Çok zor eger dedelerinden vergi veren varsa sançalkarda kaydınız varsa bulunur amma ulaşmak zor biraz
Selamlar
Ben neslimi arştırdım Adem a.s ulaştı hehe
selamlar
Yazdırılabilir Görünüm
Çok zor eger dedelerinden vergi veren varsa sançalkarda kaydınız varsa bulunur amma ulaşmak zor biraz
Selamlar
Ben neslimi arştırdım Adem a.s ulaştı hehe
selamlar
[QUOTE=fsoyarik;253603]Çok zor eger dedelerinden vergi veren varsa sançalkarda kaydınız varsa bulunur amma ulaşmak zor biraz
Selamlar
Ben neslimi arştırdım Adem a.s ulaştı hehe
selamlar[/QUOT
AAAAAAAAAAAAAAAA...........:confused:
Fatih kurban , benim de büyük dedem Adem ( a.s.) yaaa , senle hısım çıktı haa. Ne güzel değil mi ?:D
Hepimiz bir bütünün parçasıyız abim benim
selamlar
Gurmanc ve Kürt Lehçesi
Gurmanc ve Kürt Lehçesi
Kürtler ile Türkiye Türkleri arasında bugün tek fark olarak gösterilen unsur dil konusudur. Esasında bu konu da detaylı incelendiğinde, bugün Kürtçe adı altında toplanmaya çalışılan lehçelerin Türk dillerinin kalıntısı olduğu hatta bazı noktalarda Türkiye Türklerinin Türkçelerinden daha fazla Türkî unsurlar taşıdığına şahit olacağız. Rus devleti 18. yy.’dan itibaren sıcak denizlere inme hayaliyle kendisi önünde engel teşkil eden Osmanlı devletine karşı askeri ve siyasi faaliyetlerine hız verirken, ilgilendiği konulardan bir tanesi de Kürtler olmuştur. Ruslar Kürtleri ayrı bir millet olarak ortaya çıkartıp, Kürtleri egemenliğine aldıktan sonra sıcak denizlere inmede mesafe almaya çalışmıştır. Bu nedenle birçok Rus bilim adamı ve ajanları Osmanlı topraklarında incelemeler yapmışlardır.
Bunlardan bir tanesi de Rusya’nın Erzurum konsolosu olan Auguste Jaba’dır. Bu şahsın 1860 tarihinde yayınladığı ilk Kürtçe sözlük, Kürdoloji alanında önemli bir kaynak olarak kullanılmıştır. Jaba’nın bu çalışması daha sonra Ferdinand Justi tarafından Çarlık Rusya’sının Petersburg Bilimler Akademisi’nin isteği üzerine daha kapsamlı bir lügat haline getirilmiştir.
A. Jaba’nın meydana getirdiği bu lügat 8307 kelimedir. Lügatteki kelimelerin kökeni konusuyla ilgili olarak yapılan çalışmada 8307 kelimeden;
3080 kelime Türkçe,
2000 kelime Arapça,
1030 kelime Farsça,
1200 kelime eski İran dillerinden Zend diyalektiği,
370 kelime Pehlevi diyalektiği,
220 kelime Ermenice,
108 kelime Keldanice,
60 kelime Çerkesçe,
20 kelime Gürcüce,
300 kelimenin de kökeni belili olamayan gruba dahil olduğu ortaya çıkartılmıştır.
Lügatte Arap ve Farsça olarak zikredilen kelimelerin birçoğunun Türkiye Türkçesinde, Azericede ve birçok Türk lehçesinde kullanıldığına şahit olmaktayız. Farsça kökenli kelimeler ise zaten bugünkü Türkiye Türkçesinden daha farklı konuşan Selçuklu ve Safevi Türklerince kullanılan kelimelerdir. Hatta bu kelimelerin bazıları proto Türkçeden Farsçaya geçen ama Farsça gibi algılanan kelimelerdir.
Yine siyasi Kürtçüler tarafından ilk Kürtçe eser olarak tanıtılmaya çalışılan ve Ahmed-i Hanin’in Nubahar/Nevbahar adlı lügatindeki kelimelere, Yusuf Ziyaeddin Paşa tarafından bazı eklemeler yapılarak 1892 yılında İstanbul’da basılan lügat üzerinde inceleme yapan Ahmet Buran, bu lügatteki kelimelerin kökenlerini incelemiş ve sonuçta lügatteki kelimelerin;
% 22 Farsça
%21 Arapça
%17 Türkçe
%8 özel isim
%32 de Süryanice, Ermenice, Rusça, Rumca v.b dil kökenli olduğunu ortaya çıkarmıştır[1][1].
Az öncede ifade ettiğimiz gibi lügat çalışmalarında gözden kaçırılan en önemli nokta, tıpkı Minorsky ve Buran’ın çalışmalarındaki gibi Farsça ve Arapça olarak zikredilen kelimelerin birçoğunun Osmanlı Türkçesinde de Türkiye Türkçesinde kullanıldığıdır. Burada farklılığı oluşturan nokta şudur ki; Cumhuriyetle birlikte Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerin dilden atılmasına karşın, bu kelimelerin Kürt lehçesinde yaşatılmış olması ve Türkiye Türkçesine çeşitli Avrupa dillerinden kelimelerin eklenmesidir. Diğer önemli bir fark da, kelimelerin ses ahengindeki farklıktır. Kürtçedeki telaffuz daha çok Fars ve Azeri dillerinin kelime okunuş tonları ile ifade edilmekte olup, değişen Türkiye Türkçesinden ses rengi olarak ayrılmıştır.
Netice olarak araştırmalar bize, esasında Kürtçe denilen bir dilin var olmadığını, aksine Türk dilinin, Fars ve Arapça etkilere fazlaca maruz kalarak, toplama bir lehçenin varlığının oluştuğunu ortaya koymaktadır. Bu da gösteriyor ki Kürtçe, Orta Asya Türkçesinin asimile olmuş halidir.
Yukarıdaki örnekler; Gurmanc lehçesinin Osmanlıca gibi Farsça ve Arapçanın fazlaca tesirine maruz kaldığını, yine İstanbul Türkçesinin son 90 yılda değişime uğradığı ve Gurmanc dili ile Türkiye Türkçesi arasında ayrılığın belirginleştiğini göstermektedir. Ülkemizdeki insanlar, atalarının 60 yıl önce yazdıkları eserleri okuduklarında anlayamamaktadırlar. Bu durum aslında dil açısından, değişenin daha fazla Türkiye Türkçesi olduğunu göstermektedir.
Kürtçenin ve özellikle de Gurmanc dilinin diğer bir özelliği de, çok önemli diller olan Türkçe, Farsça ve Arapçayla yoğrulmuş ve bunların kullanılması zor kalıpları yerine, her dilin en kolay yapısını alarak, yeni, basit ve öğrenimi kolay bir dil haline gelmiş olmasıdır. Bu nedenle Gurmanc lehçesi, her kesim tarafından çok kısa bir zamanda öğrenilmektedir. Şark görevi için Doğu ve Güneydoğuya tayin olan devlet memurlarının bile 6 ay gibi zamanda bu lehçeyi konuşmaya başladıklarına şahit olmamızın nedeni de budur.
Osmanlı Devleti, zaman zaman ülkedeki boş kalan ve işlenmesi gereken arazilerin şenlendirilerek, tarıma açılması ve çapulculuk yapan aşiretlerin faaliyetlerine son verilmesi amacıyla kimi aşiretleri yerlerinden sürerek başka bölgelere zorunlu göçe tabi tutmuştur. Göçler neticesinde batı bölgelerine göç ettirilen Kürt, Gurmanc ve Zaza aşiretleri lehçelerini muhafaza ederken, Türkmen, Yörük ve Arap aşiretlerinin ise dillerini değiştirerek Gurmanc lehçesini benimsediğine şahit oluyoruz. Akkeçili, Karakeçili, Tırkan, Balaban, Kureyşan, Saruhan, Tatar ve Gerger aşiretlerini bu konuda örnek olarak gösterebiliriz. Ortaya çıkan sosyolojik netice bize Gurmanc ve Kürt lehçesinin neden bu kadar hızla yayıldığının cevabını vermektedir.
Hakan Özoğlu, “Kürtlerin hepsi aynı dinsel inancı ve aynı tarihsel deneyimi paylaşmamaktadırlar. Kürt olarak kabul edilen grupların birbirleri ile anlaşmaları ancak üçüncü bir dil ile mümkündür. Yine Kürt olarak kabul edilen Lur ve Zazaların kendilerini Kürt toplumu içerisinde kabul etmedikleri bilinen bir gerçektir” demektedir[2][2].
