Cok güzel bir yazi
Yazdırılabilir Görünüm
Cok güzel bir yazi
<table width="780" align="center" border="0" <tbody <tr <td align="center" ÇİRKİN ÖRDEK YAVRUSU</td </tr <tr <td Anne Ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını bekliyordu. Vakit tamamlanınca ördek yavruları yumurtalarından çıkmaya başladılar. Fakat en son ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyordu. Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatladı. Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası göründü. Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak ; "Umarım değişir.." dedi şefkatle. Zaman ilerliyordu ama ördek yavrusunun rengi hala griydi. Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona "çirkin ördek yavrusu" diye sesleniyorlardı.
.<p style="TEXT-INDENT: 50px; LINE-HEIGHT: 150%" http://www.dersimiz.com/masal/cirkinordek/ordek1.jpg[/IMG] .<p style="TEXT-INDENT: 50px; LINE-HEIGHT: 150%" align="justify" Zavallı yavru o kadar mutsuzdu ki sonunda uzaklara gitmeye karar verdi. Gün boyunca yürüdü gece olunca ise çok yorulmuştu. Mola verdi. Bir yanda açlık, bir yanda korku...Ama yapabileceği hiç bir şey olmadığından derin bir uykuya dalmakta gecikmedi..<p style="TEXT-INDENT: 50px; LINE-HEIGHT: 150%" align="justify" Ertesi sabah su sesleriyle gözlerini açtı. Geceyi yaban ördeklerinin çılgınca eğlendiği küçük bir göl kıyısında geçirdiğini anladı. Bu gürültücü arkadaşlarına kendini tanıtmaya hazırlanıyordu. Birden bir tüfek sesi ile irkildi. hiç zaman kaybetmeden oradan uzaklaştı. Çok geçmemişti ki küçük ördek kendini bir çiftlikte buldu. Çiftliğin sahibi yaşlı kadın onu doyurdu. Ateşin yanında uyumasına izin verdi. Fakat yavru ördek bir göl bulabilme umuduyla oradan da uzaklaştı. http://www.dersimiz.com/masal/cirkinordek/ordek2.jpg[/IMG] .<p style="TEXT-INDENT: 50px; LINE-HEIGHT: 150%" align="justify" Günlerce bir göl bulabilmek için rasgele yoluna devam etti. Sonunda bir göl kıyısına ulaştı. Bu arada yalnız başına yaşamayı öğreniyordu. Bu göl kıyısında yavru ördek gün geçtikçe büyüyordu. Kendisi farkında olmadan görüntüsü değişiyordu. Geçen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel görünüşlerinden dolayı iç çekiyordu..<p style="TEXT-INDENT: 50px; LINE-HEIGHT: 150%" align="justify" İlkbaharda bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya geldi. Çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için yaklaştılar. Fakat kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buluyordu.Birden bire suda aksini gördü. O da ne!....<p style="TEXT-INDENT: 50px; LINE-HEIGHT: 150%" align="justify" Kendisini güzel bir kuğuya dönüşmüş olduğunu fark etti. Kuğu sürüsüne katıldı ve ömür boyu mutlu oldu..</td </tr <tr <td align="right" height="24" <div align="center" </div </td </tr </tbody </table
bi daha gönül bahçesine girmeyeceğimmmbu ne ya herkeste bi hüzünnnn
masal güzeldi. teşekkürler.
Sizde kullanıcı adınızla ilgili bir hikaye atarsanız seviniriz..
ilgilin için sağolun....
gözümden dem be dem bağrım ezip yaşım gibi gitme!.
seni terketsem dahi beni sen terketme....
GÖZÜM CANIM SULTANIM.
"FONT-WEIGHT: normal; FONT-SIZE: 10pt; COLOR: #9933cc; FONT-STYLE: normal; FONT-FAMILY: Tahoma; BACKGROUND-COLOR: #ffffff; TEXT-DECORATION: none; layer-background-color: #FFFFFF" Evet olabilir,ilerde atmaya çalısıcagım Gokhan.
ası sen gel bırde ısparta yı gor walla orası kadar olmasda çok soguk
denız kızı hosgeldın herhalde yenısın sıtede
Deniz Kızı
Deniz koktu sabaha kadar saçları dudakları
Yükselen göğsü deniz gibiydi
Yoksuldu biliyordum
Ama boynumda yoksulluk lafı etmezki ya
Kulağımın dibinde yavaş yavaş aşk türküleri söylendi
Neler görmüş neler öğrenmişti kim bilir
Denizde buğaz buğaza gecen hayat
Olta yapmak yem çıkarmak kayık temizlemek
Dikenli balıkları hatırlatır
Elleri ellerime deydi
O gece gördüm onu
Ne güzel doğarmış açık denize güneş
Onun saçları öğretti dalgayı
Çalkalandım durdum rüyalar içinde .
