-
237-
Ama, Hasan hiç bir şey anlamıyor, yüzüne bakıp duruyordu hep. Ezan sesiyle uyanmıştı bir gün. Ellerini havaya açmış, “Allahım sen büyüksün. Beni affet. İsyan etmek istemiyorum. Onun her gün gözlerimin önünde bir şey anlamadan dolaşması beni deli ediyor” diye tanrıya arzetmiş halini ve sonra, yıllar önce aklında bir rüya gibi kalmış o sahne gözünün önünde bir kez daha canlanmıştı:
Gözlerinde hatıralar okuduğu Hasan’ın askeri elbiseleriyle ona el edip gemiye binişi, o günkü coşkusu, sevinci, hüznü bir başkaydı. Hele, buram buram ayrılık hüzün çiçekleri mektupları...
Yıllar geçmiş, onu bir akıl hastası olarak karşısına aldığı günler gelmişti. Usulca yatağından inmiş. eski tip dolabı açmış. Bavulu çıkarmıştı. Biraz çamaşır, bir elbise alarak bavulu tekrar kapatıp dolaba kilitlediğini bu gün gibi hatırlıyordu. Bir ara, “acaba bavulumu alıp çıkıp gitsem mi?” diye düşündüğünü de... Onu bu halde görmeye dayanamıyordu. “Ama nereye... eski sefaletli günlere mi?” diye hemen kendi kendine sormuştu sonra.
Burada karnı doyuyor, iki kuruş maaş alıyordu. Belki de ilk kez çıkıyordu ağzından “kaçıp gitmek” sözcüğü. Bu kadar yanık ve bu kadar yakıcı haliyle bütün vücudu titriyor, bütün benliğini sarıyordu. “Yardım et Allahım!”
O gün doktor beye yalvarmış, yardım etmesini istemişti ondan. Doktor beyle araştırmaya başlamışlardı. Yıllar öncenin kayıtlarında hastaneye gelen yaralının geçmişini öğrenecek ve bu Şekilde Hasan ise, kimliği ortaya çıkacaktı.
Arşive atılmış, birbirine karışmış evraklara ulaşmak kolay olmamış, ama aradıklarını bulmuşlardı.
Bir şok yaşamıştı Ayşe o gün. Bu şok onun bütün umutlarını tersine çevirmiş, kafasında, beyninde birikmiş olan bütün hayallerini alıp götürmüştü:
Yaralı olarak gelen bu adam Hasan değildi. Ama, ailesiyle ilgili bir kayıt da yoktu. Bu karışık arşiv içinde onları bulamamışlar, Elleriyle göz yaşlarını silmiş ve ağlayarak doktorun ellerine sarılmıştı.
Doktorun, içinden gelerek, onu teselli için söylemiş olduğu “ağlama kızım böylesi daha iyi. Onu karşında öyle hiç bir şey bilmeden yaşadığını görmek çok daha zor olurdu” demesi bu gün bile aklından çıkmıyordu hala.
Ayşe bir anda doktora karşı bir yakınlık, bir güven hissetmiş, sanki içinde yanan ateşi o söndürmüş gibi gelmişti ona. Doktor onun içini okumuştu sanki. Sözleri öyle sevecen ve nezaket doluydu ki... yanına yaklaşmış, teselli için elini uzatmıştı ona. Hatta bir an bakışlarını kısıp, çok ötelerde bir şeyler kaybetmiş, bir şey arıyormuş gibi baktığını da gözünün önüne getirebiliyordu.
O’nun bitmiş, tükenmiş halini izleyerek, “Gel kızım, odamda oturalım. Bir kahve içelim, kendine gelirsin” sözleri de daha dünmüş gibi kulaklarında çınlıyordu.
Başı eğik, kalbi kırık, yalnız, çaresiz bir halde, omuzları iki yana düşük, doktorun yanında ilerlediğini; uzun koridorlardan geçerek odaya girdiklerini; kendini oradaki koltuğa bir külçe gibi bıraktığını; Doktorun masanın yanındaki zile basarak, içeri gelen hizmetliden iki kahve istediğini de hiç aklından çıkaramıyordu.