Kürtçe diye bir dil oluşturma gayesi ile bölgede Rusya’nın menfaatleri için organize edilen Kürdoloji merkezlerinde dahi Kürt dili, Kuzey Batı Grubu ve Güneydoğu Grubu olarak ikiye ayrılmıştır. Rusların Kuzey Batı Grubu olarak ifade ettiği ve Gurmance konuşulan yerler olarak belirttikleri bölgeler Mardin, Botan, Hakkâri, Van, Muş ve Erzurum olarak tespit edilmiştir. Gurmance konuşan bölgeler arasına Elazığ, Malatya, Diyarbakır, Bingöl, Tunceli, Erzincan, Adıyaman, Maraş ve Urfa illeri sayılmamıştır. Güneydoğu Grubuna ise Sorani konuşanlar denerek, Irak’ta Revanduz, Köysancak, Süleymaniye, İran’da Senandaj, Mahabat ve Kirmanşah sayılmıştır.
Batılıların yaptıkları çalışmalarda Kürtlerle ilgili sürekli ortaya çıkan bu karmaşık durumun nedeni, bazı batılı bilim adamlarının art niyetli olarak Kürtlere yeni bir tarih ve köken bulma gayretlerinden kaynaklanmaktadır.
ÖMER ÖZÜYILMAZ
[1][1]Çay, a.g.k., s.119,120.
[2][2]Özoğlu, a.g.k., s.57
Apo'nunda Kürtçe bilmediği söyleniyor.
Gurmancların Kökeni (Bölüm 1)
Gurmancların Kökeni
1800’lü yılların ilk çeyreğine kadar yazılan tüm tarihi ve coğrafi eserlerde Doğu ve Güneydoğu için Kürt ve Kürdistan terimleri kullanılmamıştır. İlginçtir, bu tarihten sonra yazılan eserlerde ise Türkiye’nin doğusu ve Suriye’nin kuzeyinde yaşayan topluluklar için Kürt adı kullanılmaya başlanmıştır.
Paris Üniversitesi öğretim görevlilerinden Dr. Messoud Fany’nin bu konudaki bir tespiti de hayli dikkat çekicidir. Fani, “22 Mart 1919 tarihinde Barış Konferansı sırasında Erzurum, [1][1]şeklindeki tespitini ortaya koymuştur. Tabii doğal olarak, “Nerede bu Türkler?” sorusu bizler için önemlidir.
Trabzon, Bitlis ve Van’a kadar olan bölge Ermenistan olarak planlanmıştır. Hâlbuki bu illerde birkaç ilçe hariç Türkler çoğunlukta iken Kürtlerin nüfusu da Ermenilerden fazladır”
Hormek Aşireti reisi M. Ş. Fırat, Kürtlerin aslen Çin ve Nepal’in güneybatısında Hindistan’ın kuzeyindeki Butan ve Belh bölgelerinden gelerek,İran bölgesine yerleştiklerini ve daha sonra Kurmanc (Gurmanc) adlı Oğuz gruplarının ve Zazaların da Doğu Anadolu’ya yerleşerek İran’ın Zent ve Keldani dillerinden etkilendiğini, Gurmancların büyük bölümünün ise Çaldıran Zaferi’nden sonra Yavuz Sultan Selim tarafından İç Anadolu’dan doğu illerine gönderilen Türkler olduğunu belirtmiştir. Devamında; Van’ın Muradiye, Ağrı’nın Patnos, Seram, Karaköse, Van-Eleşkirt, Van-Erciş, Muş-Malazgirt, Bulanık, Erzurum-Hınıs, Karayazı, Bingöl-Karlıova, Urfa-Viranşehir ve Suruç’taki aşiretlerin tamamen İç Anadolu’dan buralara göç ettirilen Türkmenler olduğu ve şimdilerde Gurmanc olarak anıldıklarını ifade etmiştir[2][2].
Kemal Kadri Top da “Doğu ve Güneydoğu İllerimiz” adlı eserde, M.S. 9. yüzyılda (800’lü yıllardan sonra) Türkistan’dan hicrete başlayan birçok Türk ve Türkmen kabilelerin Anadolu’ya geçtiklerini ve bunlardan bir asır sonra Kayıhaniler ile birlikte birçok Türk kökenli aşiretin Fırat ve Dicle vadisine gelip yerleştiğini ve Malazgirt Zaferi’nden sonra da Selçuk ve Harezm Türklerinin de bölgeye yerleştiğini, bunların Gurmancların atası olduğunu yazmıştır[3][3].
Muş’un Varto ilçesinin 1914 yılındaki nüfusunun yüzde 90’nını Türkler ve yüzde 10’nunu Ermeniler oluştururken, şimdilerde ise kendini Türk olarak ifade eden aileler yok denecek kadar azdır. Hınıs’ta Kızılyurt şehri, Abdal Ali Türbesi, Yerli Baba Türbesi, Şuşar’da Göklan, Malazgirt’te Veli Baba Türbesi, Karlıova’da Kartalık Baba Türbesi, Tembeği Şehidi, Kığı’da Bayındır Baba ve Karababa, Bingöl-Suşehri’nde Kartalık Baba şehitlerinin varlığı bilinmektedir. Yine bölgede Bağır Baba, Düzgün Baba, Sultan Baba, Bayındır Baba, Kuru Baba, Hazır Baba, Mehmet Gazi, Meydan Şehidi, Şetiri Şehidi, Yedi Kardeşler, Gül Ahmet, Gül Mustafa, Karaboğa Şehidi, Saf Baba, Göller Şehidi, Uzun Şehit, v.b. Türk şehit ve yatırları Türklüğün o bölgedeki somut göstergeleridir[4][4]. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Kürt kökenli bir yatırın varlığı ise bilinmemektedir. Evliya Çelebi Bingöl için; “…buradaki Türkmen aşiretlerini anlatmaya kalkarsak sayfalarımız yetmez” demiştir. 1785 yılında Bingöl Kığı’nın iki önemli aşireti vardır, bunlardan bir tanesi Yazıcıoğulları ve diğeri Karabaş Aşireti’dir[5][5].
Ortaya çıkan bu durum bize Anadolu’da, Suriye’de ve Irak’ın Türkiye sınırlarında yaşayan ve Kürt olarak ifade edilen grupların kim olduğu sorusunu yöneltmektedir. Bu gruplar içerisinde Türkiye’de ve Suriye’de yaşayanlara Gurmanc denilmektedir. Şimdi de Gurmanc kelimesinin ne anlama geldiğini ve Gurmancların kim olduğunu araştırarak bu sorulara yanıt vermeye çalışacağız.
Aslında Gurmanc ve Kürt toplulukları dikkatle incelendiğinde, bu iki unsurun durumlarındaki farklılıklar açığa çıkmaktadır. Ülkemizde ise Kürt olarak zikredilen topluluklar arasında sadece Gurmanclar bulunmaktadır. Bunun yanında İran sınırına yakın az sayıda Kürt topluluğu da vardır. Gurmancların Kürt oldukları zorla zihinlere kazılmaya çalışılsa da esasen Kürt ve Gurmanc toplulukları birbiri ile uzak akraba, fakat ayrı boylardır. Kürtler İran’a 5. yüzyılda gelmişken Gurmancların Batı İran’a, Irak’a ve Anadolu’ya gelişleri Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra olmuştur.
“Gur”luk esasen Türklüğün temel adıdır. Hem tarihi vesikalarda hem de günümüzde Türkler “Gurlular” olarak tanınmışlardır. ”Gurluk” Türklerde ya ilk ya da son ad olmuştur. Uygur, Sugur, Ogur, Finogur, Ongur, Bulgur (Bulgar), Hungur (Hungar, Macarlar), Salgur, Guran, Kongur, Gurgan, Utrigur, Kutrigur (Bir Hun aşireti. Hun denenlerin özel adının Kutiguri olabileceği ileri sürülür) gibi birçok Türk boyu vardır.
Hikmet Bayur’a göre Moğolistan’la komşu olan Altay Cumhuriyeti'nin başkentinin adı Gorno’dur. Kuzey Hindistan’da bir şehrin adı Na-gar[6][6], Afganistan’daki diğer bir bölgenin adı Garcistan’dır[7][7]. Estonya’daki Türklerin kullandığı dil Ugur lehçesidir, Ersarı Türkmenlerinin bir alt boyu Guri Türkleridir[8][8].