ONCE SIIR BOLUMUNE ATTIMDA SONRADAN BURAYA ATAYIM DEDIM HEM DAHA UYGUN OLUR DEDIM
"postbody" "color: brown;" "font-weight: bold;" Buraya ilk geldiğim zaman kendimi çok yalnız hissettim. Çok kederliydim ve bana ilgi ve anlayış gösterilmesini bekliyordum.Bu olmadı. Sadece, vücutları en az benim ki kadar kötü berelenmiş binlerce başka insan gördüm. Bana bir numara verildi ve "trafik kazasından ölümler" bölümüne gönderildim.Öldüğüm gün, okulda sıradan bir gündü. Otobüse binmiş olmayı ne kadar isterdim! Ama otobüsü küçümsüyordum. Annemden arabayı nasıl zorla aldığımı hatırlıyorum. "Lütfen" demiştim. "Bütün çocuklar okula arabayla geliyorlar." Saat 2:50’de zil çaldığı zaman, kitaplarimı dolabıma attım. Ertesi sabaha kadar özgürdüm. Park yerine koştum. Arabayı kullanacak ve kendi kendimin patronu olacak olmam bana çok heyecan veriyordu.Kazanın nasıl olduğu önemli değil. Avarelik ediyor, hızlı gidiyor, çılgın hareketler yapıyordum. Ama özgürlüğün tadını çıkarıyor ve eğleniyordum. Hatırladığım en son şey çok yavaş ilerleyen yaşlı bir kadının önüne geçtiğimdi. Sonra bir çarpışma sesi duydum ve müthiş bir sarsıntı hissettim. Her yer cam ve çelik parçalan ile dolmuştu. Bedenimin sanki içi dışına çıkmıştı. Birisi haykırıyordu. Bu galiba bendim.Sonra, birden uyandım. Etraf çok sessizdi. Bir polis memuru başımda duruyordu. Derken bir de doktor gördüm. Bedenim paramparçaydı. Her tarafım kan içindeydi.Bir sürü yerime cam parçalan saplanmıştı. Çok tuhaftı, çünkü hiçbir şey hissetmiyordum. Ayy, durun neden o çarşafı yüzüme örtüyorsunuz? Ölmem mümkün değil. Daha henüz 17 yaşındayım. Bu gece bir kızla randevum var. Önümde upuzun bir hayat var. Daha ben ne yaşadım ki? Hayır, ölmüş olamam.Sonra, beni bir çekmeceye yerleştirdiler. Ailem beni teşhis etmeye geldi. Neden beni böyle görmek zorunda kaldılar? Neden, annem hayatında başına gelen en korkunç şeyi yaşarken onun gözlerine bakmak zorundaydım? Babam birdenbire ihtiyarlamış gibiydi. Sorumlu kişiye, "Evet, bizim oğlumuz" dedi.Cenaze töreni çok garipti. Bütün akrabalarım ve arkadaşlarım tabutumun yanına geldiler ve bana hiç görmediğim kadar üzgün gözlerle baktılar. Arkadaşlarımın bazıları, ağlıyordu. Bazı kız arkadaşlarım ise elime dokundular ve hıçkırarak uzaklaştılar.Lütfen, birisi beni uyandırsın. Beni buradan çıkarın. Annemi ve babamı bu kadar üzgün görmeye dayanamıyorum. Büyükannem ve büyükbabam o kadar bitkinler ki yürüyemiyorlar. Kız ve erkek kardeşlerim hayalet gibi dolaşıyorlar. Herkes bir şaşkınlık içinde. Robot gibi hareket ediyorlar. Herkes beni dinlesin. Kimse buna inanamıyor. Ben de inanamıyorum.Lütfen beni gömmeyin! Ben ölmedim! Benim daha yapacak çok şeyim var. Tekrar gülmek ve koşmak istiyorum. Şarkı söylemek ve dans etmek istiyorum. Lütfen beni toprağa vermeyin. Tanrım, sana söz veriyorum, bana bir şans daha verirsen, dünyanın en dikkatli sürücüsü ben olacağım. Tek istediğim bir şans daha verilmesi. Lütfen Tanrım, daha 17 yaşındayım.
BENDE GEÇEN 2 SENE ÖNCE 17 YAŞINDAYDIM
ne oldu yav bu gün siteye herkes de bir sitem arkadaşlar durun size an kısa zamanda bi forum açimda kendinize gelin ama biraz bekleyeceksiniz çünkü bilgi toplamam gerekiyor ...yumak ve zuhal kardeş kafa kafa vermiş sitem yapıyorlarhocalar kendinize gelin hayat herşeye rağmen güzel .
bakın komik resimler var gidin biraz bakında gülün gaffura![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
![]()
.
osman hocam baya bır komık ve dusundurucu olsun da zaman alsın yoksa herkes bırıbırıne gırecek gıbı
"postbody" "color: orange;" "font-size: 18px; line-height: normal;" "font-family: Arial;" "font-style: italic;" "font-weight: bold;" İŞTE O MASAL...
Yüzyıllar önce yüzyıl uyuyan bir prenses varmış, bir büyücünün zulmünün esaretinde kimbilir belki olabilecek bir uyanışı beklemiş yüzyıl boyunca.
İşte o masal;
Her masalın, her söylencenin uzun uykusunda bir uyanma vakti vardır. Ve o gelmeden girişilen her eylem bir serüven yalnızlığı olarak kalır.Öyle anılır.
Ve yüzyıl sonra vadesi erişip bir prens çıkmış ortaya. Masalın ve yüzyılın kendisine verdiği bu görevi seve seve üstlenmiş; zaten uyuyan güzel hakkında yüzyıldır söylenegelenlerin etkisinde daha onu görmeden deliler gibi tutulmuş ona. Kendisine verilmiş misyona mı, uyuyan güzele mi aşık olduğunu ayıredemeyecek kadar toymuş o zamanlar. Böylelikle hayranlığın, sevginin, sevdanın, aşkın, cinselliğin ve beraberliğin bir kulak dolgunluğu olduğunu bir kez daha görüyoruz "Bizim" sandığımız birçok duygunun, düşüncenin, değerin ve doğrunun içimize usul usul işlenmiş bir kulak dolgunluğu olduğunu...
Ve prens dudaklarında yüzyıldır beklettiği öpücüğüyle birlikte saraya doğru yollandı.
Masalına kahraman olma zamanı gelmişti.
Prensesin odasına geldi. Prenses uykusunun içersinde batık bir gemi gibi gizemliydi. Uykusuyla bütünlenmiş güzelliğine, efsanesinin güzelleştirdiği yüzüne uzun uzun baktı Prens. Çok uzaktan, çok uzaklardan, tam yüzyıl sonrasından baktı.
Sonra kararını verdi:
Aradan yüzyıl geçse de uyandırmayacaktı onu.
O gün gelse de.
Uyandırdığında bu sevdanın, bu büyünün, bu tılsımın bozulacağını biliyordu çünkü; bir bakış, birkaç söz, bir dokunuş herşeyi bozacaktı. Sevmek suskunluktu, sevmek kesin sessizlikti, sevmek uzaklıktı, sevmek dokunamamak, erişememek, sevişememekti.
Ya da yüzyıldır böyle öğretilmişti sevmek.
Gözlerini açar açmaz, yüzyıldır gördüğü düşlerin anımsayamadıklarından ve o düşlerin tümünden, sızıya benzer bir duygu olacaktı kalakalmış olan. Biliyordu bu sızı hep olacaktı. Kaldı ki, o düşlerin tümüne eğemen olan ortak motifler, zaman zaman, yani yaşadıkça; yaşamını, ilişkilerini yoklayacaktı elbet. O düşlerin tümü anımsanmak içindi. Sonsuz bir anımsayıştı herşey; anımsayış ve unutuş. Ömrünün bundan sonrası düşlerinde gördüklerini yaşamakla geçecekti. İnsan uzun uykulardan sonra yalvaç bir yalnızlığa uyanıyor.
Aradan yüzyıl geçtikten sonra hiçbir uyanış mutlu olamaz.
Benim için artık çok geç kalmış bir sevgi bu, ben seversem yüzyıl öncesinin sevgisiyle seveceğim, o severse, beni üzerinden yüzyıl geçmiş bir sevgiyle sevecek. Aramızda kaç takvimin uzaklığı duruyor. Bir öpücük, yalnızca bir öpücük bu uzaklığı kapatmaya yeter mi?
Sevgi,
Zehirli bir düşün, büyülü sözcüğü...