Bir taraftan da teselli ederken, ona nasihatler vermişti. Doktoru dinlerken, onun için “Melek yüzlü, dünyalar iyisi, bir insan” diye geçirmişti aklından. Onu dinlerken sanki ruhundaki fırtına dinmiş, “öyleyse bu hayatı daha fazla çekecek, bu acılara dayanacak sebep yok artık... galiba bu işi bitirmenin zamanı geldi. Daha fazla perişan olup dayanılmaz acılara girmeden önce bu hayatın iplerini koparmalıyım” diyerek çıkarken odadan, dudaklarından istemeden yavaşça dökülen bu sözleri duyan doktor, “eğer bu söylediklerinle intiharı kastediyorsan, yanlış yaparsın derim. Olaylardan kaçmak yerine onların üzerine gitmek, onun karşısında dimdik durmak çok daha iyi. Senin o bölümde çalışmanı istemiyorum. Başhekimle konuşup seni başka bölüme vermesini isteyeceğim” diyerek, Ayşe’ye yaşamakla ilgili güzel örnek yaşam öyküleri anlatıp, o yarayı eskisi kadar acıtmayacak hale getirdiğini, teşekkür ederek oradan ayrıldığını ve yaşamaya devam kararını verdiğini büyük bir minnet duygusuyla andı yeni döşediği evinin penceresinden dışarıya bakarken.
O günden sonra kendi kendini düzeltmeye hazırlanmıştı. Bütün duyguları bunun için çarpıyordu: “Yeter artık bunca çektiklerin... kendine gel. Geçmişi unut, bu günü yaşa!”
Bu kararı verdiği günlerde şimdiki gibi bir evi yoktu. Hastanenin yemekhanesinin bitişiğindeki küçük bir odada kalıyordu. O odada kalışının karşılığı da mutfak işlerine yardımcı oluyordu.
Her şeye rağmen yaşamalıyım azmiyle uyandığı ilk sabahtı. Güneş doğmuş, ışıkları yatağın üzerinde çizgiler çiziyordu. Bu sırada hastane mutfağından, çöp kutusunun kapağı gürültüyle yere düşmesi, kulağına tabak şıngırtıları gelmesi, önce görevini hatırlatmış ona, sonra, izinli olduğunu hatırlamıştı.
Ağrıyan bacakları üzerinde doğrulduğunu; neredeyse hastanede işe başladığından beri ilk defa, “bu gün biraz gezeceğim” diyerek, mutfak görevlilerinin şaşkın bakışlarına aldırmadan ayrılışını aklına getirdi.
Sahile inmişti o gün. Sahil yolunda masmavi sulara doyasıya bakarak yürümüştü. Dalgalarla hafif hafif sallanan iskeleye bağlı tekne, sabahın ilk ışıklarının denize vuruşu, Hasan’la yaptıkları o güzel gezintileri getirmişti aklına. Bir ara İskelede arkası dönük oturan adamı Hasan’ benzetmişti hatta.
Sonra, Hasan’la Sevgi’yi birlikte düşünmüş, güzel, minik kızını deniz kabuğu toplarkenki haliyle gözünde canlandırmıştı. Sahilde deniz kabuğu toplamayı ne de çok severdi.
Sular yükseliyordu. Rüzgar çıkmıştı. Denizden esen rüzgar, asfalt kenarındaki ince kumları uçuşturuyordu. Otlar canlıymış gibi kımıldıyordu. Sonra, dönüp sahili yalayan dalgalara bakmıştı. Titremeye başlamış, içinde biriken boğulma hissinden kurtulmak için, kumlar arasından bir avuç taş toplamış, gözlerini kısarak sahildeki iki sokak lambasını nişan alıp, taşları teker teker fırlatmıştı.
