yukarıda kifotoyu görünce imam hatipliler gününde hacı fevzi erdoganın sorusu aklıma geldi?
Nizip imam hatip demek ne demek?
Yazdırılabilir Görünüm
yukarıda kifotoyu görünce imam hatipliler gününde hacı fevzi erdoganın sorusu aklıma geldi?
Nizip imam hatip demek ne demek?
Allah razı olsun demhat abim....
Demhat kardeşimbeni tanıyıp tanımadıgını bilmiyorumda ben seni çok iyi tanıyorum...Bence Nizip İmam Hatipdemek benim için
BAŞIM ÖNÜMDEGURURLU BİR ŞEKİLDE BİR ADIM ÖNDE YÜRÜMEK
demek...
2000 mezunlarını burda görmek ve diger abilerimizin görüşlerini almak bizi çok memnun etti umarım tüm 2000 mezunları burda buluşacaktır.Ben bir 2000 mezunu olarak çok ihmal edildigimizi düşünüyorum elh. hiçbir zaman yanlız kalmadık ama bizi kollayan abilerimizin olmasını her zaman isteriz..
İMAM HATİPLİ OLMAK AYRİCALİKMI???BEN ANLAMIYORUM İLK BAŞTA HERKES KENDİNİ EGİTİME ADAPTE ETMELİ BEN İMAMHATİPLİYİM DİYE KENDİNİ AYRICALIKLI GÖRÜRSEN ÜNİVERSİTE DE AYRİCALİKLI OKUTURLAR.TÜRBAN SORUNU FALAN MESELA.
Ben sana niye ayrıcalıklı oldugumu söylim sakkalı kardeşim ben imamahatip önündeki engelleri aşarak şu anda çok güzel bir üniversitede eşit agırlık puanıyla an yüksek bölüm olan ingilizce işletme okuyorum bu benim için bi ayrıcalıktır.Türban sorununa gelince o sadece benim meselem degil türkiyen ve senin meselen bunu çözmekte benim işim degil siyasetçilerin işi..
Benim bu forumu açmaktaki amacım bütün imamhatiplileri bi araya getirmek degil görüşemedigim sınıf arkadaşlarımı bulmak...Tavsiyen için teşekkür ederim sakallı kardeşim
Muhrarrem Hoca sardın başıma bu tasavvufu çık çıkabilirsen.
Konu o kadar geniş ki....
Oysa kısa ve öz olmalı ki okunsun.
Başladık ve devam edeceğiz...
Bu sorulara başlamadan sizetasavvuf tarihini
terimlerini ve büyüklerini istedim.
bence bu yazılanları okuyun ve eğer benim yanlış veya eksik yazdığım bir şey varsa nolur söyleyin. Eksik bıraktığımızı tamamlayın....
Ben istiyorum ki hepimiz bu çalışma bittiğnde tasavvuf nedir? kavramından Tasavvufu biliyoruma ulaşalım.
.
"color: #800040" MUTASAVVIF (DERVİŞ) "color: navy" : Gafletten uzak olarak yâni her an Hakk'ı zikreden, kalbini mânevî kirlerden temizleyen ve Allah’dan başka her şeyi gönlünden çıkaran, rûhunu Hakk'ın zikri ile süsleyen tasavvuf ehli, velî, mürşid, ahlâk-ı hasene sâhibine mutasavvıf denilir. Buradan şunu anlamak zorundayız. Her Müslüman bir derviştir. Takva ehli olmak için bu terimi anlamak zorundayız. .
"color: #800040" MÜRŞİD (ŞEYH): "color: navy" Tasavvuf yolunda kendisinden önceki yetkili kişinin manevi izni ile insanları irşâd eden, doğru yolu gösterip yetiştiren ve kemâle getiren yâni olgunlaştıran tasavvuf terbiyesine ehil kişiye mürşîd denilir. Mürşidin olgunluğuna işaret eden bir terim ise "mürşîd-i kâmil"dir. .<h4 style="margin: auto 0cm" Buradan şunu anlamak zorundayız. Her tekke aynı zamanda resmi bir kurum olmuştur. Bu kurumlar hiyerarşi oluşturmak zorunda kalmıştır. Unutmayalım ki her organizasyon bir yöneticiye muhtaçtır. Bu kurumlar okula (medreseye) gidemeyen kişilere İslamı anlatmakla vazifeli ve belli bir kurallar dahilinde dini bilgi veren yerler olmuştur. Şeyhler bu okulun müdürü dervişler ise öğrencileri olmuştur. Şurası da çok önemlidir ki Okuma yazma bilgisi olmayan insanlara anacak İslam sohbetler ile verilebilir. Tekkelerde verilen dersler de bu ihtiyaç şeklinde oluşmuştur. Resmi bir atama şekli ise Silsileyi gerektirmiştir.
Tasavvufa karşı çıkanlar Şeyhlik makamına karşı çıkmışlardır.
Ancak bunların bizzat tasavvufa hayır dediklerini düşünürsek ... Şeyhlik makamını da anlamaktan uzak olduklarını bileceğiz.
Şeyhlik manevi bir makamdır.Şeyhlerin hiçbiri maddi bir menfaat elde etmemiştir. Resmi bir makamı olmamıştır. Daha sonra ailesine bir maddi miras bırakmamışlarıdr.
</h4 <h4 style="margin: auto 0cm" "color: #800040" SİLSİLE : "color: navy" Tasavvufi yolların hepsinde günümüzdeki mürşidden Rasulullaha kadar ulaşan bir manevi zincir söz konusudur.Bu zincirin tarihen sağlıklı oluşu tasavvufi feyz ve bereketin intikalinde çok önemlidir.Bir tasavvuf yolunun sağlamlığının en büyük delili sahih bir silsileye sahip oluşudur. "color: navy" Tasavvufta "Allah’a giden yollar mahlûkatın nefesleri sayısıncadır." anlayışı sebebiyle tarikat sayısında bir sınırlama yoktur. İtikadi bakımdan kitap ve sünnete bağlı, ehl-i sünnet ve’l-cemaat anlayışını benimseyen, ibâdet ve muâmelâtta İslâm’ın temel esaslarını uygulayan ve manevi bir silsileye sahip mürşidler tarafından temsil edilen tarikatlar hak tarikatlardır.Silsilenin tasavvufi önemine uygun olarak bütün tarikatlar icazetname ve silsilename ile kendi yollarındaki ruhani akışı kayıtlara bağlayarak belgelemişlerdir. </h4
evet ya BİZ HEMEN ŞAKA YAPARIZ O DA SİZİ BENİMSEDİGİMİZİN GÖSTERGESİDİR:))AMA GİTMEK YOK ANLASTIKMI KALICAZ BURADA
Allah razı olsun sakkalı kardeşim inşallah elimizden geldigi kadar burdayız.
kumsal x kardeşim senden çok önce mezun olan bir aibn olarak ne sıkıntın varsa özelime at ben sana yardımcı olayım.allah yar ve yardımcın olsun
<div align="justify" Soru 21
<h4 style="margin: auto 0cm" "color: navy" İlk Tekke </h4 <h4 style="margin: auto 0cm" "font-size: 10pt; color: black; font-family: Verdana" Mutasavvıflarca ilk tekke, sufi adı ile anılan Ebu Haşim El-Kufi (ölüm 767) tarafından Şam yakınlarında Remle’de kuruldu. </h4 <h4 style="margin: auto 0cm" "font-size: 10pt; color: black; font-family: Verdana" Ebu Haşim de Kimdir? </h4 "font-family: Century" Ebu Haşim el-Kufi’den, o ondan (İbn Abbas’tan) yoluyla zikretmiştir. <h4 style="margin: auto 0cm" "font-family: Century" Derim ki: Eğer Ebu Haşim el-Kufi diye adı geçen zat Sad olarak da adlandırılan Ebu Haşim es-Sincari’nin kendisi ise bu sahih bir isnaddır. Bu da Abdu’l-Kerim gibi Cezeri’dir. Onun kendisinden rivayet yaptığı da zikredilmiştir fakat ben onun Kufeli olduğunu zikredeni görmedim. </h4 <h4 style="margin: auto 0cm" "font-family: Century" İbni Abbas’tan ders almış. Yukarıda ki hadis silsilesinden bunu anladım. </h4 "font-size: 12pt; font-family: 'Times New Roman'" Doğum tarihi ve gençliği hakkında malumat yoktur.
Kûfe'de dünyaya geldi, sonraları Şam'a yerleşti. Son ismiyle yadedilen ilk insandır. Süfyân Sevrî'nin muasırıdır. Hicrî ikinci asrın ortalarında yaşamıştır.
