-
İşte
Biraz su, biraz zeytin ve ekmek. Düşlerim kırık dökük kim umur eder. Biraz masal havası, biraz yürek buruk ve kavgam yeni nesillerin derdi.
Utangaç tavırlarımı o yollarda bıraktıktan sonra sürgüne düşüşümün otuz altıncı yılındayım. Hacettepe yolları asiliğimin deminde, Ankara’ya merhaba deyişimin otuz dördüncü yılındayım.
Öyle işte. Firari düşleri ve umutları garipler mezarlığına gömmüşüm.
Asil duruşlarım buruk, aldanmış yüreğim yine yollara düşmeyi hesaplama peşinde.
Huzurum Beytepe Kampüsünün Kütüphane yollarının
gidişlerinde bulmuşken, şimdilerde ‘organizer’ oyalanmasında kıvranıp duruyorum işte.
Hasret, utanmalar, kıvranmalar, uğraşmalar..
‘Yorgunum usta’ deyip dursun şair. Yüreğimi emanet edememe sancısı ile Erbil akşamlarına veda ediyorum.
“Yaz dahi demiyorsun ya o beni kahrediyor. Sus deyip duruyorsun. Susmuşum. Ellerimin nasrını unutmuşsun gibi ellerim boş diyorsun.”
Afyon’a bir gece vakti varmıştık. Varmamızdan utananlar vardı. Oxford değildi orası, Banburry günahında dahi değildik. Ne oldu da böyle susmamı istiyordun. Hava serindi. Bir bank üzerinde namaz kılmıştık. Savrulup bir başka diyara gitmenin hesabını yapmıştık. Yapmasama idik be ustam! Yani biz seninle Kütahya Hisarcık yoluna düşmeseme idik. Yani biz seninle kırık dökük ifadeleri ; sükûtlu duruşlarla mı anlatasa idik?
Dahasını diyeceğim lakin ah bu telefonlar ve ah bu Erbil akşamları.
-
ellerin dert görmesin kardeşim