İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
Yazdırılabilir Görünüm
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
cocuklugumuzun öyküleri yeniden okunmalı, hayatı yeniden yazmak için. saygılar..
bu gün uzun uzun aynaya baktım ve derin bir iç çektim bizim zamanımızdaki aynalarmı degişti yoksa şimdiki aynalarmı yoksa benmi degişti özlüyorum.
muhabbetle kalın. saygılar..
Hele bir keresinde çocukluguma yani geçmişte kalan o masum cocuga mektup bile yazdım, ama halen cevap bile gelmedi. saygılarımla..
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
Aslında azıcıkkkk yaramazlıklarım varmış hala daha aile efradı bir araya gelince konuşulan! !
Babamın traş takımlarıyla traş oldumuşum mesela.. Yüzümde bundan kalan bir iz olmaması büyük şans...
Bir kutu omomatiği, çizgi oynanır ya onun çizgilerini çizmek için odada halının üstüne boca ettiğimide anlatırlar :))
O zamanlar sobalı olan evimizdeki koca sobayı devirdiğimi,uyurken annemin yüzünü boyadığımı,tamir ediyorum diye evdeki elektriklii tüm eşyaları bozduğumuda saymazsak uslu bir çocuk sayılabilirim sanırım.. :))
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
ablamın suikastlerine rağmen hayatta kaldığım yıllar(yakma, boğma, vb.) .
tavuk yumurtası boyayıp renkli civcivler elde ettiğim yıllar(yumurtayı gökkuşağı gibi boyamak bi işe yaramıyor söyleyeyim, civciv rengarenk çıkmıyor) .
freddy mercury'yi sevdiğim, şekerpembe'yi izlediğim, dans pistine işediğim, ilk aşkımı yaşadığım yıllar(ilk aşkım demişti ki 'kuduz'u çok seviyorum ama bacakları çok ince! ') !
ne güzeldi.
5 yaşında çizdiğim otoban üzerinde yol alan muhtelif araçların resmiyle başlayan çocukluğum.. ve ilhan irem dinleyip efkarlandığım 10 yaşım..elektrik düğmesine ulaşma yolunda kırdığım iki kolum..inciri dalında yiyip beğenmeyen damağım..bahçeli evimizin kazları ördekleri..babaannemin sac üstünde kızarttığı yufkalar..ilkgalatasaray formam..elmayla armutun kıyaslamasında elmanın galibiyetine hükmedişim..
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
Size bir editörlük verip, bunları makalelerdeki editorlerimiz köşesinde yayınlamayı çok isterdim, şimdi bu kadar değerli yazıyı aktarmakta epey zahmetli olacak ama burada kalmasınada gönlüm razı olmuyor. İnanın zevkle okuduğum ve takip edebildiğim ender konulardan biri...
Estağfurullah sayın admin beyefendi,
göstermiş olduğunuz incelik ve nezaketten dolayı öncelikle size çok teşekkür eder sevgi ve saygılarımı sunarım. Şunu samimiyetimle söylemek istiyorum
inanın çok nazik ve kibarsınız, inanın ki bunlara zamanım hiç yok denecek
kadar,boş zaman bulmak için inanın çok çaba sarf ediyorum bazı zamanlar
uzun bir süre bu siteye giremiyorum özellikle sık sık yurtdışı görevine gittiğim zamanlar, yine de size bu ince düşüncenizden dolayı cok teşekkür eder herşeyin gönlünüzce olması dileğiyle saygılarımı sunuyorum..
"arial11" çocuklarımız bizim çocuklarımız,onlar daha güzel yaşamalı...onlara en büyük mirasımız güzel bir gelecek olmalı...
Her günkü sabah yürüyüşlerinden birindeyim. Sabah saat 7.30 Evden yeni çıktım . Bir kaç metre yürüdüm, önümde küçük bir kız çocuğu. Elinde kocaman bir poşet. İçi ekmek dolu. Belli ki çok ağır, sürüyerek götürüyor. Kırmızı montlu, kırmızı yırtık çoraplı, eski bir bot, kırmızı şapkalı, sarı saçlı. Altı, yedi yaşlarında görülüyor. Usulca yanına gittim.-Yardım edebilir miyim, dememe kalmadı hemen elindeki poşeti elime tutuşturdu..Ben bir şey demeden; -Bayat ekmekler,biz kalabalığız. Bir yandan da elini oğuşturuyor, belli ki elleri çok üşümüş , ekmeklerin ağırlığından poşet elini kesmiş. İçinde beş tane büyük köy ekmekleri var ,epeyce de ağır! -Kaç kişisiniz diye sordum. -Annem babamla on kişiyiz.