Nefehat, Süfyân Sevrî'nin Ebû Haşim hakkında sitayişkâr sözler sarfettiğini, onun sayesinde riyanın inceliklerine vakıf olduğunu, onu görmeden önce sofînin hususiyetlerini bilmediğini nakleder. 1
Gerçi Ebû Haşim Sofî'den önce insanlar arasında züht, vera' tevekkül ve muhabbet tarikinde isim yapmış kimseler mevcuttu; fakat hiçbirisi sofî ismiyle yadedilmemiştir.
Ebû Haşim Sofî, Suriye'de Reml şehrinde ilk zaviyeyi kurmuştur. Nefehat'ın ifadesine göre zamanın emîri, bu taifeden iki kişinin birbirleriyle buluşup kaynaştıklarını, bir yere oturup, yanlarında mevcut yiyeceği birlikte yiyerek, kardeşçe ayrıldıklarını görüp hoşlanmış, birini çağırarak bu dostluklarının sebebini sormuş; o zat da bunun kendilerine has bir tarik olduğunu anlatmıştır. Bu sözlerden de ayrıca mütehassis olan emîr bunları bir araya getirecek bir mahallin olmadığını öğrenince, Reml şehrinde Ebû Haşim zaviyesini inşa ettirmiştir. 2
Ebû Haşim, kalbden kibir ve gururu atmanın, dağları delmekten daha zor olacağını söyler.
Ebû Haşim zamanın kadısı Yahya Halid'i gördüğünde ağlar ve:
"Ya Rabbi! Fayda vermeyen ilimden sana sığınırım" derdi. 3 Bu bize, o devirde dahi ilmi ile amil olmayan fukahanın mevcudiyetini ve tasavvufun zuhûru sebeblerden birinin de bu olduğunu göstermektedir.
Mansûr Ammar Dımeşkî, Ebû Haşim'in ölüm döşeğinde iken, belanın ve büyüklüğünün muhabbet nuruyla küçülüp kaybolacağını söylediğini rivayet eder. 4
</div
Osmanım Ramazan Ramazan bu konular fazla ağır geliyor kardeş.
Ramazan dolayısıyla dinlenmedeyim....
Ben 16 yıl önce bir şirkette çalışıyorum
Bana bir muhasebemüdür aldılar.
Müdür 70 yaşında
Şirkette ısıtma teşkilatı pek iyi değil.
Bir Ocağımız var elektirikli onunla ısınıyoruz. Yani Isınmıyoruz.
Soğuk bizim gibi ofiste çalışanları daha çok etkiler.
Neyse ben pek umursamıyorum ancak adam yaşlı hep üşüyor.
Bir kaç gün masasında oturdu. Üşüdü tabi.
Sonra ocağın yanına bir sandelye attı.
Sabah gelir
-Osman oğlum sen çalış ben biraz burda ısınamıyorum
Sonra saat 11 geçince
- Oğlum ben yemeğe gidiyorum
Öğleden sonra ısınma mesaisine devam
Her gün böyle
Sabah sobanın yanında
akşam eve ...
Böyle devam ediyor.
Ben pek bir şey demiyorum.
Ancak biliyorsun ispinyoncular çok olur.
Patronlara durum gidiyor.
Beni çağırdılar.
Ben adamın gitmesini istemiyorum.
Çünkü eğer giderse bir daha müdür müdür almazlar sorumlulukta bana kalıcak istemiyorum.
Tüm şirketin muhasebe kayıtları bende zaten zor
bir de müdürlük
Ancak patron bana kızıyor.
Sen bizim için bu adama lüzümsuz yere niye para ödetiyorsun diye.
Abi diyorum ben ondan işler için zaten bilgi alıyorum.
Aslında bilgi milgi aldığım yok
Masa da otursa ne nolur
sobanın yanında otursa ne olur.
Velhasıl adam bir 1 yıl öyle oturdu.
Niye anlattım bu konuyu
Bilmiyorum ki aklıma geldi işte....
Ne demek istiyorsun.
Ramazzanda bu konular ağır geliyor dedimde beni o muhasebe müdürünemi benzettin yoksa doğru söyle...
Selamlar Saygılar
alıntı:
"quote" Ahmet karadag demişki:
Ne demek istiyorsun.
Ramazanda bu konular ağır geliyor dedimde beni o muhasebe müdürünemi benzettin yoksa doğru söyle...
Selamlar Saygılar
Yooook
"font-size: 10pt; line-height: 150%" HÜNKÂR HACI BEKTAŞ VELÎ "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%" (Hayatı ve Eserleri)
"font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
Ethem Ruhi Fığlalı’dan özetlenmiştir. "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
"color: #ff6600" O bir Yesevi Türk’ü ;
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Ahmet Yesevî ocağından, Horasan erenlerinden bir büyük isim olan Hacı Bektaş Velî;
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Onun hayatı hakkında bilgi veren ve vefatından iki asır sonra müritleri tarafından kaleme alınmış Vilâyet-Name’ler ve Eflâkî (1360)'nin Menâkıbu'l-'Arifin'i ile Aşık Paşazâde (1481)'nin Tevârih'i Al-i Osmân (Aşıkpaşaoğlu Tarihi)'ı Hacı Bektaş Velî hakkında sadece birkaç satırlık bilgi verir. "font-size: 10pt; line-height: 150%" Vilâyet-Nâme'ye<sup 1</sup göre Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Horasan hükümdarı İbrahim es-Sânî Seyyid Muhammed ile Şeyh Ahmed adlı Nişâburlu bir âlim zâtın kızı olan Hatem (Hatme)'nin oğludur.
Asıl adı da Bektaş'tır (4). A. Rıfkı ise, "... isimleri (Muhammed), mahlâsları (Bektaş) dır" der.<sup 2</sup "font-size: 10pt; line-height: 150%" Vilâyet-Nâme onun baba tarafından Hz. Ali'ye mensup olduğunu bildirir ve şu şecereyi verir (1): "font-size: 10pt; line-height: 150%" "Hacı Bektaş Velî, Seyyid Muhammd İbrahim es-Sânî-Seyyid Musa es-Sânî-İbrahim Mükerrem el-Mucâb-İmam Mûsa el-Kâzım-İmâm Cafer es-Sâdık Mulıammed el-Bâkır-İmam Zeynel-Âbidin Ali-İmam Hüseyin İmam Emîrül-Mu'minin Ali." "font-size: 10pt; line-height: 150%"
Horasan bölgesinin 31/651 yılında fethedilmesi üzerine birkaç yüzbin Arap'ın bölgeye yerleşmesi ve arkasından şiddetli Emevî baskısı sebebiyle Hz. Ali soyundan kimselerin Horasan'a sığınmaları ve orada evlenip barklanmaları, üstelik Hacı Bektaş'ın Makalât'ını Arapça yazmış olması gibi hususların onun Hz. Ali soyundan olduğuna bir delil olabileceğini ileri sürmek,<sup 7</sup yukarıda belirtilen tarihler açısından pek geçerli olmasa gerekir.
Kaldı ki, Makalât'ın Arapça yazılması, Hacı Bektaş'ın Araplığına değil, devrinde Arapça yazmak geleneğinin devamına delil olabilir.
Diğer taraftan esas dikkate lâyık ve çarpıcı olan nokta, o devirde hiç yaygın olmadığı halde, Hacı Bektaş'ın Türkçe yazması, kendisine atfedilen "color: #ff6600" Risâle-i "color: #ff6600" Besmele'yi devrin sâde ve temiz Türkçesiyle kaleme almış olmasıdır.<sup 8</sup "font-size: 10pt; line-height: 150%"
"font-size: 10pt; line-height: 150%" John Kingsley Birge'ün İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulduğu Yunus Emre Divanı'nın iç kapağındaki dört cümlelik bir kaydın ebced hesabıyla yapılan değerlendirmesine göre Hacı Bektaş, 645 veya 646/1248'de doğmuş; 680/1281'de Horasan'dan Anadolu'ya geçmiş; 92 sene yaşamış ve nihayet 738/1337 tarihinde vefat etmiştir.<sup 9</sup "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; color: #ff6600; line-height: 150%"
"color: #ff6600" Diğer Türkmen’ler gibi her sıkıntıda isyan istemiyordu.