Mesudi’nin esrinde Turan ırkından olduğunu ifade ettiği Bulgarlar için “Burgur“ adı kullanılmaktadır[9][9].Daha önce Hun Türklerinin yaşam alanı olan ve Abazya ve Artvin arasında Karadeniz’e dökülen nehrin adı “Engur”dur. Bu nehrin orijinal adı “Ongur” olup, bu ad Osmanlı arşivlerinde “Hun Türkleri” için kullanılan sıfattır. Milattan sonraki dönemin başından itibaren Kafkasya’nın ortalarında görülen Hunların buraya bu adı verdikleri görülmektedir[10][10].
Doğu Anadolu’da bazı Gurmanc köylerin adı “Engur ve Ongur” ile başlamaktadır. Orta Asya’da Gurgenç ve Gürcaniye adında bir bölge vardır. Hazar Türkleri buraya Gurganç derlerken Araplar bunu Cürcaniye diye telaffuz etmektedirler[11][11]. Görüldüğü gibi Aral gölü altındaki Türk bölgesinin şehri olan Gurganc, “Gurmanc” kelimesinin kökeni hakkında izah edici niteliktedir. Moğollar buraya Urgenç demişlerdir[12][12]. Halen İran-Tahran ve Türkmenistan-Aşkabat arasında Hazar gölünün güneyinde Gurgan adlı bir yer vardır. Gurgan kelimesi Kurtlar ve Kurt yeri manasına gelmektedir[13][13]. Akhunların önemli şehirlerinden birinin adı Minin-Gar’dır[14][14].
1000 yıllarında Kıpçak Türklerine Yugur-Zadegân, yani Yugur oğulları denmektir. Harzemşahlar da bu zümre içerisinde yer alırken, Kıpçak, Kun ve Kuman adları ile anılan Türkler de “Gur”lu olarak tarif edilmekteydi[15][15]. Ş. Kaya Seferoğlu Ortaçağda Gurlular adlı bir Türk boyunun varlığından haber vererek, bunların miladın ilk yıllarında Arsaklılar idaresinde Dicle ve Fırat nehirlerinin yukarı taraflarına geldiği belirtmiştir[16][16]. Bu yer coğrafi olarak Bitlis, Muş ve Bingöl taraflarına denk gelmektedir.
Hunların Asya topraklarında bulunan unsurlarından Akhunlar, Büyük Hun İmparatorluğu'nun güney kanadı olarak yeniden büyük bir imparatorluk kurmuşlar ve bunu uzun bir süre yaşatmışlardır. Göktürk ve Sasani saldırılarından sonra imparatorlukları yıkılınca, bu bölgede çeşitli devletler ve beylikler ortaya çıkmıştır. Kengineler, Karlıklar, Gurlular, Gucarlar, Midler bunlara örnek olarak gösterilebilir.
Gurgan eyaletinde, Timurtaşlar, Kaçarlar ve Gorudanler olarak bilinen Türk grupları bulunmaktadır. Kaçarlar; Gürgan'ın Sovar, Saku ve Mazenderen eyaletlerinin Hazar-Cebir bölgesinde yarı yerleşik bir hayat sürmektedirler. Nüfusları 180 bin dolaylarındadır. Gurgan eyalet adını Türkmenistan’da bulunan Gurgan nehrinden almıştır. Gurgan adı Türkmenistan’daki Türklerin İran’a göç etmelerinden sonra Hazar denizinin güneydoğusuna da ad olmuştur. Türklerin bu bölgeye gelişleri tam olarak bilinmese de Selçuklulardan yüzlerce yıl önce geldikleri kesindir. Fakat Fars dili onların kullanım dili haline gelmiştir. Gurmanclar ile Gurganlar aynı topluluktur, her ikisi de göçebe olarak bilinir ve dilleri Fars dilinin fazlaca etkisinde kalmıştır. Afganistan’da ve İran’daki Gurlar Farsça ağırlıklı, Gurmanc diliyle aynı lehçeyi konuşurken, Hazar devletinin de başkentliğini yapmış Gurgenç şehrinin ve günümüzde Türkmenistan ülkesi topraklarındaki Gurlar ise Türkmence konuşmaktadırlar.
Selçuklular zamanında Gurganlar göçebe Türkleri ifade etmektedirler.Gurgan Türkleri tam olarak Selçukluya bağlı yaşamamış, yarı bağımsız olarak aşiret toplulukları halinde kalmışlardır. Bu durum aslında Gurmancların Osmanlı zamanında yarı bağımsız durumlarını bize hatırlatmaktadır.
M. Köymen’in Münşeat dergisinde, Selçuklular tarafından Gurgan Türkmenlerine Şahne (İnzibat) atamasıyla ilgili yazısını burada aktarmak son derece faydalı olacaktır.
a) Devlet, bu Türkmenleri teorik yönden kendi yerleşik tebaasından farksız düşünmüyormuş gibi görüyorsa da gerçekten bunlar, iç yönetimlerinde, reislerden tamamen bağımsız olarak yaşamaktadırlar. Çünkü devlet tarafından bunların üzerine atanan Şahnelerin yetkileri son derece sınırlı kalmıştır. Şahnelerin görevi de devleti, Türkmen oymak ve reisleri yanında temsil etmek, devlet ve reisler arasındaki ilişkileri sağlamlaştırmak, uygunsuz hareketlerde bulunmalarını önlemek ve nihayet devlete olan vergi borçlarını zamanında tahsil etmektir.
b) Göçebeler ekonomik yönden kent yaşantısının tamamlayıcısı durumunda idiler. Bunların hayvanları ve eşyaları yerleşik insanların refahı için önemli bir desteği sağlıyordu. Bu özelliklerinden ötürü Türkmenler (Göçebe Oğuzlar) yerleşik halka (Türk ve İranlı halk) nazaran iç işlerinde serbest, dış işlerinde ise merkeze bağlı bir yapıyı ortaya koyuyorlardı. Ayrıca Selçuklular bu davranışlarında Türkmenleri yerleşik halka (İranlılara) karşı bir savunma unsuru olarak düşünmeleri akla gelebilir.
Bu notların ortaya koyduğu Gurgan Türkleri ile Gurmanclar arasındaki kültür benzerliği de dikkat çekicidir.
Yine “Gur”, birçok özel ad ve yerleşim yeri olarak da Türkçe lehçelerinde zikredilmiştir. Sungur, Gürsel, Gurman Odukarov (Kırgız Oyuncu), Gurgur Baba (Erzurum’da türbesi bulunmaktadır), Kerkük sancağında yaşayan Gurciler ve Gurciler köyü (11 hane ve 1 mücerredden meydana gelen bu köyün ahalisi Türk'tür. Köyde 1 kethuda vardır. Osmanlı tahrir defterine göre Buğday, arpa, darı, pamuk kozası ve mercimek yetiştirilmektedir. Zikredilen ürünlerle birlikte büyük ve küçükbaş hayvanlar, dokumacı, hallaç, badhava, arus ve hanelerden 1.420 akçe vergi alınmaktadır) gibi isimler verilebilir.
Yine Kerkük’te Gur Gur Baba adlı evliya bir kişilikten bahsedilmektedir. Ayrıca Türk toplulukları arasında Kuman veya Guman adıyla bilinen bir Türk topluluğu vardır ki, bu da bize Gurmanc kelimesi ile çağrışım yapmaktadır. Türkan Saylan’ın saydığı Türk aşiretleri arasında 14. sırada Guran/Gurlular aşireti de vardır. Uluğ Bey (1393-1449) astronomiye ilgisi yüzünden 1420’de Semerkant’ta kurduğu gözlemevinde Kadızade Rumi (1365-1430) ve Gıyasüddin Cemşidi (Öl. 1429) 41) ile birlikte çalışarak "Zîci Gurgani” (Gürgan Almanağı) veya "Zîci Cedidi Sultanı" (Yeni Sultan Almanağı) isimli bir yıldız katalogu meydana getirmişlerdir.
ÖMER ÖZÜYILMAZ
[1] Fani, a.g.k., s.58.
[2] Fırat, a.g.k., 28, 39.
[3] Fırat, a.g.k., 43.
[4] Fırat, a.g.k., 54, 82, 88.
[5] Fırat, a.g.k., 134, 135.
[6] Bayur, a.g.k., s.148.
[7] Bayur, a.g.k. s.150.
[8] Seferoğlu, a.g.k., s.10.
[9] Mesudi, a.g.k., s.37.
