her şeyin ilacı su buradan onu anlıyoruz...
paylaşım için teşekkürler...
Yazdırılabilir Görünüm
her şeyin ilacı su buradan onu anlıyoruz...
paylaşım için teşekkürler...
su ama fazlası ılerıde sorunlara yol acıyormus
Yaz ishallerinin, çoğunlukla mikroplu suların içilmesi veya bu sularla yıkanmış meyve ve sebzelerin yenmesiyle ortaya çıktığına işaret eden Gözüküçük, şu önerilerde bulundu:
“Yaz ishalinden korunmak için bilmediğiniz suları tüketmeyin ve kişisel temizliğe dikkat edin. Özellikle eller, her yemekten önce ve sonra yıkanmalı. Salgın olduğu bilinen yerlerdeki sular kaynatılarak kullanılmalı. Hijyenik koşullara uygun hazırlanmış ve muhafaza edilmiş besin maddeleri tüketilmeli.”
Gözüküçük, ishal olan bir kişinin, ilk tedbir olarak, “1 litre kaynatılmış soğutulmuş suya 1 çorba kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı sofra tuzu ve 1 çay kaşığı karbonat” konularak hazırlanan karışımı içmesi önerisinde bulundu.
24 saatten fazla süren ishallerde en yakın sağlık merkezine başvurulması gerektiği uyarısında bulunan Ramazan Gözüküçük, ayrıca kişilerin iyileşene kadar posasız ve yağsız gıdalar almasını tavsiye etti.
Uzmanlar, günde 50-100 adet saç telinin dökülmesini normal sınırlar içerisinde kabul ederken, eğer aşırı miktarda saç kaybı ve saçlarda gözle görülen incelme oluşursa, en kısa zamanda doktora başvurulması gerektiğini bildiriyor.
Tüm toplumlarda saçlarla saç şekillerinin sosyal ve kültürel bir önemi vardır. Saç dökülmesiyle karşılaşan bir kişi, kendisini fiziksel ve ruhsal olarak zayıf görmeye başlayarak, bu durumdan kurtulabilmek için değişik yöntemlere başvurabilir. Ancak, saç dökülmesinin nedeni bulunmadan doğru bir tedavi şekli uygulanamaz. Bu nedenle aşırı saç dökülmesi, saç köklerinde zayıflık ve saç tellerinde incelme şikayetleri bulunanların, deri hastalıkları uzman hekimlerine başvurmaları gerekir. Uzmanların verdikleri bilgiye göre, sağlıklı bir insanda saçların yaklaşık yüzde 90'ı sürekli uzama halindedir. Bu büyüme evresi 2-6 yıl kadar sürebilir. Geriye kalan yüzde 10'luk kısım ise, 2-3 ay kadar süren dinlenme evresinde bekler. Bu dinlenme evresi sonucunda saçlar dökülür, dökülen saç köklerinden yeni saçlar büyümeye başlar ve döngü bu şekilde devam eder. Saç dökülmelerinin çoğu da işte bu normal saç büyüme döngüsünden kaynaklanır. Günde 50-100 adet saç telinin dökülmesi ise normal sınırlar içerisinde kabul edilir. Saç dökülmesinin nedenlerini bilmek hem bilinçli davranarak baştan bazı tedbirler almanızı sağlayacak, hem de bir sorun yaşadığınızda doğru tedavi şekli konusunda sizi yönlendirecektir. İşte sizi bu önemli sorundan kurtaracak saç dökülmesinin başlıca nedenleri.
Uygunsuz saç bakımı ve kozmetik ürün kullanımı: Uzmanlara göre; boya, renk açma, düzleştirme veya perma gibi yöntemler, uygun koşullarda yapılmazsa saça zarar verebiliyor. Bu yöntemlerin sık sık veya aynı anda uygulanması da saçı zayıflatıp kırılmasına neden olabiliyor. Saçı çeken atkuyruğu, örgü, sıkı lastiklerle toplama gibi saç şekillerinin de sıklıkla uygulanmaması gerekiyor. Çünkü saç diplerine etki eden sabit çekme kuvveti saç kaybına neden olabiliyor. Sık sık yıkamak, taramak ve fırçalamak ise saçı kırabiliyor.
"FIRÇA YERİNE GENİŞ AĞIZLI VE DÜZ UÇLU TARAKLAR KULLANILMALI"
Şampuandan sonra krem kullanmak saç taranmasını kolaylaştırıyor. Islakken daha kırılgan olduğu için, saçı havlu ile ovalayarak kurutmaya çalışmaktan kaçınmak gerekiyor. Uzmanlar, fırça yerine geniş ağızlı ve düz uçlu tarakların tercih edilmesi gerektiğini bildiriyor.
Ailesel saç kaybı: Saç dökülmelerinin en sık rastlanan sebebinin kalıtsal özellik olduğunu bildiren uzmanlar, bu kalıtıma sahip olan kadınlarda saçlarda azalma görüldüğünü, ancak kellik oluşmadığını belirtiyor. Bu duruma ''erkek tipi kellik'' deniyor ve 10-20-30'lu yaşlarda başlayabiliyor. Son zamanlarda yeni tıbbi tedavi seçenekleri sunulmasına rağmen kalıcı bir düzelme sağlamanın saç transplantasyonu dışında henüz mümkün olmadığını ifade eden uzmanlar, hasta için uygun olacak yöntemin doktor tarafından seçilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Alopesi areata: Bu tip saç kayıplarında düzgün yüzeyli, para büyüklüğünde veya daha geniş yuvarlak yama tarzı alanlar oluşuyor. Nadiren tüm saç ve vücut kıllarında kayıp oluşabiliyor. Her yaşta görülebilen bu tip saç dökülmesini yapan neden bilinmemekle birlikte, birçok hastada saçlar daha sonra kendiliğinden büyüyor.
Doğum sonrası: Gebe bayanlarda saçların büyük bir kısmının büyüme halinde olduğunu ifade eden uzmanlar, doğum sonrasında saçların, saç büyüme döngüsünün dinlenme fazına geçtiklerini, 2-3 ay içerisinde aşırı miktarda döküldüklerini, bu sürecin 1-6 ay kadar sürebildiğini ve çoğunlukla yeniden büyüyerek eski miktarlarına ulaştıklarını bildiriyor.
Yüksek ateş, ağır enfeksiyon ve soğuk algınlığı: Hastalıkların, saçların dinlenme evresine girmesine neden olabildiğini belirten uzmanlar, yüksek ateş ve ağır bir hastalıktan 4 hafta ila 3 ay sonra yoğun bir saç kaybı gelişebileceğini, ancak zamanla saçların eski halini alacağını bildiriyor.
Tiroid hastalıkları: Fazla veya az çalışan tiroid bezinin saç kaybına neden olabildiğini belirten uzmanlar, hastalığın tedavisiyle saç kayıplarının da giderilebileceğini bildiriyor.
Eksik protein içerikli beslenme: Proteinden fakir Diyetler yapan veya anormal beslenme alışkanlığına sahip kimselerde protein eksikliği oluşuyor ve vücut proteini muhafaza etmek için saçları dinlenme evresine sokuyor. Bundan 2-3 ay sonra da yoğun bir saç kaybı oluşuyor. Uzmanlar, bu durumun yeterli miktarda protein alınımıyla düzelebileceğini belirtiyor.
MANTAR HASTALIĞI ÇOCUKLARDA DAHA SIK GÖRÜLÜYOR
İlaçlar: Uzmanlara göre, bazı ilaçlar geçici bir süre saç dökülmesine neden olabiliyor.
Kanser tedavileri: Bazı kanser tedavilerinin saç hücrelerinin bölünmesini durdurabildiğini belirten uzmanlar, hastaların saçlarının yüzde 90'ını kaybedebileceklerini, ancak terapi sona erdikten sonra saçların tekrar büyüme göstereceklerini ve eski hallerine döneceklerini bildiriyor.
Doğum kontrol hapları: Doğum kontrol hapı kullanan bir bayanda saç dökülmesinin ancak kalıtsal yatkınlıkla oluşabileceğine işaret eden uzmanlar, dökülme gerçekleşirse hapların doktor kontrolünde değiştirilmeleri gerektiğini belirtiyor.
Demir eksikliği: Demir eksikliğinin de saç dökülmesine neden olduğuna işaret eden uzmanlar, bazı kişilerin demiri besinsel olarak eksik aldıklarını, bazılarında ise demirin bağırsaklardan emiliminin yetersiz olduğunu belirtiyor. Bayanlarda adet kanamaları nedeniyle demir eksikliğinin daha sık görüldüğünü bildiren uzmanlar, bu durumun mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini belirtiyor.
Büyük cerrahi girişimler ve kronik hastalıklar: Büyük cerrahi operasyon geçiren hastaların 1-3 ay içinde aşırı bir Saç Dökülmesi fark edebileceklerini belirten uzmanlar, bu durumun birkaç ay içinde geçebileceğini, ağır kronik hastalığı olan kişilerde ise saç kaybının ömür boyu devam edeceğini bildiriyor.