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Hacı Bektaş'ın Mevlâna'nın çağdaşı olduğu hem Menâkıbu'l- Arifin'de hem de Vilâyet-Nâme'de belirtilir.<sup 11 </sup Ayrıca Ahmed Eflâkî, onun 1240'taki Babaîler isyanının önderlerinden Baba İshak'ın halifelerinden olduğunu da söyler.<sup 12</sup
Hacı Bektaş'ın vefatına delil olmak üzere "kuddise sırruhu" ve "merhum" kayıtlı 695/1295, 697/1297 tarihli vakfiyeler ile 706/1306 tarihli Ahî Evren Vakfiyesi'nde Hacı Bektaş Velî'nin sağlığında yaşadığı "Karacahöyük" veya "Suluca Karahöyük" adını taşıyan kasabanın artık "Hacı Bektaş Kazası" şeklinde kaydedilmiş olması ve özellikle Ankara Kütüphanesi'nde Hacıbektaş'tan gelen bir yazma risalenin baş tarafındaki "Hazine-i celileden şeref-vürud eden tumar-ı kebirde muharrer oldığı üzre tarih-i viladet'i şerifleri 606 (1209-1210) olarak müddeti ömr-i şerifleri 63 olmağıla 669 senesi (1270-1271) vefat-ı şerifleri muharrer olduğundan işbu mahalle tahrir olundı" kaydı dikkate alınacak olursa, onun 606/1209-1210 yılında doğup 669/1270-1271 yılında vefat etmiş olduğu daha doğru gibi görünmektedir.<sup 13
</sup "font-size: 10pt; line-height: 150%" "color: #ff6600" İslami İlimlerinde tam bir alimdi.
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Hacı Bektaş Velî, ilk tahsilini Nişapur'da yaparak Arapça ve Farsçayı kitap yazacak kadar iyi öğrenmiş, zamanın ilimlerini elde etmiş ve manevî terbiyesini de aynı yerde tamamlamıştır.
Hacim Sultan Vilâyet-Nâme'si onun feyz kaynağının ve ilk hocasının Ahmet Yesevî olduğunu söylemektedir.<sup 14</sup Tarihî açıdan Ahmet Yesevî 1166'da vefat ettiğine göre onun ilk hocası olması mümkün değildir.
Ancak Yesevî ocağından feyz aldığı hususuna mevcut araştırmalar, neredeyse ittifak halindedir. Vilâyet-Nâme bu bağlılığı, Ahmet Yesevî ile Hacı Bektaş arasına Lokman Perende'yi yerleştirmek suretiyle çözer. "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
Bu noktada dikkatlerden kaçırılmaması gereken husus, Yesevî ocağından, Nakşîlik ve Bektaşîlik gibi iki büyük tarikatın doğmuş olmasıdır.<sup 17</sup
Bunlardan Nakşîlik silsile itibariyle Hz. Peygamber'e Hz. Ebû Bekir'le ulaşırken, Bektaşîlik Hz. Ali ile ulaşmaktadır. "color: #ff6600"
Bektaşi Hazretleri Hacca Gitmişti.
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Hasılı Yesevî ocağının Anadolu'nun fethini ve İslâmlaştırılmasını bir iman borcu olarak gören Türkmen erenleri kafilesine katılan Hacı Bektaş Velî'nin Horasan'dan Anadolu'ya gelmeden önce, hacca niyet ederek Necef, Mekke, Medine, Kudüs, Halep, Elbistan ve oradan Sivas, Kırşehir, Kayseri ve nihayet Suluca Karahöyük'e uğradığı; bunlardan erbain<sup 18</sup çıkardığı ve hatta Mekke'de üç yıl mücavir kaldığı rivayet edilmektedir.<sup 19
</sup
Esad Coşan, onun Makalât'ında Kabe ve haccın menasıki hakkında verdiği canlı malûmata dayanarak, hacca gidişinin muhakkak olduğunu söyler.<sup 20
</sup "color: #ff6600" Baba İlyas ve diğer İsyanları desteklemedi.
"font-size: 10pt; line-height: 150%" İlk Osmanlı tarihçilerinden biri olan Aşık Paşazâde'nin verdiği bilgilere göre, Hacı Bektaş'ın Anadolu'ya Baba İlyas'ın öldürüldüğü 1240 yılı sonbaharından çok önce gelmiş olması gerekir.
Onun Kayseri'de Battal Mescidinde Evhadüddin-i Kirmanî -ki son olarak 631/1234'te Anadolu'dan ayrılmıştır. Bu durumda onun 669/1270-1271 yılında vefat ettiğine kesin gözüyle bakılabileceğine göre, Anadolu'ya eğer 63 yıl yaşamış ise 13 yaşlarında, ama 92 yıl ömür sürmüş (557-669/1181/82), kırk yıl ibadet hayatı yaşamış (Vilâyet-Nâme, 8) ise 40 yaşlarında gelmiş olması gerekir. Esasen 40 gün 40 gece 40 yıl ibadet, 40 arkadaş vb. şeklinde tecelli eden 40 sayısının edebiyatta mübalağa ifade ettiği; dinî edebiyatta ise ilk Müslümanların 40 kişi olduktan sonra açıktan ibadete başlayarak dinin olgunluğa eriştiği ve en önemlisi Hz. Peygamber'in 40 yaşında bi'sete nâil oluşu dolayısıyla 40 sayısının önemi; ayrıca 63 yaş meselesinin de Hz. Peygamber'in hayat süresi ile ayniyet kurma endîşesi ve geleneği ve onun Horasan-Anadolu arasındaki seyahatları göz önüne alınırsa, Hacı Bektaş'ın olgunluğa adım atmakta olduğu bir yaşta Anadolu'ya gelmiş olması, daha makul gibi görünüyor. "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
Baba İlyas'ın ve dolayısıyla halifesi olarak zikredilen Hacı Bektaş'ın,<sup 26</sup Yesevîlik ile ilgileri ve mensubiyetleri meselesinin açıklığa kavuşturulması gerekir.
Maamafih Dede Garkın ve Baba İlyas'ın Harezm'den göç ettikleri ihtimal dahilinde olduğuna göre eğer Dede Garkın Yesevî ise, Baba İlyas da Yesevî'dir veya hem Yesevî hem Vefâî'dir. "font-size: 10pt; line-height: 150%" Âşık Paşazâde'nin "Sivas'tan Baba İlyas'a geldiler..." dediği Hacı Bektaş, "onu görmek isteğiyle" geldiğine göre acaba onunla ne görüştü?
Mevcut rivayetler, bu hususta, tatminkâr olmak bir yana, biç bir bilgi vermemektedir. Öyle görünüyor ki, Hacı Bektaş aynı ocaktan demlendiği, aynı pınarın suyundan içtiği ve Anadolu’nun o günkü huzursuzluk ve istikrarsızlık içinde bulunan insanlarına manevî bir çıkış yolu bulma hususunda aynı endişeleri paylaştığı bir dostu ve belki hemşerisini ziyaret için gitmiş olabilir.
Tabii bu ihtimal onun Baba İlyas adına girişildiği söylenen Baba İshak tarafından başlatılan isyana niçin katılmadığı, sorusunu cevaplandıramaz. Ancak kesin olan husus, onun Baba İshak'ın halifesi olmadığıdır. "font-size: 10pt; line-height: 150%"
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Şüphesiz Hacı Bektaş, Anadolu'ya yurt edinme için gelen Türkmenlerin ve başlarındaki dedeler v babaların, Şamanîliğin tesirinden henüz kurtulamamış olduklarından, iyi niyetlerinden ve İslâm'a bağlılıklarından şüphe etmiyordu.
Ancak onların, olayları değerlendirmede, içtimaî ve iktisadî buhranlar karşısında almaları gerekli tavır konusunda farklı bir yaklaşma ve anlayışa mı sahipti? Bize öyle geliyor ki, Hacı Bektaş'ın iktdarların devrilmesinde ve "sultanların tacında" hiç gözü yoktur.
"font-size: 10pt; color: #ff6600; line-height: 150%" O, bir kahramandır; ama elinde kılıçla isyandan isyana koşan biri değil, "elinde çapası<sup 31</sup ile elinin emeği ve alnının teriyle dağ başlarına yer açıp yerleşen, bağ ve bahçe yetiştiren; dolayısıyla göçebe ruhunu şehirlileştirip medenileştiren, onlardan imanlı, şuurlu, kendini bilen yepyeni bir "Türkmen toplum" yaratan bir kahramandır. O çok iyi biliyordu ki, insanoğlunun bizzat kendisiyle barışmaması halinde, kütlelerin huzur, sükûn ve adalet içinde olabilmesi; içtimaî, iktisadî ve sair buhranların dinmesi mümkün değildir. "font-size: 10pt; color: #ff6600; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Yine o biliyordu ki, insanoğlu nefsinin, hırslarının ve zaaflarının esiri olmaktan kurtulmadıkça hürriyetini elde edebilmesi, insanî eşitliğe ve yüceliğe erebilmesi söz konusu olamaz.
