-
SEN SEN SEN.......
Her şey sende gizli;
yerin seni çektigi kadar ağırsın,
kanatların çırpındığı kadar hafif...
kalbinin attığı kadar canlısın,
gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
nefret ettiklerin kadar kötü...
ne renk olursa olsun kaşın gözün,
karşındakinin gördüğüdür rengin!
yaşadıklarını kár sayma;
yaşadığın kadar yakınsın sonuna.
ne kadar yaşarsan yaşa,
sevdiğin kadardır ömrün...
gülebildiğin kadar mutlusun,
üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin...
sakın bitti sanma her şeyi,sevdiğin kadar sevileceksin.
güneşin doğusundadır doğanın sana verdiği değer
ve karsindakine değer verdigin kadar insansın!
bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansin.
ay ışığındadır sevilene duyulan hasret,
ve sevdiğine hasret kaldığın kadar ona yakınsın...
unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın,
güneşin seni ısıttığı kadar sıcak...
kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
işte budur hayat, işte budur yaşamak!
bunu hatırladığın kadar yaşarsın,
unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun!..
çiçek sulandığı kadar güzeldir,
kuşlar ötebildiği kadar sevimli...
bebek ağladığı kadar bebektir,
ve herşeyi oğrendiğin kadar bilirsin...
bunu da oğren , sevdiğin kadar sevilirsin!..
-
BÖYLEYİM DİYE AYIPLAMA BENİ
BİRGÜN KENDİMİ
SONSUZLUGUN KOYNUNA BIRAKIRSAM
YARALI YENİK Bİ ASKER GİBİ
DARILMA
UNUTMAKİ HER SEVEN İSİMSİZ BİR KAHRAMANDIR
UNUTMAKİ İNSAN SEVEBİLDİGİ KADAR İNSANDIR...
ŞAİRİNİ BİLMİYORUM BENİ ÇOK GÜZEL Bİ ŞEKİLDE İFADE ETTİĞİ İÇİN YAZDIM...
.Şiir çok duygu yüklü sanki şair sevgilisinden ayrılmış yada sevgilisi tarafından bırakılmış ve bunu kendine dert etmiş bir esinti var şiirde yine diyorum bir insana bu kadar bağlanmanın adı ne olabilir.??????????
Şiirleriniz için sağ olun Gönlünüzü açtığınız için çok sağolun.
-
Tamaaaaaaaaaaaaaam....Metal abimde şair olduya.....
Ne işin var senin burada...? :)
-
gözyaşlarınıza hakim olun <div id="post_message_31910" [u]İki sevgili varmış...
>> >>Hani insanın içini kıpır kıpır ettiren umut dolu bir sevgiymiş
>> >>onlarınki.Evlenmeyi
>>düşünüyorlarmış.
>> >>
>> >>Derken bir gün delikanlının yurt dışına gitme mecburiyeti doğmuş.
>> >>
>> >>Kız gözyaşları içinde kalmış.Onsuz nasıl yaşayacağını
düşünüyormuş.
>> >>
>> >>O zaman delikanlı cebinden bir yüzük çıkartmış ve demiş ki:
>> >>"Ben iki yıl sonra döneceğim. Eger döndüğüm güne kadar parmağından
>> >>bu yüzüğü hiç çıkartmazsan beni gerçekten sevdiğini anlayacağım ve
>> >>hemen evleneceğiz."
>> >>Genç kız çaresiz kabul etmiş. Çocuk gitmiş.
>> >>Kiz yüzüğü hiç ama hiç çıkartmamış.
>> >>Taa ki...
>> >>
>> >>Sevgilisini karşılamaya gittiği güne kadar.
>> >>O gün rıhtımda durmuş kendisine nişanlısını getiren geminin kıyıya
>> >>yanaşmasını izliyormuş heyecanla.Birden güvertede delikanlıyı
>> >>görmüş.
>> >>Yüreği ağzına gelmiş.Sevinç içinde kendisini göstermeye
>>çalışmış.