- Senin adın ne?
-Fikriye Baş. Dört kız ve dört erkek kardeşiz.Her gün birimiz ekmek alırız . Bugün sıra bende. -Okula gidiyor musun Fikriye?
-Evet birinci sınıfa. Okulum eve çok yakın.
-Okumayı öğrendin mi?-Biraz okuyorum, öğreniyorum.
-Öğretmenin adı ne? Birkaç saniye duraksayarak ; -Bilmem unuttum,okulumun adını da unuttum.. -Neyse canım,hatırlayınca söylersin . Fikriye, bir şeye ihtiyacın var mı? -Eşofman lazım. Bir tane var da, önü yırtık. Ama olsun yırtık kısmını arkaya atıyorum, giyiyorum. Zaten annem alacak, söz verdi. Bende para bulunca biriktiriyorum, alırım. -Parayı nereden buluyorsun? -Annem bazen simit parası veriyor,karnım acıkmıyor ,saklıyorum. -Baban ne iş yapıyor? -El arabası var. Fakat bugünlerde hep evde, hastalandı. Çok tatlı ve sevimliydi. Sohbet çok güzeldi. Evine gelmişiz. Hemen ekmekleri aldı. ''Teşekkür ederim,okula beklerim. (Okulu göstererek) 1-c sınıfındayım'', diyerek evine koştu. Aslında biraz kızmıştım, tabii ki annesine. Bu saatte, üstelik hava karlı ve soğuk. O gün, bütün gün Fikriye 'yi düşündüm. Herkese anlattım, üzülmüştüm. Hayatın gerçekleriydi, görmüyor ,belki de görmek istemiyorduk. Her tarafta Fikriyeler vardı. Eşofman, çorap ve eldiven aldım. Hemen vermek istiyordum ama nasıl vermeliydim? Ters bir şeyler olmamalıydı ,başkalarından almaya alışmamalıydı. Hemen imdadıma hiç önemsemediğim, hatta kızdığım, saçma bulduğum''Sevgililer Günü '' yetişti. Bugün sevgililer günüydü. Hemen evine gittim.Hediyemi vermek için sabırsızlanıyordum. Kapıyı bir genç kız açtı, ablası olduğunu söyledi . İçerden kahkaha sesleri geliyordu. Ev buz gibiydi ama sımsıcaktı. O an benim evi düşündüm, kaloriferli , sıcak fakat boş, kimse yoktu.Biran benim evimin buz gibi olduğunu hissettim, yalnızlık! biraz da olsa Fikriye yi kıskanmıştım.. -Fikriye evde mi, dememe kalmadı sevimli haliyle karşımdaydı. Gülüyordu. -Merhaba tatlım .Fikriye ciğim, biliyor musun, bugün Sevgililer Günü İnsanlar bugün sevdiklerine hediye alırlar, bende sana aldım.Kabul eder misin? Teşekkür ederim, dedi ve hediyeyi alıp odaya koştu. Annesi yanıma geldi sdece gülyordu , ablası beni içeri davet etti. Çok geç olmuştu, giremezdim eve dönmeliydim. Teşekkür ettim. O an annesinin Türkçe bilmediğini öğrendim.Kızı annesinin Arapça bildiğini Türkçe bilmediğini söyledi.Güler yüzlü ve neşeli insanlardı, her zorluğa rağmen mutlu olabiliyorlardı. Her gün Fikriye yi görüyorum .Şimdi 3.sınıfa gidiyor.Büyüdü…Artık bisikletiyle ekmekleri taşıyor ve hava buz gibi…ama o mutlu…. Dilerim hiç bir zaman gülen yüzleri solmaz.Ben de Sevgililer Günü nü, sadece bir gün değil her güne pay ettim ve kutluyorum..
