yınede elıne saglık.
Yazdırılabilir Görünüm
yınede elıne saglık.
Ölüm Anı
Hayatımda hiç yaşamadığım bir olaydı ne olduğunu anlayamıyordum. Üzerimde bir örtü vardı. Ve etrafımda insanlar hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Ne olduğunu hala anlamış değildim. Neden üzerimde örtü vardı ve neler oluyordu. Ellerimi oynatamıyor kımıldayamıyordum. Allah’ım neler oluyordu, bana neler olmuştu. Ayağa kalkmak istiyordum ama kalkamıyordum.
Anne neredesin, sesini duyuyorum ama seni göremiyorum. Neden ağlıyorsun anne... Yanıma gel üzerimdeki örtüyü al. Ben alamıyorum anne...
Bir ara bir el üzerimdeki örtüyü aldı. Bu babamdı ve gözleri ağlamaktan şişmişti. Neden ağladın baba... Ben neredeyim. Neden konuşamıyorum.
Annemde orda, annem yıkılmıştı sanki. Ağlıyordu hem de hıçkıra hıçkıra. Ağlama anne!
Aman Allah’ım! Eyvah!! Ben ölmüştüm. Evet ben ölmüştüm ve bu etrafımdaki insanlar benim cesedimin üzerinde ağlıyorlardı. Ağlama anne!
Ağlama baba!! Allah’ım! Bana yardım et, bana dayanma gücü ver.
Annem üzerime yattı ve ağlamaya devam etti. Bir yandan da; Oğlum, yavrum neden bizi bıraktın, diyordu.
Anne! Anne! ağlama anne. Ya babam. Heybetli babam, evimizin direği babam. Ağlama baba! ne olursunuz ağlamayın. Kardeşlerim, komşularımız tamamı ağlıyorlardı. Anne seni son bir defa öpmek, koklamak, sarılmak isterdim ama şimdi olmuyor anne. Annem!! Annem!!
Sonra üzerimi tekrar örttüler. Beni bir tabuta koydular. Evimizden son kez çıkıyordum. Hem de dönmemek üzere Anne!! Ne olur beni bırakma Anne!! gitmek istemiyorum ... Annneeeeeeeeeeee
Yağmur yağıyor tabutumun üstüne. damlaları duyuyorum. Beni camiye götürüyorlardı son kez. Hayatta gitmediğim camiye son kez götürülüyordum. Allah’ım götürmeyin. Ne yüzle gideceğim!! Hayatta gitmek istemediğim camiye götürmeyin beni..... Ve imamın er kişi niyetine deyişi...
Hakkınızı helal ediyor musunuz? Evet sesleri neye karşı... Hepsine de hakkım geçmişti. Ben kul olamadım kardeş olamadım, Allah huzuruna nasıl varırım......
Ve evet..... Allah’ım heyhaaaaat!!!!! Heyhaaaaat!!!!!
Beni son ziyaretgahıma götürüyorlar. Evet kabristana! Allah’ım götürmeyin. Ne olur götürmeyin bu naçiz bedeni. Beni tabuttan çıkardılar, kefenime babam sarıldı, annem uzaktan seyrediyordu. Ağlamaktan gözyaşları kurumuştu.
Anne! beni alsana yanına anne.....beni bırakmasana anne..... anneciğim canım annem..... gitme beni bırakma anne...
Babam sarıldı kefenime gözyaşları içinde. Beni 2 metre derinlikteki mezara indirdi. Öptü kefenimi, sarıldı sarıldı, oğlum dedi kulağıma.....
Babaaaaaaaaaaammm!!!!
Gitme, beni bırakma. Sonra çıktı ağlayarak. Üzerime taşlar dizdiler. Toprak döktüler. Yalnız başıma kalıyordum Tek başıma, kimsesiz. Anne!
Neredesin anne..... Dualar edildi, tevhidim çekildi. En son babamla annem terk etti beni. Annem arkasını dönüp dönüp bakıyordu. Anneeee gitmeeeeeeeeeee!!!!.......... Anneeeeeeeeeeeeeeeeeeee canım Annem bırakma beni, karanlık, çamur, küflü bir yerdeyim kimse yok.