Öte yandan sevmek göze almaktı, sonuna dek gitmekti, gidebilmek yürekliliğiydi. Biliyordu prenses uykusundan uyandığında, ya da uyanır uyanmaz onu eskisi kadar sevmeyecekti. Çünkü sevmek sessiz ve tek başına birşeydi.Sevmek yalnızlıktır. Onu eskisi kadar sevemeyeceğinden korkuyordu. Onu uyandırmaktan korkuyordu.
Eskisi kadar sevemeyecekti, belki de hiç sevemeyecekti. Çünkü arada o orman, o karanlık, o geçit vermez, o kiz olmayacaktı artık. İşte odasında duruyordu.
Duman inceliğinde bir boşluk dolanıyordu yüreğini.
Arada ne ormanın, ne de yüzyılın karanlığı olmadan onu nasıl sevebilirdi? Bu kadar büyük sorumluluğu yüklenebilirmiydi? Sevmenin zahmetini, birlikte omuzlanacak olan zahmeti yüklenebilirmiydi?
Paylaşmaya, tartışmaya, özveriye, anlayışa gereksinen iki kişilik ilişkiyi
göğüsleyebilir, gotürebilirmiydi?
Sevmek imkansızlıktı.
Kendimizde beslediğimiz, kendimizde büyüttüğümüz, kendimizde saklı duran bir şeydir sevmek. O hep bizdedir, bizledir, usul usul biriktiririz onu, içimizde yığılı durur. Ve günün birinde ansızın karşımıza biri çıktığında sanırız ki içimizden boşalıveren bütün bu duyguları o taşımıştır bize.
Sevmek,kendi kendimizi büyülemektir; kendi kendimize yaptığımız büyü.
Oysa yeniden başlayacaktır arayışlar, pişmanlıklar, yanılgılar. Herşey "tamamlanmak" içindir. Çoğu kez ölümün tamamlayıcı ellerine dek aynı umut, aynı arayış,aynı çırpınış ve aynı perişanlıkla sürükleniriz.
Gözümüz arkada kalmıştır.
Ansızın anladı ki uyuyan güzelin kendisini değil, masalını seviyordu Prens.
Masalın bittiği yerde hayat başlar.
"postbody" "font-weight: bold;" "color: blue;" "font-size: 12px; line-height: normal;" İçene kapanık bir delikanlı vardır.Hergün işten çıkınca parka arkadaşlarının yanına uğrar.Birgün gittiği parkta çok güzel bir kız görür,ve yanında gidip oturmaya karar verir.Cesaretini toplayıp dediğini yapar.Kıza merhaba oturabilirmiyim der.Kız gülen bir yüzle tabiki der.Ve orda konu ilerler delikanlı kızın yanından ayrılırken telefon numarasını ve bir daha buraya gelip gelmeceğine sorar.Kız ben hep burdayım,ayrılırlar.Delikanlı iş çıkışlarında artık hep kızla buluşur arkadaşlarıda artık sitem etmeye başlar.Birgün eve arkadaşları ile gider.Annesi kapıyı açar.Anne arkadaşlarım geldi yemek yiyip dışarı çıkıcaz der.Annesi ağlayarak odayı terkeder.Delikanlı bu olay karşısında şaşırır.Arkadaşları ile yemek yer sohbet eder ama aklı hep annesindedir.Neden böle yaptığına anlam veremez.Aradan uzun zaman geçer.Parktaki kız arkadaşı ile artık evlenmeye karar verirler.Bu olayı annesine anlatmak için koşa koşa eve gider.Kapıyı açıp içeri girdiğinde annesinin ağlama sesini duyar.Sizin oğlunuz şizofren diye bir ses duyar ve sessizce mutfağa girip dinlemeye devam eder.Annesi doktor bey bir çaresi yok mu diyerek doktoru uğurlarken çocuğunu yerde ağlarken görür.O sırada çocuğun aklından evleneceği kız geçer ya oda hayalse der..
Annesin sesiyle irkilidir delikanlı.Sen der, delikanlı evet anne bütün konuşmalarınızı duydum deyerek kendini dışarı atar.Aklında heğ evlenceği kız vardır.Allah’ım ne olursun o hayal olmasın der ne olursun olmasın..Sakinleşince eve gider ve annesi çocuğa herşeyi anlatır.Eve getirip gülüp konuştuğu yemek yediği arkadaşlarının bir hayal olduğunu söyler.Delikanlı şaşkın bir halde oda hayal evet biliyorum der. Aradan iki gün geçtikten sonra kız arkadaşını arayıp evine yemeğe davet eder.Kız bu nazik olay karşısında teklifi kabul eder.Delikanlı annesine herşeyi anlatır.Bana doğru söyliceğine dair annesine yemin ettirir.Oda hayal mi değil mi diye sadece annesine güvenmektedir.Akşam olup çatar.Kızı iş yerinden alıp eve gotürür.Ama hep dua eder ALLAH’IM inşallah hayal değildir diye.Evin kapısını heyecanlı bir şekilde çalar.Kız çocuğun bu hareketlerine anlam veremez.Vee annesi kapıyı açar yüzünde bir gülümse merhaba KIZIM der.Delikanlı bu olay karşısında şok içindedir.SADECE EVET EVET HAYAL DEĞİLSİN DİYE BAĞIRIR... Delikanlının bugün hayal olmayan 2 tane çocuğu vardır Melis ve Hakan adında..
GÖKHAN YAZI HARİKA...
osman dedıgın flımı seyretım amna bu oyuncularmı oynuyor;.
Ed Harris,Christopher Plummer ,Paul Bettany Adam Goldberg ,
Russell Crowe gıbı artısler ben bu na baktım .
ama bunda adam nobel odullu matematıkçı.
zuhal çok guzel bır hikaye ıste ınsanların hayallere ne kadar baglı oldugunu gosterıyor
Sizofreni hastaligi:
Ruh hastalıkları içerisinde en ilginç olanıdır.Hasta hayaller kurar ve yaşar, bu senaryoları beyni üretiği için gerçeklerden ayırt edemez.kesinlikle tedavisi yoktur.Beyin çalıştığı sürece yarattığı hayaller de onunla birlikte yaşayacaktır. Kullanılan ilaçlar sadece hastayı uyuşturmak suretiyle hayallerini engellemeye yarıyor o kadar...
Bu kisilerin iclerindee bir cok kisilikler vardir. Birileriyle konustuklari zaman, iclerindeki kisilikler ortaya cikar(bu kisilikler sayi olarak 100’e kadarda cikabilir). Icindeki olan kisiliklerde aralarinda konusabiliyor. Allah yardimcilari olsun insallah.
