünün içine doğru iterler. Tüm zebra sürüsü koşarken yavrular daima kalabalığın iç kısmındadır ve daha iyi korunmak için annelerine yakın hareket ederler.
ORMANLAR KRALI: ASLAN
Aslan kedi ailesindendir ve çok yırtıcıdır. Uzun gövdesi, kısa bacakları, büyük kafası, güçlü görünüşü ve azametiyle ormanlar kralı olmayı hak eder.
Uzunluğu kuyruğuyla birlikte 3 metredir. Yüksekliği yaklaşık bir metre, ağırlığıysa yaklaşık 230 kg'dır. Yani, aslan sizden yaklaşık 1.5-2 metre daha uzun, kocaman bir kedidir.
Erkek aslanların yeleleri vardır. Çok yumuşak olan bu tüyler, ya yüzü çevreler ya da başın arkasını, boynu ve omuzları kaplayarak göğüsten bele kadar uzar. Bu yele aslana çok heybetli bir görünüm verir. Allah'ın aslana verdiği bu yele hayvanı olduğundan daha da güçlü ve gösterişli hale getirir.
Bütün gününü kayaların ve ağaçların gölgesinde yatarak ya da uyuyarak geçiren aslan çoğu zaman geceleri avlanır. Mükemmel bir gece görüşüne sahip olan aslanlar bu sayede geceleri rahatlıkla avlarını görebilirler. Karanlıkta dolaşan aslanların ışığı mümkün olduğu kadar fazla toplayabilmeleri için gözlerinde özel bir tasarım vardır. Diğer canlılara göre daha büyük olan gözbebekleri ve göz mercekleri aslanları iyi birer avcı yapan en önemli özelliklerdendir. Allah bu canlıları içinde yaşadıkları ortama en uygun özelliklerle birlikte yaratmıştır.
Aslanın kendine özgü kükremesi, genellikle akşamları avlanma zamanından ve gün doğmadan önce duyulur. Aslan kükrediği zaman, ormanda sanki hayat durur. Uluyan bir sırtlan ulumasını, hırlayan bir leopar hırlamasını keser. Herkes susar ve kralı dinler. Maymunlar ağaçların en üst dallarına kaçarak, çıkarabildikleri kadar çığlık atarlar.
VAHŞİ KEDİ: KAPLANLAR
Sakın onları kedi gibi uysal sanmayın! Onlar çok vahşi ve güçlüdürler. Kaplanlar kedi ailesinin en güçlülerindendir.
Yeni doğan yavru kaplanların gözleri ancak iki gün sonra açılır. Anne kaplan diğer hayvanlara karşı çok vahşi olmasına rağmen yavrularına karşı çok hassas ve düşkündür. Altı hafta boyunca onları sütle besler. Daha sonra onlara yavaş yavaş avlanmayı ve kendi yiyeceklerini elde etmeyi öğretir.
Bu eğitim döneminden sonra kaplan, çok hızlı hareket edebilen güçlü ve yetişkin bir hayvan olur. Bir sıçrayışta tam 4 metre atlayabilir. Şimdi, kollarınızı iki yana açın, bir elinizin parmak ucundan diğer elinizin parmak ucuna kadar olan uzunluk 1 metre kadardır. İşte, bu uzunluğun dört tanesinin yan yana gelmiş hali de kaplanın bir sıçrayışta atlayabileceği mesafeye eşittir.
Kaplanların kendilerinin bile farkında olmadıkları kamuflaj (bulunduğu ortama uyabilme) özellikleri vardır. Yaşadıkları yerlerin doğal renklerine benzer tüy renkleri ormanda kolaylıkla gizlenebilmeleri sağlar. Bu sayede kaplanlar avlarına sezdirmeden yaklaşabilirler. Ayrıca bu renkler kaplana çok estetik ve etkileyici özellikler kazandırır. Her kaplanın postundaki ve yanaklarındaki çizgiler ile kaşları diğerlerinden farklı farklıdır.
Kaplanlar birbirinin avlanma alanına kesinlikle girmez. Bir kaplan, kendi bölgesini çalılıklar üzerine salgıladığı bir kokuyla işaretler. Diğer kaplanlar, kokuyu duyduklarında başka birinin bölgesine girmekte olduklarını anlarlar.
Kaplanların özellikleri bu kadarla sınırlı değildir. Bu vahşi kediler, diğer kedi türlerinin aksine suyu çok severler. Hatta, o dev gibi cüsseleriyle mükemmel birer yüzücüdürler.