Mantar hastalıkları: Küçük yamalar halinde kabuklanmalarla başlayıp yayılabilen, saçlarda kırılma, saçlı deride kızarıklık ve şişlik, hatta sızıntıya neden olabilen mantar hastalığının çocuklarda daha sık görüldüğünü belirten uzmanlar, hastalığın mutlaka ilaçla tedavi edilmesi gerektiğini bildiriyor.
Saç koparma hastalığı (Trikotilomani): Çocuklar ve bazen erişkinler, saç, kaş veya kirpiklerini koparıncaya kadar çekebiliyor ve bunu bir alışkanlık haline getiriyor. Uzmanlar, böyle durumlarda psikolojik yardım alınmasını öneriyor.
İHA
bende saglıklı bır ınsanın gunde 40 tek sacının kırıldıgı guymustum cunku bunları yenılıyormus her gun bır ınsanın sacın da ortalama 100 ve 150 bın arası sac telı warmıs
KIRIM – KONGO KANAMALI ATEŞİ (kene ısırması)
Bunyaviridae ailesine bağlı Nairovirus soyundan virüslerle oluşan bir hastalıktır.Bu virüsle; RNA’lı ,sarmal simetrili nükleokapsitli, zarlı ve toparlak olup 90-100nm(nanometre) büyüklüğündedir.
Bu hastalık ve etkeni hakkında ilk bilgiler 1944-1945 yıllarında kırımda 200 den fazla hastada yapılan araştırmalarla ortaya çıkartılmıştır.Bu hastalığın daha önceleri Orta Asya’da bilindiği adına “Kara Helak “denildiği tesbit edilmiş ve bundan dolayı da bir başka adı Orta- Asya kanamalı hummasıdır. Bu hastalık, Bulgaristan, Yugoslavya ve 1956 yılında Kongo da görülmüştür. 1969 yılında da Kırım –Kongo kanamalı ateşi olarak adlandırılmıştır.Bu hastalığa yakalanmış insanların kanından elde edilen virüslerle,hyalomma tipi kenelerden elde edilen virüsün aynı olduğu tesbit edilmiştir.
Bu hastalığın kaynakları yabani hayvanlar,domuzlar,tavşanlar,muhtemelen kuşlardır.Hastalık;Hyalomma kenelerinin kan emmesiyle bulaştırılır.Olgunlaşmamış keneler virüsü hayvanlardan alır ve erişkin hale geldikten sonra kan emdikleri insanlara bulaştırırlar.Keneler ömürleri boyunca bulaştırıcı olarak kalırlar. Kırım kanamalı ateşi ,kırsal bölgelerde çalışan insanlarda ilkbahar ve yazları özellikle Haziran-Eylül arasında görülen bir infeksiyondur.
Hastalık en az 1 yıl süren bağışıklık verir.Türkiye de insanlarda bu virüse karşı antikorlar bulunmuştur.Bu hastalıkta virüs,ateşli dönem sırasında kanda bulunmaktadır.Deri ve iç organlardaki kanamalar küçük damarların çeperlerinin bozulmasına bağlıdır.
Kırım kanamalı ateşinde kuluçka devri 7-12 gündür.Ateş 5-12 gün devam eder ara ara 1-2 gün süren ateşsiz dönemler bulunabilir.Hastalığın 4-6. günü kanamalar başlar.
KLİNİK TANIMLAMA
Klinik semptomlar; Karaciğer ve endotel hasarı ile trombosit,lökosit sayısındaki düşüşün bir sonucu olarak ortaya çıkar. Ateş,kırıklık ,baş ağrısı,halsizlik,aşırı duyarlılık,kollarda bacaklarda ve sırtta şiddetli ağrı ve belirgin bir iştahsızlıkla başlar.Bazen kusma,karın ağrısı veya ishal olabilir.Boğaz muhat zarında döküntü,diş etlerinde ve burunda kanama,deride purpura lekeleri,ağır vakalarda mideden,barsaktan ve uterustan kanamalar belirir.İlk günlerde yüz ve göğüste peteşiler(kanamalar) ve konjonktivalarda kızarıklık dikkati çeker.Gövde ve ekstremitelerde ekimozlar (kanama alanları) oluşup idrardan kan gelebilir. Genellikle hepatit görülür.Karaciğer fonksiyon testleri bozulur.
Ağır olgularda hastalığın 5. gününden itibaren hepatorenal(karaciğer, böbrek) ve akciğer yetersizlikleri görülebilir.Ateş 5veya 12. güne kadar çıkar ve lizisle düşer.Nekahat dönemi uzun sürer.Ölüm olayları daha çok hastalığın2.haftalarında (5-14 gün)görülebilmektedir.Bu oran %30-50 ‘lere ulaşabilmektedir.İyileşme hastalığın 9. ve 10. günlerinde olmaktadır.
LABORATUAR BULGULARI
Özellikle lökopeni ve trombositopeni dikkati çeker.AST,ALT,Kreatin kinaz(CK), bilirubin değerlerin de yükselme, ALP,GGT ve LDH değerlerinde yükselme takip eder.PT,aPTT ve diğer pıhtılaşma testlerinde belirgin bozukluklar görülebilir.
BULAŞMA YOLLARI
Bulaşmada hyalomma soyuna ait keneler daha büyük bir yere sahiptir.30 tane kene türü bu hastalığı bulaştırabilir.
Henüz ergin döneme gelmemiş olan Hyalomma soyuna ait keneler ,küçük omurgalılardan kan emerken virüsleri alır ve gelişme evrelerine kadar muhafaza ederler.Keneler insan veya hayvanlardan kan emerken virüsleri bulaştırırlar.
Küçük omurgalılar ve özellikle yerde beslenen kuşlar,keneleri enfekte eden en önemli konak gurubunu oluşturur.Keneler bu konaklardan zaman zaman kan emerler.
Enfekte hayvanların kan ve dokuları ile temas sonucu da geçiş olabilmektedir.Ayrıca nozokomiyal enfeksiyon oluşturma riski de bildirilmektedir.Enfekte kan,ifrazat veya diğer dokulara doğrudan temas sonucu bulaşmalarda kuluçka süresi 5-6 gün en fazla 13 gün olabilmektedir.
KORUNMA YOLLARI
-Kene bölgesindeki insanların vücudlarını düzenli olarak kene yönünden muayene etmeleri gerekir.
-Kene varsa bir cımbızla kenenin vücuda yapıştığı yerden tutarak,koparmadan,patlatmadan bir çivi çıkarır gibi çıkarmak gerekir.
-Kene üzerine herhangi bir kimyasal madde (Alkol,gaz yağı,kolonya,deterjan vs.) kesinlikle dökülmemelidir.Çünkü kene bu sırada kusarak mikrobu vücuda bulaştırabilir.
-Hastaya ait kan ve vücud sıvıları,ifrazatlarla temasla bulaşabileceğinden koruma önlemleri (Eldiven,maskevs.) alarak hastayla temas edilmelidir.
-Böcek kaçıran ilaçların kullanımı ile kenelerin vücuda yapışması önlenebilir.
-Hayvanlarda ki keneler için düzenli olarak ilaçlama yapılması gerekir.
-Hayvan barınak yerlerin kenelerin yapışamayacağı şekilde sıvanıp ,badanalanması gerekir.
-Piknik alanlarının,küçük omurgalıların bulunabileceği ortamların ilaçlanarak kenelerle mücadele edilmesi gerekir.
TEDAVİ
Destek tedavisi yapılmalıdır.Tam kan veya kan komponentlerinin replasmanı yapılabilir.Spesifik tedavisi bulunmamasına rağmen antiviral ilaçlardan RİBAVİRİN ‘ in oral veya parenteral olarak kullanılabileceği bildirilmektedir.Ribavirinin parenteral formunun oldukça etkili olduğu yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.Ribavirinin hemolitik anemi gibi önemli bir yan etkisi olabileceği unutulmadan takip edilmelidir.Ayrıca hastalıktan iyi olanların SERUMLARININ yararlı olduğu bildirilmiştir.
DR. HASAN AVŞAR
Allerik Göz HastalıklarıAllerji toplumda sık görülen bir hastalıktır ve insanların yaklaşık %15'inde allerjinin bir veya birkaç çeşidi görülür. Çevreyle direkt teması nedeniyle göz allerjik hastalıklara daha sık meyil gösteren bir organımızdır. Göz allerjileri gözde yanma, batma, kaşıntı, çapaklanma, kızarıklık, sulanma, ışığa karşı hassasiyet ve görme bozukluğu meydana getirebilir. İleri allerji formlarında gözün beyaz kısmında yapışıklıklar dahi olabilir.
Meydana gelen rahatsızlık insanların performansını etkilediği gibi enfeksiyonlara yatkınlığı artırır, kontakt lens kullanımını zorlaştırır ve daimi bir huzursuzluk kaynağı oluşturur. Göz allerjileri gözün yüzey dokularını ilgilendirir. Bunlar göz kapağı cildi, göz kapaklarının ve gözün beyaz yüzeyini örten ince konjunktiva isimli zar ve kornea dediğimiz saydam tabakadır.
