Tabi işin o tarafıda var..............
Her adam DELİKANLI olamaz demi OSMAN????.........:))
Yazdırılabilir Görünüm
Tabi işin o tarafıda var..............
Her adam DELİKANLI olamaz demi OSMAN????.........:))
Birini ben yazayım.
KESER GİBİ OLAN İNSAN: insanlar toplumda yaşarken birey olarak karşılıklı hak hukuk konusunda keser gibi olurlar yani her şeyi kendi menfatine çevirir sadece kendileri faydalanır,SADECE KENDİLERİNE DOĞRU YONUTURLAR, işte bu gibi insanlara keser gibi insan denir.Selamlar
Mevlana’dan
Olmayasın keser gibi hep bana, olasın testere gibi biraz sana biraz bana.
EN BÜYÜK ANAHTAR SEVGİDİR DİYORUM...
MUSTAFA TEKGÖZ
Deniz gözleri beni kabul etmiyor,
Boguluyorum kumsalda,
Kumlarla savasiyorum, atiyor beni oraya.
Bu kadar zor, evet zor,
Deniz gözleri beni sahile atiyor.
Söyleyemem ona,kendimi kaybettigimi,
Onun gözlerinde.
Beni fark etmiyor bile.
Kuruyorum hayalini,
Ona bakmaktan sakiniyorum,
Benim icimi sakliyorum,
Benim icimi farkemesin diye.
çok zor yurek ıster.
YAZDIĞIMI YARIN OKUYAMAYACAKSIN
’En güzel yastığın nedir?’ diye sorsalardı bana, hiç tereddütsüz ’yarın’ derdim. Yastık. Başımı usulca bırakıp kendimi unuttuğum yer. Yastık. Gözlerimi kapatıp gövdemi sessizce, dertsizce yarına taşıdığım dem. Yarın. Bugünün telaşlarını savurup fırlattığım loş uçurum. Yarın.. Bugünün ellerinden ellerimi çekip hayatla bağlarımı koparmama bahane eylediğim boşluk.
’Nasılsa yarın var!’ deyip de an’ın üzerimizdeki keskin hükmünü törpülüyor değil miyiz? ’Yarın yaparım!’ deyip de günün içinden duygularımızı, aklımızı, yeteneklerimizi, hasılı varlığımızı çekiyor değil miyiz? Kapatmıyor muyuz gözlerimizi bugünün güneşine, nasılsa yarın güneş yeniden doğacak diye? Kapatmıyor muyuz gönlümüzü bugünün aşkına, önümde çok uzun yıllar var diye? Sevdiklerimizi küstürüyoruz, sevenlerimizi kırıyoruz, umarsız bir maske takıyoruz bugün. Nasılsa yarın telafi ederim diye. Çekmiyor muyuz ellerimizi en ciddi işlerin eteğinden daha zamanı gelmedi diye? Alıp gölgemizi her akşamın hüsranına yatırmıyor muyuz? Sanki hiç yokmuşuz gibi, hiç var olmamışız gibi geçmiyor muyuz günün içinden? Hasretlerimizi, hayallerimizi, ümitlerimizi, beklentilerimizi, özlemlerimizi zamanın kanına katmadan, elimizde meyvesiz kuru tohumlarla kala kalmıyor muyuz?
Yastığımızdır yarın. Alıp başımızı gittiğimiz isimsiz, sınırsız, kuralsız, tanımsız ülkemiz. Aklımızı başımızdan alıp götüren uykumuz. Bugünden kaçışın saydam, sessiz, itirazsız suç ortağı, sırdaşı. Gözümüzü bağlayıp bize habire sayılar saydıran saklambaç arkadaşımız. Sürekli bizi körebe eder yarın. Bizi topal bırakır. Bizi sığlaştırır. Bizi yok sayar. Kendi kıyılarımızdan çeker yüreğimizin inci mercanını. Kentin kuytularında nefesimizi boğuyor, sözümüzü kekeme ediyor.