O anda başımda İki kişi belirdi. Kimsiniz, ne istiyorsunuz................ MEN RABBUKE VE MA DİNUKE!!!!! Ne diyecektim, ne cevap verecektim. Allah’ım bana bir fırsat daha verin. Lütfen bir fırsat daha. Ama geçti diyorlardı. Geçti, kaybettin, senin yerin belirlendi, dünyada iken Allah’ı tanımadın... Bize geldin heyhaaaaat!!!!!!
Bir ara bedenimde bir elin gezindiğini hissettim. Bu bizim aile doktorumuzdu. ‘’Çok şükür evlat kurtuldun,ölümden döndün’’ diyordu. Ne Ölümden dönmesi doktor bey. Ben Öldüm de dirildim. Çok şükür Rabb’ime bana bir fırsat daha verdi.
Evli arkadaşlarımız ve büyüklerimiz kullanırlar. Benim hanım, bilmem kimin hanımı diye. Peki "hanım" kelimesi nereden türemiştir hiç düşündünüz mü? Geçenlerdebir yerde dinledim. Cengiz Han bir gün etrafındaki devlet erkanına hitap ederken "Ben sizin hanınızım." demiş ve sonra eşine dönerek: "Bu da benim hanım." demiş. Yani eşinin kendisinin hanı olduğunu söylemiş. O zamandan bu zamana "hanım" kelimesi söylenegelmiş. Tabi doğruluğunu araştırmak lazım gelir.
İşte bir kılıbık adayı daha.
Şaka bir yana , Türklerde hanıma KATUN KİŞİ denirdi tabi bu zaman ile Katun ismi HANIM ismine dönüştü.Selamlar
EE üstadım biz büyüklerimizin yolunda yürürüz:)
han demek ki hanımlar cengiz hana göre çok değerli varlıklarmış tabi bize göre de öyle ama o eski hanımlar nerdeeeee...
kimse alınmasın sakın....
Waaw demek öyle ha bunu ögrenmem iyi oldu tşkler...
bır sey daha ogrendık bu sıte sayesınde
Evet herkesin yaşayacagı bir olay....:S
güzel bir yaklaşım...bencede evdeki han hanımdır...
Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü
ve bunun sebebini senden bildikleri zaman
sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen;
Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir
ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen;
Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan
veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen,
ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan,
bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen;
Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan,
Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen,
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır
ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen;
Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından
ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen,
ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür
ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen;
Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir
ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen;
ve kaybedip yeniden başlayabilir
ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen;
Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile
işine yaramaya zorlayabilirsen
ve kendinde ´dayan´ diyen bir iradeden
başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen;
Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen,
ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen;
Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse;
Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen;
Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı,
altmış saniyede koşarak doldurabilirsen;
Yeryüzü ve üstündekiler senindir
Ve dahası
sen bir İNSAN olursun oğlum…
Yok yok okuyacağız. Okumanın yaşı yoktur, her zaman savunurum...
subutay abı haklısın okumanın ve ogrenmenın yası yoktur çok klasık bır soz ama dogru
Aşk'ı Haletiye
Kelimelerine kıyafetsizce bağladığım
Kalem tutan ellerim hiç ağlamadı mı sanırsın
Ya da yazgısı öncelerimi bozmadı mı şaşkınlıklarımın
Kar izini donduran ellerimle yazdım içimi
Kan sıçramış beynimde olup biten ne varsa
Yazdım
Yazdım
Durmadan yazdım
Şöyle, sımsıkı, tuttum kalemimin elinden. yaslandım kağıdımın kollarına. Harf harf , esrik bir alev gibi, işledim cümlelerime aşkı. ta ki noktasına varana dek sevdamın, kustum heybeme doluşan fikrileri...
/ilkin/
İçime serilmiş bir derya, kıpkızıl. güneşi yanıma koysan, bu kadar şavkır… yıktım aşksız ve umutsuz, kanlı bıçaklı çirkef düşlerimi. Durdum, dur durak bilmeyen yaşamlarımın önüne, serdim bir bir, yeniden başlayabileceğim haberleri üzerime. “Burası dünya! Burada durmak yasak” dediler, serdiğim tüm haberlerimin üzerine örtüler çektiler. Körkütük sarhoştum artık, dengesizdim ve aşksız kalem tutamazdım. İçtim denizi, okyanuslar içime üşüştüler. Martılardan aldım haberlerini, taliplisi olmazmış biriktirdiklerimin, “boşunaymış” dediler. Günah mıydım, seherlerde açmış duaların içine konulamayan.