Bir sabah uyandım ve karşımda duran sessiz okyanusun içine daldım. Uyandığımda yine aynı yerde duruyordum, karşımda da yine o mavi enginlik ve üzerinde aynı sessiz elbise.İlerledim ve kendimi içine attım.İkinci kez uyandığımda sanki hiç suya girmemişim gibi aynı kuru bedenim ve aynı çatlak tenimle sapsarı kumlar üzerinde uzanmaktaydım.Korktum.Yavaşça ayağa kalktım. Ve ilerledim. Bu sefer okyanusa uzun uzun baktım. Sinirlerim de bozulmuştu. Ve kıyıda bulduğum bir taşı denize fırlattım. Bu böylece sürüp gitti.Ve tekrar uyandığımda yine orada, o sıcak kumların üstünde uzanmaktaydım. İlerledim ve bir taş attım tekrar.Bu o kadar rahatlatıcıydı ki kendimi kaybetmiş ve uyuyana dek taş atmayı sürdürmüşüm.Bunu tekrar aynı yerde uyandığımda fark ettim. Kıyıya ilerledim ve ayaklarımı suya soktum. Uyumayacağıma dair kendime söz verip durdum. Bir avuç taş aldım ve suları sıçratarak ilerledim kıyı boyunca. Bir yandan da sürekli sessiz suya taş atıyordum.Bir süre sonra geniş bir bahçeye geldim. Burası o kadar güzel düzenlenmişti ki birdenbire kendimi kaybedip içeriye daldım. Etraf bin bir çeşit meyve ağacı ve yerler rengarenk çiçeklerle doluydu. Mutluluktan uçuyordum. Bu güzellik beni benden almıştı.Sarı kumlarda tekrar uyandığımda hemen doğruldum ve öfkeyle bahçenin bulunduğu yere doğru koştum. Hala oradaydı. Bu kez güzelliğe dalıp mantığımı yitirmeyeceğime dair sözler veriyordum kendime.İlerledim. Bahçe bir yerde sona erdi ve geniş bir toprak parçasında tek başıma yürümekte olduğumu fark ettim. Etrafta başka bir canlı ya da herhangi bir şey yoktu. Bir süre sonra tek düze ilerleyen bu mekandan öyle sıkıldım ki başımı gökyüzüne çevirdim.Tepede büyük bulut kütleleri vardı.Bulutların bir bölgeye doğru iyice yoğunlaştığını fark edip o tarafa doğru ilerledim.Yürüdüm ve yürüdüm. Keşke bunu daha önce fark etseydim. Bulutları görene dek öyle çok yürümüş olmalıydım ki bir anda kendimden geçip yarı yolda uyuyakalmışım. Sarı kum tanelerini etrafa saçarak koşturmaya başladım. Bahçeyi geçtim ve kafamı gökyüzüne çevirip hızla koşmaya devam ettim. Bulutların bir noktada birleşip tek bir çizgi halinde büyük bir tepenin ardına doğru süzüldüklerini gördüm.Tepeyi aşıp gerçeği gördüğümde çok şaşırdım.Bunca zamandır takip ettiğim bulutlar meğer büyük bir ateşten çıkan dumanlarmış. İlerledim. Ayaklarım çıplak bunca yolu ilerlediğim için biraz da üşümüş olduğumu hissettim. Ateşin yanına uzanıp uykuya daldım. Uyandığımda ateş sönmüş ve belli ki yeni bir günün güneşi tepeye çıkmıştı.Şaşırdım. Uyandığımda sarı kumların üzerinde olacağımı düşünmüştüm oysa ki. Ama öyle olmadı.Beklemediğim şeylerin olup da beklediğim şeylerin olmaması beni çok yormuştu. Hem dinlenmek hem de bunun rastlantı olup olmadığını öğrenmek üzere tekrar uzandım.Uyandığımda hala sönmüş odun parçalarının yanındaydım. Ayağa kalktım. İlerleyecek gücü kendimde hala bulamıyordum.Çok uzun zamandır buradayım. Ne geri dönüp denizle yüzleşmeye, ne yeni bir ateş yakmaya ne de buradan başka bir yere gitmeye gücüm var. Sadece bekliyorum.