>> >>
>> >>
>> >>Elini cebinden çıkartıp sallayayım derken "şıp" diye bir sesle
>> >>irkilmiş.Yüzük parmağından düşmüş, denizin derinliklerinde
kaybolup
>> >>gitmiş!
>> >>
>> >>Ne yaptıysa, ne söylediyse delikanlıyı ikna edememiş.
>> >>Çocuk kızı terk etmiş.Zaman geçmiş.
>> >>Kız bir gün hep nişanlısıyla birlikte gittikleri balıkçıya
uğramış.
>> >>Birde bakmış ki delikanlı orada!
>> >>Hemen yanına yaklaşıp olanları anlatmaya çalışmış.
>> >>Delikanlı ilk başlarda biraz soğuk davrandıysa da sonunda
>> >>yelkenleri suya indirmiş.
>> >>Uzun ayrılığın getirdiği özlemle birbirlerine sarılmışlar.Mutluluk
>> >>yüzlerinden okunuyormuş adeta.
>> >>
>> >>Bu olayın şerefine hemen yemek sipariş etmişler.
>> >>Bir kaç dakika sonra bir tabakta balıkları gelmiş.
>> >>İştahla
>>çatal bıçaga davranmışlar.
>> >>Balığı kestiklerinde içinden ne çıkmış dersiniz?
>> >>
>> >>
>> >>Yüzük dediniz değil mi?
>> >>
>> >>
>> >>
>> >>
>> >>
>> >>
>> >>
>> >>
>> >>
>> >>
>> >>
>> >>
>> >>
>> >>Bilemediniz.
>> >>
>> >>
>> >>Kılçık!
>> >>
>> >>
>> >>SİZ ÇOK FAZLA TÜRK FİLMİ İZLEMİŞSİNİZ ehühühühüüh</u </div
-
<div align="left"
Antalya’ya ayın 22’sine iki kişilik yer ayırtacağım. Yer var mı?
-Var efendim hem de kampanyalı.
-Ne kadar?
-Bilet başı 9 YTL efendim.
-?
-Alo.
-Kardeşim bilet ne kadar dedim?
-İki kişi 18 YTL, kişi başı dokuz YTL efendim.
-Ya, gidin işinize saçmalamayın (içeriye seslenerek) yanlış düştü numara dalga geçiyor birisi.
-Telefonu kapatır.
*****
-Ben işadamıyım. Utanırım acenteden 9 YTL’lik bilet istemeye. Böyle telefonla direkt alamaz mıyım?
*****
-Kızım İzmir’e 9 YTL’lik biletlerden istiyorum iki tane.
-Maalesef İzmir’e tüm kampanya biletlerimiz satıldı efendim.
-Adana’ya olsun o zaman.
-Üzgünüm efendim Adana için olanlar da bitti maalesef.
-Ya; nereye varsa ver kızım. Şu kadını ölmeden bi uçağa bindireyim.
*****
(Kampanyanın birinci haftası. Tüm biletler tükendikten sonra).
-İndirimli biletlerden istiyorum.
-Maalesef tüm kampanya biletlerimiz satıldı efendim.
-Yalancılar sizi.
-Bineceğim uçağa. Bağıracağım ‘kim 9 YTL’lik biletlerden aldı diye’ kimse elini kaldırmazsa da sizi mahkemeye vereceğim.
*****
-İndirimli bilet kaldı mı?
-Tüm kampanya biletlerimiz satıldı efendim.
-Ben öylesine sormuştum zaten. Olsa da almayacaktım.
*****
-Samsun’a iki kişilik 9 YTL’lik biletlerden istiyorum. Ayın 8’ine.
-Var efendim. İsimleri alayım lütfen.
-Kızım bagajda filan değil, normal koltukta uçacağız değil mi biz?
-Elbette efendim.
-Emin misin sen?
-Eminim tabi efendim.
-İyi, alayım o zaman.
*****
-Dokuz YTL’lik bilet almıştım ama bir değişiklik yapacağım.
-Kampanya biletlerinde değişiklik yapamıyoruz efendim.
-Diyarbakır yerine Erzurum olacaktı sadece.
-Üzgünüm efendim dokuz YTL’lik biletlerimizde değişiklik yapamıyoruz.