Bu bakımdan o, ne kadar haklı sebeplere dayanırsa dayansın, neticede "bozguncu" sıfatını almak yerine, hikmet, irfan ve sevgiden örülü şuurlu dayanışma, basiretli görüş, dengeli davranış, şeref, namus, hak ve adalet ölçüleriyle mücahid-i fî-sebîlillah olmayı, en büyük cihadın da insanın kendi nefsiyle savaşı olduğunu yaşayarak göstermeyi hayat felsefesi kılmış; bu sebepten de hem Babaîler hem de Ahî Evren'in Kırşehir isyanına katılmayıp Suluca Karahöyük'te ocağını tüttürmeyi tercih etmiştir. "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Hasılı o, Suluca Karahöyük gibi sakin bir yöreye çekilir ve on üçüncü yüzyılın huzursuz ve darmadağınık Anadolu’sunda yeni bir sesin, yeni bir doğumun müjdecisi olmayı tercih eder. Bundan dolayı da bazılarının karalamalarına hedef olur.<sup 32</sup "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Suluca Karahöyük gibi, o sırada sadece yedi haneli sakin, ama şirin bir köy olduğu rivayet edilen bir beldeye yerleşen Hacı Bektaş Velî'nin buradaki hayatı, evlenip-evlenmediği meselesi, eldeki belgelerin yetersizliği karşısında hâlâ *****ını korumaktadır ve bir bakıma Bektaşîleri iki ayrı zümreye ayıracak ve tarihte zaman zaman birbirine düşürecek kadar önemlidir. "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Bu rivayete dayanan Babağan (Babalar=Mücerred) kolu, Hacı Bektaş'ın kesinlikle evlenmediğine inanmaktadır.
Onlara göre Hacı Bektaş bekâr göçmüştür. Kadıncık Ana evlâdı, onun burun kanından gelme mânevi evlâdıdır, "bel evlâdı"değil "nefes evlâdı" dır. Fermanlarda diğer bazı kayıtlarda rastlanan "evlâd-ı Hacı Bektaş Velî" ifadesi genel olarak Hacı Bektaş Velî'nin yoluna mensup olanlar, "yol evlâdı" anlamına gelir.<sup 36
</sup "color: #ff6600" Bektaşi Hazretleri evlenmemiş miydi. "font-size: 10pt; line-height: 150%"
Bu görüşe karşı Çelebiler ise, Hacı Bektaş'ın Suluca Karahöyük'te yerleşmesinin sebebi, oraya gidince İdris Hoca'nın kızı Fatma (Kadıncık Ana) ile evlenmesi ve bu evlilikten İbrahim Şeydi (Seyyîd Ali Sultan=Timurtaş) adı verilen bir çocuğun dünyaya gelmesidir, demektedirler.<sup 37</sup
Buna göre asıl adı Fatma Nûriye olan Kadıncık Ana, İdris Hoca ile Kutlu Melek'in kızları ve Hacı Bektaş'ın da eşidir. Ayrıca resmî kayıtlar ve belgeler de Bektaş'ın evliliğini ve çocukları bulunduğunu kullandıkları ifadelerle teyid eder.<sup 38
</sup "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%" Mikâil Bayram’a göre Fatma Bacı, Ahî Evren'in karısı ve Ahî Evren'in mürşidi Şeyh Evhadüddin-i Kirmânî'nin kızıdır. Ahî Evren ve Ahilerin 659/1261'de Kırşehir'de Nurettin Caca tarafından katliama tâbi tutulmalarından sonra kaçarak Suluca Karahöyük'te Hacı Bektaş Velî'ye sığınmıştır. Orada Bedrettin İdris adlı biriyle evlenmiş:
Hacı Bektaş da onu evlâd edinmiş, o da Hacı Bektaş'tan ve babasından kalan serveti erenler yolunda harcamış, hattâ Hacı Bektaş Velî'nin vefatından sonra ona türbe yaptırmıştır.<sup 39</sup Ayrıca onun Abdal Musa ile de akrabalık bağları, hem Ahî Evrenin hem de Abdal Mûsâ'nın "Hoy"lu oluşuna bakılarak bir "İhtimal" olarak İleri sürülebilir.<sup 40
</sup "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%" İddialar ne olursa olsun, eldeki bilgi ve belgeler karşısında Hacı Bektaş'ın evliliği veya "mücerred"liği yani evlenmemiş, olarak göçtüğü konusu, tarih boyunca Çelebiler ile Babalar arasında bazen alevlenen bazen de küllenen bir konu olmuştur.<sup 41
</sup Ve bugün de aydınlatılması, ancak ilk dönemle ilgili yeni belgelerin ele geçmesiyle mümkün olabilecektir. "color: #ff6600"
"color: #ff6600" O Tarihlerde Her Türkmen gibi Onun da Osmanlı ile Arası Limonuydu. "color: #ff6600" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Tarihî rivayetlerin aksini ortaya koymasına rağmen Hacı Bektaş Velî, hâlâ daha Yeniçeri Ocağı'nın kurulmasında doğrudan ilgili imiş gibi gösterilir.<sup 42</sup "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Aslında Hacı Bektaş Velî'nin doğrudan Yeniçerilikle bir ilgisinden ve hele onlara "Akbörk" giydirmesinden kesinlikle söz edilemez ise de, menkîbeler "ak börklü" askerlerin onun tarafından kutlanmasını ve kendilerine "yeniçeri" adım vermesini anlatırlar.
Bu durumu, tarihî gerçekliklere uygun düşmese de yadırgamamak gerekir.
Çünkü fütüvvet geleneğinin yaygın olduğu bir dönemde her meslek ve sanat kolunun bir pirinin bulunmasının şart olduğu şeklindeki yaygın inançla, yeniçeriliği "erenler serveri ve gazîler serdarı" sayılan Hacı Bektaş Velî gibi bir din ulusunun ruh ve fütüvvet ehlinin börkü olması<sup 43</sup ve Kayseri'de Külâh-dûzlar Mahallesindeki Bâciyân-ı Rum tarafından işlenmesi ve Fatma Bacı ile yakın ilgisi dolayısıyla Abdal Mûsâ'nın "bükme elif tâc'ının burada imal edilmiş bulunması"<sup 44</sup pek o kadar önemli değildir.
Önemli olan o devrin insanlarının, daha sonraki dönemlerinde Devlet'in başına belâ olmasına rağmen, kuruluşunda, ordunun temeline Hacı Bektaş Velî gibi bir Türkmen gazinin yerleştirilip, Gülbank'inin onu pîr saymasıdır; "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
"font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%" Hacı Bektaş Velî'nin hayatından söz ederken, Vilâyet-Nâme'nin de tesiriyle Yunus Emre'den kapı açmamak, Bektaşî geleneğine göre, mümkün değildir. "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%" Vilâyet-Nâme "font-size: 10pt; line-height: 150%" 'ye göre, Hacı Bektaş Velî, Anadolu'ya geldiği sırada, orada Hacı İbrahim Sultan (21), Mahmud Hayrânî Mevlânâ (49-50), Molla Sâdeddin (56-64) gibi büyük alim ve mutasavvıf arasında Emre adlı "çok kuvvetli bir er" vardı (s.21). Bu Rum erenleri, Hacı Bektaş Velî'ye gidecekleri zaman Emre'ye "gidelim" derlerse de o gitmez. "font-size: 10pt; line-height: 150%"
"font-size: 10pt; line-height: 150%" Hacı Bektaş Velî ile Yûnus Emre arasındaki münasebetin mahiyeti ve seyri ne şekilde olursa olsun,<sup 48</sup Hacı Bektaş'ın eserlerindeki görüş ve düşüncesi Yûnus'ta da aynen görülür; üstelik bir sanat şaheseri olarak...
"font-size: 10pt; line-height: 150%" "color: #ff6600" Eserleri ; "color: #ff6600" "font-size: 10pt; line-height: 150%"
Bunlara göre,<sup 50</sup Hacı Bektaş'a ait olduğu belirlenen eserleri şunlardır:
"font-size: 10pt; line-height: 150%"
1. Kitâbul Fevâid:
"font-size: 10pt; line-height: 150%" 2. Makalât: "font-size: 10pt; line-height: 150%" .