Hastaneye döndüğünde hava kararmak üzereydi. Elinde kocaman buketteki çiçeklerin arasındaki iki gonca gülün kokusunu içine çekerek mutlu iki evlilik yaptığını düşünmüştü. Ama ikisinin de sonu gelmemiş olmasına rağmen sevgiyi tatmış, tek kızı, Sevgi’sinin özlemiyle içi yanmıştı. “Nerede şimdi acaba? Nasıl? Ne yapıyor?” merakıyla küçük odasına girmişti. Onu utancından arayamaz halde oluşunun en büyük dert olarak bir taş gibi yüreğine oturduğunu o gün de duymuştu.
-
-
saolun hocam246 sayfa demiştiniz az kaldı gibi...
-
241-
Ağlayarak, Sevgi’nin şimdi bir çiçek gibi açılmış olduğunu düşündüğünden elindeki çiçek demetini onun yerine koymuş. Bir sürahiye yerleştirip karşısına oturmuştu.
Eski günleri düşünerek yeni evinin penceresinden bakarken o kadar dalmıştı ki, saatler geçmiş, gün kararmış, hafiften bir yağmur başlamıştı. Sokak lambaları yanar yanmaz tekrar başladı düşünmeye.
O gün de yağmur başlamıştı. Yine böyle bir akşam üstüydü:
O güzel günün akşamına yağmur yağdığına şaşmış ve koşup küçük odasının açık duran penceresini kapatmıştı. Perdenin ucunu kaldırıp yüzünü cama dayamış, tam o sırada minik televizyonunda başlayan harika bir müzik onun başını döndürmüş, onu bir büyü gibi sarmıştı. Gözünü kırpmadan televizyonda müziğin ritmiyle dönen çiftleri seyrettiğini, Televizyondan yansıyan mavi, yeşil ışıklar gözlerini kamaştırıncaya kadar izlediğini hatırladı.
Uykusu gelmiş olmasına rağmen uyuyamamasının sebebini uzun süre hatırlayamamış ve o gün Hasan’ı görmemiş olduğu gelmişti aklına birdenbire.
Tıpkı bu gün onu görememiş olmanın huzursuzluğu gibi bir huzursuzluktu onu uyutmayan.
Biraz geç vakit olmasına rağmen giyinip çıkmıştı.
Ona Hasan diyordu. O Hasan olamasa da, o bir kere inanmış, sevmişti. Hasanın yanına geldiğinde, ayağını diğerinin üzerine atmış, sakallı çenesini havaya kaldırmıştı. Gür, kahverengi kaşlarının altındaki mavi gözlerini kırpmadan ona bakıyordu. Sonra ellerini gömleğinin içinde gezdirip duvara yaslanmış, aniden, bir deliden beklenen bir çığlık atmıştı. Kalın sesi odanın içinde yankılanınca. Ayşe önce korkup gerilemiş. Sonra, Hasan’ın bıyığı ve sakalının arasından dişlerini gülümsüyor gibi algılayıp, sakinleşti. Sanki onunla bu gün ilgilenmemiş olduğunun öfkesini belirtmek ister gibiydi.
Öyle yorumlasa da o an, aslında, Hasan’ın nasıl davranacağı belli değildi. Ne zaman ne yapacağını önceden tahmin etmek mümkün olmuyordu.
Yanında götürdüğü şeker kutusunu ona uzattığında, Hasan bir hamle yapıp almıştı elinden kutuyu. Yırtarak açmış ve şekerleri bıyıkları ve sakalının arasına götürmüştü. Onları ağır ağır yerken, Ayşe onu sakinleştirmek için tatlı yanık sesiyle bir türkü mırıldanmıştı.
Bunu hep yapardı, Hasan da onu dinlerken sakinleşir ve uyurdu.
Ayşe yeni evinde ilk uykuya dalmak için odasına çekildiğinde saat gece yarısına yaklaşmaktaydı. Yatağına uzandığında gözlerinin önünde, Hasan’ın mavi gözleri, şekeri bıyığıyla sakalının arasına sokuşu tekrar canlandı. Onu bu haliyle tekrar tekrar gözünün önüne getirip, onun ruh halini tahmine çalıştı.
Yeni evinde ilk gecesini geçirmişti.