Arkadaslar, begendiginiz icin tesekkürler, sagolun.
ya bende cok hayal kuruyorum bazen gözümün önünde kurdugum hayalleri canlandirmaya calisim simdi bende sizofrenmi oluyom
Kiz helin, sizofren degilsin sen. Herkes hayal kurar, bu dogal olarak normaldir. Bazilarimiz cok hayal kurariz, digerlerimiz az. Sizofren hastasi olanlar saniyolar ki, mesela yanlarinda arkadaslari var. Onlarla konusuyorlar, diger insanlara bu olmayan kisileri tanitmaya calisiyorlar. Bu olmayan insanlarda o sizofren hastasinin kendi icindeki kisiliklerdir(üsttede belirttigim gibi). Yani ciddi anlamda sizofren hastalari, olmayan, var olmayan insanlar kuruyorlar kendilerine. Bir sizofren hastasiylada zaman zaman konustugun , ve onun sizofren hastasi oldugunu biliyorsan eger, fark edeceksin ki, karsindaki kisi degisik kisiliklere sahip ve onun cogu zaman baska birisi oldugunu göreceksin.
(yalnisim varsa düzeltin beni)
Edited by - Zuhal on 17.01.2007 23:32:37
http://www.beyazperde.com/images/haber/5182-rush-e.jpg[/IMG] http://www.beyazperde.com/images/film/1054-abeautifulmind.jpg[/IMG] .
.
Filmde çok özel ayrıntılar vardı sanki herşey gerçek gibi görünüyor (burada izleyenler bir yerde şizofren yapılıyordu sanırsam) ama şizofren olduğunu öğrenince izleyenler şok oluyordu....
Gerçekten hikaye ve bu film çok güzel... .
şu an’a kadar hiç bir filmden bu kadar etkilenmedim.....
izlemenizi isiterim.
<table cellspacing="0" cellpadding="0" width="422" align="center" border="0" <tbody <tr bgcolor="#040848" <td height="68" <table cellspacing="0" cellpadding="0" width="422" border="0" <tbody <tr valign="middle" <td colspan="4" height="70" <div align="center" Akıl Oyunları
http://www.bigglook.com/biggcinema/images/shim[/IMG]
A Beautiful Mind </div </td </tr </tbody </table </td </tr <tr bgcolor="#040848" <td <table cellspacing="0" cellpadding="0" width="400" align="center" border="0" <tbody <tr <td colspan="3" height="10" <div target="_blank" align="center" <center "En İyi Film", "En İyi Yönetmen", "En İyi Yardımcı Aktris" Oscar ödülü</center http://www.bigglook.com/biggcinema/images/shim[/IMG] </div </td </tr <tr <td valign="top" width="105" height="3" </td <td valign="top" width="190" height="80" rowspan="2" <table cellspacing="0" cellpadding="0" width="190" border="0" <tbody <tr <td height="15" Yönetmen : Ron Howard </td </tr <tr <td height="15" Senaryo : Sylvia Nasar, Akiva Goldsman </td </tr <tr <td height="15" Yapım : 2001, ABD </td </tr <tr <td height="15" Tür : Romantik/Dram </td </tr </tbody </table </td <td valign="top" width="105" height="3" </td </tr <tr <td valign="top" width="105" height="40" http://www.bigglook.com/biggcinema/images/abeautifulmind_film4.jpg[/IMG] </td <td valign="top" width="105" height="40" http://www.bigglook.com/biggcinema/images/abeautifulmind_film2.jpg[/IMG] </td </tr </tbody </table <table cellspacing="0" cellpadding="0" width="400" align="center" bgcolor="#040848" border="0" <tbody <tr bgcolor="#040848" <td align="center" colspan="3" height="30" <span title="Poster İçin Tıklayın" http://www.bigglook.com/biggcinema/images/afis_bar[/IMG] </td </tr </tbody </table <table cellspacing="0" cellpadding="0" width="400" align="center" bgcolor="#040848" border="0" <tbody <tr bgcolor="#040848" <td colspan="3" height="10" </td </tr <tr bgcolor="#040848" <td colspan="3" height="30" <div align="center" Oyuncular
Russell Crowe, Ed Harris, Jennifer Connelly, Christopher Plummer, Paul Bettany, Adam Goldberg, Josh Lucas, Vivien Cardone, Anthony Rapp</div </td </tr <tr bgcolor="#040848" <td colspan="3" height="7" </td </tr </tbody </table <table cellspacing="0" cellpadding="0" width="400" align="center" border="0" <tbody <tr align="center" bgcolor="#040848" <td valign="top" height="8" </td <td valign="top" height="8" </td <td valign="top" height="8" </td <td valign="top" height="8" </td </tr <tr align="center" bgcolor="#040848" </tr </tbody </table </td </tr <tr valign="top" bgcolor="#040848" <td height="185" <table cellspacing="0" cellpadding="0" width="380" align="center" border="0" <tbody <tr <td colspan="3" height="30" <div align="center" Konu</div </td </tr <tr <td colspan="3" height="23" Princeton Üniversitesi’nin mis kokulu çiçekler içindeki kampüsünde bir ilkbahar gününde, ekonomi alanında Nobel ödülü sahibi John Forbes Nash Jr. günlük işlerine hazırlanmaktadır. Sabahı evinde yeni makalesi üzerinde çalışarak geçirdikten sonra öğlen Yüksek Araştırmalar Enstitüsü’ne uğrayıp yemek yer ve birkaç meslektaşıyla matematik kürsüsünde sohbet eder. Akşam üzerine doğru da, bir gazeteciyle röportaj yapmak üzere " Fine Hall "daki kampüs ofisine gider.
Çıplak ayakları, köküne kadar çürümüş dişleri, uzun ve kirli saçlarıyla " Fine Hall’un Hayaleti " olarak anıldığı, öğrencilerle sık sık kavga ettiği ve ardından boş sınıfların kara tahtalarına matematik formülleri karaladığı günlerden bu yana çok yol katetmiş, kariyerinde önemli bir yere yükselmiştir...
Eski New York Times muhabiri Sylvia Nasar’ın yazdığı, Josh F. Nash’ın yaşam öyküsünden esinlenen film, paranoid şizofreninin gelişim sürecini ve evrelerini göstererek, hastalığın görsel bir ifadesini sunmayı amaçlıyor... </td </tr </tbody </table </td </tr </tbody </table .
<table cellspacing="0" width="100%" border="0" <tbody <tr <td </td </tr <tr <td ARKADAŞ</td </tr <tr <td
.<blockquote
"FONT-SIZE: 16pt; " Bir kıvılcım düşer önce
Büyür yavaş yavaş
Bir bakarsın volkan olmuş yanmışsın arkadaş
Dolduramaz boşluğunu ne ana ne kardaş
Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş
Ortak olmak her sevince,
Her derde kedere
Ve yürümek ömür boyu
Beraberce elele,
Olmasın hiç
O ta içten gülen gözlerde yaş,
Yollarımız ayrılsa bile,
Seninle ARKADAŞ! .