Güneydoğumun gazi ve mert ilinin ender ve güzel ilçesi Nizip'imin,şairin vurguladığı gibi "Vurulmuşum toprağına /taşına , yerde gezen / Gökte uçan kuşuna.."
Vurulmuşum tarlasında çift süren erkeğinin ardında kucağında tohum saçan kadınına vurulmuşum.
Sürülerinin ardında elinde kavalı / sırtında çıkısı / ayağında çarığıyla dağ , tepe dolaşan çobanına , sevdasına vurulmuşum hey...
Ağustosun sıcağında , düvenin üstünde durmaksızın dönen , mahsülünü bir an önce ambarına dökmek isteyen köylü dostlarımın sevdalısıyım . Nasıl sevmem böyle dostlarımızı ; Yaşamlarını Doğa ile paylaşan Gardaşlarımızı . Nasıl anımsamam . Hem ki o yer sofrasında sıcacık kendilerine özgü ekmekleriyle , bir arada aynı çanaktan sıcak çorbalarını yudumladığımızı nasıl anımsamam...
İnsanların mutlu olmasından öte güzellik yoktur.Hele de birinin sevdiğini mutlu etmesi , onu mutlu görmesi , paylaşması mutluluğun en büyüğüdür.
Onlara en azından bugünü yaşatmak , mutlu kılmak , elbetteki biz evlatların görevidir.
Anneler olmasaydı biz evlatlar ne yapardık.Anneleri olmayan cocukları düşünüyorum . Düşündükçe acı duyuyorum.Benim annemin bana verdiği emeği şefkati sevgiyi bilmiyorlar.Üzülüyorum.İyiki varsın canım annem.
Annelerin hakkı ödenmez.Ödenemeyektir.Verilen emeğin karşılığı bulunamadı / bulunamayacak da. Karşılıksız verilen bu emek işte kutsal olan...Her zaman yanındayım canım annem.Bana hayatı sen öğrettin . Doğruyu yanlışı sen gösterdin . Yolumun ışığı geleceğimin destanısın sen .
Sen ve diğer bütün anneler !... sizler birer MELEK siniz. Sizleri saygıyla selamlıyorum.
Anlatılması zor ama çok güzel duygudur Sevmek sevilmek.O denli acı bir gerçektir unutulmak. Her seve unutulacağını sanarak yer tüketir kendini için için.Kahrolur.Ayrılmışsa sevdiğinden.Kırılmışsa kanatları, uçamayacağını düşünür sonsuza dek.
Unutmanın yanında en büyük/en güzel avuntudur; Sevmek ve sevilmek tüm insanlara.Yaşı yoktur sevmenin/sevilmenin.Dördünde, öndördünde,yedisinde yetmişinde...İlk gençiğindeki heyecan ve coşku ile görür sevmeyi/sevilmeyi insan.Çünkü yaşamın özünü anlamını yücelten sevgi olduğunu bilir arar onu durmadan.Sevdiğimiz yanında iken anlaşılmaz akıp gider zaman.İnsan nasılda gençlik kazanır o an.
Unutulur gider sevenler Sevilenler sonra...ve
unutulmaz bir acı kalır sevenlerin yüreklerinde.
Sevmenin/ sevilmenin acıklı bir bestesi olur o zaman UNUTULMAK.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
Ne zamandi ilk elbisem? Ilk plastik topum, tabancam?
Hatirlayamamam dogal diyelim. Hayatimin ilk zamanlariydi ve ani kutum henüz hazir degildi belki. Belki ben asilli degildi bana alinanlar. Oyuncaklar, elbiseler...
Bir seylerin ilk olduguna karar verdigimiz, beynimize resmedilen anlari bu kutulara doldurduk. Içine önce ne koyduk?
Kim bilir G.Antep’in hangi puslu yetmis küsürleriydi. Hayatimin en uzun yolculugu olsa gerek, G.Antep’ in sahinbey mahallesinden, Nizip’in fevkani mahallesine geliyoruz. O zamanlar dünyanin en güzel koltugu olan babamin dizleri beni uykuya almis. Göz kapaklarim her sert frende aralanirken bulanik yol isiklari, caddeler, camda kafasi ziplayan yorgun insanlar hayal gibi görünüp kayboluyor.