Beş değişik göz allerjisi tanımlanmıştır:
- Mevsimsel ve mevsimsel olmayan allerjik konjunktivit,
- Bahar keratokonjunktiviti,
- Atopik keratokonjunktivit,
- Dev papiller konjunktivit,
- Temas göz allerjisi.
» Mevsimsel allerjik konjunktivitMevsimsel allerjik konjunktivit (saman nezlesi) göz allerjilerinin yaklaşık olarak yarısını teşkil eder. Heriki gözde kaşıntı, sulanma ve yanma ile başlar. Bu şikayetlere genellikle burundaki allerji eklenir. Göz kapaklarında şişlik, gözün beyaz tabakasında kabarıklıklar, su toplaması ve kızarıklık görülür. Mevsimsel allerjiye neden olan etkenler genellikle polenler iken mevsimsel olmayan allerjiye neden olan etkenler yıl boyu karşılaşabildiğimiz ev tozu zerreleri ve hayvan atıklarıdır.
» Bahar keratokonjunktivitiBahar keratokonjunktiviti nadir görülür, daha çok dünyanın sıcak ve kuru iklime sahip bölümlerinde rastlanır. İlkbaharda başlar ve yazın sonuna kadar devam eder. Çocuklarda ve gençlerde, ayrıca erkeklerde daha sıktır. Bu hastaların %75'inde astım, atopik ekzema ve allerjik rinit gibi ek hastalıklara rastlanır. Sebep olan allerjen maddenin kesin olarak bilinmemesine rağmen polenlerin ortaya çıkarıyor olabileceği sanılmaktadır. Hastaların ilk şikayeti yoğun kaşıntıdır. Sonra ışığa karşı hassasiyet artışı, yanma, yabancı cisim hissi ve bulanık görme meydana gelir.
Gözde kızarıklık, göz kapağında düşüklük, gözde beyaz çapak artışı ve gözlerin kısılması izlenebilir. Tipik bulgusu üst kapağı örten zarda kaldırım taşı gibi kabarıklıkların oluşmasıdır. Bu kabarıklıklara gözün renkli kısmının hemen kenarında da rastlanabilir. İleri formlarında korneada ülser oluşabilir. Genellikle 5-10 yıl kadar sürer. » Atopik keratokonjunktivit Atopik keratokonjunktivit körlük riski taşıyan bir allerji çeşididir. Daha çok erişkinlerde görülür ve astım, nezle, atopik dermatit ve yiyecek allerjisi gibi durumlara eşlik edebilir. Hastanın yakınlarında da bu hastalıklara rastlanabilir. Bu allerji yıllarca sürebilir.
Başlangıcı bahar konjunktiviti gibi olmakla beraber oluşturduğu yara dokusu kapak iç kısımlarında yapışıklıklar yapabilir, kapak yapısını bozabilir, kapakların içe veya dışa dönmesine ve kirpiklerin göze batmasına neden olabilir. Korneada meydana gelen tutulum damar oluşumu tarzında olur ve ileride gerekebilecek olan bir keratoplastinin (ölü gözünden hasta gözüne kornea nakli) başarısını azaltabilir. Ayrıca bu hastalarda herpes simpleks, keratokonus, retina dekolmanı ve kapak iltihabı şansı fazladır. » Dev papiller konjunktivit Dev papiller konjunktivit geçmişte kontakt lenslere, kontakt lens solusyonlarına, bu solusyonlardaki koruyucu maddelere ve göz damlalarına bağlı bir allerji veya uyumsuzluk olarak görülürdü. Günümüzde daha az görülmektedir.
Bazen göz protezleri, kullanılan dikişler ve kontakt lens üzerinde biriken allerjen maddeler de bu tip allerjiyi meydana getirebilir. Hastaların gözünde yoğun kaşıntı ve kontakt lens kullanımına uyumsuzlukla başlar. Göz kapaklarının altında papilla denilen büyük kabarıklıklar görülür. Korneada kesafet ve görme bulanıklığı meydana getirebilir.
» Temas göz allerjisiTemas göz allerjisi ilaçlara, ilaçların içindeki koruyucu maddelere veya makyaj ürünlerine karşı gelişebilir. İleri dönemlerinde göz yaşı kanalında tıkanıklık, konjunktivada skarlaşma ve korneada damarlanma meydana getirebilir.»TanıAllerjik göz hastalıklarının tanısı hastadan alınacak hikaye üzerine inşa edilecek muayene ve laboratuvar incelemeleri ile konur. Kırmızı göz oluşturan pekçok durum göz allerjisini taklit edebilir ve doğru tanı için iyi bir göz muayenesi gerekir. Muayenede göz kapakları, göz yüzeyini örten konjunktiva isimli zar, bezlerin açıldığı bölümler, kirpikler ve kornea dikkatle incelenir. Bazen göz kapaklarının ters çevrilerek arka yüzeyinin incelenmesi gerekebilir.
Bazı mikrobik hastalıklar, sebebi bilinmeyen iltihabi durumlar, göz kapağı iltihapları, bazı cilt hastalıklarının göz bulguları, kuru göz hastalığı, gözün bağ ve damar tabakasının iltihabi hastalıkları, böcek ısırıkları, kirpik diplerine yerleşen bitler göz allerjisini taklit eden bir tablo meydana getirebilir. Tanısal test olarak allerjen maddenin bulunması, göz yaşında ve kanda bazı maddelere bakılması yardımcı olsa da en fazla bilgi muayeneden elde edilir.»TedaviAllerjinin tedavisinde en önemli yapılması gereken şey allerjen madde tespit edilebiliyorsa mümkün olduğu sürece ondan kaçınmaktır. Gözdeki şikayetlerin rahatlatılması açısından soğuk uygulama ve suni göz yaşı ilaçları faydalı olabilir. Çoğunlukla da antihistaminik ilaçlara, damarları büzen ilaçlara, allerjik şikayetleri ortaya çıkaran hücreleri dengeleyici ilaçlara, iltihap giderici ilaçlara ve kortizonlu ilaçlara ihtiyaç duyulur.
Yanmalar ve Haşlanmaları tanımak için temel bilgiler
Yanık, kendisini meydana getiren fiziksel etkenin adıyla anılır. Sıcak su yanıkları, sıcak buhar yanıkları, sıcak yüzey yanıkları (soba, ütü...), alev yanıkları (ocak, mangal), elektrik yanıkları ve kimyasal maddelerin meydana getirdiği yanıklar.
Yanığı oluşturan fiziksel etkenin vücutta meydana getirdiği tahribat, deri, deri altı, daha derindeki kas ve kemiklerin olaydan zarar görmesiyle sonuçlanır. Bu harabiyetin oluş şiddeti, etkenin enerji olarak yoğun oluşununa ve etkenin vücuda temas süresine göre değişir.
Yanığın derinliği yanında, yanık yüzeyinin genişliği de önemlidir. Yanık yüzeyinin genişliği yaralınınn hayatta kalma şansı ile doğrudan bağlantılıdır. Bebeklerde %10, erişkinlerde %20'den geniş yanıklar muhakkak yataklı kurumlarda tedavi edilmelidir. Vücut yüzeyinin ne kadarı yandığı 9'lar kuralı şeması ile kolayca hesaplanabilir. Şemayı görmek için tıklayın
Yanık, insanı dış etkilerden ve bakterilerden koruyan bir organı, deriyi devre dışı bıraktığı için hastalar kolayca enfeksiyon kapma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Yanık yüzey bakteriler tarafından kısa sürede işgal edilir ve yara iltahaplanır. Bu bölgede mikroplardan açığa çıkan zehirli maddeler tüm vücuda yayılarak hastaların vücut dirençlerinin kırılmasına ve ağır bir sistematik iltahap tablosunun ortaya çıkmasına sebep olur. Diğer taraftan bu açık yüzeyden dışarı sızan serum, vücut sıvılarının süratle azalmasına yol açar. Vücutta kaybolan gündelik sıvı miktarı, yanık yüzeyinin genişliğine bağlıdır ve 1 - 9 litre arasında değişir. Bu açığın kapatılmaması, dolaşımın zayıflamasına ve böbreklerin iflasına yol açarak ölüme sebep olur.
1. Derece Yanıklar
Deri yüzeysel olarak etkilenir. Tüm deri katları olaydan zarar görmez. Gözle bakıldığında derideki kızarıklıklar görülebilir. Uzun süre güneşte yatan bir insanın derisinin kızarmasını örnek olarak verebiliriz.
2. Derece Yanıklar
Derinin en üst tabakası ve ortalama 1,5 mm kalınlığındaki epidermis tabakasının tamamen harap olması anlamına gelmektedir. Bu tür yanıklarda, deri yüzeyinin hemen altında toplanan serum sızıntısı, içi sıvı dolu kabarcıklar oluşturur. Bu sıvı tabakasını örten zar, tamamen ölmüş deriden oluşur.