"FONT-SIZE: 16pt; " YILMAZGÜNEY .</blockquote </td </tr </tbody </table
<h4 class="TextColor1" id="subjcns!40F7A1C272C8F302!475" style="MARGIN-BOTTOM: 0px" Ağlamaktan Korkma Gözüm!</h4 <div id="msgcns!40F7A1C272C8F302!475"
Bir gözyaşı, gül mevsiminde güle karşı akarsa aşk olur adı; sevgiyi damıtır en derin yerinden. Suçlardan sonra tenha gecelerde akarsa tevbedir tadı; gönülleri arıtır en kara kirinden. Madem ki gözyaşı bir kutlu demdir, elbette bir erdemdir. .
Bir gözyaşı, bir cevherdir ateşten kaynayan ve alev gibi yanan. Özü sudur ama avuçta bir yalım, gönülde bir yangın olur. Bir ateş düşünün, dumanı âh ile çıkar da külleri göz yaşına karışır ya…Hayat bir mum alegorisidir hani, mumun başındaki yanış gözde yaş olur da gözyaşı alevle barışır ya…Alev can ipliğini yakınca, acıdır ki, bedenini eritir de mumun, su ile alev birbiriyle yarışır ya… Aşıka göre cennet olur cinnet ve kendi gözyaşında boğulur akıbet... .
Gözyaşıdır ki yıkayarak yakar, yakarak yıkar. Arıtır ve eritir; temizler ve gizler…Fazilettir, diyettir…Bu yüzden denilir ki gözyaşı yiğitler kârıdır ve civanmertler vakarıdır. .
Tohumu eken bilir, Göz yaşın döken bilir, Gül kadrin diken değil, Çileyi çeken bilir, Ve ey gözyaşım, .
Bulutuna sadık yağmurlar gibi gel, ve kadim bir dostu uğurlar gibi git… Bir atımlık mesafede yalnızlığın kurşunlanan coşkusuyla gel, geleceği savaşa mecbur annelerin korkusuyla git…Geceyi içine döken tomurcukların yeşiliyle gel; goncayı açılsın diye bekleyen bülbülün diliyle git…Bülbüller konan dallarda yaprak gibi gel, ve derinlerde bendini yıkan bir ırmak gibi git. Yalınkalem savaşlara meftun acılarla gel, pişmanlık dolu yüreklerden sancılarla git….
Ve ağlamaktan korkma gözüm!...
http://spaces.msn.com/rte/emoticons/rose[/IMG] İskender Pala.</div
ewet hemde çok guzel bır flım
Zamansız olmuştu sana sevdalanışım, sonradan öğrendim ki, sevdalar zaten zamansız olurmuş......
Aylardan hangisi olduğu mühim değil ama mevsim sonbahardı, yapraklar yeni yeni düşmeye başlamıştı ağaç diplerine. gideceğim demiştin bana, buralardan gideceğim..
ilkin yıldırımlar düştü gözlerime, sonra yağmurlar indi yanaklarıma.. susmalıydım sustum da zaten... sen gidiyordun, arkandan sana bakmaya korkan bir çift göz vardı, hafif elaya çalan bir çift göz... dur demek geldi içimden; dur gitme! ama söyleyemedim işte. hiç kimseden aşk dilenmemiştim ve dilenmeyecektim. sustum sadece ve susturdum kalbimi... .
şimdi işte yine sonbahardayım, yapraklar gittiğin günkünden daha fazla dökülmüş bu sonbaharda, yıldızlar gittiğin günkünden daha sönük... kaçkere yelken açmak istedim aşk’a, kaç kere sevdalanmak istedim bilemezsin senden sonra.. ama insan bir kere sevdalanırmış hayatında..
şimdi sadece sana yazıyorum ve sadece seni yazıyorum. okuyamasan da , hançerlediğin yüreğimi göremesende ben sadece sana yazıyorum. ola ki bir kuş sesine karışır sesim, bir ceylanın yaralı bakışlarına karış bakışlarım ve sana ulaşır diye....
1 yıl sonra , bir başka sonbaharda yine sana yazacağım... hoşçakal şiir gözlüm....
(yaklaşık 2 aydır girmiyordum bu bölüme, kalbimi acıtır diye şiirler, uzak duruyordum ama olmadı.. ibrahim sadri gecen yıl Nizip’e geldiğinde şöyle demişti bana: ’’şairler yazmazsa yaşayamaz’’).
Gönlünden kopan o sevgi sözcüklerini artık merakla bekliyoruz şair kardeş.
.
Şair Nasıl Olunur, Şiir Nasıl Yazılır? .
OĞUL:
Şiirin okulu var mı baba?
Varsa göndersene beni oraya…
BABA:
Yok oğul.
Ustaya gönderir gibi
koyamazsın çocuğunu yanına bir şairin.
Olsaydı paraya kıyar
inan gönderirdim okulsa okuluna,
ustaysa ustasına seni çocuğum.
Okulu yok bunun
şiiri kendi kendine öğreneceksin
kendin olacaksın okulun da, ustan da…
OĞUL:
Ustasız zenaat öğrenilir mi baba?
BABA:
Öğrenilmez oğul...
O yüzden ustalar edineceksin kendine
Şair olmak istiyorsan eğer
arayıp bulacaksın
onları birer birer…
OĞUL:
Nerede bulurum onları baba?
Kimdir onlar?
BABA:
Ömer Hayamdır örneğin biri
Mevlana’dır biri de…
OĞUL:
Kimmiş Ömer Hayam baba?
Ne demiş, yardımcı ol biraz bana…
BABA:
“Mey kaseme el koydun, yerlere vurdun Tanrım
Beni zevkimden edip sanki ne buldun Tanrım!
Gül rengi şarabımı, yerlere döktün tekmil
Yoksa sen de içmeden sarhoş mu oldun Tanrım..
İşte bu Ömer Hayam.
OĞUL:
Ya Mevlana? ...
BABA:
“İster putperest, ister Mecusi ol
Kırk bin kere tövbe etsen de açıktır yol
Dergahımız umutsuzluk dergahı değildir
Bizce günahkar da bir tövbekâr da bir…”
İşte bu da Mevlana.
OĞUL:
Ama bunlar şiir baba
BABA:
Zaten oğul şiir
Şairin kendisidir.