Birden uzun süre kaybolmayan isiklarin arasina giriyoruz. Daha kalabalik, daha aydinlik bir yerlerdeyiz. Ovusturdugum gözlerimin arasindan bir de bakiyorum ki Tom ve Jerry birbirlerini kovalamakta. Koca bir apartmanin cadde yüzünde dev gibi bir televizyon! Babama dönüyorum heyecanla " baba bak bak baakkk". Gözleri yorgunluktan süzülmüs babam aniden heyecanlaniyor. "Kalk hanim kalk gelmisiz!" .
Apar topar otobüsten asagiya iniyoruz. "Aslan oglum" diyor babam "cin gibi cinn".
Zamanla anliyorum ki buna övgü ve gururlanmak deniyor.
Tom ve Jerry evde yeni alinmis siyah beyaz televizyonumuzda da var. Ama bu his her yerde yok ki...
Baktim. Orada öylece duruyordu. Öylece durdugu için yani beni bekler gibi durdugu için, coskun bir heyecanla doldu, yüregim. Cesaretlendim. Bir gösteri yapmak geldi içimden. Beklemekten baska bir amaci olmadigi için, durmak için durdugu için, bir sey olmayi basarabildigi için bir heves geldi, içime. Onu etkilemek istedim, beraber bir sey olmak istedim. Öylece durmasini becerebildigi için bu istek. Salt durakligi yasadigi ve durma sürecindeyken bakisi da tek bir noktaya dalmasi ve bana bakmasi içindi tüm bunlar veya böyle durmayi becerebildigi için. Düsüncede, duyguda asili kalabildigi için bir heves dogdu içimde. Sandalyemden kalktim. Onun gibi salt bir sey olmaya çalisarak yürüdüm. Yanina vardim. Onu etkilemek için hazirladigim cümle kervanlari bir anda gitti. Ama o hala duragandi. Gözlerinde ufacik bir soru isareti olusmustu. Iste, bir duraganlik bile soru soruyordu. Belki de bu soruyu beynimde olusturmustum. Ve bu soruya cevap vermek için, sadece bu soruya cevap vermek için, duraganliktaki büyüyü unutarak, konusmak mecburiyetinde oldugum için konusmaya basladim. Dedim ki;
— Ben iste buyum, benim hammaddem, olabilirligim bu kadar, senin sayende bu olabilirligin en yüksek noktasina çikabilirim. Bu hammadden ancak bu kadar çikar. Bir seyi asabilirligim bu kadar. Benim olanagim bu. Ve senin yanina sadece bu sekilde durabildigin için geldim, bir sey olmayi basarabildigin için geldim. Senin olabilirligin çok yüksekte olmasina ragmen, benim olabilirligimi bir miknatis gibi çekti. Ve her adimimda senin yasadigin seyi yasadim. Tipki enfes bir müzigi dinler gibiydim. Duraganligin yüzünden buradayim.
Dedim ve kiza baktim. Kiz suh bir kahkaha atti.
- Miknatisin ters tarafina geldin, ayni hizla geri git, dedi.
Hizla geri döndüm. Masamdaki esyalari topladim. Kizin yanindan geçerken kiz arkamdan bagirdi:
- Hammadden neydi bir daha söylesene, dedi.
O günden sonra içimdekileri kimseye anlatmadim. ve özgür oldugum kadar özgür degildim.
sana bunlari beni ve aklimi tamamen peltelestiren bir iklimden Antalya’dan yaziyorum.. kisa bir süre önce degistirilmis bir iklimdi bu.. bu göç kisiligime de yansimis olabilir, hala muallakta olusumun ilginç sizisi içimde.. anlatabilir miyim bende ki bu kaybolusu sana?
Hala siginti gibiyiz, ev degisik, kisi farkli, biz ayni bavul dolu yigma bir odada kalan ben, baska yatakta uyuyan ablam.. kaybetmislige bile bile gitmelere alismis gibi, bu kaybolustan memnun gibi, beni de mahvediyor kendini de... mutlu oldugunu sanmiyorum,mutlu oldugumuzu da..