"font-size: 10pt; line-height: 150%" "font-size: 10pt; line-height: 150%" 3. Şerh'i Besmele:
"font-size: 10pt; line-height: 150%" 4. Şathıyye:
Edited by - felsefefe on 11.10.2006 16:03:26
bilgin zaane kardşeimin hissiyatına katılıyorum anlatmak istedikleri aslında başkaları tarafından verilmiş bir ayrıcalık degil bireyin kendi ruh aleminde hissettgi ayrıcalıktır.ve de gözlerinden öpuyorum zaane,her nekadar hayrettin hocamız imam hatipli olmayı temsil edemzsin desede inanıyorum ki şu anda bir çok farklı şehirlerde çok güzel bir şekilde temsil eden kardeşlerimiz var.
IF I COULD TELL YOU, YOU COULD CRY
I promise myself i will never cry for this stuation brather demhat this wild life teach me this.thanx for your sapporting to me.Beni anlayan birinin olması beni çok mutlu etti umarım beni anlayan başkalarıda vardır lütfen düşüncelerinizi iyi veya kötü (tabi kendinize göre ) benimle paylaşın....
SELAMETLE....
are you speakıng hangi lisan.....? :)).
Sakallı0727,
Bakınız, ben şöyle bir izah getirmek istiyorum.
Bu ayrıcalıklı kelimesi bir deyimdir. Yada deyimleşmiştir.
Mesela Celal doğan Niziplidir. "Nizip'li olmak bir ayrıcalıktır" diye meşhur ifadesi var.
Ama bu sözü Nizip'e geldiğinde söylüyor. Kalkıpta ulusal bir kanalda bunu söylese,
yada islahiyeye gidip orada söylese, aklının zoru var bu herifin derler adama.
Bazen liselerde yarışmalar olur, bu turnuvalarda birinciliği alan lise öğrencileri başlarlar: Şu liseli olmak ayrıcalıktır. diye.
Bu sitede de bir kaç yerde görmüştüm. Mesela bir diğeride diyor ki: cimbomlu olmak bir ayrıcaklıktır.
Yani burada Mutlak bir üstünlük taslama hareketi yoktur elbette. Bir Japona göre nasıl ki japon olmak bir ayrıcak ise ingilize görede ingiliz
olmaktır.
Mesela sana görede hangi liseyi bitirmişsen oralı olmaktabir ayrıcalıktır sana göre.
Peki burda söylenmesinin amacı ne?
Bu bölüm imam hatip lisesi mezunlarına ayrıldığından dolayı, buraya girenler, hepsi imam hatipli olmalarından mütevellit,
böyle bir sözü söyleyebiliyorlar.
Uzadı ama bir örnek daha vereceğim.
Mesela imam-Hatipler günü yapıyoruz. O gün orada konuşurken İmam-hatipli olmak bir ayrıcalıktır diyoruz, konuşmalarımızda.
Ama bu sözü kalkıpta, Tüm okullardan öğrencilerin katıldığı bir toplantıda söylemek, akla aykırı olur.
Meselnin özü bu.
Yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim.
Edited by - İ.H.Er. on 10/11/2006 02:21:26 AM
Bu kadar güzel konuşmadan sonra ne denirki... ben en aklıma gelen bi şiirden alıntı yapayım buraya.
Artık demir alma günü gelmişse zamandan
Mechule giden bir gemi kalkar bu limandan
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller!Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
SELAMETLE...
Dostlar,
Bende 85-86 Mezunuyum.
Sakallı kardeşimin dediği gibi değil aslında.Burada İMAM HATİP LİSESİ Bölümü altında mezuniyet yılına göre bölüm açılabilinir.
Selamlar Saygılar
<p style="background-color: #990066" AHMET YESEVİ . <p style="background-color: #990066" HAYAT HİKAYESİ.
Ahmed Yesevi bugünkü Kazakistan Cumhuriyetinin güneyindeki Çimkent şehri yakınlarında ( 7 km. mesafede) bulunan Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Sayram kasabası Ahmed Yesevi’nin küçük bir çocukken geldikten sonra hayatının önemli bir kısmını geçirdiği ve Oğuz Han’ın idare merkezi olduğu bilinen Yesi (=Türkistan) kentine 157 km. kadarlık bir mesafededir. Doğum yılı kesin olarak bilinmemekle birlikte 73 yıl yaşadığı ve 1166 yılında öldüğü şeklindeki bilgiler gözüne alındığında 1093 yılında doğduğu kabul edilebilir..
Babası Sayram kasabasında yerleşmiş ünlü bir alim olan İbrahim Şeyh, annesi ise Ayşe (Karasaç) Ana olarak bilinmektedir. Kaynaklar İbrahim Şeyh'in Hazret-i Ali (K.V.)'nin oğullarından Muhammed Hanefi‘nin neslinden geldiğini kaydetmektedir. Annesi ve babasına ait türbeler Sayram kasabasında olup bu türbelerin Ahmed Yesevi tarafından yaptırıldığı rivayet edilmektedir. .
Ahmed Yesevi ilk eğitimini kendisi yedi yaşlarında iken vefatına kadar babası İbrahim Şeyh'den almıştır. Ahmet Yesevi’ nin manevi eğitimini aldığı kaynaklar arasında "Arslan Baba" ismi, hem çeşitli menkıbe ve rivayetlerde hem de Ahmed Yesevi'ye ait hikmetlerde ortaklaşa olarak belirtilen bir isim olarak dikkati çeker..
Ahmed Yesevi ile Arslan Baba’nın karşılaşmasını dile getiren rivayet tarihi gerçekliğin ötesinde içerdiği bazı hususlar itibarıyla dikkate değerdir. Arslan Baba'nın Yesi'ye gelerek daha küçük bir çocuk olan Ahmed'i bulması ve Hz. Muhammed (S.A.V.)'in emanetini Ahmed'e vermesi, terbiyesiyle meşgul olup irşad etmesi manevi bir işarete dayanıyordu. Arslan Baba, buradaki rivayet de efsanevi bir kimlikle karşımıza çıkarken Yesi yakınlarında bulunan tarihi Otrar şehrinde adına yapılmış bir türbenin mevcudiyeti Arslan Babâ’nın tarihen varlığının delilidir. .
Ahmed Yesevi, Arslan Baba’nın vefatından sonra, daha önceden verdiği işarete uyarak o zaman için Türkistan’ın en önemli İslam merkezi olan Buharâ‘ya gider. Ahmed Yesevi, Semerkand'da devrin önde gelen alim ve mutasavvıfı Şeyh Yusuf Hemedani’ye intisab ederek O'nun irşad ve terbiyesi altına girer. Bu sırada Ahmed Yesevi 27 yaşındadır. .
"font-size: 14pt; color: #ff6600" Onun Hocası Şeyh Yusuf Hemadani .
Olgunluk döneminde Şeyh Yusuf Hemedani gibi bir mürşidin yanında devrin bütün ilimlerinde ilerleyen Ahmed Yesevi de şeyhi gibi İslam’ın zahiri esaslarına uygun hareket etmiş ve tarikatının esaslarını belirlerken İslam’ın hükümlerine ters düşebilecek hususlardan kaçınmayı ihmal etmemiştir. Ahmed Yesevi’nin bu konuda ne denli titizlik gösterdiği dile getirdiği hikmetlerin analizi ile kolayca anlaşılabilir. Ahmed Yesevi, tarikattaki sülük adabını, İslam’ın zahir ve batın ilimlerini şeyhi Yusuf Hemedani’den öğrenmiş ve muhtemeldir ki şeyhi ile beraber Türkistan’ın çeşitli yerlerini dolaşmıştır..
"font-size: 14pt; color: #ff6600" 3. Nakşi Şeyhi "font-size: 14pt; color: #ff6600" .
.
Ahmed Yesevi, şeyhi Yusuf Hemedani’nin ölümünden sonra dergâhın sorumluluğunu üstlenen üçüncü halef olarak bir süre Buhara da hizmete devam eder. Bunu belirten kaynaklardan birisinde "Yusuf Hemedani’nin üçüncü halefi Hoca Ahmed Yesevi’dir ki, keramet ve harikulâde haller âdetlerinden idi; her kim halis bir niyetle kendileri ile müşerref olursa Ehlullah'tan olurdu. Nasıl ki "Niyetin koldaşın..." buyururlardı. Kutlu makamları Türkistan’dadır, yüce dergâhı çok feyizlidir." ibareleri yer almaktadır. Buhara sufilerine bir süre rehberlikten sonra şeyhi Yusuf Hemedani’nin verdiği bir işarete uyarak irşad makamını Nakşibendiyye tarikatının yıldız isimlerinden Abdülhalık Gücdüvani’ye bırakarak Yesi ye döner ve faaliyetini Yesi merkezli olarak sürdürür. .