Örneğin ele alalım Shakespeare’i
“Prenslerin o mermer ve tunçtan heykelleri
Senin güçlü şiirin kadar kalıcı değil
Anıtlar da yıkılır atiye kalmaz biri…
Sen ki her dizen ile kalacaksın dipdiri”
OĞUL:
Kafam karıştı iyice, anlayamadım
Şiir mi şair
Yoksa şair mi şiir? ..
BABA:
“Ay gelir ışır, hayalin irişir
Güzelim Annabel Lee
Yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Anebel Lee
Orada gecelerim, uzanır beklerim
Sevgilim sevgilim, hayatlım, gelinim
O azgın sahildeki
Yattığın yerde seni…”
İşte bu da
Edgar Allan Poe’nun portresi.
Görmek ister misin Lamartin’i de? ..
Gör öyleyse kulak vererek kendisini şiirinde.
“Ey göl hatırında mı, bir gece en derin sessizlikte
….
Birden şu yeryüzünün bilmediği bir nefes
Büyülenmiş sahilin yankısıyla inledi
Sular kulak kesildi, hayran olduğum ses
Şu sözleri söyledi:
“Zaman dur artık geçme
bahtiyar saatler siz
akmaz olunuz artık! ..”
OĞUL:
Oyunu öğrendim baba
İzin ver Baudelaire diyeyim ben de
“Hatıralar annesi, sevgililer sutanı
Ey beni şadeden yar, ey tapındığım kadın
Oçak başında seviştiğimiz o anı
O canım akşamları elbette hatırlarsın
Hatıralar annesi, sevgililer sultanı! ..”
BABA:
Çabuk kavradın işi. Şair olursun bu gidişle
İyi çalışırsan dersine:
“Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan göklerini
Girdapları hortumu, benden sorun akşamı
Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri
İnsanı giz olanı, gördüğüm anlar oldu.”
Söyle bakalım oğul, kimi anlatır şu şiir?
OĞUL:
Rimbaud yu mu baba?
BABA:
İyi bildin oğul
“Kapılar tutulmuş neylersin
Neylersin içerde kalmışız
Yollar kesilmiş,
şehir yenilmiş neylersin
Açlıktır başlamış
Elde silah kalmamış neylersin
Neylersin karanlık da bastırmış
Sevişmezsin de neylersin…”
Sen yanıtlamadan ben söyleyeyim oğul
Bu da Eluard…
OĞUL:
Ne şairler gelip geçmiş meğer bu ölümlü dünyadan
Şiir benimle başlar
Benimle biter sanırdım
Benim yazdıklarımın
en güzel olduğuna inanırdım
Söylemeye utanıyorum şimdi baba
Meğer eline su dökülmez ustalar varmış yeryüzünde
Onları tanımadan nasıl şiir yazardım?
BABA:
ABC’yi öğrenmeden anne yazabilir misin oğul?
Baba yazabilir mi kalemin
Nasıl yazamazsan bunları
Tanımadan şiir de yazamazsın Aragon’u:
“Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
Orada bütün ümitsizleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde…”
……..
Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkardım
Benim de yandı parmaklarım onun yasak ateşinde
Bulup bulup yeniden yitirdiğim cennet ülke
Gözlerin Peru’mdur benim, Golkond’um, Hindistan’ım
Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri,
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa’nın
Gözleri Elsa’nın, gözleri Elsa’nın, gözleri…”
Diyebiliyor musun bunları oğul?
OĞUL:
Diyemiyorum baba…
BABA:
Diyemiyorsan da umutsuzluğa düşme.
Yeter ki diyebilimeyi iste…
Ama oturup hep aynı türküyü söyleme.
Ağustos böceği gibi…
Atışıp durma
yedilik sekizlik maniler yazan
senin gibi şairler(!) le
İki üç kafiyeyle…
Olmayın “körler sağırlar
Birbirini ağırlar…”
“Aman ne güzel olmuş
Eline sağlık, yüreğine sağlık
peh peh peh…” demeyin birbirinize…
İyiyi arayın, güzeli arayın, doğruyu arayın.
Kafdağı’nın ardındaysa da bulun onları
Başınız dimdik olsun hep
İleriye daha ileriye baksın gözleriniz
Eğer şar olmak istiyorsanız…
“Ey sen ki durmadan ağlarsın
Döversin dizini
Gel söyle bakalım ne yaptın
Nettin gençliğini! ”
dersin yoksa sonunda.
Ama Verline olman gerekir bunu diyebilmen için de
OĞUL:
Ama sanatın bütün bereketli toprakları ekilmiş baba
çorak topraklar kalmış bize…
BABA:
Sen bu çorak topraktan ey oğul
gelmiş geçmiş şairerden
çok daha iyi ürünler almak zorundasın!
Kolay değil elbette işin
Şiir uğraşının adı
Zoru kolay etmezsen
olur mu yaptığın işin tadı?
OĞUL:
Umutsuzluğa düşürdün beni baba
Şiir yazmaya yeltenemem gayrı sondan sonra
Utanırım şiir yazmaya
bunca güzel şairlerin yanında
onların binde birini yazamadıktan sonra…
BABA:
O zaman kulak vermen gerikiyor Oğul, Hugo’ya:
“Ey şairler rekabet güzelin yaşaması içindir..
Birincilik daima açıktır…
Cesareti kıran, kanatları düşüren ne varsa söküp atın
Sanat cürettir.
Doğacak dahilerin
geçmiş dahilere eş olabileceklerini yok saymak
kutlu varlılığını yok saymaktır Tanrı’nın..
Şu dahiler yok mu şu dahiler!
Onları geçemeseniz bile
denk olabilirsiniz kendilerine!
Nasıl mı? Şöyle: Özge olmakla…”
Özge olmak,
farklı olmak,
değişik olmak…
İşte işin sırrı…
Zor değil bütün bunlar.
Aramak, bulmaya çalışmak, istemek yeter.
OĞUL:
Hepsi iyi, güzel de
Bir de imge çıkardılar şimdi başımıza baba
İmge ne?
Akıl erdiremedim bir türlü buna
Onu da anlatsana bana…
BABA:
İmbe bugün var olmadı ey oğul
Onu öğrenmek için dönüp bakmalısın
yüzlerce yıl geriye
bakıp bakıp da ey oğul
İmgeyi Tagor’dan öğreneceksin:
“Şiirin inci sözcüklerinde
insanlar için çeşitli anlamlar gizlidir.
Herkes onların içinden
beğendiğini seçer…”
“Şiir hem at hem dizgindir.
Hem ilham, hem işçilik…
Atsız dizgin ya da dizginsiz at değildir şiir… “
diyorsa Dereme,
bir şey demek istiyor demektir.