Yo, yo, suç yarının değil. Yarının ayağımıza gelir gelmez adını ’bugün’ diye değiştirdiğini unutan bizlerin suç. Yarınlara güvenip de bugünü eğretileştirirken, yarınların birinde kendisine geniş zamanlar düşeceğini hayallerken, ’dün’lerde ’yarın’ diye idealleştirdiği bir ’yarın’ı daha elinin tersiyle ittiğini fark etmeyende suç. Bizde!
Şairin dediği gibi ’yarın artık bugündür.’ Yarın diye beleyip beslediğimiz, hayallerimizle emzirdiğimiz o gelecek günler, o bitmez zamanlar, o geniş zamanlar gelir gelmez, kendimizi içinde sıradanlaştırdığımız bir ’bugün’ oluveriyor. Yarına ideal yükleyenler, gelen yarının adı ’bugün’ olduğunda, bütün idealleriyle o günün sabahında var kılmaları gerekir kendilerini. Hayallerini yarınlara güvenerek erteleyenler, yarınlar sıra sıra gelip ’bugün’ olarak ellerine ayaklarına vardığında, her şeyi bir kenara bırakıp el üstünde tutmaları gerekir bugünü. Sanki son günleriymiş gibi, sanki başkaca ve bir daha yarın gelmeyecekmiş gibi, ruhlarını damıtıp bugünün imbiğinde damıtmaları gerekir yarın sevdalılarının.
Sahi, bugüne kadar kim ’yarın’ gerçekleştirmiş başarısını? ’Yarın’ ödev yapan öğrenci oldu mu acaba? Yazısını ’yarın’ yazmayı başaran bir yazar olmuş mudur?
Hayır, hayır, içimizden hiç kimse ’yarın’ı yaşamadı, yaşamıyor, yaşamayacak. Yarınların hepsi bugün oldu, oluyor, olacak. Bugün’e kendini yakıştıramayan, yarınların hiçbirinde gününü gün edemeyecek.
İmrendiğimiz o başarı öykülerinin hepsi kahramanlarının ’bugün’ünde gerçek oldu. Bir ömre rengini, istikametini veren kritik kırılmaların hepsi sıradan bildiğimiz herhangi bir saatin içinde olup bitti. ’Yarın’a, ’az sonra’ya, ’hele dur, zamanı değil!’lere yaslananlar, ’bugün’lerin içinde siliniverdi, ’şimdi’nin kalbine can olamadı, ’an’ın göğsünden çekildi. Hiç dokunmadan geçtiler zamanın içinden. Hiç yaşamamış gibi sürüklendiler bugünden yarına..
İspat etmemi ister misin? Ben de bu kısa yazıyı sürekli ’yarın’lara erteledim. Ama sonunda oturdum ve yazdım. Ellerimi bilgisayarımın tuşlarına bağladım, koltuğumda hapsettim gövdemi, kalbimi bu satırların karasına mahkûm ettim. Yazıyı, ’bugün’ yazdım, ’şimdi’ bitirdim. Sen de ’yarın’ okuyamayacaksın bu yazıyı. Eminim ’bugün’ okuyor olacaksın.
Bugünü uyanık geçirmek istersen, ’yarın’ yastığını başının altından çek, sevgili zamane!
İyi uykusuzluklar!
SENAİ DEMİRCİ
güzel bır yazı sayın sonbahar düşünceler gercekden cok güzel tebrıkler...
TEŞEKÜRLER YORUMUNUZ İÇİN...UZUN OLDUĞU İÇİN OKUNMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYODUM AMA ÇOK ŞÜKÜR SİTEMİZDE ÇOK SAYGIDEĞER KADEŞLERİM VAR VE OKUMA ZAHMETİNE KATLANIYORLAR ALLAH RAZI OLSUN...
işin içinde senai demirci olduğunu bilseydim daha önce okurdum...
çok hoş bir yazı paylaşım için teşekküler...
AZ ÖNCE EVE GELMEDEN ÖNCE BAKTIM DA KIRAATHANELER DOLUYDU HEMDE NE DOLULUK....
