Eyvallah,kapsamlı bir çalışma olmuş,gayet güzel ve faydalı bilgiler içermektedir.çok sağolun.
Yazdırılabilir Görünüm
Eyvallah,kapsamlı bir çalışma olmuş,gayet güzel ve faydalı bilgiler içermektedir.çok sağolun.
ablacım gerçekten çok güzel bi çalışma olmuş emeğinize sağlık
KONYA'da MEVLANA'nın türbesini görmelisiniz :)
gerçekden de çok hoş we güzel olmuş ellerine sağlık
fevzi allah nasip etti gördüm çok kendine has büyüsü olan harkulade bi mekan...
bu çok güzel paylaşımlar için teşekkürederim...
O müzenin kapısından içeri girerken, karşıma 'Da Vinci şifresi' gibi *****engiz bir hikáyenin çıkacağını bilmiyordum.
Bu, bir sanduka ve onun altındaki mezarın hikáyesi.
Ama öyle basit bir hikáye değil.
Hikáye 13'üncü yüzyılda başlıyor ve 1930'da *****engiz bir aile trajedisine kadar uzanıyor.
Hikáye beni çok etkiledi.
Sizi de etkileyeceğini tahmin ediyorum.
SAF TUTMUŞ SAND*****R ARASINDA
Geçen salı günüydü.
Hayatımda ilk defa Konya'ya gitmiştim.
Konya'da Mevlana Müzesi'nin kapısından ilk adımımı attığımda, belki de sadece benim hissettiğim mistik bir rüzgár esti ve beni içine alıp ???ürdü.
Hayatımda hiçbir mekán daha ilk anda beni bu kadar etkilememişti.
İçerden çok hafif bir ney müziği geliyordu.
Sağ tarafta, sanki saf tutmuş sand*****rı görüyordum.
Yanımda Mevlana Müzesi Müdür Yardımcısı Dr. Naci Bakırcı vardı.
Mevlana'nın sandukasının önüne gelinceye kadar, mistik bir turistten farklı değildim.
Ancak o sandukanın önünde Dr. Bakırcı'nın anlattığı o müthiş hikáye başladı.
Daha doğrusu, o sandukanın altındaki 'mezar odasının sırrı'...
500 METREYİ SEKİZ SAATTE ALAN CENAZE
Nefesimi kestim ve onu dinledim.
İşte ondan dinlediklerim.
Anlatıldığına göre her şey 1273'te Konya'da kaldırılan bir cenazeden sonra başladı.
Mevlana Celaleddin-i Rumi, 17 Aralık 1273 günü vefat ediyor.
Cenazesine yüzbinlerce insan katılmış. Naaşı, İplikçi Camii'nden, 500 metre ilerdeki bu türbeye 8 saatte getirilebilmiş.
Müslümanlar Mevlana'nın naaşını defnedebilmek için gayrimüslimlerin cenaze cemaatinden çıkmasını istemiş. Ancak onlar, 'Bize İsa'yı da Musa'yı da Mevlana öğretti' diyerek bunu reddetmişler.
Mevlana'nın kabrinin altına bir 'mezar odası' bulunuyor.
MEZAR ODASINA 700 YILDA 1 KİŞİ İNDİ
Eski Türklerde mezarların altına Farsça 'zir-i zemin' yani 'zeminin altı' denilen bir mezar odası yapılırmış.
Mevlana'nın naaşı da böyle 4 metrelik bir mezar odasına konmuş.
Ancak o tarihten bu yana mezar odasına kimse inmemiş.
Sadece bir kişi hariç.
Rivayete göre Sultan Dördüncü Murad, Mevlana'nın türbesini ziyarete geldiğinde, mezar odasının içinde ne olduğunu çok merak etmiş ve bu odaya girmek istemiş.
Ancak dönemin Mevlevi büyükleri, buna kesinlikle karşı çıkmış ve girmesini engellemişler.
Bunun üzerine Sultan, elindeki tespihi, ağzı açık odanın içine atmış.
Veya düşürmüş.
Bu tespihi almak üzere 7 yaşında bir kız çocuğu mezar odasına indirilmiş.
Bilinen tek şey, odanın iki tarafından aşağı doğru merdivenlerin indiğiymiş.
Kız çocuğu mezara inip çıktıktan sonra dili tutulmuş.
Dr. Naci Bakırcı, 'Çocuğun dilinin neden tutulduğu hálá bilinmiyor' diyor.