Ertesi gün uyandığında odasının penceresinin altında birisinin sızlanıp durduğunu hissetti. Pencerenin önüne doğru yürüdü, camdan dışarı baktığında sesin bir kedi tarafından çıkarıldığını gördü. Pencerenin önündeki kedi yavrusu sürekli miyavlayıp duruyordu. Eline bir parça ekmek ve süt alarak bahçeye çıktı. İşte oradaydı. Üçgen yüzündeki minik ağzını sürekli açıp kapatıyor ve miyavlıyordu. Bu kadar etkileyici sesi çıkaran bu minik yavru, kendisine doğal olarak verilmiş bu silahıyla Ayşe’yi camın ötesinden kendisine çekebilmişti. Bahçede, pencere önündeki ağaca kafasını kaldırdı Ayşe ve,
“Nasıl çıktın oraya?” diye sormadan edemedi seslice. Kedi yavrusu sanki ona cevap verirmiş gibi, içten miyavladı.
“Bir merdiven gerek sana” diyerek uzaklaştı kediden ve bir koşuda bir merdiven bulup geldi. Onu çıktığı ağacın dallarından pençelerini-neredeyse- zorla ayırıp aldı oradan. Minicik patileri olan benekli bu yavru kedi... ıslanmış, üşümüş ve acıkmış olduğunu belli, edercesine titriyordu. Onu odasına getirdi. Biraz süt ve ekmek koydu önüne. Kedicik çok acıkmıştı. Hemen önüne tabakla konulanı yalayıp yuttu. Sonra tekrar konulanı da bitirince minik patileriyle ağzını temizledi. Ayşe bir sepet bulup, içine eski bir kazağını yayarak ona bir yatak hazırladı. Onu sarıp sarmaladı.
Karnı doyan kedi sıcak yeri de bulunca mırıldayarak uyumaya başladı. Ayşe onun rahatladığını görüp, kendi de rahatlamıştı. Onun rahat olduğuna emin olduktan sonra hazırlandı ve aceleyle işine gitti.
Bu arada, Melek hanım çok mutluydu. Telaşsız huzurlu, camdan dışarıyı seyre dalmıştı. İnsanlar aceleyle işlerine koşturuyorlardı. Sevgi de biraz önce işe başlamak için aceleyle koşarak çıkmıştı. Onun kapıdan çıkışını pencereden izlerken, “Sevgili kızım artık yanında...” diye mırıldandı.
Sevgi göreve başladığı gün hocaları ve arkadaşlarıyla tanıştı.
İşte nihayet bir dağ köyünün derme çatma sağlık odasında değil, çok sevdiği o hastane koridorundaydı.
Eskiden arzuları rüyalarını süslerken, şimdi o gördüğü rüyalar gerçek olmuştu. Rüyalar onu avuçlarının içine almaktan çıkmış, o rüyalarını avuçlarının içine almayı başarmıştı.
Yarı gerçek yarı rüya gibi algıladığı o ilk günleri heyecanı geçmiş, yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı işine.
Günlerden bir gün, nöbetten çıkmış gidiyordu. Bir arkadaşıyla karşılaştı. Ayak üstü sohbete daldılar. O sırada önlerinden bir temizlikçi kadın yerleri paspas ederek geçti.
Sevgi, sebebini bilmeden içinin ürperdiğini hissetti. Yanlarından epeyce uzaklaşmış olan kadına arkadan baktı. Eğilip doğruluşu, yürüyüşü, başını sağa hareket ettirişi ona birisini hatırlatmıştı sanki.
İlk önce önemsemedi. Ama sonra, konuştuğu arkadaşını bırakarak kadının arkasından gitti.
Kadın bir hayli ilerlemiş ve bir başka koridora dönmüştü.
Sevgi koşar adımlarla koridorları dolaştı. Koridorlardan birinde onu arkadan gördüğünde kalbi küt küt atmaya, ağzı kurumaya başladı.
Arkadan ona yanaştı ve omzundan tutup hızla kendine doğru çevirdi.
-
bitiyor .....az kaldı .....değil......