Antalyadayiz bir süredir daha bir süreler buradayiz sanirim, göçmeye alismis ruhumuz bir küçük meltem görse pesine takilacak, korkuyorum bu sürüklenisten.. anliyorsun degil mi?
Tüm Türkiye’yi dolasmak ve tanimak istemiyorum. hatta yapmak istedigim tek sey sirin Nizip’den çikmayip, firtina, deprem, sel ne varsa orada yasamak, bu sirin Nizip’in yetmis bin kisilik nüfusundan sadece on binini tanimak istiyorum sadece canim dostlarimi tanimak..bu ne kadar mümkün? bunlar seni ne kadar ilgilendiriyor bilmiyorum ama sorularimi kimseye yöneltemiyorum..
Bu satirlari sana yazdim, kendim adina ama sana.. okursan anlarsin dedim... okusan ne olur?senin hayatin da bir timarhaneden farksiz.. yine de yazdim.. bil istedim kimsenin açiklayamadigi bu bendeki kaybolusu sen olsun bil istedim..
Yine hayatim tüm ihtisamiyla Sodom’a benziyor....
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
Eskici bagiriyordu yine sokakta;
Eskilere nayloooon, getir eskiyi al yeniyi diye.
Yillardir hep ayni edayla, hep ayni niyetle bagiriyordu.
O bir eskiciydi. Eskiyi aliyor ve yerine yenisini veriyordu.
Aslinda eskici degil yeniciydi bence o. Ama adi eskici kalmis ya bir kere!
Ben hep düsünür ve acirdim eskiciye. Ve kendime sorardim acaba bir gün bende
bir eskiyi yenilemesini isteyecekmiydim diye? "Karsiliginda üç mandal bir legen
ver bakalim" diye pazarlik edecekmiydim ?
Hep sorardim kendime ama hiç ihtimal vermezdim. Ama oldu iste..
Ihtimal vermedim ama askini verdim eskiciye. Hemde üç mandal ve bir mavi naylon legene.
Kabullenmedi ilk basta bizim eskici. Ama sonra sonra kabul etti.
Zaten onun için üç mandala gitti ya askin. Seni eskiciye anlattim.
Hayirsizligini, gamsizligini ve yaramazligini anlattim.
O da "Bu ask üç mandaldan fazla etmez abicim" dedi.
Ama üstüne bir mavi legende benden olsun dedi.
O da gözlerinin hatirina....
Sabah erkenden kalkar herkes uyurken hic ses cikartmadan vazgemedigi tutkularindan olan bir fincan kahvesini atesin uzerinde yillarin kendisine vermis oldugu acilari huzunleri sevincleri ve kederleri tabiki yuregindeki kocaman sevgisinide katarak kendisine turk kahvesi yapardi…
Sonra surekli oturdugu koltugunun onundeki sehpasinda kendisini bekleyen birinci ile baslayip Bafra ile devam edip Maltepe ile sonlandirmis oldugu meretten bir tane alip kendisi icin hazirlamis oldugu turk kahvesinden yudumlarken kahveye eslik etmesi anlaminda sigarasindan bir tane yakardi…
Ilkokul mezunu oldugu halde her gun okumakta esirgemedigi gazetesini ve ozellikle cok buyuk olmayan ama yeri geldiginde benim bile cozmekte zorlandigim bulmacasini cozerken ona hayat okulunun vermis oldugu bilgi ve tecrubelerinden faydalanmasini bilerek cozmeye calisirdi..