Allah tüm canlılarda olduğu gibi kaplanlarda da hayranlık uyandıran özellikler yaratmıştır. Örneğin küçük kaplan yavruları bakıldığında insanda şiddetli şefkat uyandıracak bir sevimliliğe sahiptirler. Aslında son derece vahşi olan kaplanları da Allah kendi yavrularına karşı çok yoğun bir şefkat ve merhamet gösterecek şekilde yaratmıştır.
Günlük hayatta "vay be, adamın cep telefonunun kamerası 2.0 MP" ya da bende bir makine var "12 MP" gibi sözler duyarız ve "vay be, teknoloji nerelere kadar geldi" deriz. Hatta bazen "ya bu kamera benim gözümle gördüğümden de net çıkarıyor görüntüleri" dediğimiz bile olur. İşin aslını yapılan araştırmalar gösteriyor ve vücudumuzun günümüz teknolojisinin ne kadar ilerisinde olduğunu ortaya koyuyor.
Gözümüz tek bir taslak üzerinde kurgulanmış anlık çekimleri yakalayan bir fotoğraf makinesi değildir. Daha çok bir video silsilesine benzemektedir. Gözümüz, küçük açılarla, anlık hareket eder ve etrafımızdaki detayları beyne yansıtmak için sürekli kendisini günceller. Ayrıca iki tane gözümüz vardır ve beynimiz, çözünürlüğü daha da arttırmak için her iki gözden gelen sinyalleri toplamaktadır. Daha fazla bilgi toplamak için de haliyle gözümüzü, gördüğümüz şeyin etrafında hareket ettiririz. Bu nedenlerden dolayı, göz ve beyin birlikteliği, retinadaki foto-alıcıların sayıca fazlalığı sayesinde,bir makinede olabileceğinden çok daha yüksek çözünürlükte veriler elde etmemizi sağlar. Aşağıda verilen eşdeğer megapiksel değerler, insan gözünün bir manzarayı ne kadar netlikte gördüğünü açıklayan bilimsel bir detaydır.
Yukarıdaki insan gözünün çözünürlüğünü sağlamaya neden olan veriler ışığında,şimdi önce küçük bir örnekle başlayalım: Şimdi önünüzde 90 a 90 derecelik açıda (gözümüzün açıları yani) bir görüntünün olduğunu farz edelim, aynen pencereden dışarıdaki bir manzarayı seyredermiş gibi. Bu durumda piksel sayıları ortalama bir göz için:
90 derece x 60 arc-dakika/derece x 1/0.3 x 90 x 60 x 1/0.3 = 324,000,000 piksel (324 megapiksel) olur.
Gerçekte her an bu kadar çok çözünürlük elde etmiyoruz, ama gözümüz bir manzarada istediğiniz tüm detayları görmenize olanak sağlamak için sürekli istediğiniz detayın etrafında hareket eder. Ama insan gözü, bu açıdan çok daha fazla bir açı görür ki bu da 180 dereceye yakındır.Biraz küçük düşünüp 120 derecelik bir açıyla bakabildiğimizi varsayacak olsak bile:
120 x 120 x 60 x 60 / (0.3 x 0.3) = 576 megapiksel verisini elde ederiz.
İnsan gözünün görebileceği gerçek açı değeri şüphesiz ki çok daha fazla çözünürlüğe tekabül eder. Bu yapıdaki (çözünürlükteki) bir veriyi kaydetmek içinse, çok fazla alana kayıt imkanı sağlayabilecek kadar gelişmiş bir kamera olması lazım.
Şimdi teorik bilgiyi bir kenara bırakıp , sözün özünü aktaracak olursak, pencere gibi sınırları olan bir alandan dışarıya baktığınızda gördüğünüz manzara, beyninizde 324 megapiksele eşdeğer olarak yer alıyor. Eğer görüntünüzü engelleyecek bir maniniz yoksa, 576 MP.
Böyle bir teknoloji harikası olan gözünüze gözünüz gibi bakın.
mehmet cok emek vermişsin emegine sağlık
yokbe mıksam bır yerde okudum ilgimi çekti onun için sıteye attım
Bir yilan 3 yil uyuyabilir.
-Bal bozulmayan tek gidadir.
-Ordegin sesi yanki yapmaz.
-Denizyildizlarinin beyni yoktur.
-Uzum mikrodalga firinda patlar.
-Insan yilda en az 1460 ruya gorur.
-Ictigimiz sular 3 milyar yasindadir.
-Karinca iki hafta su altinda yasayabilir.