/aşkın soru hali,aşkın zor hali/
“Kalem bu, yaz” dediler, tükenmez miyim sanırlar? Gök kalemi yağmurlar, toprağı ıslatmaz mı? Küçük bir umuttu, damla damla heybemde. Kırıştırdılar ve yumruklarıyla sıktılar. Sıktılar, sıktılar, sıktılar… Denizdeki en uzak noktayla yazdıklarımı yarıştırdılar.
Kalemine kuvvetti, denizin dalgaları. Benimse yüreğimden başka neyim vardı ki açacak. Yelkenlerimi saldığım hiçbir aşk kapısını açmadı bana.Açtıklarımda denizin karasında boğuldular.. Tutuklu olmaktı adı sevdamın. Tek ben miydim? Hayır, evrende cayır cayır susayandı aşksızlar…
/aşkın mahkum hali/
Zindandan haberleri geldi maşukların:
“kalbine sormadı cellatlar
idamımı olurmuş aşkın.
son istediğidir mahkumun
cesedini yarinin gözlerinde bırakın”
Bir ses duyuldu satır aralarından: “mahkumun kalemi kırıldı!”. Son sözüydü maktulün : “aşığın nişanlısıdır ölüm”. Kimdi ki kavuşan sonsuz bir sevdaya, nerdedir ki kavuşunca aşkını dipdiri tutabilen… Önünde eğildiler aşkın, aradılar yoklukta varlığını… Durmadan yazıldı aşk cümlelere, aşkolunsundu aşkı bulabilene…
/aşkın son hali/
zaman kavramını yitirmiş, etrafın gözle görülmediği bir mekana gelmiştim. Ağıtlar kulağımı tırmalıyordu. Gök bu diyarı terkeylemişcesine kara, mavisini yitirmiş, yağmamak için yeminler içiyordu. Toprağa basıyordum avuçlarımı, birazdan içine alacağı kurbanları bekler gibiydi. Perde aralanıyordu sanki , toz bulutu ortadan yırtıyordu kendisini. Ellerinin arasında başları, aşıklar, ağıtlar yakıyordu. Kara yazısıydı bu onların, geceden kalma yıldızlar düşüyordu. Gök bileniyordu sanki, gözlerini irice açmıştı karşıda duran kadın. Kadın, çığlıktan ibaretti. Ürküyordum yazdıkça aşkın hallerini… bu aşkın “son” haliydi...
Bunu abilere duyuramadık Mehmet'im...
abı herhalde bu sayfaya pek bakmıyorlar ondan dolayıdır
kısmetten ötesi olmuyor yaw..
abı bırazda kendı kısmetını yaratmak lazım hasa yaratmak ALLAHa mahsus ama aramak lazım bıraz
hayat demek mucadele demektir,en güzel duygu yalansız sevemektır,sevgi ise gözyasını feda etmektır,ama asıl marıfet gormeden SEVGİYİ kalbinde bilmektır
haklısın iyi olur inşallah...
Nizip eğitim ve dayanışma derneğinin kitap kampanyasına 100 temel eserden kitap bağışlayarak katkıda bulanabilirsiniz. gelin görün tanışalım. birlikte 125 üye ye daha fazla hizmet sunalım. yarının büyüklerini kahvelerden kurtaralım.
tamamda nereye gelelim adres falan bişeyler yok mu ufak tefek açıklamalar yok mu?...
pardon hocam buldum adresinizi falan teşekkürederim elimden geleni yapmaya çalışacağım...
saygılarımla...
[YOUTUBE]http://www.youtube.com/watch?v=sK-R7GHZvlI[/YOUTUBE]
Sen’i seven her ruh uludur ya Resûlallâh!
Gönlü-gözü onun doludur ya Resûlallâh!
Cemâlin pertevinden zerre şevk alan billâh,
Kapının ayrılmaz kuludur ya Resûlallâh!
Beklemez bir başka iltifât Sana erenler,
Semtin iltifat buğuludur ya Resûlallâh!
Gönül gözleriyle bir kere seni görenler,
Onlar ruhların bir koludur ya Resûlallâh!
Uçuşur ikliminde altın kanatlı kuşlar,
İklimin kuşların yoludur ya Resûlallâh!
Cennet yamaçları gibidir orda ufuklar,
Cemâlin bu ufkun tülüdür ya Resûlallâh!