Ahmed Yesevi, Yesi’ye yerleştikten sonra Türkistan’ın her yerinden gelen ve eğitimini tamamladıktan sonra bütün Türk yurtlarında İslami tebliğ ile görevlendireceği müritlerine İslam’ın zahiri ve batini ilimlerini öğretir. Rivayetlere göre Ahmed Yesevi dergâhında yetiştirildikten sonra Hind kıtasından İdil boylarına, Çin seddinden Tuna kenarlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyaya tebliğ ve irşad göreviyle gönderdiği dervişlerinin sayısı doksan dokuz bindir. Bu doksan dokuz bin rakamı, sayı olarak tam tamına olmasa bile çokluğu ifade etmesi yönünden gerçeğe işaret eder..
"font-size: 14pt; color: #ff6600" O İnsanları yanlış yönlendirecek herhangi bir inanca sahip değildi. "font-size: 14pt; color: #ff6600" .
Hoca Ahmed Yesevi’nin eserlerinde halkı şüphelere düşürecek, itikadları sarsacak özel imgelere, imalara rastlanmaz. Şeriat hükümlerine karşı bazen dikkatsizce hareket eden, cezbesi galip büyük bir kısım sofilerden sadır olan ve onların zahir alimleri tarafından suçlanmasına yol açan fikir ve ibareler bu büyük Türk şeyhinin eserlerinde hemen yok gibidir. .
"font-size: 14pt; color: #ff6600" Onu amacı İslamı Tebliğdi .
Çevresinde İslamla yeni tanışmış ancak çok güçlü olarak bağlanmış saf inançlı Türkler toplandığından Ahmed Yesevi, Arapçayı ve Fars edebiyatını çok iyi bildiği halde, uzlete çekildiği çilehanesinde çevresinde halkalananlara onların kolayca anlayabilecekleri .
"font-size: 14pt; color: #ff6600" O Türkçe konuştu Türkçe yazdı .
Türk dili ile hitab etmeyi tercih etti. Tarikatını süluk adabını Arapça ve Farsça bilmeyen Türk dervişlerine anlatmak için de, Türklerin halk edebiyatından alınmış şekillerle hikmetler söyledi; bu şiirler daha sonra özgün bir isim olarak "hikmet" adı ile tanınıp "Divan-ı Hikmet" adı verilen kitaplarda bir araya getirilecekti. .
İbadetle dolu hayatının boş kalan vakitlerinde ise tahtadan kaşık ve kepçe yontup, onları satarak geçimini sağlıyordu. .
Ahmed Yesevi’ nin sünnet-i nebeviye olan bağlılığının derecesini gözler önüne seren bir rivayete göre Ahmed Yesevi, Yesi de altmışüç yaşına geldiğinde dergahının avlusuna açılan bir merdiven ve buna bağlı bir dehlizle ulaşılan, halvethane olarak kullandığı bir yer altı mescidi yaptırmış ve vefatına kadar bu mescidde ibadet ve riyazet ile meşgul olmuştur. Ahmed Yesevi’ nin yer altında uzun süren bir halveti yaşadığı hücresinin kalıntıları bugün de muhafaza edilmektedir..
Ahmed Yesevi, hikmetlerinin birçoğunda bu uzlete çekilmesinin sebebi olarak Hz. Muhammed (S.A.V.)'in altmışüç yaşında vefat ederek yer altına girişini ve bu yüzden kendisinin de yer üstünde Peygamberimiz (S.A.V.)'den daha fazla gezmekten haya etmesini göstermektedir. "Divan-ı Hikmet"te Ahmed Yesevi’ nin yer altında uzlete çekilişini ve uzlet hayatı esnasında yaşadığı manevi halleri anlatan hikmetler önemli bir yere sahiptir. Esasen Divan- Hikmet’ten anlaşıldığına göre hikmetlerinin büyük bir kısmı da ilahi ilham ile bu mekânda Ahmed Yesevi’nin dilinden dökülmüş ve yanındaki dervişler tarafından kâğıt üzerine tespit edilmiştir..
Bu uzlet hayatının ne kadar sürdüğü belli değildir; fakat vefat tarihi olarak kabul edilen 1166 yılına kadar yaklaşık 10 yıl süreyle ahiret ehli biri gibi yeraltındaki çilehanesinde uzletini sürdürdüğü ve 73 yaşında vefat ettiği sanılmaktadır..
"font-size: 14pt; color: #ff6600" Ahmed Yesevi'nin Tarikatı ve Etkileri "font-size: 14pt; color: #ff6600" .
Ahmed Yesevi Türklüğün manevi hayatındaki büyük yerini, sadece bazı tasavvufi şiirler yazmakla kazanmamıştır. Ahmed Yesevi'nin önemi İslam'ın Türkler arasında yayıldığı asırlarda, Türkler arasında geniş ölçüde yayılma imkânı bulan ilk tasavvufi ekolü oluşturarak bütün dünyada yaşayan Türk soyundan insanların gönül tahtında asırlarca hüküm sürmesinden kaynaklanır. Hoca Ahmed Yesevi’nin büyük manevi tasarrufu ile yayılan ve asırlarca yaşayan Yeseviyye tarikatı bir Türk tarafından ve Türkler arasından kurulmuş olan ilk tarikattır..
Bu tarikat Türklüğün sadece gönül gözünü ışıtıp, ruhunu manevi zevklerle süslemekle kalmamış, Türklüğe asırlar boyu yeni hedefler ve fetihler nasib eden bir yol gösterici olarak tesirini bugüne kadar ulaştırmıştır. Ahmed Yesevi’nin Türk yurtlarında kendinden önce ve sonra benzeri görülmedik kalıcı bir tesir bırakmasında en az "hikmet"leri kadar önemli olan bir unsur da yetiştirdiği ve Türk dünyasının dörtt bir tarafına gönderdiği öğrencileridir. Bu hayırlı halefleri her yerde Ahmed Yesev’nin telkinleri doğrultusunda bir irşad faaliyetini sürdürerek bulundukları dünyasında İslam etrafında şekillenen ortak bir inanç ve ruh ikliminin hakim olmasına vesile olmuştur. .
"font-size: 14pt; color: #ff6600" O Türkistan’ın Müslümanlaşmasındaki en önemli şahsiyetti. "font-size: 14pt; color: #ff6600" .
Hoca Ahmed Yesevi'nin tarikatını devam ettiren ilk halifelerinin menkıbeleri çeşitli tasavvuf tarihi eserlerinde yer almaktadır. Ahmed Yesevi’ nin ilk halifesi Arslan Baba’nın oğlu Mansur Ata'dır. Mansur Ata’ dan sonra yerine oğlu Abdülmelik Ata, sonra da onun oğlu Tac Hoca geçmiştir ki, bu ünlü Yesevi şeyhi Zengi Ata'nın babasıdır. Üçüncü halife Süleyman Hakim Ata Ahmed Yesevi’ nin Türkler arasında en tanınmış halifesidir. Rivayete göre Satuk Buğra Han'ın kızı Anber Ana ile evli olan Hakim Ata, daha çok Türkistan'ın Harezm'de bölgesinde halkı irşad ile uğraşmış ve ölümünden sonra Akkurgan’daki türbesine defnedilmiştir. "font-size: 13.5pt" Zengi Ata da Hoca Ahmed Yesevi'nin ünlü halifelerinden biri olarak tanınmıştır. Zengi Ata'nın Taşkent yakınlarındaki kendi adı verilen Zengi Ata kasabasındaki türbe ve külliyesi Özbekistan'ın en çok ziyaret edilen dini merkezlerinden birisidir..
Hoca Ahmed Yesevi’nin soyundan gelen ve İslam dünyasının değişik yerlerinde yaşadıkları ve irşad faaliyetinde bulundukları kaydedilen tasavvuf alimlerinden bir kısmı çeşitli kaynaklarda zikredilmiştir. Bu kişiler arasında Semerkand alimlerinden Sadr-ı alem Şeyh, Ejderhan yakınlarında katledilen Baba Şeyh, Bağdat-Kazvin arasındaki Gürgan'da yaşayan Şeyh Muhammed Dem Tiz bin Ahmed Yesevi, Keşmir'de medfun bulunan Hoca Hafız Ahmed Yesevi en-Nakşbendi isimlerine rastlanmaktadır. Bu kişilerin Ahmed Yesevi'nin kızı Gevher Şehnaz’dan gelen bir soy kütüğüne sahip olmaları muhtemeldir..
Ünlü Osmanlı gezgini Evliya Çelebi de Hoca Ahmed Yesevi’nin soyundan geldiğini seyahatnamesinde belirtmiştir. .