3. Derece Yanıklar
Derinin tüm katmanlarının ısıl etken nedeniyle tamamen tahrip olması demektir. Yanığı doğuran etkenin deriyle temas süresinin uzun olduğu anlaşılır. Bölge bu nedenle tamamen kömürleşir. Yara içine bakıldığında kasların ortaya çıktığı, bazen kemiklerin bile kömürleştiği görülebilir.
Güneş Yanıkları
Güneş yanıkları yalnız güneş ışınları ile değil, bazı güzellik salonlarında cildi esmerleştirmek için yapılan UV radyasyonları (solaryum) ile de oluşabilmektedir.
Derinin kısa süreli olarak güneş ışınlarına maruz kalması bazı vitaminlerin oluşmasına ve kemiklerin sağlıklı büyümesine yarar.
Uzun süreli güneş ışınına maruz kalmak deri kanserine, derinin erken yaşlanmasına sebep olur.
Güneş ışınlarına ulturaviyole ışınları denir.
İki tür UV ışını vardır.
UVA denen ışın, solaryumlarda kullanılır. Ancak bu ışınlar diğerlerinden daha derin katlara nüfus eden deri kanserine, deri yaşlanmasına, gözlerin zedelenmesine ve derinin bağışıklık direncinin azalmasına sebep olur.
UVB denen ışın deri kanseri yapan ve deriyi yakan ışın türüdür
Yanmalar ve Haşlanmalarda alınması gereken önlemler
Kibrit, çakmak, ateş yakma gereçlerini ortada bırakmayın
Devamlı sıcak suyunuz varsa derecesini 50 ° C den yukarıya ayarlamayın
Isıtıcıların etrafına direkt teması engelleyen barikatlar koyun
Sıcak sıvıları çocuklardan uzak tutun.
Bebeğe mama verirken yemeğin, yıkarken de suyun ısısını kontrol edin.
Ocak üstündeki tava saplarını, çocukların erişemeyeceği şekilde yerleştirin.
Yatakta sigara içmeyin.
Sıcak tencere ve su kaplarını tezgahların kenarına koymayın
Kullandığınız güneş yağının UVA ve UVB ışınlarını tamamen engellediğinden emin olun.
Satın aldığınız güneş gözlüğünün UV ışınlarını engelleyip engellemediğini öğrenin.
Evde daima dolu bir yangın söndürücü bulundurun.
Yanmalar ve Haşlanmalarda yapılması gerekenler
Yanığa elle dokunmamaya çalışın
Yanığın derecesini saptayın
Yanık bölgesini derhal musluk suyu ile soğutun
Yanık bölgesini steril olduğunu bildiğiniz bir pansuman malzemesi ile örtün
Sadece kızarıklık varsa, yanığı bol su ve sabunla yıkayın
Evde tedavi etmekten kaçının
Tam teşekküllü bir hastanenin acil merkezine başvurun
Acil ambulans isteyin
Kazaya uğrayan kişiyi, aşırı sıcak ve aşırı soğuk ortamda tutmayın
Tetanoz aşısı yaptırmayı unutmayın.
Yanmalar ve Haşlanmalarda yapılmaması gerekenler
Yanık yüzeyini direkt buzla temas ettirerek soğutmaya kalkışmayın
2. derece yanığı dezenfeltanla temizlemeye çalışmayın (alkol, tentürüdyot, savlon)
Yoğurt, yağ, sabun, diş macunu, yağlı kremler vb. yabancı maddeler sürmeyin
İçi sıvı dolu kabarcıkları patlatmayın
Eczane ve pansumancıya gitmeyin, doktora gidin
Yanık yüzeyine hava üflemeyin
Yanık yüzeyine çıplak el, parmak gibi mikropsuz olduğundan emin olmadığınız şeyleri temas ettirmeyin.
Yanık yüzeylere yapışan kumaş vb. şeyleri kazıyıp kaldırmaya çalışmayın
Evde tedavi yapmaya kalkışmayın
Hafif Yanıklarda İlk YardımAğır Yanıklarda İlk Yardım
![]()
- Cilt yarılmamışsa serin suyun altında tutun veya serin bir suya batırın, 3 ila 5 dakika kadar tutun. (Eğer çevre çok soğuk ise, donma tehlikesi nedeniyle su uygulaması yapmayın.)
- Yanık kısmı, varsa streil bir bezle yoksa temiz bir bezle sarın
- Ağrı kesici bir ilaç verin
- El, ayak, yüz, kaba etlerin önemli bir kısmı ya da ana eklemlerden biri yanmışsa ya da ikinci derec yanık alanı 5 cm.den daha genişse ağır yanıklardaki ilk yardım kurallarını uygulayın.
Elektrik Yanıkları
- Yanığa neden olan şeyin söndüğünden ya da uzaklaştırıldığından emin olun. Eğer giysileri alev almışsa koşmasına izin vermeyin, suyla ya da bir battaniyeye tümüyle sararak söndürün. Eğer üzerindeki giysiler köz halinde değilse, yanık giysileri çıkartmaya çalışmayın.
- Yaralının nefes alıp almadığını ve kalbinin atıp atmadığını kontrol edin. Nefes alması durmuşsa , 'solunum durmuşsa' bölümündeki kuralları, kalbi atmıyorsa, 'kalp durmuşssa' bölümündeki kuralları uygulayın.
- Solunumla ilgili bir sorunu yoksa, yanık bölgenin üzerine serin ve nemli bir steril gazlı bez ya da temiz bir bez örtün. Havlu ya da battaniye gibi emici bir kumaş örtmeyin, merhem sürmeyin, su toplamış kısımları patlatmayın.
- Yaralıyı sakin bir yerde yatırıp acil tıbbi yardım gelmesini bekleyin.
Elektrik yanıklarında ciltte görünen yanık alanının boyutu hiç önemli değildir. Çok küçük bir alan da olsa vücuda giren elektrik iç organlarda hasar yaratmış olabilir. Ayrıca kalbi etkileyerek ritm bozukluklrı hatta kalp durmasına yol açabilir.
Elektrik çarpması sırasına aşırı decede kasılan kaslar ya da elektriğin kişiyi fırlatması ya da düşürmesi sırasında kemik kırıkları kas yırtılmaları gibi durumlar ortaya çıkmış olabilir.
Kalp atışı, solunum açısından kontrol ettikten sonra bunlarla ilgili bir sorun varsa onun ilk yardımı yapılır, yoksa hastayı sakin bir yerde yatırarak acil tıbbi yardım gelmesi beklenir.
Kimyasal Madde Yanıkları
- Yanığa neden olan kimyasal madde sönmemiş kireçse, yumuşak bir fırça ile kireçlerin iyice temizlenmesini sağlayın
- Bol su ile en az 20 dakika süreyle yıkayarak kimyasal maddenin iyice uzaklaşmasını sağlayın.
- Solunumu yoksa yapay solunum yapın, baygın rengi soluk solunumu yüzeyelse şok tedavisi uygulayın.
- Kimyasal madde bulaşmış giysileri çıkarın.
- Yanık bölgesini kuru ve steril bir gazlı bezle ya da temiz bir bezle sarın
- Yanık ikinci derece yanık özellikleri taşıyor ve genişliği 5 cm.yi geçiyorsa ya da el, yüz, ayak, kasık, kaba et ya da ana eklemler gibi bir yerdeyse acil tıbbi yardım çağırın.
- Kimyasal madde göze gelmişse gözleri akar su altında en az 20 dakika yıkayın, göz kapağını kapatmasını sağlayıp nemli bir bezle örtün ve tıbbi yardım çağırın.
Baş Ağırısı [IMG]http://www.tedavim.com/images/M_images/pdf_button.png [IMG]http://www.tedavim.com/images/M_images/printButton.png [IMG]http://www.tedavim.com/images/M_images/emailButton.png Baş ağrıları en sık karşılaşılan ve teşhisinde en fazla güçlük çekilen hastalık belirtilerinden biridir. Baş ağrıları kendisi bir hastalık olduğu gibi çoğu zamanda altta yatan bir hastalığın belirtisidir. Bu kısa yazıda baş ağrıları ile ilgili genel bilgiler verilecek ve baş ağrılarına sebep olan hastalıklar kısaca anlatılacaktır.
İnsanların %60-70 kadarı hayatlarının herhangi bir döneminde baş ağrıları ile karşılaşmaktadır. Herhangi bir şikayetle doktora başvuran hastaların hemen hemen yarısında baş ağrısı vardır, ancak bunların sadece %10 kadarında baş ağrısı en önemli problemd
Baş ağrılarını kabaca sınıflandırmak gerekirse
![]()
Ancak burada hemen belirtelim ki bu çok kaba bir sınıflandırmadır, ve bu tablonun dışında bir çok baş ağrısı sendromu vardır.
- Migren
- Gerilim tipi baş ağrısı ( tension headache )
- Küme baş ağrısı ( cluster baş ağrısı, horton nevraljisi, histaminik baş ağrısı )
- Sinüs baş ağrısı
- Posttravmatik baş ağrısı
- Kafa içi basınç artışına bağlı baş ağrısı
- Kombine durumlar
Migren nedir ?