[10] Brosset, a.g.k., s.344.
[11] Mesudi, a.g.k., s.30.
[12] Kafesoğlu İ., Harzemşahlar Devleti Tarihi, Ankara , 1992, Harita
[13] Ebu Bekr-i Tihrani, a.g.k., s.331.
[14] Brosset, .g.k.,s.157.
[15] Kafesoğlu , a.g.k., s.40.
[16] Seferoğlu, a.g.k., s.10.
Gurmancların Kökeni (Bölüm 2)
Coğrafya eserlerinde Herat ile Gazne arasındaki diyara Gur ülkesi denir. Türk Hakanı Gazneli Mahmud'un valisi Muhammed, bu bölgede Gurlular devletini kurmuş ve Muhammed Gur Han adını almıştır (1187). “Gur” adı günümüz Türkçesinde “Gür” şeklinde telaffuz edilmektedir. 1300'lere kadar varlığını sürdüren Gur halkının bir kısmı, daha sonra Celaleddin Harzemşah ile birlikte Anadolu'ya gelmiştir. Bu devleti sona erdiren Sultan Sencer’dir. Gurlu devleti sultanı Suri kendini Gazne devletinin de sultanı ilan edince yakalanarak idam edilmiş, bunun üzerine Alaaddin Hüseyni Guri Gazne şehrine hücum ederek Gazne şehrini yıkmış, Gazneli hanedanının mezardan kemiklerini çıkartıp yaktırmıştır. Bu nedenle Guri, Heri Rud şehrinde yakalanmış ve sonunda devlet ortadan kalkmıştır. Ama Sultan Sencer’in ölümünden sonra Gurlular yeniden bağımsızlıklarını elde etmişlerdir.[1][1]
Yine büyük kumandan ve devlet adamı Timur’a da “Gur” diye hitap edilmekte olup, türbesinin üzerindeki yazıtta “Gur-i Emir Timurtaş” yazmaktadır. Yani “Gurların emiri” demektir. Ebu Bekr-i Tihrani’nin, Kitab-ı Diyarbekiriyye adlı eserinde de Timurlenk’in adı “Timur-i Gurgan” olarak geçmektedir [2][2]. Yine Timur’un diğer lakabı da Timur Gurekan’dır.[3][3]
Hive Hanı Ebul Gazi Bahadır Han, eski“Oğuz-name”ler ile Türk soy kütüklerine göre, Batı Türkistan veya Horasan Afganistan’ındaki Kürtler, 24 Oğuz boyundan iki boyun birleşiği sayılan Khalaçlar uruğu ile konup göçerdi ve güçlü komşuları da yine Türk soyundan Gurlulardı (Guriler) demektedir. Günümüzde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Türklerin kullandıkları “Gurmance” dili bu Türk boyunun dilidir.
988 yılında Gazneliler ve yine Türk asıllı olan Hindu Şah hükümdarı Caypal arasındaki savaş Kuram adlı bir alanda gerçekleşmiş ve Gazneliler savaştan galip çıkınca, Afganistan’ın Güneyi Celalabat, Kabil, Gur, Bamyan, Germsir ve Tohoristan şehirleri Gaznelilerin eline geçmiştir. Bu savaştan sonra Kalaçlar Gaznelilerin kesin hâkimiyetine girerek onlara tabi yaşamışlardır.[4][4] Bahse konu yer daha önce Horenli Moses’in andığı Kürt yurdu Kusdar ve Afganistan arasındadır. Birçok bilim adamı Gurların ve dolayısıyla Gurmancların Kalaç asıllı olduklarını ifade etmişlerdir. Gur bölgesinde Kalaç Türklerinin yaşıyor oluşu, Gurların kökenleri hakkında bize aydınlatıcı bir bilgi vermektedir. Kalaç Türklerinin yaşadığı bu bölgelerde bölge adının biri “Germsir”dir. Bugünün Gurmancesinde, sıcak yer anlamına geldiğinden Gur-manc ve Kalaç ilişkisi açısından önemlidir.
Daha önceki sayfalarda; Bilal N. Şimşir’in Rumeli’den Türk Göçleri adlı eserinde 7. yüzyıldaki ilk İslam fetihleri sırasında Horasan’ın Khastan kesimindeki “Khalaçlar (Kalaçlar) ile Kürtler, bir arada konup göçen deveci ve koyuncu boylar olarak tanınmışlardı…” şeklinde geçen kaynağı aktarmıştık. Yukarıdaki paragrafta Gur bölgesi olarak geçen yerde Kalaçların oturduğu anlaşıldığından, Kalaçlarla Gurmancların aynı veya akraba oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Günümüzde de Gurkan, Gurman, Kirman, Guran, Guratı, Guranlı, Gurandeşti, Gurani, Guri gibi birçok Gurmanc aşiretinin adı “Gur” ilk adı ile başlamaktadır. Zeki Velidi Togan da İran ve Hindistan’a yayılmış Altaylı kavimlerden söz ederken Gurları da saymaktadır. Oğuz Han Hindistan seferinden sonra Gurlar ülkesine gelmiş ve bir müddet burada kalmıştır. Kaldı ki Gurluların Çinlilerce bilinen 15 oymağından birinin adı da Hun’dur[5][5].
Gurmanc kelimesinin özünü oluşturan “Gur” kelimesinin, Kürtçedeki anlamı “Kurt” demektir. Kurt ise Türk topluluklarının efsanevi sembolüdür. PKK terör örgütünün yayın organlarından olan Pine ve Azadiye Welat gazetelerinin çıkardıkları Ferhenggoka adındaki Kürtçe sözlükte dahi “Guromanco” kelimesi “efsanevi bir kurt” olarak tarif edilmektedir.[6][6]İran-Tahran ve Türkmenistan-Aşkabat arasında Hazar gölünün güneyinde Gurgan adlı bir yer adının Türkçe, “kurtlar ve kurt yeri” manasına gelmesi de Gurmancların Türklüğünü ifade etmektedir[7][7].
Gurmanc kelimesinin Türkiye’deki kullanımlarından bazıları da Kirmanc ve Kurmanc’tır. Güney Batı İran’da çoğunlukla Türklerin oturduğu Kirmanşah adlı bir şehir vardır. Farsça Kirm/Kırm=Kurt anlamına gelmekte olup, “gur” kelimesinin değişik bir versiyonudur. Kirman ise Farsçada kurt adam, kurtlar anlamına gelmektedir. Harezm sultanlarından Atsız, Selçukluların Horasan’daki Merv şehrini kuşattığında şehir eşrafından onunla görüşmeye gelen kişi Ebul Fazlil Kirmani’dir[8][8]. Tıpkı Gurmanc gibi. Bu kelime Gur kelimesinin değişik söylenen şekillerinden bir tanesidir. Dolayısıyla Gurmanc adlarının kökeninin kurt kelimesinden geldiği aşikârdır.
“Gurmanc” kelimesi; “Gur” ve akabinde aidiyet anlatan “Man“ belirteci ile birleşmesinden meydana gelmiştir. Alman, Kuman, Kurman, Sayman, Uzman, Kahraman, Karaman, Hayman(a), Danışman, Belletmen, Kocaman, Ayman gibi isimlerde de görüleceği gibi Türk dillerinde “man” eki belirteç olarak kullanılmaktadır.
“Türk” ismine “man” eklenmesi ile oluşan “Türkmen” kelimesinin meydana geldiği gibi, Gur Türklerinin adı olan, “Gur “ kelimesinin arkasına “Man” eklenmek suretiyle “Gurman” kelimesi oluşturulmuştur.
Hindistan’da Ortaçağ döneminde Biser adında bir halktan bahsedilirken, Biserlerin 900 yıllarında Müslüman olmalarından sonra, bölge halkınca “Büserman” şeklinde telaffuz edilmeye başlanmışlardır[9][9]. Hintliler böylece Biserlerin adına “-man” ekleyip onları Müslüman olarak farklı nitelemeye başlamışlardır. Büser-manlar örneğinde olduğu gibi Gur Türkleri Müslüman olunca Gur olan adları Gurman olarak anılmıştır.