Söz anlayana…
Sokak şairi olacaksan ey oğul
öğrenmen gerekmez tek şeyi
yuvarla yuvarla yinele sözcükleri
seçmeden içinden altını, gümüşünü
geviş getirip durursun o zaman
bir deve gibi.
Bunu yapacağına
Hiç yazma daha iyi…
OĞUL:
İyi bir şair olmak itiorsam ya baba? ..
BABA:
Gerçek Şairliğe soyunacaksan eğer ey oğul
Montainge kulak ver:
“Şiirin orta hallisi ya da
kötüsü için kurallar, ustalıklar bir ölçü olabilir.
Ama iyisi, yüksekliği, harikuladesi
aklın kuralarını aşar.
Onun güzelliğini tam ve sağlam olarak görenler
bir şimşeğin ihtişamına benzer bir parıltı görmekle kalırlar.
Büyük şiir muhakememizi tatmin etmez,
allak bullak eder! ”
OĞUL:
Coşturdun beni baba
Ben de bir şeyler anımsadım bu hususta
Bak ne diyor Shelley usta:
“İçinizde olmayan şiiri aramayın,
bulamazsınız onu başkaca hiç bir yerde…”
BABA:
“Gerçek şairin her güzel dizesinde,
söylenilenden birkaç kat fazlası vardır…” diyor Musset
”
OĞUL:
Demek ki bütün iş şaire düşmüyor.
Okuyana düşen iş de az değil baba!
BABA:
Haklısın galiba…
“Bir dizenin kendi içinde taşıdığı fikirleri,
düşleri aşan, onlara bağlı olmayan apayrı,
çırılçıplak bir güzelliği olabileceğini unutmayın.”
derken I’Hermite de…
İmgenin gizlerinin ipuçlarına veriyor bize.
İşte bu gizleri keşfetme işi
Benim işim diyebilmeli işiiri okuyan kişi.
OĞUL:
İyice havaya girdim ben de baba
“İnsan iyi anlayamadığı bir sözden
heyecan duyabilir” derken Gourmont,
şiirin imgesini işaret ediyor.
İşte sana ipucu
O sözlere anlamı sen yükleyeceksin.
Demek ki ey sevgili Okuyucu!
BABA:
Seçerseniz ey oğul sözcüklerden oluşan bu denizi
Baudelaire’dir boğulmaktan kurtaracak olan sizi
iyi alın ey oğul ondan dersinizi,
“Şiirin ilkesidir bu, üstün bir güzelliği özlüyorsa.insan
Bir ruh taşkınlığında kendini gösterir bu ilke.
Bu coşkunluk aklın yoğurduğu gerçeğin dışındadır.”
Anlat bakalım oğul bana şimdi şiirden ne anladıysan.
OĞUL:
Şiir yazmak aklına eseni çiziktirmek değilmiş baba.
Her bir heceyi imbiğinden geçirecegiz aklın
Ölçeceğiz biçeceğiz, işleyeceğiz kuyumcu gibi
Yoğuracağız mantıkla, felsefeyle
Vuracağız sonra onları mihank taşına.
“Kaç ayar olmuş acaba şu dizem” diye.
BABA:
Dur oğul, bana ver sözün ucunu burada
Yirmi dört ayar olmasını bekleme hiçbir zaman şiirinin
Yirmi iki ayar da olsa ümitsizliğe düşme.
On dört ayar bile olsa iş var demektir onda
Yeter ki daha aşağı inme.
Hem inip hem de ne güzel yazdım deme.
Şimdi söyle hele oğul sen de
Hangi şairdir yakan ilk özgürlük meşalesini
Senin ülkende? ..
OĞUL:
Namık Kemal değil mi baba?
BABA:
Doğru, Namık Kemal…
Peki, Türke Türk olduğunu
Dilinin Türkçe olduğunu anımsatan ilk şair
Kimdir?
OĞUL:
Ziya Gökalp mi acaba baba?
BABA:
Bildin…
Gele gele geldik genelden özele
Nasıl seçip ayırabilmiş Nazım
Söyle hele
Hemen onların ardından
Fazıl Hüsnü Dağlarca
İlhan Berk
Kumsaldaki
O değerli tek zümrüdü
Nasıl seçebilmişse
miyarlarca çakılın kumun arasından …
Nasıl ayıklamışsa
Orhan Veli Kanık
Melih Cevdet Anday
Oktay Rıfat Horozcuoğlu milyonlarca istridyeyi
Bulabilmek için tek “siyah inci”yi
Sen de dökeceksin aynı teri…
OĞUL:
Anladım, şiirin okulu yok baba
Kendimiz beleyeceğiz biz bizi
kendimiz çözeceğiz beleğimizi
Necip Fazıl Kısakürek gibi
Sezai Karakoç
Cahit Zarifoğlu
İsmet Özel gibi…
BABA:
Kendin soracaksın, kendin yanıt bulacaksın
Şiirin ne olduğunu değil, ne olmadığını
Salah Birsel gibi
Yabana atmayacaksın Yahya Kemal Beyatlı’yı
Enis Behiç Koryürek’i,
“Maraşlı Şeyhoğlu Satılmışım ben
Dağlardan dağlara atılmışım ben” diyeni…
Kaç şair daha yazabilir ki
Han Duvarlarını
Faruk Nafiz Çamlıbel gibi…
Parmakla sayarak
Tutturabilirsin belki ölçüyü çocuğum
Ama böyle yazamazsın gerçek şiiri.
Hiç bir parmak sayamaz
Çünkü ondaki tek heceyi.
OĞUL:
Öçüsüz uyaksız tadı olmuyor ama şiirin baba
BABA:
Kapı kapı dolaşıp uyak da arama boşuna oğul
Aha, diye sevinme yakaladım, bu tunç kafiye!
Anlamı cuk düşürdün mü
Ona bak önce.
OĞUL:
Bütün bunları yapmayanlar da şairim diyor ama
Şair diyorlar
Ben yazdım oldu diyen her adama
Ben de yazıyorum iyi kötü
Neden şair demesinler kibana?
BABA:
Ben şair olamazsın dedim sana,
yazamazsın demedim çocuğum
Sen de yazabilirsin elbette herkes gibi
Yazarsın, öteye bile gidersin hem
şiir olur mu yazdıkların
orasını bilmem
Yine de söylüyorum
Okumadıkça
Şiiri
Tanımadıkça
Şairleri…
Aşmadıkça kendini.
Şiirbaz olur çıkarsın sonunda
Ucubeler getirirsin şiir diye karşıma
Şiir olmaz elbette şiirbazın yazdıkların
Olsa olsa olur şiirleme…
Şair olacaksan hayalperest olmalısın önce
Değer vermemelisin dünya mülküne
Neyine yetmez bir hırka, bir lokma? ..
Oturup düşünmelisin sonra
koyup külahını önüne:
“Türk şiiri nerede
dünya şiiri nerede
Ben neredeyim
şiir yazmaya soyunduğum şu ara? ..”
OĞUL:
Şiir yazabilmek için
şiir okumak gerek biliyorum çokça baba
BABA:
Şairim diyorsun ama
Kaç Türk şairini tanıyorsun acaba?
Örneğin say bana
Kimler gelip geçmiş
Üç gariplerden bu yana?
OĞUL:
Cahit Sıtkı Tarancı
Bedri Rahmi Eyüpoğlu
Metin Eloğlu
Soru kolaymış sınavsa bu
Cahit Külebi
Ceyhun Atuf Kansu…
Şu şairler de toplumcu:
Hasan Hüseyin
Enver Gökçe
Ahmet Arif
Arif Damar
Daha niceleri var.
Şiirimizin Canbabası Can Yücel’i unutma
İkinci yeninin bayraktarı Ece Ayhan
Generali Ülkü Tamer
Bunları da atmamalısın yabana.
Anmadan geçmek olmaz
Behçet Necatigil’i
Attila İlhan da şiirin ustabaşısıdır onun gibi.
Sonra…
İmge şiirinde öncü güçler
Cemal Süreya Teber
Edip Cansever
Turgut Uyar
Üç silahşörler…
Hilmi Yavuz
Ahmet Oktay
Özdemir İnce
Refik Durbaş
Kemal Özer
Ahmet Erhan
Ataol Behramoğlu’nun da
ön saflarda yeni ayrı
OĞUL:
Bir de kadın şairler var baba
Onurudur şiirin
Gülten Akın
Leyla Şahin…
Lale Müldür
Melisa Gürpınar
Sennur Sezer de var
Ayten Mutlu da var…
BABA:
Şu isimleri de iyi belle öyleyse
Onları oğul, yeni şairlere örnek diye ver
öyle bir yeni ki bu çocuklar
Galiba hiç eskimeyecekler
Eray Canberk
Ahmet Telli
Enis Batur
Abdülkadir Bulut
Seyit Nezir
Tuğrul Tanyol
Küçük İskender…
Hepsi de bırakacaklar geleceğe silinmeyen iz
Haydar Ergülen
Sunay Akın
Akgün Akova
Turgay Gönenç
Metin Cengiz…
Yaşlandık oğul, anımsayabildiklerim ancak bunlar
Anımsayamadıklarım beni bağışlasınlar
OĞUL:
Şimidi gelelim baba sözün özüne:
BABA:
Gelelim oğul sokalım gerçeği
Aymazların gözüne…
Üç dolarla beş Euro etmezse
nasıl ki sekiz Türk lirası
Gelmesin şiirin yazılabileceği akla
üç ölçü beş uyakla.
Bir de şu var mutlaka sözün sonuna eklenmeli
Evet, kimilerine göre şiir para etmez çocuğum
Ama unutma şiire
güç de yetmez çocuğum..
yazmak için önce kalp lazım, kalbe aşk lazım, aşk’a ise hasret lazım.. zaten vuslat olsaydı adı aşk olmazdı o duygunun.. bayaa uzun yazmışsın gökhan okuyana kadar kaç parca çaldı bilmiyorum. beni işten kovarlarsa sebebi sensin :)) .
gayet güzel bir yazıydı, paylaşımın için teşekkürler..
Artık çok sık olmasa da yazmaya çalışacağım...
<p align="left" Papatyalar üzerine
Bir papatya tarlasi düsün... Ilkbahar ayi.
Ve sen onun yanindan gecen yolda yürüyorsun.
Ve o papatya tarlasinda bir papatya dikkatini
ceker. Binlercesinden birisidir, ama sen onun
yanina gidersin. Onda seni ceken bir seyler
vardir. O papatyayi oldugu yerden koparirsin.
Sadece senin olsun istersin. Sadece senin...
Olecegini düsünmeden ve gidersin o tarladan.
Icindeki siddetin durduramadigi bir bencillik
ama bir o kadar guzel ve hapsedici.
TUTKU bu olsa gerek...
Yine o tarlanin kenarindaki yolda yürüyorsundur.
Yine milyonlarcasi arasinda bir tanesi seni
ceker. Yaklasirsin yanina. Gözlerin baskasini
görmez olur o an. Onun icin herseyi yapmak
istersin. Dokunmak istersin. Dokunamazsin, orda
onunla ölmek istersin. Ama birden hafif bir
rüzgar eser ve bir baska guzel cicek kokusu gelir
burnuna. Dayanamazsin onun kokusuna. Unutturur
herseyi bir anda ve o kokunun geldigi yöne
gidersin. Diger papatya orda kalmistir. Yureginin
bir kenarinda. Paylasilmamistir bircok sey.
Unutulmaz belki ama geri de dönülmez ona.
ASK bu olsa gerek...
Yine o yoldasin. Papatya tarlasinin yanindan
gecen... Ve yine bir papatya milyonlarcasinin
icinden seni ceker. Gidersin yanina. Orda
kalakalirsin. O hic ölmesin diye her seyi yaparsin.
Tüm gücünle onunla olmak istersin. Oradan seni
koparacak hic bir güc olmadigina inanirsin.
Ve orda onunla ölene kadar birlikte kalirsin.
SEVGI bu olsa gerek...
.
Günlerden bir gün kurbagalarin yarisi varmis.Hedef,yüksek bir kulenin tepesine cikmakmis.Bir sürü kurbaga arkadaslarini seyretmek icin toplamis ve yaris baslamis.Gercekte seyirciler arasinda hicbiri yarismacilarin kulenin tepesine cikabilecegini inanmiyormus.Sadece su sesler duyuluyormus:"Zavallilar!Hicbir zaman basaramiyacaklar!"Yarismaya baslayan kurbagalar kulenin tepesine ulasmayinca teker teker yarisi birakmaya baslamislar.Iclerinden biri inatla ve yilmadan kuleye tirmanmaya ugrasiyormus.Seyirciler bagiriyorlarmis:"Zavallilar!Hicbir zaman basaramiyacaklar!"Sonunda birtanesi haric,diger kurbagalarinin hepsinin ümitleri kirilmis ve yarisi birakmislar.Ama kalan son kurbaga büyük bir gayretle mücadele ederek kulenin tepesine cikmayi basarmis.Digerleri hayret icinde bu isi nasil basardigini ögrenmek istemisler.Bir kurbaga ona yaklasmis ve sormus:"Imkansizi nasil basardin?"O anda farkina varmislarki,kuleyi cikan kurbaga sagirmis!Olumsuz düsünen insanlari duymayin!Onlar kalbinizdeki ümitleri calar!