Migren (hemikrani, yarım baş ağrısı) çok yoğun, şiddetli daha çok 10-30 yaşları arasında başlayan 50 yaşından sonra azalan ve nöbetler halinde seyreden bir baş ağrısıdır. Kesin sebepleri bilinmemekle birlikte hastaların %60-80 inde genetik faktörlerin rolü vardır. Genellikle tek taraflıdır, bazen iki taraflı olabilir. En sık tuttuğu bölge şakaklar, göz çevresi ve alındır. Dakikalar, saatler veya günler sürebilir. Hasta nöbetin geleceğini önceden hissedebilir. Bulantı, kusma ve ışıktan rahatsız olma olabilir. Kadınlarda daha sık görülür. Hastanın bütün tetkikleri normal çıkar. Migren olduğu düşünülse bile baş ağrılı hastalara tomografi, MR, sinus filmleri, boyun filmleri çektirilmeli ve gerekirse EMG yaptırılmalıdır.
Tedavisinde; stresten uzak kalmak, iyi istirahat, iyi uyku, gürültü ve aşırı ışıktan kaçınma gerekir. Bazı gıdalar ve ilaçlar migren nöbetini başlatabilir (monosodyum pentamat, çikolata, kırmızı şarap, peynir, doğum kontrol hapları). Ayrıca migren nöbetlerinden kaçınmak için ve tedavi için birçok ilaç geliştirilmiştir. Migren tedavisinde nöroloji uzmanından yardım istenmelidir. Akupunktur bir çok hastada iyi sonuç verir, biofeedback’in faydalı olduğu hastalar vardır.
Gerilim tipi baş ağrısı (tension headache)
![]()
Zorlayıcı olmayan devamlı bir ağrı vardır. Başlangıçta ensede olur, sonra mengene ile sıkıştırıyor gibi bütün başa yayılır. Günlerce sürebilir, akşamları ağrı daha da artar. Stres, aile ve iş problemleri ağrıyı ortaya çıkarır veya arttırır. Boyun bölgesi kaslarında sertleşme vardır.
Tedavisinde ağrı kesiciler, kas gevşeticiler, ve stresi ve anksiyeteyi giderici ilaçlar kullanılır. Sıcak bir duş, sauna, türk hamamı, masaj hastaların çoğunu rahatlatır. Boyun bölgesine yönelik sıcak ve soğuk uygulamalar, TENS, boyun kaslarını rahatlatıcı egzersizler, biofeedback denenebilir.
Cluster baş ağrısı (küme baş ağrısı)
Çok şiddetli ve tek taraflı bir ağrıdır. Ağrı göz yuvarlağı arkasında ve zonklayıcıdır. Erkeklerde daha yaygındır. Bu ağrılar birden başlar öncü belirtisi yoktur. Ağrıyan tarafta şişlik, kızarıklık, seğirme olabilir. Ortalama 30-45 dakika kadar sürer. Ancak daha uzunda sürebilir. Az miktarda alkol bile ağrıyı ortaya çıkarabilir.
Bu tip başağrıları aylarca senelerce, devam edebilir. Tedavisinde oksijen inhalasyonu, propranolol (profilaksi) ve karbamazapin kullanılır.
Sinüs baş ağrısı (sinüzitler)
![]()
Zorlayıcı değildir. Tek taraflı veya çift taraflı olabilir. Hasta öne doğru eğilmekle ağrısının arttığını ifade eder. Alerjik bünyeli kişilerde daha sık görülür. Nezle hali, burunda dolgunluk, ateş, diş ağrısı, halsizlik olabilir. Tedavisi sinüzitin tedavisi iledir. KBB hekimleri tarafından tedavi edilmelidir.
Posttravmatik baş ağrısı
Kafa travması sonucu ortaya çıkar. Hastanın şuurunun yerine gelmesi ile başlar, 6-12 ay kadar sürer. Bazen çok daha uzun sürebilir. Baş dönmesi ile birliktedir.
Kafa içi basınç artması
Son zamanlarda başlayan, orta şiddetli fakat şiddeti gittikçe artan bir ağrı şeklidir. Genellikle iki taraflıdır. Ağız ve burun kapatılıp nefes tutulduğu zaman ağrı artar. Sabahları daha kötüdür, geceleri hastayı uyandırabilir. İleri dönemlerde bulantı, kusma, çift görme olur. Göz dibi muayenesi yapılmalıdır. Bu hastalara hemen CT, MR ve EEG yaptırılmalıdır. Tümörler en sık rastlanan kafa içi basınç artışı sebepleridir.
Kombine durumlar
En sık rastlanan migrenle birlikte, gerilim tipi baş ağrısının birlikte bulunmasıdır. Ayrıca en sık rastlanan baş ağrılarından birisi de boyun bölgesindeki kireçlenme, fıtık, tümör gibi hastalıklara bağlı olanlardır. Boyun kökenli baş ağrılarında omuz ve kol ağrıları da olur. Ağrı boyundan enseye ve alına da vurur. Boyna sıcak konulması, masaj ağrıyı hafifletir.
yenı yenı seyler ogrneıyorum tskler okyanus
Romatizma yaşlılık hastalığı değil![]()
![]()
[IMG]İSTANBUL (İHA) - Romatizmanın, yaygın kanaatin aksine yaşlılık hastalığı olmadığına dikkat çeken Memorial Hastanesi Romatoloji Uzmanı Dr. Selda Öktem,
"Gençlerde eklem ağrıları önemsenmiyor. Oysa çoğu romatizmal hastalık genç yaşlarda başlıyor. Özellikle omurga romatizmaları genç erkekleri etkilerken, eklem romatizmaları doğurganlık çağındaki kadınlarda daha sık görülüyor" dedi. Dr. Öktem, bu hastalıkta düzenli doktor takibinin şart olduğunu söyledi. Romatizmal hastalıklarla ilgili bilgi veren Dr. Selda Öktem, "Romatizma kelime olarak eski Yunan kökenlidir, 'eklemlerde kötü özellikli iltihaplı sıvı birikmesi' demektir. Romatizmal hastalıklar MÖ 8000 yılından beri bilinmektedir; ama aydınlığa kavuşması son 20-25 yılda olmuştur" dedi. Romatizmal hastalıkların genel itibariyle kronik (süreklilik gösteren) hastalıklar olduğunu vurgulayan Dr. Öktem, "Bir kişiye romatizmal hastalık tanısı konduğunda, kişi bu hastalıkla yaşamayı öğrenmelidir. Ama bu kişileri korkutmasın, sürekli ve düzenli olarak hekim takibinde olmasını ve ilaç kullanmasını gerektirir. Şeker hastalığı ve hipertansiyon gibi" diye konuştu. Romatizmal hastalık denilince geniş bir hastalık grubunun buna dahil olduğunu ifade eden Dr. Öktem, "İltihaplı eklem romatizmaları, omurga romatizmaları, gut, behçet hastalığı, ailesel Akdeniz ateşi, kireçlenme (osteoartrit), damar romatizmaları (vaskülit), fibromiyalji sendromu (yumuşak doku romatizması) gibi sayamadığım birçok hastalık romatizmal hastalıklar sınıfına girer ve Romatoloji uzmanları tarafından takip edilmelidir. Romatolojik hastalıklar ayrı bir uzmanlık alanıdır" şeklinde konuştu. Her eklem ağrısının romatizma olmadığını vurgulayan Dr. Selda Öktem, hastalık belirtileriyle ilgili şunları söyledi: "Çoğu romatolojik hastalıkta ağrıya ek olarak eklemde şişlik, hareketlerinde kısıtlılık ve özellikle güne başlarken eklemlerinde sertlik hali söz konusudur. Toplumumuzda çoğunlukla romatizma kelimesi ağrıyla eşdeğer şekilde kullanılmaktadır; ama bu doğru değildir. Ağrının romatizmal hastalığın göstergesi olup olmadığı hekim tarafından ayırt edilmelidir." Çoğunlukla romatizmal hastalıkların eklemlerden başladığını söyleyen Dr. Öktem, "Hastalığın tipine göre eklemlerde şekil bozukluklarına ve kalıcı değişikliklere neden olurken, bir kısmında iç organlarda da (akciğer, böbrek, karaciğer vb.) harabiyet yapabilmektedir. Vaskülitler (damar romatizmaları) dediğimiz grupta ise öncelikli hedef damarlardır. Eğer iç organları besleyen damarlar etkilenmişse solunum, böbrek yetmezliği, sindirim sistemi yakınmalarına neden olabilmektedir" dedi. "ROMATİZMADA GENETİK YAPI ÖNEMLİ" Dr. Öktem, eklem ve omurga romatizmalarında görülen şikayetleri ise şöyle sıraladı: "Eklemlerde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı, sabahları eklemlerinde sertlik olması, daha sonra yavaş yavaş gevşemesi, el parmaklarında soğukta beyazlaşma, sararıp solma, cilt altında bezeler, güneşte ciltte aşırı duyarlılık ve yaralar gelişmesi, ellerde veya vücudun herhangi bir yerinde deride sertlik, güçsüzlük, merdiven inip çıkamama, oturup kalkamama ve kaslarda ağrı, özellikle sabahları daha belirgin bel ağrısı ve tutukluk hali, gözlerde sık sık iltihaplanma (üveit)." Çoğu romatizmal hastalıkta genetik yapının önemine dikkat çeken Dr. Öktem, "Yani bazı genlerin varlığı romatizmaya yatkınlık yaratır. Çevresel koşullar, enfeksiyon etkenleri ve bilemediğimiz bazı durumlarda, genetik olarak romatizmaya yatkın kişilerde hastalık ortaya çıkabilir. Romatizmal hastalıkların nedeni hala tam bilinmiyor ve önlem alabilmek gibi bir durum söz konusu değil" dedi. Soğuk havanın romatizmada doğrudan etken olmadığını belirten Dr. Öktem, "Soğuk havalarda ve nem oranının yüksek olduğu hallerde eklem içinde bulunan az miktardaki kayganlaştırıcı sıvının akışkanlığı ve dağılımı değiştiği için ağrı ve sızı olması doğaldır. Bu durum sağlıklı bireylerde de görülür, kişisel duyarlılıklar önemlidir. Ancak romatizmaya neden olmaz ve tek başına romatizma düşündürmez" diye konuştu. Romatizmanın, sanılanın aksine yaşlılık hastalığı olmadığına da değinen Dr. Öktem, şunları söyledi: "Yaş ilerleyip eklem ağrıları başlayınca herkes romatizma olduğunu düşünüyor veya gençlerde eklem ağrıları önemsenmiyor. Çoğu romatizmal hastalık genç yaşlarda başlıyor. Özellikle omurga romatizmaları genç erkekleri etkilerken, eklem romatizmaları doğurganlık çağındaki kadınlarda daha sık görülüyor. Genç erkeklerde görülen bel ve kalça ağrıları maalesef mekanik sebeplere ve bel fıtığına yorulup, romatizma düşünülmüyor. Bu da çok erken yaşlarda omurga hareketlerinin kısıtlanmasıdır" şeklinde konuştu. "ROMATİZMA ÇOCUKLARDA DA GÖRÜLEBİLİR" Çocukluk yaş grubuna özgü romaiyrı bir uzmanlık alanıdır" şeklinde konuştu. Her eklem tizma tiplerinin de bulunduğunu kaydeden Dr. Selda Öktem, "Çok küçük yaşlarda bile başlayabilir. Eğer erken teşhis edilip tedavi edilmezse kalıcı sakatlıklara ve gelişme geriliğine neden olabilmektedir" uyarısında bulundu. Ailede romatizmal hastalık olmasının diğer kişilerde risk doğurduğuna da değinen Dr. Öktem, "Ailede romatizmal hastalık olması aynı veya farklı bir romatizmal hastalık için yatkınlık olduğunu düşündürür. Ama bu hiçbir zaman kesinlik taşımaz, daha önce de söylediğimiz gibi bilemediğimiz çevresel koşullara maruz kalınmazsa hiçbir şey de olmayabilir. Daha özetle romatizmal hastalıktan kuşkulandığınız kişinin ailesinde de romatizma olması tanınızı kuvvetlendirir; ama ailesinde romatizma olduğu bilinen sağlıklı bir kişide romatizma gelişeceğinin göstergesi değildir" dedi. Dr. Öktem, romatizmal hastalığı olan kişinin gebe kalması halinde bebekteki risk faktörü hakkında şunları söyledi: "Romatizmanın tipine göre, iç organlarda harabiyet olup olmamasına göre durum değişir. Hastalığının o dönemde aktivitesi azalmış ve kontrol altına alınmışsa, uzun süredir hastalık şiddetinde alevlenme olmamışsa ve bazı incelemelerden sonra gebeliğe izin verilebilir. Bu süreçte çok sıkı takip gerekir." Bazı romatizmal hastalıklar gebelik esnasında alevlenip artış gösterirken, bazılarının tamamen sessizleştiğini ifade eden Dr. Öktem, "Hekim onayı alınmadan gebe kalınmamalıdır. Tedavide kullandığımız bazı ilaçların uzun süren etkilerinin olması nedeniyle ilaç kesildikten sonra da bir süre beklemek gerekmektedir. Bulaşıcılık gibi bir durum söz konusu olmadığı için bebeğe geçmez. Ama anne kanından bebeğe geçebilen bazı maddeler nedeniyle bazı romatizmal hastalıklarda bebeğin ilk günlerinde olumsuzluklar olabilir; ama bu geçicidir. Örneğin lupuslu gebeden doğan bebek lupuslu doğmaz. Genetik yapıyı taşıyabilir; ama ilerleyen yıllarda lupus hastası olup olmayacağı söylenemez" diye konuştu. Dr. Öktem, romatizmanın tedavisiyle ilgili şunları söyledi: "Romatizma, şeker hastalığı ve hipertansiyon gibi kronik bir hastalık. Bu nedenle tedavi belli bir süre değil, ömür boyudur. Hastalığın şiddetine göre zaman zaman az, zaman zaman çok ilaç kullanmak gerekebilir. Tamamen hastalığı ortadan kaldırmak mümkün olmaz; ama kontrol altına alınabilir. Kontrol altındaki hastalık birden alevlenebilir, bu nedenle hiçbir yakınma olmasa dahi sürekli hekim takibi gereklidir. Tedavide romatizmanın temel etkili ilaçları ve yardımcı ilaçlar kullanılır. Temel etkili ilaçlar bağışıklık sistemi üzerine etkilidir. Düzenli hekim takibi, kan testleri takibi gerektirir. Kortizon çok sık kullandığımız, kimi zaman hayat kurtarıcı bir ilaçtır. Bu önemli ilaçların mutlaka doktor kontrolünde kullanılıp, doktor kontrolünde bırakılması gerekir " şeklinde konuştu. Bu hastalıkta egzersizin mutlaka gerekli olduğunun altını çizen Dr. Öktem, "Hareketleri sınırlanmış eklem ve omurganın esnekliğine kavuşması için, kas ağrılarında spazmın çözülmesi için çok egzersiz önemlidir" dedi. Romatizma tedavisinde kaplıca etkisine de değinen Dr. Öktem, genel olarak iltihaplı eklem romatizmalarına kaplıca ve sıcak uygulamaların iyi gelmediğini belirterek, aktif hastalık esnasında yakınmaları daha da artırabildimaiyrı bir uzmanlık alanıdır" şeklinde konuştu. Her eklem ğini söyledi. Dr. Selda Öktem, "Kaplıcanın kireçlenmede faydası vardır. Kaplıcaya gitmeye karar vermeden önce hekim onayı alınması önemlidir" dedi.
bilgileriniz için teşekkürler
[IMG]![]()
Yaz sıcaklarında uzmanlardan beslenme uyarısı
BURSA (İHA) - Uzmanlar, yazın sıcaklığını hissettirdiği bu günlerde tüm yaş grupları için formda bir vücuda kavuşmanın öncelikli bir konu haline geldiğini belirterek, "Beslenme alışkanlıklarımızın günümüzde form değiştirmiş olması, hacmi az enerjisi bol fast - food tarzı beslenmenin yaşam tarzımız haline gelmesi kilo problemlerini de beraberinde getiriyor" uyarısında bulundu.
Beslenme ve Diyet Uzmanı Gülşah Esensoy, ayak üstü hızlı beslenme (fast-food) modeli ile kısa sürede kilo alındığını hatırlatarak, "Bunun karşılığında insanlar o kadar kısa sürede de kilo vermeyi istiyor. Enerjisi oldukça düşük diyetlerin peşine düşüyoruz. İşte bu noktada sağlımızı da etkileyecek yanlışlar zincirinin halkalarını oluşturuyoruz. Hemen kilo vermek isteyen birey ya aç kalma yoluna gidiyor veya değişik basın yayın organlarında gördüğü enerjisi çok kısıtlı diyetleri uyguluyor. Sonuçta ise vücutta kas kayıpları meydana geliyor ve kas kayıpları vücutta kalıcı hasarlara yol açıyor. Bu noktada, kilo vermek isteyen bireylerin birincil olarak hatırlaması gereken şeyin kilo vermenin 'yağ kitlesi kaybı' anlamına geldiğidir. Bu da ancak yeterli, dengeli ve kişiye özel bir beslenme planı ile sağlanabilir. Kişilerin diyetleri hazırlanırken yaşı, o an bulunduğu boy, kilo, cinsiyet ve laboratuar bulguları belirleyici etkenlerdir. Bu sebeple arzu edilen kilolara kavuşmak için mutlaka bir uzmana danışılmalı, destek alınmalıdır" dedi.
Esensoy, diyet yapılırken dikkat edilmesi gereken konuları ise şöyle sıraladı:
"Çok yağlı yemekler tüketmemeye özen göstermeliyiz. Günde 1.5 lt. su tüketmeliyiz. Diyeti gelip geçici bir dönem değil, yaşam tarzı haline getirmeye çalışmalıyız. Süt ve süt ürünleri, et ürünleri, sebze ve meyveler gibi temel besin öğelerini öğünlerimizde dengeli biçimde almaya özen göstermeliyiz. Az-az ve sık-sık mümkünse 6 öğünde beslenmeliyiz. Çaylarınızı şekersiz olarak tüketmeliyiz. Bitki çayları ve meyve çaylarını da tüketmeye dikkat etmeliyiz. Canınız tatlı istediğinde evde hazırlayacağınız meyve ve yoğurt karışımlarını tercih etmeliyiz. Mutlaka günde en az yarım saat egzersiz yapmalıyız."
Stres giderici besinler
Uzmanlar stresten kurtulmak için beslenmeye özen göstermeyi öneriyor
Yoğun iş temposunun, sıkışık şehir trafiğinin, ailevi sorunların ya da ekonomik sıkıntıların neden olduğu stresten, besinlerin yardımıyla da kurtulabilirsiniz. Süt, peynir, sardalya balığı, yeşil sebzeler ve soğan gibi bazı besinlerde bulunan maddeler gevşetici etkileriyle sizi rahatlatır.
Kaygı, stres, zihinsel yorgunluk, modern çağın tipik rahatsızlıkları. Sakinleştirici ve uyku ilaçları çoğu zaman yararlı olsa da yan etkileri hayli fazla. Bu nedenle uzmanlar stresten kurtulmak için yaşam stilini değiştirmeyi ve beslenmeye özen göstermeyi öneriyor. Besinle sinir sistemi arasında sık bağ var. Kahve çay gibi bazı içeceklerin uyarıcı oldukları biliniyor. Daha az bilinen ise bazı besinlerin yüksek sakinleştirici gücü. Özellikle triptofan adlı maddeyi içerenler. Çünkü bu madde gevşetiyor, uyku veriyor.
Triptofan en çok yumurta sarısı, tavuk eti, karaciğer, sardalya balığı, süt ve peynirde bulunuyor. Ette de triptofan var ama bunun yanısıra uyarıcı maddeler de içeriyor. Fazla et yiyenlerin çoğunlukla asabi, hırçın oldukları biliniyor.
Kalsiyum açısından zegin besinler de gevşetici bir etkiye sahip. Bolca triptofan ve kalsiyum içeren süt antistres besinler listesinin ilk sıralarında yer alıyor.
Manyezyum (ıhlamur, kepekli hububutlar, ceviz ve yeşil sebzelerde bulunur) ve brom (marulda var) da sakinleştirici.
Fesleğen, anason, nane, adaçayı, soğan ve arpacık soğanı da gevşetici besinler arasında sıralanıyor.
Balı da unutmamak gerek. Özellikle kekik ve portakal balını. Zihir zorgunluğuna karşı tirosin ve kolin yararlı, bu maddeler sinirleri koruyor. Tirosin yer fıstığı, mercimek, bakla, kuru fındık ve tavşan etinde var. Kolin ise bira mayası, balık, yer fıstığı, buğday filizi, ıspanakta.
Dişteki hassasiyet keyfinizi kaçırmasın
Dişlerdeki sıcak soğuk hassasiyeti, sıcak yaz günlerinde beslenme düzenin bozuyor.
Diş Hekimi Altuğ Serçe, diş hassasiyeti ile ilgili tavsiyelerde bulundu:
"Dişleri kaplayan 'dentin' tabakasının çeşitli nedenlerle ortaya çıkması, diş hassasiyetinin başlıca nedenidir. Normalde dişeti tarafından kaplanmış olan diş kökü, dişetlerinin çekilmesi ile dış ortama açık hale gelir.
Uyarıcı özelliği olan herhangi bir neden (gıdalar, içecekler, hava, kürdan) dış ortama açılmış olan dentin tabakasına temas ettiğinde ani sinir uyarılmalarına neden olur. Bu da beslenmemizle ilgili pek çok soruna yol açar ve yaşam konforumuzu bozar.
Özellikle sıcak yaz günlerinde kahve ya da çay içilmesinin ardından dondurma yemek ya da soğuk bir içecekle serinlemek isteği, diş hassasiyetini artıran ve ortaya çıkaran sebeplerdendir. Bu nedenle soğuk ya da sıcak gıdalar veya içecekler birbiri ardına tüketilmemelidir. Ayrıca diş hassasiyeti bulunan kişiler tedavilerini yaptırmadan ekşili ve asitli gıdalardan da uzak durmalı."
Hassasiyete neden olan faktörler:
Dişlerin sert hareketlerle fırçalanması: Sert ve kaba diş fırçalama dişin dentin adlı tabakasının ortaya çıkmasına ve enamel adlı tabakasının aşınmasına neden olabilir. Ayrıca dişetlerinin çekilmesine ve koruyucu özelliğini kaybetmesine de neden olabilir.
Dişeti çekilmesi: Dişetlerinin çekilmesi dişetlerinin koruyucu özelliğinin kaybolmasına neden olur. Açığa çıkan diş kökü her tür uyarıya aşırı reaksiyon vererek hassasiyete neden olur.
Dişeti iltihapları: Dişeti iltihabında dişetleri şiş ve hassas hale gelir. Böylece diş kökünü destekleme ve koruma özelliği kaybolur.
Diş gıcırdatma: Diş gıcırdatma sırasında özellikle dişin enamel tabakası aşınabilir. Bu tabakanın aşınması hassas ve ağrılı dişlere neden olur.
Diş beyazlatma maddeleri: Özellikle sodalı ve peroksitli diş beyazlatıcılar ciddi diş hassasiyetine neden olur.
Yaş: Diş hassasiyeti en çok 25-30 yaşları arasında görülür.
Diş plakları: Dişlerin köküne yakın bölgelerde diş plakları oluştuğu takdirde hassaslaşmaya neden olabilir.
Ağız çalkalama solüsyonları: Özellikle asit içeren ağzı çalkalama sıvıları belirgin diş hassasiyetine neden olur.Böyle bir durumda asit içeren solüsyonlar yerine nötral yapıdaki floridli ağız çalkalama solüsyonları tercih edilmeli.
Asit içeren yiyecek ve içecekler: Asidik yapıdaki yiyecek ve içecekler dişlerin enamel adı verilen tabakasını eriterek ciddi hassasiyete neden olurlar. Bu nedenle limon, domates, taze narenciyeler ve bunların sıkma suları, salatalık ve çay düzenli olarak tüketildiğinde diş hassasiyetine neden olur.
Diş müdahaleleri: Diş temizleme, diş yapılandırma, protez çalışmaları, diş restorasyonu gibi işlemler geçici bir süreyle hassasiyete neden olur.
Diş hassasiyetini önlemenin püf noktaları:
Ağız hijyenini dikkat edin
Yumuşak diş fırçası kullanın
Hassas dişlere uygun diş macunu kullanın
Yediğiniz ve içtiğiniz gıdalara dikkat edin
Floridli ağız çalkalama suları kullanın
Diş gıcırdatmanız varsa tedavi olun
Diş hekimi ile randevulaşmayı ihmal etmeyin
Sağlık Bilgi Bankası Gebelik Ve Sıcak Havalar
Gebelik Ve Sıcak Havalar
Yaz mevsimi ile gittikçe artan hava sıcaklığı ve yüksek nem özellikle hamileliğinin ileri dönemlerinde bulunan anne adaylarında zaman zaman problemlere yol açabilmektedir. Bu sıkıntıları en aza indirgemek için bazı konulara dikkat etmek ve önlemler almak önem taşımaktadır. Yaz sıcaklarında gebelikte dikkat edilmesi gereken konular ve alınacak önlemler şunlardır:
Sıvı tüketimi:
Gebelikte özellikle sıcak havalarda ağızdan bol bol sıvı alınmalıdır. Hamilelik sırasında az sıvı alımı ve terlemeyle vücuttaki sıvı kaybı rahimde kasılmalara dolayısıyla erken doğum sancılarına neden olabilir.Bunun yanı sıra idrar yolu enfeksiyonları, kabızlık, hemoroid, bebeğin amnion suyunun azlığı,rahim içi gelişme azlığı gibi istenmeyen durumlarla karşılaşılma riskleri artar.Bu nedenle gebeler günde en az 8-10 bardak (2,5 litre) su tüketmelidirler.Sıvı alırken dikkat edilmesi gereken konu,sık idrara çıkarttığı için vücutta sıvı kaybına yol açan kahve,çay ve kola gibi kafein içeren içeceklerden uzak durulmalıdır. İçerdiği tuzlar nedeniyle vücutta şişliği artırabileceğinden gazlı soda türü içeceklerden kaçınılmalıdır. Su, taze meyve suları,nane limon aromalı içecekler,bitki çayları,ayran sıvı gereksinimini karşılamak için tercih edilmelidir.
Giysiler:
Güneş ışığını yansıtan açık renkli kıyafetlerin seçilmesi tavsiye edilir, koyu renkler ısının daha fazla hissedilmesine neden olur.Pamuk,keten gibi doğal kumaşlardan yapılmış geniş ve rahat kıyafetler terlemeyi önlediği gibi hareket serbestliği de sağlar.Vücuda yapışan strech tarzı kıyafetler giyilmemelidir. Genital bölgenin nemli kalması mantar enfeksiyonu için zemin
hazırlayacağından, pamuklu iç çamaşırları tercih edilmelidir.Ter emici,rahat,hafif kolay değiştirilebilir ve yıkanabilir giysiler kullanılmalıdır.Lastik,kemer gibi vücudu sıkan eşyalar kullanmaktan kaçınılmalıdır. Alçak topuklu, ayaklara nefes aldıracak, rahat, yumuşak ayakkabıların tercih edilmesi,ayak şişmesinden doğacak sıkmayı, rahatsızlığı ve düşme riskini azaltacaktır.
Aşırı sıcak ve güneşten korunma:
Gebelikte salınan bazı hormonlar güneş ışınlarına karşı cildin duyarlılığını artırarak özellikle yüz, karın bölgelerinde kahverengi lekelenmelere neden olabilir. Gerekli olmadıkça güneş ışınlarının dik olduğu 11.00-16.00 saatleri arasında dışarı çıkılmamalıdır.Gebelikte doğal olarak artan melatonin hormonuna bağlı cilt kolayca bronzlaşmaya ve lekelenmeye eğilimlidir.Cilde güneşe çıkmadan 20 dakika önce uygun güneş koruyucu krem uygulanması faydalıdır. Ultraviyole ışınlar ve aşırı sıcak anne karnındaki bebek için de zararlı etkilere sahip olduğundan deniz kıyısında olsa bile güneşlenmek, gebelik süresince önerilmez, Baş dönmesi veya halsizlik hissi oluşursa güneşli ortamdan uzaklaşılmalı ve açık havada her zaman gölgede bulunmaya özen gösterilmelidir.Sıcaktan rahatsız olunduğunda serinlemek amacıyla kullanmak üzere şişe suyunu yanlarında bulundurmalıdırlar. Serinlemek amacıyla sık sık duş alınmalıdır. Bu aynı zamanda terlemeyle birlikte vücutta oluşabilecek tahrişleri de engelleyecektir.Ancak gebeyken kaplıca,hamam,sauna gibi sıcak su kaynakları kullanılmamalıdır.
Beslenme:
Düşük kalorili, az yağlı yiyecekler tercih edilmelidir. Kızartma, yağlı ağır gıdalardan kaçınılmalı, meyve, sebze tüketimine ağırlık verilmelidir.Tuzun fazla miktarda tüketimini engellemek için mümkün olduğunca taze gıdalarla beslenmeli,konserve ya da hazır gıda tüketimi azaltılmalıdır.Kesinlikle sigara içilmemelidir.Sigara bebeğin düşük doğum ağırlıklı olmasına neden olabilir.
Seyahat:
Gebelikle ilgili herhangi bir problem yoksa seyahat edilebilir. Ancak uzun sürecek yolculuklarda dolaşım sistemi ile ilgili olumsuzluklar olabilir. Bacak ve ayak bileklerinde şişmeler olabilir. Bu durumu azaltabilmek amacıyla mutlaka 2 saat arayla molalar verilerek yürüyüş yapılmalı ve kan dolaşımı uyarılmalıdır.
Hamilelikte uçak yolculuğu genelde güvenlidir ve gebeliğin 36.haftasına kadar uçuş izni verilmektedir. Ancak uçuş öncesinde doktor tarafından muayene edilerek rapor alınmalıdır. Uzun sürecek uçuş sırasında da yine ikişer saat aralarla uçak içinde ayağa kalkıp gezerek dolaşım sorunları azaltılabilir.
Spor:
Gebelikte yaz döneminde yapılacak en iyi sporlar yürüyüş ve yüzmedir. Yüzme vücut kaslarını çalıştırması bakımından iyi bir aktivitedir. Enfeksiyon ihtimaline karşı havuz yerine denize girme tercih edilmelidir.Yüzme sonrasında ıslak mayo ile kalınmamalı ve güneşlenilmemelidir.Yapılacak yoğun egzersizler terleyerek vücuttan aşırı su kaybına yol açtığı için uygun değildir. Hava sıcaklığındaki ve nem oranındaki artış gebelerde el ve ayaklardaki şişliği artırır. Uzun süre ayakta kalınması şikayetlerin artmasına neden olur. Şişkinlik oluşmasını önlemek ve dolaşımı iyileştirmek için sık sık ayaklar hafif yüksekçe bir yere uzatılarak dinlendirilmelidir. Ayak banyoları,masaj uygulamaları da şişliklerin giderilmesine yardımcı olur.
Böbrek Taşı Olanlara Sıcak UyarısıHaber: Veysi PAMUKOĞLU
Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi Üroloji Klinik Şefi Doç. Dr. Ali Ünsal, yaz aylarında böbrek taşı olanlar ya da böbrek rahatsızlığı geçirenlerin daha dikkatli olması gerektiğini belirterek, ''Bu kişiler günde en az 2 litre sıvı almalı ki böbreklerine yeterince sıvı gitsin ve enfeksiyon gibi rahatsızlıklar oluşmasın'' dedi.
Ünsal, yaptığı açıklamada, sıcak havalarda böbrek ağrısıyla acil servislere ve üroloji kliniklerine başvurularda artış olduğunu söyledi.
Aşırı sıcaklarda terleme nedeniyle vücuttan su kaybının fazla olduğunu, idrar miktarının ise azaldığını ifade eden Ünsal,
''Bu durumda idrar daha konsantre olur ve asitik hale gelir. Bu da zamanla taş oluşumuna ve küçük taşların büyümesine yol açabilir'' dedi.
İdrar miktarının azalmasının enfeksiyonlara neden olduğunu anlatan Ünsal, az sıvı alımına bağlı olarak böbrek taşı bulunan kişilerdeki enfeksiyon riskinin de arttığını bildirdi.
Böbrek fonksiyonları sınırlı olan kişileri de uyaran Ünsal, diyabet ve hipertansiyon hastalarının yeterli sıvı almamaları ya da aşırı terlemeleri sonucu böbrek yetmezliği gelişebileceğini belirtti.
Özellikle böbrek taşı olanlar ya da böbrek rahatsızlığı geçirenlerin yaz dönemi boyunca daha dikkatli olması gerektiğini belirten Ünsal,
''Bu kişiler günde en az 2 litre sıvı almalı ki böbreklerine yeterince sıvı gitsin ve enfeksiyon gibi rahatsızlıklar oluşmasın'' diye konuştu
Bu hatanın sık sık yapıldığını vurgulayan uzmanlar, "Tanıda olabilecek bir gecikme tedavisi çok zor olan çok ciddi durumlar yaratabilir. Her türlü bağırsak tıkanıklığı, karın şişliği, kusma ve kaka yapamama gibi bulguların yanında çocuğun ayrıca karın ağrısı yakınması da olabilir. Bağırsak düğümlenmesi gibi durumlarda da bir an evvel ameliyatla durumun düzeltilmesi gerekir. Geç kalınırsa bağırsaklarda gangren, delinme ve peritonit gibi daha ciddi durumlar ortaya çıkmaktadır." dedi.
Op.Dr. Osman Serhat Güner, boğulmuş kasık fıtıklarında da karın ağrısı olabileceğini, kasık fıtığının ihmal edilmeden bir an evvel ameliyat edilmesi gerektiğini söyledi. Karın ağrısında çocuklara nasıl yaklaşılması konusunda bilgi veren Dr. Güner, "Kendini iyi hissettiği pozisyonda yatıp dinlenmesine izin verin. Yedirmeye çalışmayın. Eğer alabiliyorsa, az az sıvı almasını sağlayın. Doktorunuza danışmadan herhangi bir ilaç vermeyin. Doktora gitmeden karın ağrısıyla birlikte olan bulguları (ishal, kabızlık, ateş gibi), ağrının yerini, azaltan veya artıran faktörleri not ederseniz tanı konmasına yardımcı olacağınızı unutmayın." dedi.
"Fonksiyonel karın ağrısında çocuğun rol yapmadığını, gerçekten ağrı hissettiğini bilin ve onu suçlamayın" diyen Güner, şöyle devam etti: "Eğer karın ağrısı 12-24 saatte geçmiyorsa veya sık sık tekrarlıyorsa hemen doktora müracaat edilmelidir. Karın ağrısı, göbek çevresi dışında başka bir bölgedeyse (Özellikle karnın sağ alt tarafında olan karın ağrılarında apandisit olasılığını göz ardı etmemek gerekir). Çocuğun genel durumu kötü görünüyorsa (Anne baba kendi hislerine güvenip hareket etmeliler, kimse çocuğunuzu sizin kadar iyi tanıyamaz). Uzamış kusma varsa (12-24 saati geçen kusmalar) doktora gidilmelidir. Sarı- yeşil, safralı kusmalar varsa, kanlı kusma varsa, kanlı ishal varsa, idrar yapmada ağrı, sık idrara çıkma varsa çocuk doktoruna başvurmalısınız. Çocuklarda karın ağrısı önemsenmeli ve nedeni mutlaka açıklığa kavuşturulmalıdır."