"font-size: 14pt; color: #ff6600" Anadoludaki Sünni ve Alevi tarikatların hepsi Ondan Feyz almıştı. "font-size: 14pt; color: #ff6600" .
Evliya Çelebi, ayrıca gezdiği yerlerde rastladığı Yesevi dervişlerine ait makamları da eserinde kaydetmiştir. Bu derviş-gaziler arasında Deliorman’daki Demirci Baba, Niyazabad'daki Avşar Baba, Merzifon’daki Pir Dede,Karadeniz kenarında Batova’daki Akyazılı, Bursa’daki Geyikli Baba, Abdal Musa, İstanbul Unkapanı’ndaki Horoz Dede, Bozok Sancağı Yozgat'taki Emir Çin Osman, Tokat merkezindeki Gaj-Gaj Dede ve Zile ilçesindeki Şeyh Nusret Evliya Çelebi’nin tespit edebildiği Yesevi dervişleridir. Ancak bunlardan hiçbirisi Nevşehir’de yerleşen Hacı Bektaş Veli kadar ün kazanmamıştır. .
Rumeli’nin fethinin manevi öncüsü olan Sarı Saltık da asıl adı Muhammed Buhari olan bir Yesevî dervişidir. Evliya Çelebi, Sarı Saltık'ın Karadeniz kıyısında Romanya’nın Silistre bölgesindeki türbesini ziyaret ettiğini belirtmiştir. Sarı Saltık için yapılan bir makam ise İstanbul Boğazı’nın Rumeli yakasındaki Rumeli Feneri'nde yer almaktadır. .
Yeseviyye tarikatı, önce Seyhun nehri havzasında Taşkent ve çevresinde yerleştikten sonra, Aral gölünün güneyindeki Harezm bölgesine yayılmış, aynı zamanda Seyhun ile Ceyhun nehrinin sınırlarını çizdiği Mâveraünnehr'de geniş bir kitleye yayılmıştır. Diğer taraftan Türkistan'ın kuzeybatı bozkırlarından Kıpçak lehçesinin hakim olduğu İdil-Ural bölgesine uzanan Yeseviyye tarikatı, Pir-i Türkistan'ın işareti ile yola çıkan dervişleri tarafından Horasan, Azerbaycan ve Anadolu ya kadar ulaşmıştır. Tarihi gelişim sonucu Nakşbendiyye tarikatının daha yaygın hale geldiği XV-XVI. yüzyıllara kadar Türkistan ve Horasan’ın hemen her yerinde hatta Keşmirde, Kâbilde, İstanbul'da, Temeşvar’da, Hicaz'da Yesevi dervişlerine rastlanmaktaydı..
Ahmed Yesevi’in esaslarını belirlediği Yeseviyye tarikatı, daha sonra Türkistan ve Anadolu’da gelişecek olan başta Nakşibendiyye olmak üzere Kübreviyye, Çiştiyye gibi diğer büyük tasavvuf ekollerini de derinden etkilemiştir. Nakşibendiyye tarikatının, Hoca Ahmed Yesevi ile irtibatı Muhammed Bahaüddin Buhari veya kısaca "Şah-ı Nakşibend" namı ile tanınan tarikatın Pirinin Yesevi şeyhlerinden "Kasem Şeyh" ve Halil Ata ile bir süre birlikte olarak feyz almasına dayanır. Şah-ı Nakşbend'in devrin hükümdarı olan Halil Ata'nın yanında zahiren hükümdarın hizmetinde geçen altı yıl boyunca feyz ve süluk yolunda büyük mesafeler katettiği kendilerinden rivayet edilmiştir. Şah-ı Nakşibend'den sonra Nakşibendiyye tarikatı, Türkistan Türkleri arasında çok yayılmış, daha önce gelişen Yeseviyye tarikatının nüfuz sahasını bir anlamda daraltmıştır. Ancak genel çizgileriyle aralarında büyük farklılıklar bulunmayan bu tarikatlardan Nakşibendiyye'nin bütün Orta Asya ve daha sonra Afganistan, Hindistan, Kazan, Orta Doğu ve nihayet Anadolu’da çok geniş bir coğrafyada yayılıp benimsenmesi Yesevi dervişlerinin daha önceden bu iklimlerde yaptıkları faaliyete bağlı olarak kolaylaşmıştır. .
Ben eringen bir insan oldugum için uzun uzadıya yazıları okumadım ama şöyle bir göz gezdirirkenbu cinsiyet meselesi gözüme takıldı neden o kadar önemli oldugunu anlamadım yani cinsiyetini yazmamış olanlarda bir sorunmu var acaba.belkide kayde deger bulmamışlardır çünkü burda fikirle önemli cinsiyetler degil.Saygılarımla....
SELAMETLE....
Bu konu önemli herkes cins iyetini açıklasın
Hatta ramazanın konusundan daha önemli
Ramazan ramazan geliyor bu senin için bir şey ifade ediyor mu
Bilgin bir espiri o
Yalnız bir şey var
Ya istastistik kaldırsın
yada bilgiler doğru olsun
anladın mı?
kayda değer değil tabi
eyxaristo kalimou bilgin zaane!!!!!
ibrahim halil hocamıza izahatine binanen kalbişükranlar tekrar hocalık yaptınız bize ellerinizden öperim.selametle kalın ve yine ifade etmek gerekir ki imam hatipli olmak ayrıcalıktır çünkü burası imam hatiplilerin dünyası.maassalam
bir şiir de benden kardeşim zaane
saclarım dogunun asaletine
ayaklarım batının rezaletine ram olmuşken
şaşırmıyorum artık
yer sofralarında büyüyenlerin
lüks masalarında saadetlerinin bozulmasına
ves-selam
bilgin_zaane kardeşim bende 200 mezunuyum ama seni tanıyamadım çünkü ismin falan hiç bir bilgin gözükmüyor neyse inşallah bayramda tanışırız.>Bu arada yazılarını begenerek okuyorum ama iki gündür hiç bişey yazmıyorsun ..
"font-size: 14pt; color: #993300" YUSUF HEMEDÂNÎ "font-size: 11pt; font-family: Arial"
"font-size: 11pt; font-family: Arial" Uzuna yakın orta boylu, zayıfça bedenli, çiçek bozuğu kumral saçlı ve buğday benizliydi. Güler yüzlüydü. Sakalına pek az, ak düşmüştü. Sûret ve sîreti kadar züht ve takvâsı da mezhebinin imamı İmam-ı Âzam Ebû Hanife'ye benzerdi. Kâl ve hâl sahibi, ilim ve irfan ehliydi. Evliyâ'nın kümmelininden, sufilerin önde gelenlerindendi. Sırtında daima yamalı yün elbise bulunurdu. Hilim ve merhamet âbidesiydi. Kur'an okumaya çok düşkündü.