KÜÇÜK KIZ MEZAR ODASINDA NE GÖRMÜŞTÜ
İşte bu olaydan sonra 'mezar odasının sırrı' iyice merak edilmeye başlanmış.
Acaba kız çocuğu orada ne görmüştü de dili tutulmuştu?
Bir iddiaya göre, oda çok karanlık olduğu için çocuk çok korkmuş ve geçirdiği travmadan dolayı dili tutulmuştu.
Ancak bir başka iddia daha var ki, o 'mezar odasının sırrını' daha da koyulaştırıyordu.
Selçuklu Türkleri o tarihte mumyalama tekniğini biliyorlarmış. Fatih Sultan Mehmed dahil 7 padişahın naaşı mumyalanmış.
Mevlana'nın naaşı da mumyalandığı için muhtemelen öyle duruyordu.
Kız çocuğu orada yatan Mevlana'yı görünce bu hale gelmiş olabilirdi.
Bu olay dönemin önde gelen Mevlevilerini harekete geçiriyor ve 1640 yılında mezar odasının ağzı tuğlayla örülüp üzeri kurşunla kaplanıyor.
O tarihten sonra mezar odasının ağzındaki kurşun hiçbir zaman kaldırılmadı.
Mezar odası, sırlarıyla birlikte belki de ebediyete kadar sessizliğe gömüldü.
1930'LU YILLARDA MÜZE MÜDÜRÜNÜN ODASINDA
Ancak odanın hikáyesi burada bitmiyor.
Aradan 300 yıl geçtikten sonra, Mısır'daki piramit sırlarına benzeyen bir dizi olay daha yaşanacaktı.
Bu olayın iki tanığı vardı.
Biri olayı yaşayan Yusuf Akyurt isimli biri.
Öteki de onun yaşadığını Murat Bardakçı'ya anlatan Abdülbaki Gölpınarlı Hoca.
1930'lu yılların güzel bir gününde, Mevlana Müzesi'nin Müdürü Yusuf Akyurt odasında tek başına otururken, aklına sandukanın altındaki mezar odası gelir.
İçinden 'Acaba şu odaya bir girsem de içinde ne olduğunu görsem' diye geçirir.
Ancak tepki çekeceğini düşündüğü için kararsızdır.
O AN KAPI ÇALINDI YAŞLI ADAM GİRDİ
Tam o esnada kapı çalınır ve içeri, müzenin yaşlı odacısı girer.
Bu yaşlı adam aslında, Mevlevi dedesidir. Cumhuriyetin ilanından sonra tekke ve zaviyeler kapandığı için müzeye çevrilen türbede odacı olarak çalışmayı kabul etmiştir.
Yaşlı Mevlevi dedesi saygılı bir şekilde içeri girer ve Yusuf Akyurt'un tüylerini diken diken eden şu cümleyi söyler:
'Sakın oraya inmeyi düşünmeyin...'
Ancak bu şaşkınlık, müdürü kararından vazgeçirmez. Mezara inmek üzere kurşunla kaplı kapağın önüne gelir.
Halıyı kaldırır. Tam kapağı açmak üzereyken, bir adam haykırarak içeri girer:
'Müdür bey, yetiş evin yanıyor...'
Yusuf Akyurt gelinceye kadar evi kül olmuştur.
İşte tam o sırada eline bir telgraf tutuşturulur.
Müze müdürü başka bir yere tayin edilmiştir.
KONYA-ANKARA YOLUNDAKİ KAZA
Konya-Ankara yolu o gün çok ıssızdı
Gün batmış, alacakaranlık etrafa hákim olmaya başlamıştı.
Uzaktan gelen kamyonun farları, henüz tam karanlık hale gelmemiş ufukta cılız iki nokta gibi duruyordu.
Şoförün yanında kapıya dayanmış şekilde oturan çocuk kimbilir hangi hayallere dalmıştı.
Kamyon bir kavise girdiği sırada kapı aniden açılır ve çocuk alacakaranlığın içinde kaybolur.
Kamyon durup, içindeki iki adam kapıdan uçan çocuğa ulaştıklarında iş işten geçmiştir.
Çocuk öteki dünyaya göçmüştür.
Çocuğun başında duran ikinci adam, başı ellerinin arasında hüngür hüngür ağlamaktadır.
O adam, Konya'dan tayini çıkan Müze Müdürü Yusuf Akyurt'tur.
Kimine göre, mezar odasının sırrı, onu hálá takip etmektedir.
