Diyemiyorum işte. Diyemedim.
Sosyal Bilgiler imtihanında çömelik vaziyette yere oturmuşum. Sınavı dizim üstünde yapıyorum. Bu uzun boylu ve gri takım elbiseli ve hatta memleketini bilmediğim ders öğretmeni neden beni kapı kenarına oturttu? Nedenini soramıyordum. Tamam, bu yıl köyden gelmişiz; üstüm başım öylesine işte. Kravatım yamuk bağlı, gömleğim sert yastık üstünde ütülenmiş, Almanya’dan gelen amcamın verdiği kravat da gömleğimin yakasına bir tuhaf gitmiş olsa da ben soruları diz üstünde yapamıyorum.
İmtihan başında bir ara polis Erhanın kızı Nalan’a göz ucuyla bakmıştım. Öylesine bakış, öylesine süzüş. Hem o polis kızı; defteri, kitabı en güzel kağıtla ciltlenmiş; benimkisi gazete kağıdından. Adı bir tuhaf: Nalan. Kerim Nadirin kitaplarının biri olan Hıçkırık’taki Nalan’a benziyor mu diye polis kızına bakmıştım.
Yaşım onbir. Kerime Nadir nereden çıktı demeyin. Okumayı seviyorum. Komşumuz Boyacı Fazılın hanımı okumaya meraklı. Kitapları ondan alıp okuyorum. Uzun boylu Sosyal Bilgiler Öğretmeni benim okumalarımı bilmez. Sosyal Bilgiler Öğretmeni beni bütün sınıfa rezil-rüsva ettiğinin de farkında değil. Bu kapı kenarı oturuşu beni bitirdi. Başka şey de oldu. Demeyeceğim.
İmtihan bitişi, kitablarımı ve defterlerimi toplayıp okuldan çıktım. Şehrin dışına kendimi vurdum. Köy yoluna giden yola gelince yavaşladım. Dut, kayısı, nar ve hatta ceviz ağaçlarının sonbaharı kutlayan sarı yaprakları yolu doldurmuştu. Ayaklarımı savura savura yürümeye başladım. Kapı önü oturuşumu tekmelemeye başladım. Sarının hertürlüsünü sergileyen yapraklar neye uğradığını şaşırmışlar gibi her biri kendine bir arıyordu. Sanki “Sosyalci” de bu yaprakların içindeydi ama kendine bir türlü yer bulamıyordu.
Çay kenarında bir kavak ağacına sırtımı dayayıp oturdum. Kapı yanı oturmaları görüntüsünü akan çay suyuna gömmeye çalıştım. A. Ziya Kozanoğlunun Seyit Ali Reis kitabını ders kitapları poşetimden çıkardım ve kaldığım yerden okumaya başladım. Kerime Nadirin Sonbahar kitabı da poşetteydi. Geçen gece okuyup yarım bırakmıştım. Başka dünyalar anlatıyordu. Bostancı’daki bir köşkten bana ne! Beyhan ve Nevzatın aşkı benden öte. Bizim şehirde yılbaşı partisi mi var? Seyit Ali Reis bugün bana daha yakın. Seyit Ali Reis’le Sosyal Bilgiler Öğretmenini karşı karşıya getirmenin zamanıydı. Biraz sonra ikisinin kılıçlarını çekeceklerdi. Kılıç şakırdıları bütün ağaçlar duyacaktı. Hadi Seyit Ali Reis bu dem intikam zamanı! Gürze, oka falan gerek yok. Hatta bir hançer bile yeter.
Kaynak...
Diyemiyorum işte. Diyemedim.
Hanifi Dayımın gidişinden sonra da diyemedim. Topal Recebin gidişinden sonra zaten dilim tutuldu hiç diyemedim. Diyemediğimi de kimseciklere demedim. Sen bana, ben sana yar olmadın işte. Olmadığını sana da diyemedim.
Bizim çayın pis koktuğunu, Sivri Mustafanın çöplerini bizim dereye dökerken gördüğümü kimseye diyemedim. Bir zamanlar balık tuttuğum o çayda en adi ve münafık yılanların dahi artık yaşamadığını Kazım Dayı dedi de ben şöyle gerine gerine diyemedim işte. Her seçim zamanında koca koca adamların yapacağız edeceğiz haneklerini bizim kör kuyuya attığımı sır gibi sakladım.
Ben size herşeyi diyemem. Adam gibi adamsanız bizim oralara hele bir gidin; sulardan akan pisliklerin milletin başına neler açtığına kendi gözlerinizle görün. Göremiyorsanız, bizim Kör Şakir’e sorun, o size ne hissetiğini, nasıl koku aldığı iyice anlatır. Böyle zalımlık olmaz olsun demezseniz bana da Deli Hakkı demesinler. Tabii biraz hissiniz kaldıysa. Bundan ötesini demek bana düşmez zaten.
Oraları boşverin kafanızı şehrimize çevirin. Kaldırımlarının nasıl işgal edildiğini ve buna zabıtanını başının en başının görüpte görmezden geldiğini fırıncı Habib Usta dedi de ben diyemedim işte. Yolların yol olup olmadığını ben bilemem ama haybiye harcanan paralarda kimlerin hakkı olduğunu Müftü Mustafa Hoca’ya sormalı.
Ben Deli Hakkı. Adım Hakkı olsa da bu havalarda kimseye sözüm yok. Ben bilmem çufcuflu edebi kelimeleri. Elif Şafak abla en kıdemli lafları yeni kitabında ediyor. Ben diyemiyorum işte. Bildiğim tek şey dediklerimi tam diyemediğim.
Alıp başımı uzağın da uzağına gitsem de memleketim işte, aklımda çıkmıyor işte. Her sabah o mübarek zeytin ağaçların dokunmasam da ve hatta kokularını ciğerlerime öyle derin derin çekemesem de yüreğimden atamıyorum oraları.
Hergün nohut dürümünü özleye özleye demediklerimle kıvranıp duruyorum. Mercimek köftesinin kokusunu içimde saklayıp azar azar kokladığımı Banı Teyzeme dedim, gülüp geçtikten sonra gayri diyeceklerimi demeyeceğim.
Ben Deli Hakkı. Pakların oğlu; yorgun ve kırgın ve biraz da aç.
Sen uzaklardaki Derdim, hele sen birşeyler de diyemediklerine dair. Yoksam ben pervazlanıp uçarım gayri.
yazı/foto: magpak
Kaynak...