Bulmacasini bitirdikten sonra gozleri salonun icinde dalip giderdi..belki yasadigi vefasizliklar aklina gelir huzunlenir,belkide deniz kasabasinda gecirmis oldugu cocukluk donemleri aklina gelir neselenirdi..belkide bu hayatta evlatlarina maddi anlamda hic bir sey birakamamisin karsiligi olarak onlari universitede lisede ve okumayan bir oglunuda tamircinin yanina vererek ona bu hayatta yasadigi bir omur boyunca hayatini idame ettirecegi bir meslek birakmis oldugunun sevincini yasardi ederdi…
Sayginin yaninda kendinden yasca kucuk insanlarin ictikleri sigara ile degilde kendisine yuregini kalbini kirmayacak sekilde yapilacak olan hareketlerle gosterilmesini isteyen biri olmasinin ve bu sekildeki dusuncesindende hic bir zaman gocunmamanin vermis oldugu bir rahatlik ile gozleri dalardi salonun ortasina,belkide dusunurdu 40 kusur yil bir yastiga baskoydugu esi ile gectikleri zor yillari zorda olsa neseli zamanlari dusunerek aklina getirerek o masmavi gozleri ile dalarak bakardi salona ve su koca dunyaya…
Ama hissettigim bir sey varki bu hayat ile hesaplasmalarinda geriye donupte hic bir zaman pismanlik duymadan etmeden durustlugunden odun vermeden hayati siradan degilde doyasiya yasayip ailesi ile paylastigina yurekten inanan koca yurekli bir adam….bu hayata her zaman saka ile bakmasini seven verdigi degerler ugruna yasayan bu koca yurekli adam en buyuk sakasini 17 temmuz 1992 yilinda sevdiklerine yapacagini nereden bilebilirdiki…
Bu hayattan gittigi zaman vatani gorevimin bitmesine 3 ay kala ne kadar seni kendi ellerimle topraga veremesemde cenazene katilamasamda,bana birakmis oldugun ve ogretmis oldugun insanligini butun yasadigim hayat boyunca seni yuregimde yasatmak emin olki senin teknekazintin olarak yerine getirecegim tek seydir..benim koca yurekli mavi gozlu babam.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
Sensiz yeni bir yıla daha merhaba diyeceğiz.. buruk ve üzgün...Hatırlıyorum da ne eğlenceli geçerdi çocukluğumda yılbaşı geceleri..toplumun çoğunluğunun yasak diye ürkerek erken yattığı o gecelerin birinde sanırım 4 yaşlarındaydım sen “ çocuklar bakın gece 12 de çeşmelerden meyve suyu akacak sakın uyumayın” diye bizi kandırmıştın..ve tek amacın saat 12’yi ailecek bitirip, yeni yıla beraber girmekti, o geceyi ölsem unutamam..şimdilerde nasıl da gülüyorum gece yarısını bekleyip, lavabolara koşuşumuza...Ah be bir tanem, sönen bayramlar gibi yeni yıllar, bütün özel günler de söndü sen gideli.
Yaşları, bana yakın olanlar bilir, tombalanın vazgeçilmezliğini.. Seninle hem tombala, hem domino oynar yenilince de mızıkçılık yapardım..avazım çıktığı kadar “oynamıyorum işte” diye bağırırdım..Senin varlığınmış asıl o günleri mutlu kılan da, ben anlamamışım minik yüreğimle..Seni ne çok sevmişim, oysa şimdi o zamanlar söyleyememenin acısı kavurur yüreğimi..
Yepyeni bir yıla girsek de eskisi gibi yeni umutlara sahip değilim baba, bunları sana anlatmam doğru mu bilmiyorum ama bildiğim bir gerçek var ki en büyük sırdaşım, derttaşım sensin benim. Sen yokken güzel şeyler de oldu elbette; evlendim..Mutluyum, ennem gibi anne olan, evine bağlı ve inanmayacaksın ama huyları tıpatıp anneme benzeyen bir insanla evlendim. Sana bugün içimdeki umutsuz yanımı anlatmaya kararlıyım ya, o yüzden güzel şeyleri bir türlü anlatamıyorum.