-Insan kalbi dakikada 60-80 defa carpar.
-Parmak izi gibi herkesin dil izi de farklidir.
-"Pi" sayisinin bir milyarinci rakami 9'dur.
-Dunyada insanlardan daha cok tavuk var.
-Venus saat yonunde donen tek gezegendir.
-Insanin kalca kemigi betondan daha saglamdir.
-Hicbir kagit 7 defadan fazla 2'ye katlanamaz.
-Turkiye'de Mehmet adinda 1 milyon 229 kisi var.
-Sabahlari elma kahveden daha fazla uykunuzu acar.
-Yercekimsiz ortamda mum alevi kure seklinde olur.
-El tirnaklari ayak tirnaklarindan 4 kat daha hizli uzar.
-Otomobil sayisi insan sayisindan 3 kat daha hizli artiyor.
-Dogum gununuzu en az 9 milyon kisiyle paylasiyorsunuz.
-Bir bardak sicak su, buzdolabinda soguk sudan daha cabuk donar.
-Gunde 24 saat sayi saysaniz, 1 trilyona ulasmaniz 31 bin 688 yil alir.
-Dunyada bir yilda gercek paradan daha fazla Monopol parasi basiliyor.
-Eksi 90 derecede nefesimiz, havanin ortasinda donar ve duser.
-Vucudumuzdaki tum damarlari uc uca ekleseniz 19 bin 200 kilometre eder.
-Cin'de Ingilizce konusan kisi sayisi Amerika'dan daha fazladir.
-Elma, sogan ve patatesin tadi aynidir. Fark sadece tamamen kokularindan kaynaklanir. Aslinda hepsi
tatlidir.
-13 rakaminin ugursuz olarak bilinmesi nedeniyle ABD'de bircok otelde 13.katta oda bulunmaz.
-En uzun boylu insan 1940 yilinda olen 2,72 metre boyunda ABD'li R.P. Wadlow olmustur.
-Kibrit kutusu buyuklugundeki altin kulcesi yufka gibi acilarak bir tenis kortu buyuklugune kadar yirtilmadan uzatilabilir.
-Einstein 9 yasindan sonra akici konusmaya basladi. Aile onda zihin geriligi oldugunu bile dusundu.
-Insan daha cok oksijen alabilmek ve vucudundaki karbon gazini bosaltmak icin esner.
-Insan bir gunde 28-33 bin litre hava, 500
-700 litre oksijen, 2 kilogram yiyecek tuketir.
-Dunyanin en hizli kusu Bogazli Kirlangic'tir. 3 saniye sureyle saatte 128 km. surate ulasmistir.
-Michel Jordan bir yilda Nike'den Nike'in Malezya fabrikasi personelinin hepsinden fazla para kazaniyor.
-ABD, Ohio'da lisans olmadan fare yakalamak yasaktir.
-Asik oldugumuzda beynimiz "phenylethylamine" uretir. Bu kalp atisinizi hizlandirir ve sizi mutlu yapar.
Bu kimyasal madde cikolatada da vardir.
-Uzayda yercekimi olmadigi icin astronotlar aglayamaz.Cunku gozyasi asagi dusmez.
-Birinci Dunya Savasinda Fransa ulkedeki tum taksileri tum taksileri devraldi ve askerler cepheye bu taksilerle tasindi.
-1994 Dunya Kupasi'nda, Bulgaristan futbol takiminin 11 oyuncusunun hepsinin isminin sonu "OV" ile bitiyordu.
-Sivrisinek kovucu spreyler sinekleri kovmaz, sizi gizler. Sivrisinegin alicilarini bloke ederek sizin orada oldugunuzu anlamalarini engeller.
-Kahve sarhos bir insanin ayilmasina yardimci olmaz. Hatta cogu zaman alkolun etkisinin artmasina yol acar.
-Kereviz yerken harcanan kalori,kerevizin icindeki kaloriden daha fazladir.
-Bir pire, kendi buyuklugunun 150 kat yuksekligine ziplayabilir. Bu orani tutturmak icin insanin yaklasik 30 metre ziplamasi gereklidir.
-Klinik olum sonrasi insan 5 dakika icinde hayata geri getirilebilir. 5 dakika sonra beyin hucreleri olmeye baslar, ama yine de bu sureyi 5 dakika daha uzatmak mumkundur.
-Insan uzun sure bir bobrek ve bir akcigerle, midesiz, dalaksiz yasayabilir, ama karacigersiz bir dakika bile yasayamaz.