-
246-
Şaşkınlıktan ve korkudan dona kalan kadın onun yüzüne baktı. Sevgi hiçbir şey demeden kadının başındaki eşarbı usulca çekti. Saçlarına ak düşmüş, gözleri hüzünlü bu yüzün sahibine
“Adınız Ayşe’mi?”
Şaşıran kadın, “evet!?” dedi.
“Kocanız bir subay mıydı... Bosna’da şehit mi olmuştu!?”
Bu sefer kalbi küt küt atma sırası kadına gelmişti.
“Evet!?” diye cevap verirken dikkat kesildi doktorun göz bebeklerine...
“Sevgi adında bir kızınız da vardı sizin! Öyle değil, mi...
Kadın bayıla yazmış, ona bu soruları soran mavi gözlü doktorun yüzünü dumanlı görmeye başlamış, ne evet ne hayır demeye mecali kalmadığından, sadece içinden olmaz hayaller geçiriyordu ve sadece aptal aptal doktorun yüzüne bakıyordu. Sonunda, ağlamasına eşlik eden bir “evet!?” çıktı ağzından.
“O sevgi benim!! O sevgi benim!!” diyerek ona sarılacaktı ki, kadın ilk, “o sevgi benim” sözünden sonrasını duymadı ve olduğu yere yığılıp kaldı.
Sevgi, annem! Annem diye başında dönerken yetiştiler çevreden. Sedyeye konulmuş, ilk müdahale için aceleyle kliniğe alınan kadının başındaki doktor arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında, kurtarın, kurtarın! O benim annem diyerek ağlıyordu...
Kadın ağır bir kriz geçirmiş, komaya girmişti ve hayata döndürülmek için yoğun bakıma alınmıştı.
Sevgi bir doktor gibi değil, yarı akıllı bir kız gibi davranmaya başlamıştı. İşini savsaklıyor, hemen koşuyor yoğun bakıma, diz çöküyor Ayşe kadının yatağı önüne, ellerini avuçları içine alıyor, öpüyor, öpüyor ve hadi aç gözlerini, Hasan’ın mavi gözlerini getirdim sana deyip duruyordu.
Hastane personeli, “ne ekersen onu biçersin” sözünün ne kadar doğru olduğunu düşünüyor onun bu davranışını izlerken ve “Ayşe ana, deli hastasına ne ekmişse, şimdi karşılığını görüyor” diye düşünüyorlardı.
Bir hafta sonra gözlerini açtı Ayşe hanım. Karşısında kızını gördü. Anlatılmaz bir kavuşma heyecanı... sarılmalar, ağlaşmalar, yeniden sarılmalar... bunca yıl aka aka bite yazmış göz yaşları yeniden coştu.
Hasan geldi aklına birden.
“Seni babana götüreceğim!” dedi .
Sevgi şaşırmıştı. Acaba aklını mı yitirdi korkusuyla onun yüzüne baktı. Birkaç sıradan şey sordu ona. Aklı yerindeydi. Şaşkınlığı daha da arttı.
Başından sonuna anlattı kızına Hasan’ı. Sevgi de babasına benzeyen bu adı bilinmeyen adamı merak ediyordu.
Ancak bütün aramalarına rağmen hasanı bulamadılar. Anlattıklarına göre, Hasan bir haftadan beri ortalarda yoktu. Nasıl gitmiş, nereye gitmiş, kimse bilmiyordu.
Ana kız artık onu bulmaktan umut kestiler. Ayşe içi buruk, “yine kızımla beni yalnız bırakıp gittin Hasan!?” diyerek derin bir iç geçirdi.
-
YAZAN ........RESSAM ....şenel benlier...
-
Büyük ...bir sabrı göstererek okuduğununz kitabımız bitmiştir .........................selamlar
-
selam arkadaşlar adı sevgi bitti biliyormusunuz
...........tamamını baştan okuya bilirsiniz ...........iyi geceler
-
hocam elimizden geldiği kadarıyla en baştan itibaren okumaya çalıştık...
Teşekkür ederiz...