Sana ermek imanlı gönüllerin rüyâsı,
Seni bilmeyenler ölüdür ya Resûlallâh!
Vuslatın, bu garip kıtmîrin her dem hülyâsı,
Bu benim gönlümün gülüdür ya Resûlallâh!
mustafa sana katılıyorum kardeş kitap kampanyası da olur gazete alışkanlıgıda olur sen devam et ben senin arkandayım miksam14
Her türlü desteği veririz. Nizip'te olmasak da...
Senide göreceğiz sevgili Subutay.Selamlar
gökhan doğru söylemiş:))ya bu arada ben avatarı ekliyemiyorum yadım edebilcek var mı?
Ayıp oluyor ama , gökhan önce okulunu bitirip sonra evlensin,saldıray buna sende dahilsin.Selamlar
gökhan eline sağlık çok güzel olmuş....
Gidiyorum buralardan yalınayak ve üzgün
Önümdeki uçurumlara aldırmadan
Varsın hayallerim kurduğum yerde kalsın
Ardımda yaralı bir yürek
Kederli bir ömür
Ve yoksul anılar bırakarak
Çekip gidiyorum sevdiğim
Hoşçakal gönlümün nazlısı
Gidiyorum başım önümde, gözümde nem
Duramam artık ey aşk, ey sevdiğim
Hüzne ve kedere boğulduğum bu şehirde..
Hiçbir anı kabul etmiyor beni
Bedenim buz gibi soğuk
Yüreğim param parça keder
Kış kadar soğuk ellerim
Ardımda yoksul bir sevda
Ve bana ait ne varsa
Bırakıp gidiyorum sevdiğim
Hoşçakal alnımın yazısı,kaderimin küskünü
hoşkakal
Bütün yaprakları dökülmüş
Dalları kırılmış bir ağaç gibi hıçkırarak
Ve bırakarak ardımdan sırtımı yasladığım çınar ağacını
Meçhule giden acılar yüklü bir gemide
Uğuldayan rüzgarlara sarıp sesimi
Şarkıların sustuğu,aşkların vurulduğu
Limanlara gidiyorum sevdiğim
Hoşçakal kırık sazım,sevdamın yaralı türküsü
Hoşçakal
Bir yıldız daha kaymadan gözlerimden
Bir daha yağmamalı bu ihanet yağmurları
Ağlamamalı bu yürek bir daha
Bir acıyı başka bir acıyla sarıp
Alıp dağların ve yıldızların gölgesini
Yüzümde kış,bakışlarımda kar
Yorgun akan bir ırmak misali
Kimsesiz sokaklara bırakıp yalnızlığımı
Gidiyorum sevdiğim
Hoşçakal gecelerimin yıldızı
Yusuf, sabahın erken saatlerinde aniden kan ter içinde uyandı. Kendisini bu kadar tedirgin eden hiç şüphesiz gördüğü rüyaydı.
Bir kuş görmüştü.Ak kanatlı. Karanlıkların içinden bir çığlık gibi uçuyordu aydınlık masmavi gökyüzüne. Tasasız ve kedersizdi .Işıltılı gözlerle – sadece güzel olanı gördüğü için- süzülüyordu.
Ansızın kuş sendelendi ve düşüverdi. Yere doğru çakılan bedeni kan revan içindeydi. Paramparça olmuş bedeninden geriye sadece yüreği kalmış olarak orada oracıkta toprakla bütünleşmiş vaziyette.
Yusuf bunu kötü bir düş olarak yordu. Unutmak isterken rüyayı ikinci gün tekrar gördü. Üçüncü gün tekrar. Yusuf iyice tedirginleşti. Bu arada gittikçe duruma alışıyordu. Aşırı tekrar onda bağımlılık yapmaya başlamıştı. Her gece düşündeki kuşla konuşmaya başladı. Sürekli konuşuyor yalnızlığını dindiriyordu. Bunca kokuşmuşluk içinde var olma mücadelesini veriyordu. Kuşa Yusufçuk adını taktı. Zaten o Yusufçuk kuşuydu ya.. Yusuf kendi kendine Hz. Yusuf (a.s.) olsaydı da yorumlasaydı şu rüyaları diye eseflendi . Rüyaları bir bir yorumluyordu Hz. Yusuf (a.s.) . Rüyalara anlam getiriyordu. Rüyalar insanın kendisi oluyordu.