Kaşgarlı Mahmud’un eseri olan Divanı Lugat-ı Türk’te, Oğuz kökenli Türklerin Türkçelerinde cümlenin sonunda “N” varsa, arkasından “C/Ç” harfinin de kullanıldığını ve kelimeyi “NC” şekli ile telaffuz ettikleri ifade edilmiştir. Kelimenin “Gurmanc” şekliyle kullanımı da aslında Oğuz lehçesinden kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde, yine bir Türk topluluğu olan Dilmaç oğulları da aynı kullanım şekliyle “Dilmançlar” olarak zikredilmişlerdir. Türkçede “amaç” olan kelimenin, Gurmancede “amanç”, “ermek” kelimesinin “ermenç” şeklinde kullanılması da buna verebileceğimiz örneklerden bazılarıdır. Yine Asya’da bir Türk bölgesinin adı Urgenç’tir. Horasan’da Bençhir adında bir yer vardır. Yine sevinç, güvenç, usanç, utanç, kıvanç kelimeleri de bu kullanıma örnek verilebilir[10][10].
Kürt-Gurmanc ayrımı açısından Türkiye’deki Gurmanc telaffuzuyla ilgili vereceğimiz örnekler biraz daha aydınlatıcı olacaktır:
Gurmance
Türkçe
Soru: Dı Gurmance dızane?
Sen Gurmance biliyor musun?
Cevap: Heré ez Gurmance dızanım.
Evet ben Gurmance biliyorum.
Soru: Dı Gurmance?
Sen Gurmanc mısın?
Cevap: Heré ez Gurmancım.
Evet ben Gurmancım.
Soru: Dı Zazaye?
Sen Zaza mısın?
Cevap: Nana ez Gurmancım.
Hayır ben Gurmancım:
Görüldüğü gibi bir kişinin mensubiyeti sorulduğunda “Sen Kürt müsün değil de, sen Gurmanc mısın?” diye sorulmaktadır. Ama İran’da ve İran sınırına yakın bazı Türkiye köylerinde de, “Sen Kürt müsün?” diye sorulmaktadır. Bu da Kürt ve Gurmanc ayrımını ortaya koymaktadır.
Günümüzde Gurmanclar Türkiye, Suriye ve Kuzey Irak’ın Suriye ve Türkiye sınırında; Kürtler, İran ve Kuzey Irak’ın doğusundaki (Kürt ve Soranlar) alanlarda yaşamaktadırlar.
Gurmancların bölgeye gelişleri ise şöyle olmuştur; İslam dini zuhur etmiş, Hz. Muhammed (s.a.v.) Peygamberliğini ilan etmiş ve neticesinde Müslümanlık daha önce emsali görülmemiş şekilde Arabistan’da yayılmış ve kitlelere ulaşmıştır. Peygamberimizin İslam dinini yaymak amacıyla elçilerini o günün dünyasının dört bir köşesine gönderdiği bilindiğine göre, muhtemelen Türklere ve diğer Asyalı kavimlere de haberciler gelmiş olmalıdır. Şerefhan’ın eserinde, Oğuz Han’ın, İslam dinini öğrenmek amacıyla başında bir Kürt reisinin bulunduğu bir Türk heyetini Arabistan’a, Peygamberimizin yanına göndermesi de bunun bir sonucu olmalıdır.
Halife Hz. Ömer (634–644) zamanında İslam orduları Suriye ve El Cezire’nin fethini tamamlamış, Toroslar’ı aşarak Anadolu’ya akınlara başlamışlardı. Halife Osman (644-656) zamanında Doğu Anadolu’nun büyük bir kesimi Erzurum dahil olmak üzere İslam orduları tarafından fethedilmişlerdi. Aynı Halifenin zamanında bir kısım İslam kuvvetleri de Azerbaycan’a sevk edilmiştir. Merega’yı askeri bir üst haline getiren Arap orduları Azerbaycan’a hâkim bulunan Türk Hazar kağanlığı ile mücadeleye başlamışlardı. O sıralarda merkezi Erdebil olan Türk Hazar Krallığı ile İslam orduları arasındaki mücadele aşağı yukarı bir yüzyıl devam etmiştir. Bu münasebetler sırasında Müslümanlığı kabul eden çok sayıdaki Hazar Türk’ü, Doğu Anadolu’daki Müslüman şehirlerine yerleştikleri gibi, Bizans’a karşı kullanılmak üzere sınır boylarına sevk edilmişlerdir. Bu dönemde özellikle Kafkasya, İran ve Türkistan’da bulunan birçok Türk boyu İslam dinini kabul etmiştir. Türklerin İslam dinine neredeyse bir ulus olarak girmeleri aslında Abbasiler zamanında olmuştur. Diğer yönetimlere nazaran Emevilerin hâkim tabakasının Arap milliyetçiliği yapması, Türk gruplarını ve başka milletleri rahatsız ettiğinden, katılımların sınırlı kalması sonucunu doğurmuştur.
Peygamberimiz (S.A.V) zuhur ettikten sonra bir elçisini de İran’a, Husrev Pervez’e göndererek İslam dinine davet etmiştir. Fakat Mecusi Kral elçiyi şehit ederek, tebliği kabul etmediğini ortaya koymuştur. Müslüman orduları ile İranlılar arasında vuku bulan Kadisiye savaşında İranlılar yenilmiş ve Yezdicert kaçarak Horasan’a gitmiş, 651 yılında da Horasan’da Türklerce öldürülmüştür. Bu ölüm aynı zamanda Sasani sülalesinin de sona erişidir. 642 yılında İran ve Azerbaycan tamamıyla Arap hâkimiyetine girmiştir. Horasan ve İran bitişik memleketler olduklarından, Araplar ile Türkler arasında ilk münasebetler başlamıştır.
Özellikle Hz. Osman zamanında Doğu ve Güney Anadolu toprakları, İslam topraklarına katılmış ve akabinde Hıristiyanların bir kısmı bölge şehirlerinden uzaklaşmışlardır. Bu şehirlerden bir tanesi de 653 yılında fethedilen Erzurum’dur. Osman Turan, Sugur adı verilen bu illere yani Doğu Anadolu topraklarına daha o zamanda Türkistan’dan birçok Türk grubunun gaza amacıyla geldiğini ve İslam fetihlerine iştirak ettiklerini aktarmaktadır[1][11]. Lolan aşiretinin alt aşireti olan Kacer aşiretinin yaşadığı Muş-Varto’ya bağlı köylerden birinin eski adı “Sigir” olup, muhtemelen bu kültürün etkileri nedeniyle bu adı almıştır[2][12].
Araplar ilk Türkistan civarına geldiklerinde, Afganistan’ın batısında Hamun gölü etrafında ve Belucistan hududunda da bazı Türk boyları mevcuttu. Mesela Sistan’ın merkezi olan Zerenc şehri ve civarı Türklerin yaşadıkları alanlardı. Bu tür kabilelerden Belucistan’daki Şimey, Veziristan ve Turan’da Kayhan, Hiunen-Tsang’da Kikan kabileleri ve Ruchac tarafından ismi “Al-Darari” şeklinde yazılan bir kabile zikrediliyor.
Şiveyler, Gaznevilerin tarihinde Türklerin en eski kabilelerinden biri olarak sayılmaktadır. Kayhanlardan Türk “Kay” Kabilesi ile irtibatlıdır. ”Al-Dabari” olarak zikredilen kabilenin aslı da “Al-Dadari” olup, bilinen manasıyla Tatarlardandırlar. Bu gibi Türk boy ve kabileleri Afgan-İran ve Hint kabileleri arasında kaybolup gitmişlerdir. İranlıların şehnamesi dahil birçok İran efsanesi Türklerin çok eski zamanlardan itibaren İran’ı defalarca istila ettiğini ve birçok Türk boylarının buralarını yurt tuttuklarını anlatmaktadır.
Daha sonraları 662 yılında Toharistan'da Müslüman yönetiminden hoşnut olmayan gruplar ayaklanarak isyan etmişlerdir. 667 yılında İslam orduları ile Akhun ordusu arasında savaşlar vuku bulmuş ve Müslümanlar, Akhunları Kuhistan bölgesine kadar sürmüş, fakat Kuhistan bölgesi çok dağlık bir alan olduğundan, Akhunlar burada kendilerini koruyabilmişlerdir. Arapların egemenliğini bir türlü kabul etmek istemeyen Akhunlar, sonunda Araplarla anlaşmaya varıp, Reisleri Nizek Tarhan, Arap saldırılarını durdurmuştur. Daha sonra Nizek Tarhan ve Müslümanların arasında ikinci kez vuku bulan savaşlarda Araplar, Akhun Türklerinin topraklarını işgal edip, Nizek Tarhan ve adamlarını öldürmüşlerdir. Süregelen Müslüman istilasından sonra Akhunlar tarih sahnesinden kaybolmuşlardır.
Müslümanlığın Asya’da yayılmasıyla birlikte, Türkistan’ın güney ve batı bölgelerinde yaşayan Akhunların bir bölümü ilk etapta bu dini benimsemişlerdir. Son araştırmalara göre, Afganistan'ın Feyzabad bölgesinde yaşamakta olan Yeftali halkının Akhunların torunları olduğu ileri sürülmüştür Dolayısıyla İslam dinini seçen ilk Türk topluluğu, Akhunlara ait oymaklardır.
Afganistan’da Türklerin İslam dinini seçmeleri, Karahanlılardan çok önce olmuştur. Mühelleb bin Ebi Sufran Horasan valisi olduktan sonra, 698 tarihinde Türk aşiretlerine yönelik seferlere girmek için Keş iline gitmiştir. Valinin oğlu Yezidi, Huttal Türk Beyliğinin hanı olan Sabbal/İşbara Han üzerine gönderilmiştir.
Bu savaşlar öncesinde Sabbal’ın ailesinden bazı Türklerin Müslümanlığı seçtiği görülmektedir. Bu beylik ailesine mensup Türkler, Arap Türk savaşında Arapların yanında yer almışlardır. Daha sonra karşılıklı yapılan anlaşmalarla savaş olmadan barış temin edilmiştir.
Bu dönemin ardından, Emevilere asilik yapan Arap isyancı Musa bin Abdullah bin Hazimi Türklere ait Tirmiz kalesini ele geçirir. Akabinde Türkler ve Arapların Horasan Valisi Mühelleb bin Ebi Sufran Tirmiz kalesine asker göndererek, burayı ele geçirir. Valinin Türkleri desteklemek için asker göndermesi, Araplarla Türkler arasında barışın kalıcı hale gelmesini sağlamış[3][13], iki millet arasında dostluk geliştirmiştir.
Yine Sabbal Han zamanında, Haris bin Süreyc’in kurduğu “Mürcie” adındaki tarikat vasıtasıyla birçok Türk beyi ve boyları Müslümanlığı seçmiş, bu tercih Türkistan’da yeni bir heyecanın doruğa çıkmasına neden olmuştur. Bu şeyh yıllarca Araplara karşı mücadelede etmiştir. Özellikle Emevilerin diğer halklar üzerindeki baskıcı tutumunu ve Ehl-i Beyt (Peygamber Efendimizin ev ahalisi ve akrabaları)’e yönelik saldırılarına karşı direnmiş ve cephe almış birisidir. Sabbal Han ve diğer Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra İslam adına savaşmış ve Emevilerin bölgedeki bazı olumsuz uygulamalarına karşı direnmiştir. Haris bin Süreyc’in önderliğinde gelişen bu anti Emevi hareketi, Belh şehrinde isyan bayrağını açmış, şehir Müslüman Türklerin merkezi konumuna gelmiştir.
ÖMER ÖZÜYILMAZ
[1][11]Turan O., Doğu Anadolu Devletleri Tarihi, Ötüken Yayınları, İstanbul ,2001 , s ,46
[2][12] Fırat, ag.k., s. 128.
[3][13] Sevinç, a.g.m., s.45
DOĞU ANADOLU'NUN TÜRKLÜĞÜ
Kürtler ile ilgili temelsiz iddialara devam ediyoruz.CELALEDDİN HARZEMŞAH VE ZAZALAR
Cemşid Bender Kürtler'in bir kısmının HORASAN'dan (TÜRK diyarından) geldiğini kabul eder... Ama Kürtler'in HORASAN'da da ZAZACA konuştuklarını söyler!.. Hicri 700 yılını verir... (Teori, sayı 10)
Bu tarih tam olarak milâdî 1300 yılına denk gelir. Yani Osmanlı Devleti'nin kuruluş tarihi demektir.
Aslında yarım yamalak anlatmak istediği, 1220'lerde Cengiz Han'ın HARZEMŞAHLAR Devleti'ni yıkması sonucu, CELALEDDİN HARZEMŞAH'ın bölge Türkleri ile Anadolu'ya sığınmasıdır!..
Bender bu kişilere "Horasan Kürtleri" der ama, "Kardu Kürtleri"nin Zağros Dağlarında Milâd'dan önce kaybolup, 2000 yıl sonra Horasan yaylalarında nasıl ortaya çıktığı"nı bir türlü açıklamaz!...
Hemen ekliyelim: Harzemşahlar Devleti, BÜYÜK SELÇUKLU İMPARATORLUĞU'nun doğu parçası üzerine yöre valisi ADSIZ tarafından kurulmuş bir devlettir.
Ondan önce bölgede KARAHITAYLAR, SAMANLILAR, ALPTEKİNLER, SEVÜKTEKİNLER gibi hep Türk devletleri vardı.
Ahmed Yesevî, Hacı Bektaş, Mevlana da hep Harzem ülkesinde yaşıyorlardı...
Harzemşahlar ADSIZ, ANUŞTEKİN, TEKEŞ gibi adlar taşıyan hükümdarları ile, katıksız bir TÜRK devleti idi!..
1221'de Cengiz'in Harzem ülkesini istila etmesi sonucu, bu kişilerin torunu ve Terken Hatun'un oğlu olan CELÂLEDDİN HARZEMŞAH tahta geçemedi. Önce Hindistan'a kaçtı. CENGİZ'in ölümü üzerine de İran'a geçerek etrafına TÜRKLER'i ve İranlıları topladı.
Cengiz oğullarının takibine maruz kaldığı için önce Azerbeycan'a, sonra Anadolu'ya geldi. Binbir maceradan sonra Tunceli (Dersim) dağlarında bir Kürt köylüsü tarafından öldürüldü. (1231)
Ancak CELÂLEDDİN ile gelmiş olan HORASANLI TÜRKLER ve İranlılar bölgeye yerleştiler ve birbirleriyle karışarak bugünün ZAZA halkını oluşturdular.
Bu kişiler de kendilerini Kürt saymaz!..
Zaza kelimesi İslâm Ansiklopedisi'nde, Meydan Laorusse'da ayrı başlık olarak yer almaz!. Ancak bu konuda Rus ve Avrupalı yazarların ve TÜRK araştırmacıların tesbitleri vardır.
Rus araştırmacı V. MINORSKY, Holandalılar tarafından zamanın en ünlü otoritelerine hazırlatılmış, ve 30 yılda tamamlanmış olan İslâm Ansiklopedisi'nin İngilizce nüshasında, "Kürtler" bahsinde "20. yüzyılda Kürtler arasında KESİNLİKLE kürt olmayan bir unsurun tesbit edildiğini (Zazalar)" belirtir (sf. 1134) ve "bu grubun Kürtçe'den çok farklı kuzey-batı lehçesi konuştuğunu" (sf. 1152) yazar. Bununla da yetinmez!.. ZAZA kelimesinin geçtiği her yerde "gerçek Kürt olmayan" kaydını düşer!.. (sf. 1151)
Ayrıca konunun uzmanı sayılan O. MAN, DAVID McKENZIE, Prof. HADDANK hem Zazalar'ın, hem de Guran ve Hevramîler'in Kürtlüklerini KARARLILIK ve KESİNLİKLE reddederler!.. Hollandalı araştırmacı V.M. BRUINESSEN de "Ağa, Şeyh ve Devlet" isimli eserinde aynı görüşü paylaşır!.. Görüşlerini bir sayfada verdiğimiz Japon asıllı Prof. GOICIE KOJIMA, Zazaki'yi ayrı bir lehçe olaşarak sınıflandırır, ve "bir Kürt grubunun bulunmadığını, her bir lehçenin ayrı bir dil gibi olduğunu" belirtir!..
Ermeni tarihçi GARO SASUNİ, "Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni-Kürt İlişkileri" adlı eserinde "Prof. THOMANSHEK, HEARTMAN ve NÖLDEKE'nin Dersim Zazaları'nı Kürt kabul etmediğini" yazar!
1937 yılında Tunceli-Dersim'de incelemelerden bulunan NAZMİ SEVGEN, bir çok yaşlının, "Biz HORASAN TÜRKMENLERİ'yiz" dediğini yazar!..
Kendisi de HORMAK aşiretine mensup bir ZAZA olan M. ŞERİF FIRAT, meşhur "Doğu İlleri ve Varto Tarihi" adlı eserinde, "Zazalar'ın bir kısmının İÇ ANADOLU'dan (muhtemelen Yavuz Selim zamanında), bir kısmının da daha eski tarihlerde HORASAN ve HARZEM'den geldiklerini" belirtmiştir!.. Aynı eserinde HORMAK aşiretinin kökeninin TÜRK olduğunu ortaya koyan ORHAN GAZİ ve SULTAN 1. MURAT tarafından onaylanmış 12 nesillik soy kütüğünü kanıt olarak yayınlamış ve Zaza bölgesindeki pek çok yer, aşiret, kişi, türbe isminin öz TÜRKÇE olduğunu da yazmıştır!.. (sf. 52-54) Bu muhterem zat, sırf "Kürtler'in ayrı bir ırktan olmadığını, TÜRK olduğunu" dile getirdiği için haince vurulup öldürülmüştür!.. İlk terör şehidimizdir!
1938 yılındaki TUNCELİ-DERSİM isyanının Alevî-Zaza lideri SEYYİT RIZA, Devlet'e yazdığı mektupta:
- "Şâyet Hükûmet hizmet ve sadakatimizden şüphe ederse, âbâ vu ecdâdımızın eskiden geldikleri YUKARI TÜRKİSTAN, HORASAN vilâyetine büün mensub-u aşiretimizle hicret etmeye himmet buyrulsun,"
diyerek ZAZALAR'ın anayurdunu açıkça ifade etmiştir!.
Ayrıca KOÇGİRİ aşiretinden olan ALİŞİR de bir şiirinde:
Ceddimiz Şeyh Hasan, Şâh-ı HORASAN
mısraı ile bu aşiretin de ORTA ASYA kökenli TÜRK olduğunu dile getirmiştir.
Saymakla bitmez!.. Ama devam edelim.
Kendisi de Zaza ve Pertekli olan, Tunceli-Dersim bölgesinde yıllarca Kaymakamlık yapmış bulunan M. ZÜLFÜ YOLGA (1880-1959) "Dersim Tarihi" adlı kitabında, "Zazalar'ın, Timur'un HORASAN'ı ele geçirmesinden sonra, büyük bir topluluğun oradan ANADOLU'ya geldiklerini" yazar... İki ihtimal vardır. Ya Cengiz istilâsı (1200'ler) ile Timur'un fetihlerini (1400'ler) karıştırmaktadır... Ya da her ikisi de Moğol olan hem Cengiz ve hem de Timur dönemlerinde iki büyük göç olmuştur!. Ama Zazalar'ın büyük kısmının HORASAN'dan geldiği kesindir.
Yine kendisi de bir Zaza Alevisi olan CEMAL ŞENER, "Aleviliğin Etnik Kimliği" adlı eserinde "Hem Alevî Zazalar'ın, hem de Alevî Kürtler'in köken olarak TÜRKMEN olduklarını" TARTIŞILMAZ bir biçimde ortaya koyar!..
CEMAL ŞENER bu gerçeği şöyle ifade ediyor:
- "Son on yıldır, Alevî olup ta Kürtçe ya da Zazaca konuştukları halde, kendilerini TÜRK olarak ifade eden Alevî yerleşmelerinin %75'ini gezmiş biriyim... Bu köylerde yaklaşık 1500 civarında insan ile görüştüm. Buna İstanbul'da Şahkulu ve Karacaahmet dergâhlarında rastladığım TUNCELİLİ, ANTEPLİ, MARAŞLI Alevî yaşlıları da ekleyince, 3000 kişiyi buldu... (sf. 36)"
- "Kendileri Zazaca veya Kürtçe'yi bildikleri halde, hatta TÜRKÇE'yi bozuk bir şive ile konuştukları halde, bugün yaşı 60'ın üstünde olan ve KENDİSİNİ KÜRT YA DA ZAZA DİYE İFADE EDEN (yani TÜRK olmadığını ifade eden) BİR TEK ALEVİ'YE RASTLAMADIM!.. Kendisini Kürt veya Zaza olarak ifade eden kesim ise, son yıllarda veya radikal sol rüzgârdan etkilenen azınlık bir gençlik kesimidir. Bu da tarihsel değil, siyâsî bir kimlik olarak kabul edilebilir." (sf. 37)
CEMAL ŞENER ayrıca:
- "Alevilikte DEDELİK, ocak geleneği ile yaşar...DEDE OCAKLARI'nın tümü, kendilerinin HORASAN'dan gelen TÜRKMEN aşireti olduğunu savunur!"
der... (sf. 25)
Araştırmacı MARTIN VAN BRUINESSEN de "Alevî Kürtleri Etkin Kimliği Üzerine Tartışma" başlıklı yazısında, "Ritüel (âyin, ibadet) dili olarak neredeyse tamamen yalnız TÜRKÇE kullanan ve hatta çoğu TÜRKÇE aşiret adlarına sahip olan Kürtçe ve Zazaca konuşan Aleviler'in varlığı bir çok yazarı meşgul etmiş bir vakıadır," der ve "Dersimliler'in Kürtleştirilmiş ya da Zazalaştırılmış KIZILBAŞ TÜRK AŞİRETİ olduğu... Bu varsayım o kadar mantıklı görünür ki, bazı Batılı akademisyenlerce de hiç sorgulanmadan kabul edilmiştir. Örneğin MELİKOF (1982)"
Türkolog IRENE MELINKOF da Kormançça ve Zazaca konuşan KOÇGIRI aşiretinin TÜRK olduğunu, şu sözlerle ifade eder:
- "Araştırmalarım beni KIRMANÇ denen ve Kürtler olarak tanınan insanlar arasında kalmaya götürdü. TÖRELERİ, ORTAASYA'YA KADAR UZANAN TÜRK TÖRELERİ İDİ!.. Ölümle ilgili âdetler, albastı inanışı, TÜRKLER'in 12 hayvanlı takvimleri, eski yeni yıl bayramları olan HIZIR bayramının kutlanması vb. sorduğumda, kaynaklarımdan birisi bana 'SOY OLARAK BİZ KÜRT DEĞİLİZ. fakat (Alevî) inançlarımız dolayısıyla çok ezâ gördük. Dağlara sığındık, Kürtler'e karıştık ve Kürtler olarak adlandırıldık,'demişti."
IRENE MELINKOF aynı eserinde bu tesbitine şunu da ekliyor: "Bunu söyleyen bir çok ayaklanmada etkinliği bulunan tanınmış 'kürt' aşireti KOÇGIRI'lardandı. ÖMER LÜTFİ BARKAN'a şüphelerimden söz ettiğim zaman, bana KOÇGIRI adının TÜRKÇE olduğunu ve AKKOYUNLU, KARAKOYUNLU ve benzeri adlandırmalarla karşılaştırılabileceğini işaret etti."
Gerçekten de KOÇGIR kelimesi ORTAASYA'da halen de kullanılmakta ve KOÇ anlamına gelmektedir... Böylece KOÇGIRÎ aslında KOÇGIRLI, yani KOÇLU demektir Kİ, tıpkı KARAKOYUNLU, KARAKEÇİLİ gibi KOÇGIRLI-KOÇLU aşireti de bir TÜRK aşireti olur.
Sultan 2. MAHMUD döneminde TÜRKİYE'de uzman olarak görev yapmış olan FELDMAREŞAL HELMUT VON MOLTKE de "Mektuplar" adlı eserinde MARAŞ ve yöresi için şöyle diyor:
- "PAZARCIK ovasını geçtik. Bu ovada üç TÜRKMEN kabilesi ATMALI, KILIÇLI, SİNEMİLİLER konaklamıştı."
MOLTKE'nin 200 yıl kadar öncesinden bahsettiği bu TÜRKMEN kabileler, RİŞVAN aşiretine bağlı olup bugün ADIYAMAN, MARAŞve GAZİANTEP'te yaşamaktadırlar. Küçük bir bölümü de ANKARA-HAYMANA ve BÂLÂ ilçelerindedir... Dr. MAHMUT RİŞVANOĞLU'nun araştırmasına göre RİŞVANLAR, OĞUZ boyundan ÇEPNİ ve ÇİĞİL TÜRKMENLERİ'dir!.. ATMALI aşiretinin MARAŞ ve ADIYAMAN köylerinin adları hiç değişmemiştir ve TÜRKÇE'dir: Tilkiler, Haydarlı, Sadakalar, Karahasanlar, Ağcalar, Kabalar, Kizirli, Kızkapanlı, Ketiler, Karalar, Turuçlu, Mahkanlı...
Kendisi de Zaza olan Eski DERSİM MEB'USU HASAN HAYRİ BEY, 1921 yılında T.B.M.Meclisi'nde yaptığı konuşmada, "HARZEM'den gelen ve TÜRKÇE konuşan atalarına Selçuklu Sultanı ALÂADDİN KEYKUBAT'ın yerleşme izni verdiğini, YAVUZ SULTAN SELİM zamanında Alevî TÜRKLER'in DERSİM dağlarına çekilmek zorunda kaldıklarını, kendilerini gizlemek için Kürtçe öğrendiklerini, süreç içinde TÜRKÇE'den uzaklaştıklarını" anlatmıştır.
Araştırmacı ALİ KAYA, "Dersim Tarihi" adlı eserinde bu ifadeyi doğruluyor:
- "İBN-İ BATUTA, 1333-1334 yıllarında Kuzey Dersim'e uğradığında, iki TÜRKMEN kabilesi KARAKOYUNLU ve AKKOYUNLU aşiretleri birlikte Moğollar ile sürekli savaştıklarını belirtir... (s1. 125) Bu aşiretlerden kalanları, Dersim yöresindeki mezar taşlarındaki KOÇ resimlerinde görmek mümkün."
- "ALÂADDİN KEYKUBAT, Bağın'ı ziyaretinde ŞEYH MANSUR'a bir şecere vermiştir. Bu şecere ŞÖBEK köyünde SEYYİT CAFER oğullarının evinde muhafaza edilmektedir. Bu şecerede 12 aşiretin TÜRK olduğu belirtilmektedir."
Bahsi geçen HARZEM kökenli 12 aşiretten 9'u şunlardır:
HAYDARAN, HORMEK, BALABAN, ÇARIK, BULAN, BAHTİYAR, İZOLU, HİRAN, KOÇGIRI
Alevî dedesi PİR AHMET DİKME, 1999 yılında yayınladığı "Haykırıp Duyuramadıklarım" adlı kitabında şu bilgileri vermektedir:
- "(CENGİZ HAN) Moğollarının baskılarına dayanamayarak yurdunu terketmek zorunda kalan MUHAMMED oğlu CELÂLEDDİN HARZEMŞAH yer yer çarpışarak batıya doğru ilerler, ve bir çarpışmada yaralanır. Yaralı olarak dostu olan ŞEYH HASAN'ın yanına gelir ve orada bir Kürt tarafından öldürülür... Beraberindeki oğlu MEHMET'i ŞEYH HASAN'a emanet eder. ŞEYH HASAN dostu CELÂLEDDİN'in nâşını götürüp DOJİK DAĞI'nın zirvesine defneder. Mehmet'i kendi himayesine alır, 3-4 yıl sonra kendi kızıyla evlendirir."
HARZEM Şahı CELÂLEDDİN HARZEMŞAH'ın sözü edilen mezarı, hem Dersim Alevileri hem de Zazalar arasında yatır muamelesi gören SULTAN BABA TÜRBESİ oldu! (Rıza Nur, Türk Tarihi, cilt 2)
Cemşid Bender'in ve tüm Kürt ayırımcıların gözlerden sakladığı gerçek şudur ki, Herat ile Gazne arasındaki diyara GUR ülkesi denir!.. Firdevsi'ye Şehnâme'yi yazdıracak kadar hoşgörülü TÜRK hakanı Gazneli Mahmud'un valisi Muhammed, burada GURLULAR devletini kurmuş; MUHAMMED GUR HAN adını almıştı. (1187)
1300'lere kadar varlığını sürdüren bu GUR halkının bir kısmı, CELÂLEDDİN HARZEMŞAH ile birlikte Anadolu'ya gelmişti.
İşte Cemşid Bender'in "Horasan Kürtleri" ile kastettiği bu HORASAN GURLARI'dır!... GURAN diye bilinen Kürt aşiretleri de aslında GUR TÜRKLERİ'dir!.. GUR-GURAN, TUR-TURAN gibi çoğul ifade eder!
V. MINORSKY, Zazalar'la ilişkilendirilen ve "kürt" addedilen GÜRANLAR aşiretlerinin de Kürtlüklerini KESİNLİKLE reddeder!.. GÜRANLAR bir TÜRK boyudur, ve GORANÎ LEHÇESİ, ZAZAKİ LEHÇESİNİN en yakın olduğu dildir. Birini konuşanlar TÜRK ise, diğeri de TÜRK'tür!
Prof. Y. HİKMET BAYUR, meşhur "Hint Tarihi" adlı eserinde, GUR TÜRKLERİ hakkında şu bilgiyi verir:
- "EL UTKİ'nin 'Kitab-ül Yemini'nde KALAÇLAR'ın Hindikuş (dağlarının) güneyinde yerleşmiş olduklarını, ve Orta Asya'dan gelen diğer TÜRKLER'in Hindistan'ı fethetmelerinde çok önemli rol oynadıklarını yazarken, GÜR Devleti hükümdarı ALÂÜDDİN CİHANSUZUN, SELÇUKLU SULTANI SANCAR tarafından esir edildiğini belirtir."
- "Orta Asya'da TÜRK urukları arasında bulunan GÜRLER oldukça önemli bir yer tutar. Nitekim OĞUZ Kağan Destanı'nda, OĞUZ HAN'ın Hindistan seferinde GÜRLER Ülkesine girip, buradan (sonra) Doğu Avrupa'ya, BULGAR ülkesine hareket ettiği, seferden sonra GÜRLER'in reisinin kendisini SEMERKANT'ta karşıladığı anlatılır. GÜRAN TÜRKMAN taifesinden bahsedilir."
- "İran'daki GÜRANLAR, menşe itibariyle GÜRLER, yani TÜRKLER'dir... ŞEYH SÂDİ, ünlü 'Bostan' adlı eserinde bir İranlı köylünün GÜR hükümdarına 'Ey, TÜRK' diye hitap etmesi de GÜRLER'in TÜRK olduğuna başka bir kanıttır."
Süleyman Şah ( Arapça: سليمان شاه) (Süleyman Şah (?-1227), Ertuğrul Gazi'nin babası, Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Bey'in dedesidir. Türk büyüklerinden olup, Oğuzların Kayı boyundandır. Doğum yeri, târihi ve âilesi hakkında kaynaklarda geniş bilgiye rastlanmamıştır.
On ikinci yüzyılın sonlarında Türkistan’da doğdu. Kabîle reisi oldu. Moğol Cengiz Hanın Orta Asya’daki istilâsına karşı, on üçüncü yüzyılda Türkistan’dan batıya hicret etti. Türkistan’dan elli bin kişiyle batıya geçip, 1224’te Erzincan ve Ahlat taraflarına yerleşti. Cengiz Han, 1227’de ölünce, kabîlesiyle tekrar dönmeye hazırlandı. Fırat Vâdisini tâkip etmekteyken Ca’ber Kalesi yanında atını yüzdürerek nehri geçerken boğuldu. Fırat kenarına defnolunup, buraya Türk Mezarı denildi. Süleymân Şahın mezarı, Osmanlı Devleti yıkılınca, Türkiye hudutları dışında kalıp, Suriye’ye bırakıldı. Ca’ber’deki mezarında Türk bayrağı dalgalanıp, Türk askeri beklemektedir.
Süleymân Şahın, hicretten sonra Sungur Tigin, Gündoğu, Dündar ve Ertuğrul adında dört oğlu kaldı. Sungur Tigin ve Gündoğdu, kabîleleriyle yurtlarına döndü. Dündar ve Ertuğrul, dört yüz çadır âile efrâdıyla Sürmeli Çukur’da birleşti. Sürmeli Çukur’da Moğollarla muhârebe eden Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddîn Keykubâd’ın kuvvetlerinin az olduğunu gören Ertuğrul Gâzi, ona yardım etti. Alâeddîn Keykubâd, Ertuğrul Gâziyi mükâfatlandırıp, Domaniç Yaylasını yazlık, Söğüt Ovasını da kışlak olarak verdi. Süleymân Şahın oğlu Ertuğrul Gâzi, Söğüt ve Domaniç’e yerleşip, torunu Osman Gâzi de Osmanlı Hânedânını ve üç kıta ve yedi denize hâkim olan Osmanlı Devletini kurdu.
Bâzı târihî kaynaklarda ise, Ertuğrul Gâzinin babasının adı, Gündüz Alp olarak zikredilmektedir. Bu durumda, Ertuğrul Gâzinin babası olarak gösterilen Süleymân Şahın, Türkiye Selçuklu Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Süleymân Şahla karıştırılmış olabileceği tahmin olunmaktadır