İçimde öyle büyüyorsun ki gün be gün, yoo bundan asla şikayetçi değilim..ne var ki; o güzel ruhun aklıma geldikçe gidişine kahroluyorum baba..bunu kabul etmek istemiyorum..Allah beni affetsin böyle düşündüğüm için ama aradan 14 yıla yakın zaman geçse de hala inanmak istemiyorum çünkü,
O gidiş sana hiç yakışmadı...Öldüğünü söylediklerinde hastane koridorlarından sana ulaşmak için çığlıklarımla koşarken o yol bitmek bilmedi ve bittiğinde de yatağında senin o güzel yüzüne ölümün bulaşamadığını görmüştüm.Sanki uyuyordun, az evvelki sıkıntıları sanki sen değildin yaşayan..seni ellerimden acımasızca aldılar baba...bu işi yapanlar nasıl bir yürek taşıyorlar ya Rabbim...o gün hayattan oldukça büyük, milyonlarca basamak düştüm aşağıya.. ellerimden tutanların hakkını ödeyemem ama babacım yokluğunu ve o dramatik gidişini kimse silemedi..seni çok özlüyorum.. Yeni yıl diye bir şey varsa, beni affetsinler ben hala 17/Temmuz/1992’de asılı kaldım..Seni alıp götüren tarihte yaşıyorum.Biliyorum sen cenneten o güzel kaşlarını çatıp “yeter, bu yas bitsin,bitir!” diyorsun ama öyle kolay olmuyor işte babacım, olmuyor...Senle olan yeni yıl kutlamaları kalsın aklımda bırak, bir tek annemin doğum günü ya o gün işte yalnızca onu kutluyoruz, senin yerine de öpeyim mi annemi?
Seni nasıl özledim bilsen genç delikanlım..Saat tam 24:00 de çeşmelerden meyve suyu akmasa da gözlerimden sana doğru yaşlar süzülecek, ne olur hemen kızma ağlayacağım diye.. o yaşlarla sana dokunuyorum ben, yoksa hasretine yüreğim bu kadar dayanır mıydı?
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
İnsanlar neden birbirlerini üzerler neden hep çıkar ve mefaatlerini düşünürler bilemiyorum. Bu çıkarcılık ve menfaatçilik artık bizin genlerimize işlemiş.
Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, bir duygu selini de beraberinde getirmişti. Gerçekten de kolay değildi. Koskoca üç senenin kâh sevinç kâh acı;
kâh mutluluk kâh hüzün dolu onca hatırası arasında, her metrekaresine sayısız anının sığdığı bir okulu bırakıp gitmek gerçekten de hiç kolay değildi. Masaların üzerine, duvarlar yazı yazanlar, birbirlerinin gömleklerini sevgi sözcükleriyle boyayanlar, beraber hatıra fotoğrafı çektirenler, oturmuş birbirleriyle belki de son kez dertleşenler... Tüm bunlar insanın yüreğine o kadar işliyordu ki... Yıllar sonra "lise" dendiğinde ilk akla gelen olabiliyorlardı.
Nasıl başlamıştı her şey, nasıl bitiyordu? Çekilmez, bitmez denen üç koca yıl nasıl olmuştu da göz açıp kapayana kadar geçmişti? Hem de ardında neler neler bırakarak...
Küçükler vardı bir de...
Bir zaman bizim "çömez!" diye dalga geçip, eğlendiğimiz küçükler... Ne mutluydu onlara. Karne almanın, tatile girmenin ve bir yaş daha büyümenin verdiği heyecanla yerlerinde duramıyorlardı. Koridorlarda koşturanlar, bağıra bağıra şarkı söyleyenler, kendi aralarınsa oyun bizim deyimimizle "uzun eşek" oynayanlar... Hele lise ikiler... Onların gururu daha fazlaydı, kolay mı, bizden sonra okulun en büyüğü onlar olacaktı...
Neredeyse öğle olmuştu bile. Eskiden dört gözle beklediğimiz hatta bazen gecikmesine isyan ettiğimiz ziller, bugün ardınsıra nasıl da çalıyorlardı.
Bugün bizim son günümüzdü. Yaşadıklarımızın izlerini yanımıza alıp ayrılacaktık bugün burdan. Üstleri çeşit çeşit kopyalarla dolu masalarımızın, perde nedir bilmeyen ve rüzgarlı havaların gevezesi pencerelerimizin, yerlerde gezen kırık tebeşirlerin, hiç bıkmadan beslediğimiz çöp kutumuzun ve her türlü derse ev sahipliği yapmış kara tahtamızın bizi son görüşüydü belki de bugün.
Yeni gün nelere gebe bilinmez. Gelecek neler saklıyor koynunda... Kim bilir belki bir gün bu okula yeniden yolumuz düşer. Yeniden gireriz bu kapıdan içeri...Bu sınıfta yeniden yankılanır sesimiz... Ama şu bir gerçek ki, yıllar sonra tekrar burda olsak bile zaman biz dahil her şeyi değiştirip, tanınmaz edecektir.