-
Çıban
Culuk Salih’in oğlu Metin’in evlenmesinden sekiz gün sonraydı. Düğün gecesi yorgunluktan bitene kadar saklambaç oynamıştık. Atılan silahların boş kovanları toplamış, kafamıza esince halaya kuyruk olmuştuk. Düğün ertesi Metin ağamı çift sürmekten gelirken görmüştüm. Daha bir gün önce siyah elbise giyen o adam, şimdi bir at üzerinde işten geliyordu. Neyse.
Cıngarak Kamil’i attan düşmesinden iki gün sonraydı. Attan nasıl düştüğünü komşumuzun oğlu Ekrem anlatmıştı. Adamın kafasından nasıl kanlar aktığını, yürümeye takati kalmadığından falan da bahsetmişti.
Benim dizim hep ağrıyordu. İki sabah, üç akşam öncesi dizimde şişlik başladı. Kaşındı, çok kaşıdım. Anam geçer dedi. Babam hiç oralı olmadı. Olanlar dün sabah oldu. Dizimin üstündeki şiş büyümüş, kızarıklık ve tam ortasında beyazlık başlamıştı. Anam ve nenem don kazanında çamaşır kaynatıyordu. Benim ise damarlarım kaynıyordu.
Dayanamıyordum. Yaşım dokuz. Acım büyüdükçü büyüdü. “Çıban çıkmış” dedi dedem. O an ağlamadım. Dedem gittikten sonra ağlamaya başladım. Çok ağladım. Nenem, tahta kutusundan bir avuç fıstık sakızını hamur haline getirdi; babamın eski gömleğini yırtıp hamurdan sakızı beze yapıştırıp ayağıma sardı; üzerine üç düğüm attı. Ağrım daha da arttı. Cuma ezanı okunana kadar ağladım. Geçen hafta Cuma namazına gitmiştim. Üstelik tek pantolunum yıkandığı için uzun tuman katına cemaatin arka safında durmuştum. "Cuma namazına falan gidemesin, otur oturduğun yerde" dedi nenem. Buna da ağladım.
Lafı uzatmayayım. Üç gün boyunca hep ağladım. Çok irin aktı. Gözyaşım da çok aktı.
Yaram çok derine düştü. Bahçeye gidemedim, dışarıda çelik çomak oynayamadım. Dizim çok acıdı. Hem de pek çok.