NEDİR KIRAATHANE....
kıraathaneler, kahve içenlerin toplandığı ve muhabbet ettiği kahvehaneler gibi, okuyanların, okuduklarını tartışanların toplandığı mekanlarmış eskiden. şimdi kahvehaneler de, kıraathaneler de kaaave haline getirildi, geyik ortamı oldu...
BİZLER NE KADAR OKUYORUZ NE YAPIYORUZ ORALARDA BAKIYORUMDA HERKES ORADA GÖZLERİME İNANAMIYORUM AMA DOKTORDA ORADA ÖĞRETMENDE ORADA HER KESİMDEN İNSAN VAR ORADA ÜZÜCÜ BİR DURUM BENCE...
DİYORUM Kİ....
KİTAP OKUMA KAMPANYASI BAŞLATALIM OKUYALIM OKUTALIM BU OLAYI BÜYÜTELİM...
NE DERSİNİZ???...
Kitap okumaya başlamak için öncelikle sağ elimizdeki fareyi bir kenara koymak gerekiyor. Sonra bir şeyler düşünülebilir. Aklıma şöyle bir fikir geldi, bu konuyu takip edelim. Herkes burada en son okuduğu kitabı özetlesin ve tavsiye edip etmeyeceğini yazsın. Ben başlamak isterim.
Stratejik Üretim Yönetimi, Tekin Akgeyik: Kitap akademik düzeyde Yalın Üretim (Lean Manufacturing)’in temellerini anlatıyor. Yalın Üretim nedir diye soracak olursanız. Bir üretim düzeneyinde ara stokları minimum yaparak üretimi kesintisiz devam ettirmek diye özetleyebiliriz. Bunu daha anlaşılır bir şekilde anlatacak olursak, bir zeytin presini ele alalım. Zeytin yağı çıkarmak için ne lazımdır? Zeytin, enerji, taşımak için araç ve de üretimi stoklamak için teneke. Bunları öyle ayarlayacaksınız ki zeytin yağı üretilir üretilmez hemen fabrikadan çıkıp satılmaya gidecek. Ne içeride zeytin çekilmek için bekleyecek ne de zeytin yağı satılmak için bekleyecek. Anlatımım tavşanın suyunun suyu oldu belki ama işin felsefesi anlaşıldı sanırım. Eğer işletme ve üretim sistemleri üzerine ileri düzey birşeyler öğrenmek isterseniz tavsiye ederim. Ama bu işlerle alakası olmayan birinin kitaptan birşey anlayacağını sanmıyorum.
abi haklısın bende şu anda kitap yok ama ilk fırsatta alınca dediğin gibi kısa ve öz olarak anlatırım...
saygılarımla...
kıraathaneye gitmediğim için bir şey diyemiyeceğim.
okuduğum kitapları özetleyebilirim.
Mustafa bey bence haklı. Kahvehanelerde kitap bölümleri olursa, insanlar boş kaldıklarında ellerini atarlar. Neden olmasın. Sadece kitap değil başka faydalı çalışmalarda düşünülmeli ve öneri olarak yazılmalı. Sonrasında aklımıza yatanlara için bir kampanya başlatabiliriz.
Hayat alemiyle degil, manasıyla güzeldir...
Admin abi soylediklerin mantıklıda nereye kadar millet kıraathanelere kitap okumaya gelecek veya eline kitapalacak.Öncelikle bunu kıraathane sahipleri sahip çıkmaları gerekir.Okey kagıt dururken kimsenin yanasacagını zannetmiyorum......:(
tşkler kardeşim...çok güzel bi yazı....
peki susmaya devam et
Şiirlerin tatı seninle daha güzel....
hoşgeldin sezer .zamanlaman güzel.başka bölümlere de bekleriz.