MEZARIN BAŞINDA SÖYLENEN SON SÖZLER
Yusuf Akyurt oğlunun cenazesini alıp Konya'ya döner. Cenaze töreninden sonra doğruca Mevlana Müzesi'ne gider ve sandukanın başında ellerini açıp haykırmaya başlar:
'Yetmedi mi? Affet artık...
Bütün bunlar neydi? Efsane mi? Gerçek mi?
Küçük kızın dili niye tutulmuştu? Yaşlı odacı, müdürün kafasından geçen düşünceyi nasıl anlamıştı?
Bunların cevabı yok.
Ben bunları anlatan insanlardan dinledim.
Bildiğimiz tek şey var. Mezar odası 731 yıldan bu yana sırrını muhafaza ediyor.
Umarım bundan sonra da muhafaza etmeye devam eder.
Çünkü bilinmezliğin yarattığı bazı mistik duygulara ebediyen ihtiyacımız olacak.
Çünkü hepimizin içinde, sadece kendimize ait sırların saklandığı küçücük odalar var.
Üzerleri kurşunla kaplı küçücük odalar...
çok enteresan bir hadise gerçekten...
hayatımda Gerçekten Ilgi Duyduğum önem Verdiğim Nuru Apaçık Herkese Yayılan çok önemli Bi Zaad Onu Anlata Bilmek Onu Anlaya Bilmek Için çabalıyorum Allah Hepimizin Yolunu Açık Etsin...
Sanada Ayrıca Teşşekür Ederim [ı]mustafa Bilici Kardeş [/ı]ilginden Dolayı Yorumsuz Bırakmıyorsun Allah Razı Olsun ....
Saygılar...
Mevlâna Evi Restorasyonu
Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Balkh, aynı zamanda Zerdüşt'ün de doğum yeri. Kurulduğu yer itibarıyla stratejik öneme sahip. Hem doğal yollar üzerinde hem de Amu Derya'ya katılan sulara yakın. Balkh, aynı zamanda Mevlâna'nın doğum yeri.
Mezarı Şerif'in 20 km kuzeybatısındaki Balkh, arkeologlar için bir hazine ama bu hazine kutusu henüz açılmamış. Eski şehri çevreleyen surlardan geriye kalanlar 3,5 km uzunluğunda ve 3 km enindeki taş duvarlar.
![]()
Anadolu'nun büyük filozofu Mevlâna Celaleddin Rûmi, 30 Eylül 1207 yılında Balkh'da doğmuş ve 17 Aralık 1273'te Konya'da ölmüş. Babası Bahaeddin Valahti Veled, alimlerin sultanı olarak adlandırılmış. Onun bilgisinin derinliği ve ahlakının gücü sorgulanamayacak kadar güçlüymüş. Mevlâna 5 yaşına geldiğinde, doğudan gelen Moğollar, Balkh'ı tehdit etmeye başlamış. Bahaeddin Veled de Balkh'ı terk etmek için zorlanmış, tıpkı diğer aydınlar gibi. Nişabur'a giden Mevlâna ve ailesini, babasının ününü duyan herkes ziyaret etmeye başlamış. Bunlardan biri de Feridüddin Atar'mış. O zamanlar bir çocuk olan Mevlâna için, yanında Esraname adlı bir kitap getirmiş. Sonradan anlatılan hikayelere göre, Mevlâna Esraname'yi hiç yanından ayırmayacaktır.
![]()
Üç gün Bağdat'ta kalan Bahaeddin Veled, Nişabur'dan Kûfe'ye gider, oradan Kâbe'yi ziyaret eder ve hacı olur. Şam'ı da ziyaret eder ve Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde üzerinden Karaman'a gelir. Burada 7 yıl kalacaklar ve 18 yalına ulaşan Mevlâna, Semerkant'lı Lala Şerafettin'in kızı Geher Hatun'la burada evlenecektir.
Mevlâna'nın iki oğlu olur. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykûbat, Bahaeddin'in ününü duyar ve onu Konya'ya davet eder. Herkes ona büyük saygı gösterir. 1231'de Bahaeddin Veled öldüğünde, Mevlâna 24 yaşındadır. Ve babasının yolundan gitmeye karar verir. Birgün babasının öğrencilerinden Seyit Burhaneddin Muhakkik'le karşılaşacak ve bu olay hayatının seyrini değiştirecektir. Ondaki cevheri gören Muhakkik ona şöyle demiştir: "Senin bilgide benzerin yok, sen seçilmişsin... Babanın gücü vardı. Sen de sözcükleri bırak, yalnız kalsınlar ve babanın gücünü ait olduğu yere bak. Bunun için çalış ve başar, dünyayı güneş gibi aydınlat."