Yusuf düşünmeye başladı. Bir haftadır bu rüyayı görmez olmuştu. Yoksa bu rüya burada bitecek miydi . Bir daha ak kanatlı Yusufçuğu göremeyecek miydi. Yusufçuğun ölümünü görmek onu üzüyordu üzmesine ama O yaşarken , uçarken ki gözlerindeki parıltıyı, yaşama sımsıcak bakışını ,en iyiye en güzele , özlenene , beklenene , vuslata koşarken ki yaşananları çok seviyordu.
Yoksa diye düşündü Yusuf , Yusufçuk ben olmayayım. Ben kuş oldum , cik oldum, cuk oldum . Uçtum, uçtum çok ötelere . Bir yazgının süreğine doğru...
Karanlıklar yaşadığı acılar olmalıydı. Bu kadar acıya dayanacak yüreceğinden başka neyi vardı. Uçsuz diyarlarda Kaf Dağıydı.Oradan devşirilecek onca aydınlıklar vardı.
Artık Yusuf, Yusufçuk kuşu olup elvan çiçeklerini başına takarak , yol aldı, yol verdi. Uçtu, uçtu. Daha güzel yarınlara alaca şafaklara doğru. Bir daha hiç görülmedi. Onu ne duyan var nede soran .Özgürlük çok yakın onu özleyene , arzulayana.
Gönderen: arifmahircetin1
Kestane rengi, kalçalarına kadar uzanan, kıvrılmış saçlarıyla her zaman ki gibi neşe saçıyordu. O’nu gülmemiş bir vaziyette gören olmamıştı. Her durumda kendisine mutluluğu ilke edinmiş çağdaş bir Polyannaydı. Dağ yamacına emaneten oturmuş , işi var kalkıp gidecekmiş gibi duran beş , altı haneli küçük köyde yaşıyordu. Adı Züleyha Gül’dü. Köy de kendisine Gül diye seslenilirdi.
O’nu ilk defa güneşli bir ilkbaharda gördüm. Tatilimi geçirmek için köyüme ziyarete gelmiştim. Yıllardır hasret kaldığım köyümün toprağında gezintiye çıkmıştım. Dağın az biraz hafif aşağısın da koca gövdesiyle yıllardır bir çok genç yüreklere duldalık yapmış ceviz ağacının altında , saçlarını yastık yapmış bir vaziyette ,uzanıp , hafif esen rüzgarla serinlenen bedenini dinlendiriyordu. Beni görünce, harbiyeli genç subaylar gibi birden ayağa kalktı. Şaşırmıştı. Bir taraftan üzerinde biriken toprakları silkeliyor, bir taraftan da etrafta başka insanlar arıyordu. "Hoş geldiniz ! ben Züleyha Gül" diyerek benim elimi sıktı. Ben de hafifçe ellerimi bırakırken "Ben Yusuf , her halde yaşadığım da bir Yusuf masalı olsa gerek " diyerek gülümsedim. Bu sözün burada söylenmesinden hiçbir şey anlamamış olsa gerek ki "Yusuf masalı mı?" diye sordu. Bense "hiç bir şey . sonra konuşuruz" dedim.
Mavi mi? yeşil mi? olduğu ilk etapta fark edilmeyen gözlerini benden utangaç bir edayla kaçırdı. Rahatsız olmaması gerektiğini . biraz gezintiye çıktığımı söyledim. Ve oradan -ondan- ayrıldım.
Büyük şehrin entrikalarından, koşuşturmacasından, yorucu iş çalışmalarından kaçıp köye; köyün sakin ve rahatlatıcı ortamında, kafa dinlemeye gelmiştim. Nerden çıktı bu Gül? Hiç hesapta yoktu. Gül yaşamıma ilk defa acı veriyordu. Modern hayat hızla tüketmeyi öğretiyordu. Çılgınca bir tüketim. Hayatımda közde demlenmiş çayın yeri yoktu. Ama aşk kor bir şekilde yüreğimi demlemeye başlamıştı. Nereye baksam O. Günlüğüm de onun adını yazmak için sürekli bahaneler uydurup en onulmaz bir yere gül konduruyordum.