-Soyguncular. Sadakam olsun.
*****
-Dokuz YTL’lik biletlerden istiyorum.
-Hangi yön ve tarihe olacak efendim.
-Hiç fark etmez. Çoluk çocuk uçak görsün.
*****
-Bacım Gaziantep’e dokuz YTL’lik bilet alacaktım.
-Maalesef hiç kalmadı efendim.
-Hiç mi kalmadı?
-Hiç kalmadı.
-Nasıl olur. Binlerce bilet satıldı yani.
-Kampanya dahilinde olanlar geçen hafta satıldı.
-O kadar adam ne yapacak Antep’te hayret bir şey. Allah Allah.
*****
-Alo.
-Onur Air mi?
-Buyurun efendim Çağrı Merkezi nasıl yardımcı olabilirim?
-Dokuz YTL’lik bilet alacaktım.
-Sadece internet ve acentelerden alabiliyorsunuz. Ban sadece yer olup olmadığını söyleyebilirim.
-Ablacım ver sen parasını, ben gelince takdim edeyim sana. Biter filan şimdi..</div
.
-
KİM DAHA İYİ GÖRÜYOR.
Yolu ilk defa bu kasabaya düşmüştü. Adres sormak için birilerini arayan gözleri yol kenarına park edilmiş otomobile takıldı. Arka koltukta oturan on yaşlarındaki çocuğa yaklaştı:
- Kasabanın fırınını arıyorum parkın yakınında olduğunu söylemişlerdi.
Çocuk otomobilin penceresini iyice indirip etrafı kokladıktan sonra,
- Aslına bakarsanız ben de buralarda yeniyim dedi. Ama sağa gitmeniz gerekiyor.
Adam azarlar gibi sordu çocuğa,
- Sen de buralara ilk defa geldiğine göre nasıl sağa gitmem gerektiğini söyleyebiliyorsun?
Çocuk cevap verdi:
- Çünkü ıhlamurun kokusunu alıyorum. Ayrıca bakın, kuş cıvıltıları da o taraftan geliyor.
Adam itiraz etti:
- İyi ama bu kuş cıvıltıları ve koku oralarda bir park olduğunu göstermezki! Pekala tek bir ağaçtan da gelebilir.
Çocuk gülümsedi,
- Bir kere tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez. Kaldı ki iyice koklarsanız, taze ekmek kokusunu da alabilirsiniz.
Adam hafifçe gözlerini kısarak sağ tarafı derin derin kokladı. Yoğun ıhlamur çiçeği kokusuna taze ekmek kokusu karıştığını hissetti.
Doğru galiba! diye söylenerek tekrar çocuğa döndü. Teşekkür etmek için elini uzattı. Fakat çocuk kıpırdamadı bile boşluğa bakmayı sürdürdü. Adam o zaman anladı çocuğun görme engelli olduğunu.
- Af edersin yavrucuğum dedi, ne dediğinin farkında olmadan, ''Galiba görmüyorsun.''
- Evet dedi çocuk. Üç yıl önce geçirdiğim trafik kazasında gözlerimi kaybettim. Siz herhalde görüyorsunuz efendim?
Adam gözyaşları içerisinde mırıldandı:
-Artık emin değilim. Emin olduğum tek şey senin benden daha iyi gördüğündür. Kimin daha iyi gördüğünü ALLAH bilir!.
-
HER ZAMAN BİR YOL VARDIR.
Yeni evli bir çift vardı. Evliliklerinin daha ilk aylarında, bu işin hiç de hayal ettikleri gibi olmadığını anlayıvermişlerdi. .
Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi. Son zamanlarda o kadar sık olmasa da, evlenmeden önce sık sık birbirlerini çok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüşlerdi. Ama şimdilerde, küçük bir söz, ufak bir hadise aralarında orta çaplı bir kavganın çıkmasına yetiyordu. .
Bir akşam oturup, ilişkilerini gözden geçirmeye karar verdiler. Her ikisi de, boşanmayı istememekle beraber, işlerin böyle gitmeyeceğinin farkındaydılar. .