![]()
Mevlâna kendi hayatı için üç kelimeden fazla laf etmemiştir: "Hamdım, piştim, yandım..."
Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman, sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.
![]()
Mevlâna'yı dünyaya tanıtmak için çalışmlara yapılıyor. Bunlar hem Türkiye kaynaklı hem de Afganistan hükümetinin bizzat yürüttüğü çalışmalar. Örneğin Türk İşbirliği ve Kalkındırma İdaresi, Mevlâna'nın doğduğu medreseyi restore etmeyi planlıyor.
Kâbil'in içinde Mevlevîler'in gittiği bir dergâhın bulunduğu bir sokak... Ortaçağ görüntüsündeki bu sokakta, müzik seslerine doğru ilerlemek yeterli. Perşembeyi cumaya bağlayan her gece, Mevlevî dergâhlarında törenler yapılıyor.
![]()
Pehlivan tekkesi adı verilen bu dergâhın içinde iki tane de türbe var. İslamiyetin ilk yıllarında bölgeye gelmiş iki Arap din adamının türbeleri. Mevlevîler için biri aşkı, diğeri bilimi temsil ediyor.
Mevlevîliğin derin bir felsefesi var. Bunu anlamak için sadece dergâhları gezmek yeterli değil. Bu konuda bilgisi olanlara da danışmak gerek.
Dergâhta zikr töreni sırasında imam, Mesnevi'den bölümleri okur. Etrafındaki kalabalık kendini şiire kaptırır ve zikr başlar.
Otantik bir ev olan bir diğer dergâh, tıka basa dolu. Gecenin kutsallığını paylaşmak için herkes dergâha akın etmiş. Evin avlusunda yemek ve çay servisi yapılıyor. Birinci katta ise büyük bir hareket var. Burası büyük bir salon.
![]()
Salonun dibinde müzisyenler için bir bölüm ayrılmış. Yöreye özgün aletler kullanılıyor. Sitar, sentur, garbon. Aşıklar Mesnevi'den şiirler söylüyor. Burası farklı bir dünya. Dış dünyadan tamamen ayrı. Burada yaşamak zikretmek demek sanki. Zikr havasına bürünenler, kendilerinde değiller. Yüzlerce yıl geriye ışınlanmış gibiyiz. Tek fark, teknolojinin devreye girmiş olması. Cep telefonları dergâhta olmayanlara da zikri yaşatıyor... Batı icadı bu aletler sayesinde, dergâhın ortamı aynı anda, bir başkasına mesaj atılabiliyor.
ABD harekatından sonra yeniden inşa edilmeye başlanan Afganistan'da Türk firmalarına çok iş düşüyor. Bunu etrafta süren inşaat faaliyetlerinden anlamak mümkün. Ya da çarşıda satılan ürünlerden. Afganistan'da klasik Afgan ekmeği naan dışında sıra, Türk ekmekleri de satılır olmuş.
Mehmet Ali Gül, Afganistan'da kurduğu ekmek fabrikası sayesinde, iyi bir kazanç elde etmiş. Fabrikada üretilen ekmekler hem lokantalara satılıyor, hem de şehirdeki seyyar satıcılara.
Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi bir yılı aşkın bir süredir Afganistan'da çalışıyor. Kuzeyde Mezarı Şerif'te sekiz okul inşaatı, Samengan'da kız meslek okulu, üç hastane, iki ana çocuk sağlığı kliniği inşa edilmiş durumda. Afganistan'ın demokrasiye geçiş sürecinde, Türkiye'den büyük destek gördüğü ortada. Bu destekler sayesinde tarihi geçmişimizin bu derece kesiştiği, ortak paydalara sahip olduğumuz Afganistan; gelecekte Yakın Doğu'daki yerini alacak. Bugünler geride kaldığında, Afganistan, sahip olduğu sağlam temellerin üzerinde yeniden ayağa kalkacak.
Mesneviden ders aldım döndüm mevlana gibi...
Issız ummana daldım yüzdüm mevlana gibi...
Sağ elimi kaldırdım,sol elimi daldırdım,eli kalbe indirdim...
Döndüm mevlana gibi...
güzel bi calışma emegi gecenlerden allah razı olsun ve ben derimki her hafta büyük alimlerin hayatlarını konu olarak elle alsak daha iii olur
teşekkürler büyük alimler hakındaki düşüncenide gerçekleştirmeye çalışacağım allah ın c.c izni ile inşallah..