"font-size: 14pt; color: #993300" Kısa çizgilerle Hayatı: "font-size: 14pt; color: #993300; font-family: Arial" "font-size: 11pt; font-family: Arial"
Altın silsilenin dokuzuncu halkası Yûsuf Hemedânî, Türk dünyasının İslâmlaşmasını, Anadolu'nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasını sağlayan Yesevilik ile Nakşiliğin kolbaşı. Adı Yusuf bin Eyyûb, künyesi Ebû Yakub, nisbesi Hemedânî. "font-size: 11pt; font-family: Arial"
"font-size: 14pt; color: #993300; font-family: Arial" O Bir Alimdi "font-size: 11pt; font-family: Arial"
440/1048 yılında Rey ile Hemedan arasında Bûzencird adlı bir köyde doğdu. Çocukluk yıllarını memleketinde geçirdi. On sekiz yaşına gelince daha fazla okumak, ilim ve irfanını artırmak maksadıyla hilâfet merkezi olduğu kadar, ilim makam olan Bağdat'a gitti. Orada Ebû İshak eş-Şirâzî'den fıkıh, ilm-i kelâm ve usûl tahsil etti. Şirâzî, Hemedânî'yi yaşının küçüklüğüne rağmen ilim, irfan ve iyi ahlâkı sebebiyle arkadaşlarına tercih eder, akranına örnek gösterirdi. "font-size: 11pt; font-family: Arial"
Hemedânî, Kadı Ebû'l-Huseyn Muhammed, Ebû'l-ganâim Abdussamed, Ebû Cafer Muhammed gibi muhaddislerden Bağdad, Semerkant ve Isfahan'da hadis aldı. Şeyh Abdullah Cüveynî, Hasan Simnânî'nin sohbetlerine katıldı. "font-size: 14pt; color: #993300; font-family: Arial" "font-size: 14pt; color: #993300; font-family: Arial" Ve Sufilik Başlangıcı
"font-size: 11pt; font-family: Arial" Dinlediği hadislerin çoğunu yazdı. Daha sonra züht ve tasavvuf yoluna yönelerek bir süre riyazat ve mücahedeyle meşgul oldu. Bu arada Gazzali'nin de mürşidi olan "font-size: 14pt; color: #993300; font-family: Arial" Ebû Ali Farmedî'yi "font-size: 11pt; font-family: Arial" tanıyarak müridi oldu. Genç yaşına rağmen şeyhine hizmetle himmetine mazhar oldu. "font-size: 11pt; font-family: Arial"
477/1084 yılında şeyhinin vefatından sonra Herat, Merv ve Rey şehirleri arasında mekik dokudu. Bu bölge halkı onu âdeta paylaşamaz olmuştu. Bu şehirlerden her birinde zikir ve sohbet halkaları kurdu. Özellikle Rey şehrindeki tekkesi, emsâli görülmedik bir cemaatle dolup taşardı. "font-size: 11pt; font-family: Arial"
515/1121 yılında bir ara tekrar Bağdat'a geldi. Bir yandan halka hadis naklederken, bir yandan da Nizamiye medresesinde fıkıh dersleri okuttu. Hemedânî'nin gerek hadis dersleri, gerekse Nizamiye medresesindeki fıkıh dersleriyle vaazları, halkın büyük bir ilgisine mazhar oldu. Kaynaklar, devrin pek çok âlim ve şeyhinin onun bu ders ve sohbetlerine katıldığını kaydetmektedir. Bağdad'da bulunduğu sırada hacc farizasını ifâ için Haremeyn'e giden Hemedânî, Medine'de bir süre mücavir olarak kaldı. Hac dönüşü Bağdad'a oradan da eski hizmet bölgesi olan Herat, Merv ve Rey şehirlerine geldi. Vefatına kadar buradaki irşad hizmetine devam etti. Ölümü Herat'tan Merv'e giderken Bamyeyn denilen yerde gerçekleşti (535/1141).Ancak daha sonra Merv'e nakledilip adına bir türbe yaptırıldı.
"font-size: 14pt; color: #993300; font-family: Arial"
Semâ hakkında: "font-size: 14pt; color: #993300; font-family: Arial" "font-size: 11pt; font-family: Arial"
Hemedânî, selefleri gibi semâ ile ilgilenen ve bu konuda söz söyleyenlerdendi. Ona göre semâ, Hakk'a seferdi. Hakk'tan bir elçiydi. Hakk'ın latifeleriydi. Gayb âleminden faydalar sağlayan vâridâttı. Ruhlara kuvvet, kalıplara gıda, kalplere hayat, sırlara baka aşılardı.
Semâ, perdelerin yırtılması, sırların açılmasıdır. Semâ çakan bir şimşek, doğan bir güneştir. Semâ anında ruhlar, kalp kulağıyla dinler, orada nefse yer yoktur. Çünkü semâa nefs girince semâ, semâ olmaktan çıkar, gınâ olur. "font-size: 11pt; font-family: Arial"
"font-size: 14pt; color: #993300; font-family: Arial" Tesiri ve Nüfuzu: "font-size: 14pt; color: #993300; font-family: Arial" "font-size: 11pt; font-family: Arial"
Türkistan diyarına İslâm'ın sesini, tasavvufun nefesini duyuran Hemedânî'dir. Onun halifeleri bu çığırı yıllar boyu sürdürerek onun ışığını günümüze taşımışlardır. Başlıca halifeleri: Abdullah Berkî, Hasan Endâkî, Ahmed Yesevî ve Abdulhâlık Gücdüvânî'dir. Ahmed Yesevî, Yesevîliğin, Abdulhâlık Gücdüvânî ise "Hacegân" yolunun; yani Nakşibendiliğin takipçisi oldular.
Muhyiddin İbnu'l-Arabi eserlerinde ondan bahsetmekte ve onun şöhretini Evhadüddin Kirmani'den duyduğunu şöyle anlatmaktadır: "font-size: 11pt; font-family: Arial"
Hicretin 602. yılında (M.1205) Evhadüddin Kirmanı, Konya'ya geldi ve Yusuf Hemedânî, hakkında duyduklarını bize şöyle anlattı. Yusuf Hemedânî, kendi memleketinde altmış seneden fazla şeyhlik makamına oturmuş bir zattır. Yaşı ilerlediği yıllarda cuma namazı dışında tekkesinden dışarı çıkmaz olmuştu. Bir gün gönlüne düşen bir "varit" üzerine çaresiz ve iradesiz dışarı çıkmıştı. Merkebine binip yularını salıvererek o nereye götürürse gitmeye niyet etti. Merkep yürümüş ve nihayet şehrin dışında harap bir mescidin yanına varınca durdu. Hemedânî, merkebinden inip mescidin kapısından içeri girdi. İçerde bir genç başını önüne eğmiş heybetli bir halde oturmaktaydı. Neden sonra şeyhin geldiğinin farkına varan genç, başını kaldırıp: Efendim ben bir müşkül meseleyle karşı karşıyayım. Bana himmet buyurun" dedi. Yusuf Hemedânî gencin müşkilini çözdükten sonra dedi ki: "Delikanlı bir daha böyle bir müşkülle karşılaştığın zaman bize gel, tekkemize buyur, bizim gibi pir-i fâniyi buraya kadar yorma!" İbn Arabi hazretleri bu olayı naklettikten sonra der ki: "Bundan anladım ki, eğer bir müridin zâhir ve bâtını sadık olursa, bu sadakat ve teslimiyeti sebebiyle şeyhini kendi canibine celbedebilir". Kalp kalbe karşı olunca etkileşim daha güçlü oluyor.
Hemedânî, bir asra yaklaşan ömrünü insan yetiştirmeye hasreden bir mürşidi-i kâmil olmakla birlikte bazı telifleri de bulunmaktadır. Ancak telifatından günümüze ulaşan yok gibidir. (bk. Mu'cemu'l-müellifin, XIII, 279) <p style="margin: 0cm 0cm 0pt; text-align: justify" class="MsoNormal" "font-size: 11pt; font-family: Arial"
-rahmetullahi aleyh- .
Edited by - felsefefe on 18.10.2006 15:14:57
S.a ne güzel bir ortamdır burası şiirler ardı ardına geliyor herkeste ayrı bir güzellik ayrı bir hoş sohbet bende bir iki bişey yazayım barii.....bu arada sezi sevmedigimi sanmayın demhat ve bilgin_zaane kardeşlerim:))))
Ebabiller istiyorum senden yarab küçük ebabiller
Fellucede,bagdatta,kerbelada
Ayaklarımın altına düşsün ebu cehiller
Ve bizi bizden çalan ebu lehepler
Bilmem bu kaçıncı firavun gönlümüzü kelepçeleyen
Bu kaçıncı çer çöp ibrahim(as)in ateşinde
Kaç gözyaşı kaldıysa şu garip gönlümde
Sabret diyorum,sabret
Zafer bizim olacak bizimdir elbet...
alıntı:
"quote" harunsami demişki:
S.a ne güzel bir ortamdır burası şiirler ardı ardına geliyor herkeste ayrı bir güzellik ayrı bir hoş sohbet bende bir iki bişey yazayım barii.....bu arada sezi sevmedigimi sanmayın demhat ve bilgin_zaane kardeşlerim:))))
Senle ortak bi yönümüz varmış.
Demhatı bende seviyom.:)
Ne güzel ben şimdi dahada mutlu oldum demekki benim sevdigim insanlar dogru insanlar bu ortak yanların artması temennisiyle İ.H.er hocam.
demhat senin yollarına kurban olsun üstad ibrahim halil.ellerinden operim.allah da seni sevsin inşaallah.maassalam
zaane bizim için iftar yemekleri hazırlamaktan yazı yazacak bir vakkit bulamıyor.akşam neredeyiz zaane?Nizipteyim,bilgilerine arzederim.vesselam
demhat kardeşim sen ramazanı ugurlarken yazısını okumadın galiba zaanenin bidaha bu siteye yazı yazmayacakmış öle yazmış..
1.sayfanın en son yorumunda sordugum sorunu cevabını henuz alamadım.anlaşılan bu sorunun cevabını yine ben verecegim..
evet Nizip imam hatip demek AHMET TOPAL demek.eger ahmet topal kimd erseniz ilk sayfanın en son fotosuna tekrar bakın.bayramınızmubarek olsun Nizip imam hatip lisesi.