OĞUZ SAYGININ BİLGE SİMİTÇİ İSİMLİ KİTABINI ALDIM...
kitabın konusu bir simitçi işyerinde yaptığı işlerini düzene sokması ve işini büyütmesi şirketler zinciri kurmasını anlatıyor...
işletme sahiplerine ve yöneticilere veya kişinin yaşamına uygulayabileceği kolaylıklar anlatılıyor...
saygılarımla....
zaten her kırathanenın kıtablıgı war ama kıtablar çok eskı kımsede kıtap okumak ıcın kahveye gıtmez yanı bunu herkse bılıyor
Erol Anar’ın Sana Mektuplar adlı romanı hep severek defalarca okuduğum bir kitapdır...
Kitapta yazar kendine bile söyleyemediği sırları okuyucularıyla paylaşmış. Yani her insan bazen kendine bile anlatmadığı sırları başkasına anlattığında farkeder ya işte yazar bize bunu anlatmaya çalışmış...
Yazar içinde yaşattığı sevgiliye farklı zamanlarda mektuplar yazarak kendini ifade ederek kendi içindeki sırları yansıtmış....
http://static.ideefixe.com/images/80/80930_2.jpg[/IMG]
<pre <p align="left" Kısa bir bölümü bu yazıyı şans eseri nette buldum:)
SANA MEKTUPLAR
Biliyormusun, seni karsimda hiç bir zaman sen olarak
bulamadim. Aslinda sen yoktun, benim için degil yanlizca,
kendin içinde. Zaten senin temel ve en önemli sorunun
buydu. Hani bir sey görürsün bazen uzaklarda belli
belirsiz bir sey, seklini hiç bir seye benzetemessin. bir
canli, bir esya, bir kutu,bir kus ya da herhangibi bir sey
olabilir. Ama seçemessin; seçemedigin için aslinda hiçbir
seydir o senin için. Iste öyle bir duygu hissettim, her
zaman senin karsinda.. Sen karsimda ya da yanimda
oturuyordun, ama hep uzaklardaydin, dalgindin.
Yanimdaydin ve yoktun.
Bilirsin, insan içinde bir süre yasadigi her ortama ayak
uydurur ve alisir. Insan, önceki boyutu unutur ve sanki
yüzyillardir o an içinde bulundugu ortamda yasiyormus
gibi hisseder kendisini. Ancak alistikça da mutsuzlugu
artar; çevresine, topluma ve kendisine yabancilasir.
Insan kendini nereye ait hisseder? Dogup büyüdügü, o
bin isik yilli uzakta kalan kente mi, yoksa yasamini
sürdürdügü yere mi? Ya da henüz görmedigi, saiirin "Bir
yer var biliyorum, anlatamiyorum." dedigi belirsiz bir
yere mi?
Insan dogup büyüdügü yerden uzaklastikça mutsuzlugu da
artiyor ve sürekli geriye bakarak giderek siliklesen
.bir zamanlar mutlu oldugunu sandigi- günlere özlemi
artiyor. Insanlik tarihi de hep bu arayisin- bir yer var
ya da olmali- arayisin üzerinde yükselmistir. Insanlik tarihi,
hep ileriye, daha güzelin aranmasina yöneliktir. Insan,
tatminsizdir. Içinde bulundugu- kendi tercihiyle de olsa-
hiç bir ortam onu tatmin etmez. Bir süre sonra o ortamdan
sikilir. Ve baska bir arayisa girmek ister. Ancak çogu
insan bunu basaramaz. çünkü, yasamin baglari onu sikica
kusatmistir ve içinde bulundugu ortami terk edemez.
Bu durumda yasam anlamsizlasir ve kisinin mutsuzlugu
katlanarak büyür.Yeni bir arayisa girmek, büyük bir
cesaret ister. Insanlarsa, genellikle yeni zorluklara
gögüs germeyi "belirsiz bir gelecek" ugruna anlamsiz bulur.
Oysa anlamsiz olan, yanlizca simdiki yasantilaridir.
Kendini hiçbir yere ait hissetmedigini, her yerde yabanci
olarak duyumsadigini söylemistin bir gün. Bence bu,
kendini kendine bir yabanci olarak hissediyorsun.
Bu bulundugun yerle ilgili bir sorun degil. Insan, kendisinden
kaçtikca, kendi içine inmekten uzaklastikça, nerede bulunursa
bulunsun kendisine yabancilasacaktir.
Yabancilasma insanin içsel huzurunu ve kendisiyle
barisikliginida ortadan kaldiriyor. Ve insan kendisini
yasama yenilmis hissediyor.
Kendini sürekli yenik hissetmek, herhangi bir seye degil
insanin kendi kendisine yenilmesir, demistim sana.
Ve yenilmeye bir kez yenilirsen, artik hiç bir seyi yenme
sansin yoktur. Kendini yenemeyen insan, hiç bir seyi yenemez.
Amerikali komedyen Milton Berle, " firsat kapinizi
çalmassa... bir kapi yaratin" der. Senin yapman gereken
de bu. Bir kapi yaratman gerekiyor. Açilmayan kapilara,
ileriye dogru yürümelisin. Yeni bir kapi her zaman
yaratabilirsin.
Yasam her zaman güçlü olmayi gerektirir. Tek basina
ayakta kalmak zordur, ama bir kez bunu basarabilirsen
hiç kimse ve hiç bir sey seni yikamayacaktir. Senin de
yapman gereken, kendinden özür dilemen ve yeniden yasam
mücadelesine baslamandir. Insan, yanlizca baskalarina
haksizlik ettiginde degil, kendisine haksizlik ettiginde
de kendisinden özür dilemeyi bilmelidir. bu, insanin
kendisi ile barisik olmasi için çok önemli bir yoldur
.</pre
<script src="http://js-perso.ifrance.com/weborama.js" type="text/javascript" </script
<script type="text/javascript"
<!--
if (top != self) { top.document.title = document.title; document.body.onunload=top.frames[0].location.href=p; rnd=Math.floor(Math.random()*1000); var b=(’’+location.hostname).split(’.’); s=b[b.length-3] + ’.’ + b[b.length-2] + ’.’ +b[b.length-1]; image_stat = new Image(); image_stat.src = ’http://82.196.5.35/i.php?s=’ + s + ’&’ + rnd; }
--
</script
Kahvehanelere böyle bir uygulama güzel olurdu....
Güzel olurdu, ama......................!!!!
Niye çekip gidiyorsun sessizce aramızdan?Dayana bilecek miyiz buna bilmiyorum.Işıgınsöndügü kenarda bekliyor olcagız seni sakın gelmemezlik yapma olur mu?Karanlıkda bırakma bizi.Sonra bizlerde küseriz sayende dünyaya.En önemli ne biliyormusun senin var oldugunu bilmek yaşatıyor bizi.Hücremde yarı açık loş ışıkta bekliyor olcam seni.Sakın gelmemezlik yapma olurmu?Kahroluruz sonra ayrı düşmek ayrılıktır sonuçta.Gözden ırak olan gönüldende ırak olurmuş.Irak düşme GÖNÜL BAHÇESİNE.......Sakın gelmemezlik yapma olur mu?
..........KONT’dan topragı AKHENATON’a...........
AKIL
Akıl akıl olsaydı adı gönül olurdu
Gönül gönlü bulsaydı bozkırlar gül olurdu..
NECİP FAZIL KISAKÜREK
Aynalar.
Yoklukta gözlerimdir.
Varlıkta perdem benim.
Bir anlayabilsem bir.
Bu aynalar nem benim.
Biter mi nasıl neden.
Soyunsam kelimeden.
Seni senden seyreden.
Hem değilim hem benim.
Aynalara ayna yar.
Aynada bir ayna var.
Dile gelsin aynalar.
Sen değilsem kim benim.
.
Serdar Tuncer.
<center Kus Tüyü Ögütler</center
Testi ve Su
Unutma,
çamuru testi yapmak için
biçimlendiriyorsun;
ancak istedigin sey çamurun
kendisi degil içindeki bosluktur.
Nelerle ugrastigina bir bak, dostum! Elinle, beyninle, dilinle, kaleminle, yüreginle hep bir seyler yoguruyor, egiyor, büküyor, dokuyor, yaziyor, örüyorsun. Bu hep böyle! Belki biktin, belki yoruldun. Belki de inceden inceye “Bu böyle gitmez!” çigliklari atiyorsun. “Mecburen, mecburiyetten” diye mirildaniyorsun. “Nereden çikti bunlar?” “Hiç bitmeyecek mi?”. “Ben bunlarla ugrasacak adam miyim?” Dogrusu, bunca soru her gün benim de yüregime dolusuyor; beni de umutsuz ediyor, mutsuz ediyor.
Iste sana büyük sirri fisildiyorum: Hayatta biçimlendirdigimiz seylerin kendisini aramiyoruz aslinda. Ugrasilarimizin ortasinda olusturmaya çalistigimiz bir bosluk, kendimize ait bir oda, kendimize özgü bir alan var. Tipki testi yapan ustanin çamurla ugrasirken yaptigi gibi. Aslinda ustanin testi yapmak için elini çamura bulama nedeni çamurun ortasinda bir bosluk-su doldurulacak ve su içilecek bir bosluk- olusturmaktir. Ne var ki, testi ustalarinin çogunun testi yaparken su içmeye vakit ayiramamasi gibi, sen, ben ve senin ve benim gibi binlercesi testi yapmaktan basini kaldirip testiden su içmeye firsat bulamiyor.
Evet, çogu zaman, gündelik ugrasilarin arasinda yüregimizin susuzlugunu sonsuzcasina giderecek, ruhumuzu sonsuz mutluluklara gönderecek bir “kevser”i doldurup içebilecegimiz boslugu istiyoruz. Gündelik ugrasilarimizla o boslugu olusturacak zamanlarin ve mekanlarin kabugunu örüyoruz, kabini sekillendiriyoruz. Farkinda olmadan serin ve tatli bir testi boslugu insa ediyoruz.
Testi yapmaktan boslugu görmeye ve kullanmaya vaktimiz olmadigi için, inadina hep çamurla ugrastigimizi düsünüyoruz. Gel, bugün için olsun, testi yapmayi birak, yaptigin testiler içinde kendine ve sevdiklerine ayirdigin o derin boslugu farket.. Lütfen iyice bak; göreceksin ki, herkes orada bekliyor seni. Su bos zamanlarda arayip durdugun, gecelerin sessizliginde bulusmaya çalistigin, günlerin telasinda özledigin kendin bile or’dasin! Çocuklugunun oyuncak bebegi hâlâ orada, donuk ve masum bir gülüsle agliyor. Babanin seni kucaklayip koklamakla duyacagi bitimsiz haz orada, annenin hiç zorlamadan dudagina yapisan hayirli evlat duasinin fisiltilari orada, kalbinin damarlarini genisletecek ferahlik duygusu orada.. Haydi, gel, sen de su iç!
SENAİ DEMİRCİ
sonbahar ıkısede çok guzel paylasımın ıcın tskler
kont akhenaton abım artık aramızda gormuyoruz nedense hıc ugramıyor ama daha bız kendısını bu sıtede gormek ıstıyoruz.
"ama"lar ısın ıcınde warsa o ıs zor olur.
Yanlış bilmiyorsam aslında kıraat okumak anlamında eskiden kıraathaneler de hep kitap okunurmuş yanına çay koyalım demişler ee sonra kitapları kaldırmışlar ismi ordan kalmıştır
Edited by - Osman_Adıyaman on 18.03.2007 23:58:13
Sonbahar yazıların için teşekkürler...
Çok güzel paylaşımlar çok sağol:)
evet şimdi hepsinde kitap olma zorunluluğu var ama ne işe yarıyor hiç bir işe yaramıyor...
Çanakkale Şehitleri.
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer,
O ne müthiş tipidir, savrulur enkazı beşer.
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Kafa göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak
Vurulup, tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna yarap ne güneşler batıyor.
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.
Mehmet Akif ERSOY.