Kıymık Remzi ve Kapitalist Sevda
Kıymık Remzi
Ütülü şalvar giyip giymediğini bilemediğim komşu köyden birisi, harman yerinde yaptığım bir konuşma esnasında kullandığım devrik, yapısı bozuk, öznesi yüklemiyle yer değiştirmiş cümlelerim hususunda iki sayfalık şehirlice bir akademik çalışma yapmış. Pilot kalem kullanmış. Muhteşem bir iş başarmanın ve birisini örslemenin kahramanlığı ile bu cicili bicili çalışmayı bizim köy muhtarının azalarından Alim Ağaya takdim etmiş.
Mevzu muhtara da dolaylı yolla intikal etmiş olmalı ki, cami hoparlöründen yapılan bir anonsla muhtar beni çağırdı. Bir haftadan beri Kınalıbayır’da çift sürmenin yorgunluğu sebebiyle hemen muhtarın odasına intikal edemedim. Gittiğimde muhtarın işi çıkmış acilen şehre gitmiş. Alim Ağa’yı duvar dibinde otururken buldum. “Musa Kardaş hele gel, bir gel” dedi. Yanında Bakkal Hüseyin ve Karaların oğlu Ali vardı. Hoşbeşten sonra cebinden bir gazete parçası çıkardı ve bana verdi. Okudum. Pek bir şey anlamadım. Bu neyin nesidir sorusunu sormadım. Alim Ağa “Kağıt sende kalsın, sakin bir zamanda okur daha çok şey anlarsın” dedi. Sonrasında, “Musa Kardaş kim ne derse demiştir, senin aşkına devam et. Şunun bunun söylediğine ve yazdığına kulak asma. Yoluna devam et” dedi. Hakkımda atıp tutan kocaman adamın kim olduğun sormadım. Bu adam olsa olsa Mıcık Salahin oğlu Kıymık Remzi diye tahminde bulunmadan da edemedim.
Kıymık Remzi, komşu köyün okumuşlarındandır. O köyde liseyi zor bela bitiren tek adamdır. Her konuda mutlaka sözü olan, çoğu zaman sözleri ile insanları kıymıklamadan çekinmeyen, her gün şehre indiğinde mutlaka bir Cumhuriyet gazetesi satın alıp, fiyakalı bir şekilde cebinde gezdiren bir adamdır. Yolunuz Çamdibi köyüne düşerse, mutlaka Kıymık Remzi tanışın. Ama konuşurken cümleleriniz dikkatli kullanın.
Bu yazıyı kendince yazan oğlum Emrullah, sen sağol, ömrün uzun olsun. Bu arada Alim Ağa’nın verdiği yazı aynen böyle:
Kapitalist Sevda
Öylesine sevmiş, öylesine geceleri kıvranmışım. Meğer sen benden, en son bulunan galaksiden daha uzak; kayıp yıllar dokümanının sayfasındaki solgun bir nokta imişsin. Herhangi bir kuralı ve kanunu olmayan bir sömürge ülkesinin bu sefil sevdası, hürriyetini kaybetmenin acısını yıllarca içinde yaşayıp durmuş.
Sabah kahvesini kumrularla beraber içerken, sen sekizinci boyut uykunda kendi keyfini hep yaşadın. İhtirasını ve derinliğini kaybetmiş bu sevdayı, bahçemizin ortasındaki dut ağacının dalına kirli bir bez parçası olarak sermekten başka çarem kalmadı.
Delice çalışan ve ölçüsüz sunan ben oldum. Sense kesin çizgileri önüme çizip durdun. Hırçınlığın, kaprisin, şatafata düşkünlüğün bu sevdayı kesip biçmeye yetti. Bir dağ eşkıyasının yaptığından daha fazlasını yaptın. Katil pusuların hep tetikte bekledi. Müreffeh bir hayatı bulamayan bedenin yeni arzulara yelken açtı. Beni kendi içinde ve dışında hep sürgün ettin.
Bu sevdayı bir şehirli burjuvası düşüncesi ile yok etmeye çok çalıştın. Ezilen, ıstırap çeken, çilesi olan anlı şanlı ve hatta yürekli sevdamı yaşatmaya gayret ettim. Senin bu uğurda hiçbir gayretin olmadı. Kapitalist bir yaklaşım içinde menfaatini her daim ön plana çıkarmanın gururunu gözümün içine soka soka yaşadın. Ben dedin, kendinden başka bir dünyanın varlığını kabul etmedin. Karşıma su üstüne su verilmiş bir kılıç keskinliğinde bana baktın. Üzerimde sürekli askeri tatbikatların en şiddetlisini yaptın. Alın terim, kırgın yorgunluğumla mücadele edecek gücüm kalmadı. “Maden” şehrinin demir köprüsünün soğuk demirlerine tutunup durdum.
İtiraf ediyorum: Yirmi birinci yüzyılın en büyük sevda muharebesini kaybettim. En üşütücü soğukta ve kavurucu sıcakta işçi pazarında çoğu zaman ümitsizce bekleyen, örselenen, ezilen ve hakkı verilmeyen günlük işçilerinin boyun bükük hallerinden halde durumum budur. Yıkılan sevda devletimin çözümü ne Komünizm de ne de kapitalizm de. Tecritteyim.
Merhametsiz ve zalim yüreğine son sözüm: Edepsiz bir korsana kaptırdığın gönlünle var sen çok yaşa.
Gayri bana yola revan olmak düşer.
Yazı/foto: magpak
Kaynak...