Erkek, "Aklıma bir fikir geldi" dedi. "Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım. Kurumaz da büyürse bunu bir daha aklımızdan geçirmeyelim. Bu süre içinde de ayrı ayrı odalarda kalalım.".
Bu ilginç fikir hanımının da hoşuna gitti. Ertesi gün gidip bir meyve fidanı aldılar ve birlikte bahçeye diktiler. Aradan bir ay geçti. Bir gece bahçede karşılaştılar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardı....
-
DOSTLUKLAR VARDIR.
Yüz yüze dostluklar vardır. Güneşle ayçiçeğinin dostluğu, böyle bir dostluktur mesela. Ayçiçeği sabahtan akşama kadar hiç ayıramaz yüzünü güneşten... .
Uzak dostluklar vardır. .
Denizlerin ortasındaki bir adayla, dağların arasındaki bir göl, birbirlerinin uzak dostlarıdır. Dostluklarını gündüz kuşlarla, gece yıldızlarla iletirler birbirlerine... .
Sessiz dostluklar vardır. .
Dilsiz bir adamla, duymayan bir başka adamın elleri arasında sessiz bir dostluk oluşur. Her şeyden konuşur sessizce bu eller... .
Zorunlu dostluklar vardır. .
Pazarla pazartesinin dostluğu gibi. Pazar ağır bir gündür, Pazartesi hızlı bir gün... Ayak uyduramazlar birbirlerine. Ama dost olmak, yan yana durmak zorundadırlar... .
Uzun dostluklar vardır. .
İkindi güneşinin altında uzayan gölgeler birbirlerine kavuşurlar ve uzun boylu bir dostluk oluşur aralarında... .
Günün birinde ölen dostluklar vardır. .
Bir bahçe içindeki ahşap ev ile yanı başında duran ceviz ağacının dostluğu gibi... Bir gün kocaman elli adamlar ve kocaman gövdeli makineler o bahçeye girip de, bir süre sonra evin ve ceviz ağacının yerinde asık suratlı binalar yükseldiği zaman ölen dostluklar... .
Vakitsiz dostluklar vardır. .
Bir peçete, bir kağıt mendil vakitsizce dostu oluverir gözlerimizin...Ya da ayrılırken verilen bir dal karanfil ellerimize o anda gelen dostluktur... .
Bakımsız dostluklar vardır bir de....
Zaten var, zaten dostuz deyip yıllarca bir telefonun, bir kaç cümlelik mektubun bile çok görüldüğü dostluklar....
-
HALİL İBRAHİM BEREKETİ.
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış....
Büyüğü Halil... Küçüğü ise İbrâhim....
Halil; evli, çocuklu. İbrahim ise bekârmış....
Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin....
Ne mahsul çıkarsa, ikiye pay ederlermiş... Bununla geçinip giderlermiş....
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı. İkiye ayırmışlar... İş kalmış taşımaya....
Halil, bir teklif yapmış :
- İbrahim! Kardeşim, ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.
- Peki abi demiş İbrahim....
Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... O gidince, düşünmüş İbrahim:
- Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine. Böyle demiş ve kendi payından bir miktar atmış onunkine....
Az sonra Halil çıkagelmiş.
- Haydi İbrahim, önce sen doldur da taşı ambara demiş
- Peki abi..!.
İbrahim, kendi payından bir çuval doldurup düşmüş yola...
O gidince, Halil'i düşünmüş: Demiş ki:
- Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek..
Böyle düşünerek, Kendi payından atmış onunkine birkaç kürek....
Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atmış diğerine.
Bu, böyle sürüp gitmiş....
Ama birbirlerinden habersizlermiş.
Nihayet akşam olmuş. Karanlık basmış.
Görmüşler ki, bitmiyor buğdaylar.
Hatta azalmıyor bile....
Hak Teala bu hali çok beğenmiş.
Buğdaylarına bir bereket vermiş, bir bereket vermiş ki....
Günlerce taşımış iki kardeş, bitirememişler.
Şaşmışlar bu işe...
Aksine çoğalmış buğdayları.
Dolmuş taşmış ambarları.
Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir....
-
KIYMET BİLMEK.
Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı. Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı.
Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı, Müsaade buyurursanız ben onu sustururum dedi. Padişah da lütfetmiş olursunuz dedi.
Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı.
Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü. “Bu işteki hikmet nedir ?” diye sordu.
Yaşlı adam cevap verdi: “Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felâket görmeyen kimse, huzurun kıymetini bilemez.”.
-
SİYAH VE BEYAZ KÖPEKLER.
Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli
o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. .
Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğiydi bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunudüşünüyor, dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerininneden illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.
O merakla, sordu dedesine: Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı..
- "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat."
- "Neyin simgesi" diye sordu çocuk.
- "İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları..
Çocuk, sözün burasında; "mücadele varsa, kazananı da olmalı" diye düşündü ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:.
- "Peki" dedi "Sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa..
- "Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!".
-
İÇLERİNE SAKLAYALIM.
İnsanoğlu mutluluğu hep hor kullanıyormuş... Hep şikayetçi hep bıkkınmış....
Bir gün melekler, mutluluğu saklamaya karar vermişler..
''Saklayalım, zor bulsunlar. Zor buldukları için belki kıymetini bilirler''.
diyerek başlamışlar tartışmaya. Sorun büyükmüş. Mutluluğu saklamak kolay değilmiş çünkü. Kimisi"Everest'in tepesine saklayalım", kimisi
"Atlas Okyanusu'nun dibine" demiş. Tac Mahal'in kubbesi, Mekke sokakları, İtalyan sofrası, bir hastanenin yeni doğan odası, dondurma külahı, sigara paketi, lale bahçesi... Pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş.. .
Derken meleklerden biri "İÇLERİNE SAKLAYALIM" demiş. "Kimsenin aklına gelmeziçine bakmak".
İşte o gün bugündür mutluluk insanın kendi içinde saklıymış....
Hiçbir mutluluk kolay gelmiyor. Kolay kolay gülmüyor insanın yüzü... Emekte ve insanın içinde saklı mutluluk. Ne başkasının ekmeğinde, ne başkasının evinde, ne de başka bir şeyde.......
Bu yüzden gözünüz hep içeride olsun..
Siz dışını boş verin, içine bakın....
-
EFLATUNA SORMUŞLAR.
Eflatun'a iki soru sormuşlar. .
Birincisi;.
"İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir?".
Eflatun tek tek sıralamış:.
- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne varki çocukluklarını özlerler....
- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler, sonra sağlıklarını geri almak için para öderler....
- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar....
- Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler....
Sıra gelmiş ikinci soruya; .
"Peki sen ne öneriyorsun ?".
Bilge yine sıralamış:.
- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır....
- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil "en az şeye ihtiyaç duymaktır"..
-
BİR HİKAYE.
Japonya'da yaşanmış gerçek bir olay şöyledir:Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur.Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür.Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce,ev yapılırken çakılmıştı.Peki nasıl olmuş da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmış ?Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalı.Böylece adam çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar.Sonra nereden çıktığını farkedemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle.Adamı sersemletir gördüğü manzara.Bu nasıl bir sevgi?Ayağı çivilenmiş kertenkele,10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmektedir...
KALBİNİZDEKI SEVGİYİ ASLA ÖLDÜRMEYİN, SİZİ SEVENLERİ ASLA TERKETMEYİN !.
-
VİETNAMDAN DÖNEN ASKER.
Vietnam'da savaştıktan sonra, sonunda evine dönmekte olan bir asker hakkında bir hikaye anlatılır; .
Asker San Francisco'dan ailesini arar:
- Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum..
- Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz diye cevapladılar. Oğulları,.
- Bilmeniz gereken bir şey var diye devam etti..
- Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum..
- Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz..
- Hayır, anne, baba onun bizimle yaşamasını istiyorum..
- Oğlum dedi babası, bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var ve bunun gibi bir şeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz. Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır..
Oğlu o anda telefonu kapattı ve ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne baba hemen San Francisco'ya uçtular ve oğullarının cesedini tespit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar ve bilmedikleri bir şey daha öğrenince dehşete düştüler. Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı !....