İki Yağmur Damlasının Yarım Kalmış Hikayesi
Buralarda yağmur rahmeti var. Rahmet kendini herşeyiyle hissetiriyor. Sağımız solumuz, yüreğimiz temizleniyor. Temennim sevgili yurdumda da Rahmet esintileriyle irinlerin, pisliklerin temizlenmesi. Daha önce bahsettiğim gibi siyasi yazılardan, yorumlardan haz etmiyorum. Bizi siyaset çok ilgilendirse de hayatın kendisinde daha da önemli işler, şahıslar olduğu kanaatindeyim. Sürekli gündemin değiştiği bu alemde değişmeyen olaylar zinciri var: hastalıklar, işsizlikler, kazanılmayan imtihanlar, aşklar, aile meseleleri, ergenlik gibi hayatımızı kuşatan onlarca husus. İşte bu Rahmet esintileri ve meseleler içinde, yıllar önce yazmaya çalıştığım bir denemeye gözüm ilişiyor.
geceye süzülen bir masal denemesi /25.11.2005
Bu hikaye benim hikayem değil, burada yaşanılanların semtinden geçmedim ve yaşamadım diyorsam doğrudur. Bu hikaye umulmadık zamanlarda yağan yağmur damlalarının sadece ikisinin hikayesidir. Yere düşen bu damlaların birisi yaşlı bulutlardan gelmiştir. Diğeri ise genç bir buluttan yere iner ve sulara karışır. Yerin derinliklerine inceden inceye akarlar. Asırlar geçer. Yaşlı olan yağmur damlası, bir dereden süzüle süzüle, şırıl şırıl akar, yüreği yanmış bir çiftçinin avuçlarına düşer ve kurumuş dudaklarını ve bedenini serinletir. Genç olan yağmur damlas ise, geziye çıkmış iki evli gencin şişelerine düşer, yol boyunca sadece onu içerler. İçleri ferahlar.
İki yağmur damlası bedenlerde iki ayrı zamanda çocuk olur.
Aradan çok zaman geçer.
Şimdi o çocuklardan biri ihtiyar bir adamdır.
Genç yağmur damlası ise yüzü aydınlık, gönlü gül bir genç kıza erişmiştir.
O damlalar yıllar sonra bir odada veya karşılıklı bir evde veya bir köyde yaşarlar. Bir şekilde zamanı, mekanı ve dertleri paylaşırlar.
İhtiyar adam hazan der, hüzün der, ahlar çeker, derin bakar. Her gün, her an ölümünü hatırlar, hatırlatır. Onun tatlı titreyişi ile yaşar. Ölümün sıcak, kaçak kollarında gezmek onun için bir zevktir. Ölenleri kıskanır. Toprak kokusunu mezarında doya doya hissedeceğini düşünür..
Genç kızın hayalleri vardır. Adı üstünde gençtir. Kendine has bir güzelliği, özünde, sözünde tıpkı yağmur damlası gibi pırıltılar vardır. Yuvası aydınlık, günah semtine uğramamıştır.
Farz edelim ki, her ikisi de sabahın ayrı zamanlarında bir ofise, bir odaya girerler. Yaşlı adam her gün odaya erken gelir. Uykusuz gecesini temizlemek için ilk işi bir kahve yapmaktır. Akşamdan dağınık kalan masasını düzeltir, bir ıslak mendille özene özene siler. Odadaki sarmaşığı okşar. Oturur, bilgisayarını açar. Bir müzik dinlemek ister çoğu zaman vaz geçer.
Farz edelim ki, biri yaşlı biri genç olanın her ikisi de bir şehirde değilde bir köyde yaşıyorlardır ve aynı vakitte uyanıryorlardır. Karşılıklı olan pencereleri aynı saatte açtıktan sonra öylesine hemen hemen her sabah bakışırlar. Yaşlı adamın annesi de oldukça yaşlıdır. Adam annesine sürekli yardım halindedir. Babasının vefatından sonra hiç evlenmemiştir. Tek bir derdi vardır: Annesi. Genç kız ise evin bir tanesidir. Adamla karşı komşu kızı tarla işleri için aynı anda kapıdan çıkarlar.
.................................................................................................................................................................................
Ofisteki yaşlı adam içinde sakladığı cümleler gün ortasına çıkan taylar gibi capcanlıdır. Sana vurulmuşum, ifadesinin en hasını kağıtlara işlemiştir. Bir aşktır bu. Bildiğiniz bir sevda değildir. Yaşlı adam seven, genç kız sevenin sevdiğidir. Seven sevdiğini, sevilen sevildiğini söylemez. Seven ve sevilen, sevmek ve sevilmek birbirine karışmıştır.
Ofisteki yaşlı adam aslında hastadır. Asrın hastalığı kansere tutulmuştur. Bir hazan mevsiminin, kekre bir akşam vaktinde süzüle süzüle toprağa yüz üstü düşer. Toprak ta onu özlemiştir. Kokusunu cömertçe üfler yaşlı adama ve onun hatırına bütün aleme. İki dost kavuşmuştur. Varsın yaşayan anası "Vay topraklar başıma, vay benim evladım" diye feryatlar etsin. Yaşlı adam kavuşmuştur alemine. Söylenecek bütün ağıtlar, denilecek bütün özel kelimeler, cümleler, deyimler beyhudedir. Hazan mevsiminin sarı yaprakları ile mezarının yanındaki iki incir ağacı, her gece kimsenin duymadığı ve de bilmediği bir makamı iki sevdalının ayrılmasına yakılacak ağıtların en güzidesini söylemektedir.
Genç kız onun gidiş anını çoktan hissetmiştir. Ne bir telefona, ne telgrafa gerek vardır. Gözünden yaşlı bir yağmur damlası tıpkı yaşlı adamın düşüşü gibi toprağa süzüle süzüle düşer. Nedense toprak ıslanmaz. Onu düşünemez artık. Artık genç kız da yaşlıdır. "Beni neden bırakıp gittin" diyemez. Hüzün onun içine de nakış nakış işlenmiştir. Dudağına yaşlı adamın türküsü düşer, "Tükendi nakti ömrüm, dilde sermayem bir ah kaldı.
Köydeki yaşlı adam ve genç kızın hayatları da bundan farklı değildir. Genç kız bir süre sonra evlendirilir. Yaşlı adam i 'ince hastalığa' düşer. Önce annesi ve bir hafta sonra da kendisi toprağa kavuşur. Sonra mı? Sonrasını siz getirin..
.................................................................................................................................................................................
.................................................................................................................................................................................
Not:
Bu türden sevda hikayeleri yazılması her daim mümkün. Biz çoğu zaman gençlikte yaşanılan mal-mülk, karşı cins sevdalarını mı içimizde büyüteceğiz? Acaba hayatta yapılacak daha önemli, acil işler yok mudur? Efendimiz der ki:
«Kişinin Allah katındaki değerini öğrenmeyi seviyorsanız, Ölümünden sonra kendisini takib eden güzel övgüye bakınız.» (Ka’b el-Ahbâr)
foto/yazı: magpak
Kaynak...