Her fırsatta onunla birlikte olabilmek için çeşitli bahaneler uyduruyordum. Her görüşmemizde sevecen bir edayla beni karşılıyordu. Havadan sudan meseleleri çok ciddi bir tarzda konuşuyordum. O’nun, biz şehir ahalisinin böyle davranması gerektiğini düşündüğünü sanıyordum. Sevmek, acı çekmekti ve ben bunu hayatıma yazıyordum.
Babasının bir minibüsü vardı. Fabrikadaki işçileri evlerine getirip götürüyordu. İri yarı , şişmanca, sert mizaçlı bir insandı. Öyle insan azmanı biri değil, selam verdiğin zaman aşılmayacak sandığınız buzdan dağlar eriyip gidiyordu. En küçük çocuğu olduğundan Gül’ü fazlaca seviyordu. İlgisinin fazlalığından Gül biraz serbest büyümüştü.
Gül’ün yurt dışı hayalleri ile yatıp kalkan bir abisi ve evde bekleyen üç ablası vardı. Ablaları ilkokuldan sonra okula gitmemişlerdi. Yani şehrin gizemi onların beyinlerinde dolaşmıyordu. Bir ablası fabrikada çay servisi yapıyordu. Ama bu yeterli değildi. Düşlerinde kendilerini rahat yaşatacak eşleri konuk ediyordu.
Gül’ün şehirle teması taşımacılık sistemi sayesinde şehirdeki okula gitmesiyle başlamıştı. Her köylü gibi hayatının büyük bölümünü köyde, ev ve tarla işleri ile uğraşarak geçiriyordu. Okulda ve televizyondaki yaşamla, icbar edildiği köy örtüşmüyordu. Bu O’nu mutsuzluğa sevk ediyordu. Belki bundandır; şehir çocukları için okul tatili bir sevinç ve neşe kaynağıdır ama köylüler için hüzün ve düşlerin bitimi. Büyük hayaller, büyük umutlar besliyordu hayata karşı. Kaçmak bir çözümmüş gibi geliyordu köyden ama nafile. Biliyordu ki ve öğrenmişti ki yaşam ancak mücadeleyle büyürdü. Zirve zordu. Hele zirveye ulaşınca orada kalabilmek her şeyden zor. Buna hazır değildi.
Benimle geçirdiği günlerde düşlerini büyütüyordu. Şehre olan özlemi bir kat daha artıyordu. Bizim yaşadıklarımıza tanık olmamıştı. Nerde bilsin ki her şehirli serin bir çayın aktığı, araba gürültüsünün ve egzozlarının olmadığı, hile ve alt etmenin olmadığı, erdemin, faziletin, iyiliğin, yardımlaşmanın, dostluğun, kardeşliğin egemen olduğu bir yer hayal eder. O işin reklamına aldanıp duruyordu.
Yaşanılanlar güzelse hayat çabuk geçer. Tatil bitmişti ve bende her şeyi, tüm güzellikleri bırakıp evime döndüm. Gitmemle birlikte O’nu tertemiz hayatından ayırmamak için hiç aramadım. Günler günleri kovaladı. Bir iş dönüşü eve geldiğimde, telefon çalıyordu. Öğrendim ki Zeliha Gül ;Dağın az biraz hafif aşağısın da koca gövdesiyle yıllardır bir çok genç yüreklere duldalık yapmış ceviz ağacına kendisini asmıştı.
Gönderen: arifmahircetin1
eger hgercekse cok yazık olmuş. :(
abı her turlu kıtap destegınde bende bulunurum bende de çok fazla kıtap war
hayat işte ne tesadüflerle dolu...yazık.
Bence daha önemli bir sorun var toplumsal bilinç burada siz kırathanede oturanları nasıl kitap kurdu yaparız düşüncesini savunuyorsunuz bunların çoğu eğitim görmemiş ve yaşlı insanlar en azından orta yaşlı aceba bizim gençliğimiz ne kadar kitap okuyor lise öğrencilerimiz veya memurlarımız iş adamlarımız bunlar yeterince kitap okuyormu bence bu işe okullardan başlanmalı yani tabi kırathanelerde kitaplık olmasıda çok mantıklı ama asıl önemli olan o zihniyetin kırathanede kitap araması bu yapıldığı zaman inanınki kahveciler her dükkana bir kütüphane açacaktır
Adres: Cumhuriyet mah. Kuşcu Ali sokak Abdulgaffar Özkaya İşhanı no:2/3NİZİP/ GAZİANTEP
iRTİBAT TELEFONU:03425175040